“Gezi Direnişi”yle birlikte “sosyoloji” ve “yeni orta sınıf” kavramı egemen söylemin en temel kavramları haline getirildi.
“Penguen medyası”ndan Necati Şaşmaz’a[1*] (nam-ı diğer “Polat Alemdar”) Taksim Dayanışması sözcülerinden[2*] “sol” aydınlara kadar hemen herekes “Gezi Parkı Direnişi”ni “sosyolojik bir olay” olarak tanımlamakta ortak bir paydaya sahip oldular.
Kaçınılmaz olarak, “sosyolojik bir olay” söz konusu olunca da “sosyologlar” devreye girdiler. Alelacele yapılan “anketler” ve “alan araştırmaları”yla “Gezi direnişçileri”nin “sosyolojik profili” çıkartılmaya çalışıldı.
İlk “sosyolojik araştırma”, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Esra Ercan Bilgiç ve Zehra Kafkaslı tarafından yapıldı. “Online ortamda toplam 20 saatte üç bin direnişçi tarafından yanıtlanan anket”e göre, “Direnişçiler”in %39.6'sı 19-25; %24'ü 26-30 yaşları arasında; %53.7'si daha önce hiç bir kitlesel eyleme katılmayanlardan oluşurken, %70'i kendini hiç bir siyasi partiye yakın hissetmiyor. %92,4’ü eylemlere katılmalarının nedeni olarak “Başbakan’ın otoriter tavrı” olduğunu söylerken, %91,3’ü “polisin protestoculara uyguladığı orantısız gücün” etkili olduğunu, %91,1’i “demokratik hakların ihlal edilmesinin” etkili olduğunu ve %84,2’si “medyanın suskunluğunun” etkili olduğunu söylemişlerdir.
Ardından “profesyonel anket şirketleri” piyasaya çıktı. Bunların en ünlülerinden Konda’nın yaptığı “araştırmaya” göre, eylemcilerin yarısından çoğu “polis şiddeti”ne tepki için Taksim’e geldiklerini söylerken, %79’u “hiçbir parti, kulüp ya da dernek üyesi olmadığını” söylemiştir. Sonuçta “sosyolojik bir olay” olarak “Gezi Direnişi”nin “sosyolojik profili” anketlerle ortaya çıkartılmış oldu.
Bu “anketler”e dayanılsın dayanılmasın, yazılı ve görsel “medya”da yapılan “bağımsız ve kişisel sosyolojik değerlendirme”lerde, “Gezi Direnişi”, “apolitik 90 kuşağının isyanı”, “haysiyet ayaklanması” (Ahmet İnsel), “yeni orta sınıfın büyük bir demokrasi hareketi” (Sencer Ayata) olarak sunuldu. Bunların içinde özellikle Sencer Ayata’nın “yeni orta sınıf” teorisi çok daha bilimsel ve sosyolojik bir “saptama” olarak dikkati çekti.
Böylece bir kez daha “yeni orta sınıf” teorisi ve buna dayanan “siyaset anlayışı” gündeme geldi.
Prof. Dr. Sencer Ayata’ya göre, “geleneksel orta sınıf”, yani “yeni orta sınıf”tