Sol Yayınlarda Popülizm
Ya da Lümpen-Arabesk Kültürün Egemenliği
[Bu yazı, ilk kez Kurtuluş Cephesi'nin Mayıs-Haziran 1994 tarihli 19. sayısında yayınlanmıştır.]
Son zamanlarda Türkiye sol hareketlerinin yayın politikalarında önemli "gelişmeler" oldu. Yıllar boyu aylık legal teorik-politik dergi çıkarmak başlı başına eylem olarak kalmışken, son dönemde ilkin 15 günlük ve ardından haftalık olarak yayınlanan legal sol dergiler çıkartılmaya başlandı. Hemen hemen her haftalık legal sol dergi, neredeyse düzenin günlük basınıyla rekabet eder düzeyde bir muhabirler ve bürolar ağı kurmaya yöneldi. Kimileri bunu günlük bir gazete çıkarmanın hazırlıkları olarak tanımladılar. Böylece legal sol yayın alanı neredeyse 1970-71 ve 1979-80 dönemi ile yarışır hale geldi.
Bu moda içinde, kendisini THKP-C "geleneğinden" geldiğini ilan edenlerin başı çekmeleri de bir başka "orijinallik"dir. Oysa THKP-C'nin yayın politikası belirlenirken, bu moda akım için Mahir yoldaş şöyle diyordu:
"Bugün, ülkemizde, revizyonizmin etkinliğini çeşitli alanlarda görmek mümkündür. Mesela, sosyalist aydınlar için ayrı seksen sayfalık bir aylık dergi, 'orta seviyede' olanlar için haftalık onaltı sayfalık bir dergi, işçi ve köylü kitleleri için de bir kitle gazetesi çıkarma; revizyonist bir yayın politikasının ifadesinden başka birşey değildir."
Bütün bunlar ülkemiz solunda yıllar boyu tartışılmış konular olmasına rağmen, moda akım her yeri kaplamıştır. Üstelik bunların Marksist-Leninist belirlemelerle ilgi ya da ilgisizlikleri üzerine hiçbir şey söylenmeksizin. Sanki herkes "ben yaptım oldu" mantığı içinde olmada sözleşmiş gibidirler. Her türlü devrimci ilke ve değer bir yana bırakılmıştır. Bunun, solda yıllar boyu egemen olan revizyonizmin ve oportünizmin oluşturduğu bir temel üzerinde şekillendiği her türlü tartışmanın dışındadır.
Ancak legal sol yayınlarda ortaya çıkan kimi ifadeler, yazılar, haberler sorunun bununla sınırlı olmadığını da göstermektedir. Bu yayınlara şöyle bir göz atıldığında, ilk göze çarpan olgu, popülizm ve arabesk-lümpen kültür öğeleridir.
Herhangi bir özel radyo ya da televizyon yayınında duyulabilecek lümpen kültür terimleri (ki buna argo demek bile zorlaşmıştır) herhangi bir legal sol yayında açıkça kullanılabilmektedir. Aynı şekilde herhangi bir popüler mizah dergisinde görülebilen arabesk çizgiler ve "espriler", legal sol yayınlarda "özel teşvikli" özel sayfalar haline getirilmiştir. Mizah kavramının tümüyle belirsizleştiği, devrimci eleştirinin yerine "mizah" sayfalarının egemen olduğu, siyasi gerçeklerin karikatürize edildiği bir ortam yaratılmıştır.
Bugün ifadesini Tarkan vs. adlarla piyasada boy gösteren "popçular"da bulan bu lümpen-arabesk kültür karşısında gösterilen bu uyumluluk, 1980 sonrasında toplumda ve solda ortaya çıkan tahribatların boyutlarını göstermeye yetmektedir.
"Proleter kültür"ün, gerek kavram olarak, gerekse söylem olarak ortadan yok edildiği bir legalizm içinde arabesk-lümpen kültürün egemenliğine şaşmamak gerekir.
Bireyselleşmenin "çağın gereği" ilan edilmesiyle başlayan ve giderek özel yaşamın kitleselleştirilmesi ile gelişen lümpen-arabesk kültürün sol unsurlar üzerindeki egemenliği, kendi dinamiklerini, 12 Eylül askeri darbesinin uyguladığı terörde ve bu terör sonrasında T. Özal'ın ilan ettiği "transformasyon" koşullarında bulmaktadır.
Bireyselleşme ve özel hayatın kitleselleştirilmesi (bir yazarın ifadesiyle "kamusallaştırılması"), eski sol unsurların devrimci mücadele sürecinde bağlı oldukları her türlü değerle bağlarını koparmanın aracı olmuştur. Bunun ürünleri ise, herkesi "kullanma" peşinde koşan, yılların "bastırılmış duygularını dizginsizce salıveren", her türlü yolsuzlukta kendilerini bulmaya çabalayan ve mevcut toplumun ahlâk kurallarını bile zorlayan yozlaşma içinde olan "eski solcular" olmuştur.
O. Gencebay'da simgeleşen arabeskin poplaştırıldığı, "taverna müziği" adı altında ne olduğu belirsiz aletlerle "müzik icra edildiği" bir döneme girildi. Bu dönem, kendisini ilkin dilde egemen kılmaya başladı. Fiillerin yerine, isimler geçirildi. "Üç gibi, beş gibi" buluşmalar başladı, bir yerlere "takılma" gereği ortaya çıktı ve böylece neyin neye uyacağının bilinmediği "uyar" sözcüğü egemen oldu.
Bir bakıma reklamcılığın dili "pop"laşarak egemen oldu. Reklam dili, "yalnızcasözügörüntünün,imgeninhizmetinesunmaklakalmadı,aynızamandabütünkültürübirmalınpazarlanmasındakullanılabilecekbirhammaddeye,sınırsızbiralıntılartoplamınadönüştürdü...Birnesneyitanıyanlarlatanıtanları,tanımayadayananbilgiyletanıtımbilgisinibirbirindenkoparırken,biryandandabaşkaalanlardadakullanılabilecekyenibirdili,sözettiğinesneyleilişkisi'nedensiz've'keyfi'olan,günlükkonuşmadilinden,haberdilinden,teknikdilden,teorikyadafelsefidilden,argodan,edebiyadapolitikdildenalıntılaryapan,amahepsineeşituzaklıktakisentetikbirdil" ortaya çıkardı. Örneğin bir bira reklamında kullanılan "logo"nun "öpüldünüz" olması, telefon konuşmalarında yeniden ve yeniden üretilen bu dilin en tipik ifadesidir. (Telefon konuşmalarında kodlamaların ya da bu türden sözcüklerin kullanılmasının ekonomik gerekirlilikleri de bulunmaktadır.)
Kendi felsefi karşılığını pragmatizmde bulabilecek bu gelişme, aynı zamanda "eski solcular"ın tencere-tava pazarlamacılığından sigortacılığa sıçramalarıyla bütünleşti.
Bu gelişmenin soldaki ilk temsilcisi M. Belge ve şürekasının yayınladığı "Yeni Gündem" dergisi olmuştur. Kendine verdiği "muhalefet" ve "sol" etiketleriyle, sol unsurların arabeskleşmesinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Daha sonra "Sokak" gibi yayınlar çıktıysa da tutunamamışlardır. Ancak aynı dönemde YÖK'e karşı öğrenci eylemlerinde de büyüme olmuştur. İşte bu gelişen öğrenci hareketi, kısa sürede Doğramacı'nın karşısına "Avanak Avni"yi çıkartarak, bugünkü üniversitelinin lümpen-arabesk yaşama yöneltilmesinde etkili olmuştur. Bugün pekçok legal sol yayında çalışanlar, büyük oranda bu ortamdan beslenmişler ve sola yönelmişlerdir. Doğal olarak bu ortamın izlerini taşımak durumundadırlar.
Bugün kimi legal sol dergilerde yayınlanan kimi haber başlıklarında bu lümpen-arabesk kültürün ürünleri sıkça görülürken, aynı yayınlarda akıl almaz bir sorumsuzlukla her türlü argo sözcük, okuyucunun karşısına konulabilmektedir. Bunun boyutlarını görmek için, bu sayfada üst üste bastığımız iki bulmacada sorulan sorulara ve yanıtlarına bakmak yeterlidir.
Bulmacalardan birisi ÖzgürÜlke'de yayınlanmışır. Diğeri ise, "Biz halkız gelecek ellerimizdedir" "logo"suyla yayınlanan ÖzgürGelecek'te yayınlanmıştır. Görüleceği gibi, herhangi bir bulmacada kolay kolay yer verilemeyecek sözcükler rahatlıkla kullanılmaktadır. Üstelik ÖzgürGelecek, ÖzgürÜlke'yi "sol" layarak, yanıtta değil soruda bunu "özgür"ce yapabilmiştir.
Şüphesiz bunlar bir siyasal yayın organının kendisi açısından "denetim dışı" girmiş "sapmalar" olarak tanımlanabilir. Zaten bizim amacımız da, herhangi bir siyasal yayının çalışan bireylerinin temsil ettiği siyasal hareketten bağımsız olarak, topluma egemen kılınmış olan lümpen-arabesk kültürden etkilendiğini ortaya koymaktır.
Yine aynı şekilde legal sol yayınlarda sıkça yayınlanan karikatürlerin giderek, arabesk çizgi romana kayması ve devrimcilerin çizgilerle "resmedilmesi"nde yaygınlaşan "pop"-arabesk eğilimlerden de söz etmek gerekir.
Mücadele dergisinde kimi zaman yayınlanan çizgi-gerilla "tip"lerinin, giderek arabesk-pop dünyasından fırlamış tiplere benzer hale gelmesine pek şaşmamak gerekebilir. Gerekebilir, çünkü Mücadele dergisi, "devrimci afişler" konusunda yayınladığı bir "çözümleme" sinde "reklamcılık" dünyasının kullandığı yöntemlerin kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak yine de, 1980 sonrasında, topluma yayılan ve özellikle gençlik kesiminde büyük etki yaratan lümpen-arabesk çeşitlemeler karşısında, devrimci-proleter kültürün (üretildiği alanların özellikleri bir yana bırakılırsa) ne denli zayıfladığını göstermektedir. Yayınladıkları kimi duyurularda da görüleceği gibi, devlet sorununu (aynı zamanda iktidar sorunu) birinci dereceden ilgilendiren bir konuda ve devrimci mücadelenin hedefleri kapsamındaki bir kurum (DGM) çok basit biçimde karikatürize edilebilmektedir.
Aynı biçimde bir başka karikatürize etme olayını ÖzgürGelecek dergisinde görmek mümkündür. Özellikle bu derginin özenle koruması gereken bazı değerleri, popülist bir söylem kullanma eğilimi nedeniyle, nasıl bozabileceklerini, İbrahim Kaypakkaya'nın kişiliğinde ortaya koymalarına bakmakla, anlamak olanaklıdır.
"İbrahim diyor ki"li yazılarıyla İbrahim Kaypakkaya'nın devrimci saygınlığı popülizme kurban edilebilmektedir. Aynı popülizmi, yine İ. Kaypakkaya'nın şahsında, bu kez de resimli-romanda kullanmakta sakınca görmemişlerdir.
İster adına "resim" diyelim, ister "çizgi", sonal olarak İbrahim Kaypakkaya'yı dinsel bir kişiliğe büründürebilmektedir. İ. Kaypakkaya' nın, bir "ruh" ya da "hayalet" gibi algılanması ya da algılatılması ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Hele ki, aşağıdaki resimlerdeki konuşmalarda olduğu gibi, bir karede "kasketli genç" olurken, diğer karede "İbrahim yoldaş" oluvermesi popülizmin nerelere kadar uzanabileceğinin somut ifadesi olmaktadır.
Ancak söz konusu olan dergide görülen popülizm bununla da sınırlı kalmamaktadır. Yukardaki çizgi-romanda görüldüğü gibi, dağlarda nöbet tutan kadın gerilla Hollywood filimlerinin 1990 versiyonlarından fırlamışcasına çizilmiştir. Amerika'da ya da Avrupa' da yayınlanan pekçok çizgi-roman dergilerinde sık sık görülen böylesine tiplerin "resmedilmesi", aynı zamanda popülizmin lümpen-arabesk kültürle olan yakın ilişkisini göstermektedir.
Evet, devrim mücadelesinde çizgiye dayalı pekçok yayın çıkmıştır. Ama bunlarda açıkça görüleceği gibi, karikatür çizgileri kullanıldığında bile, mevcut lümpen-arabesk kültürün izlerini bulmak hemen hemen olanaksızdır. Kitlelerin eğitim düzeylerinin düşüklüğü veri alınarak, onlara devrimci bir bilinç ulaştırmak bir şeydir, onlara arabesk-lümpen kültürle ulaşmaya çalışmak başka birşeydir. Her sol yayın bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Bunu yapmak bir zorunluluktur, aksi halde pragmatizmle birleşen bu lümpen-arabesk kültür yeni ve genç devrimci kuşakların da etrafını kuşatacaktır. Bu da, bizleri, her türlü ilke ve değerin hiçe sayıldığı, sadece "işbitiriciliğin" marifet sanıldığı bir kuşakla yüz yüze bırakacaktır. Böyle bir ortamda da kimse kimseye "insanlık suçu" işlediğini bile söyleyemeyecektir.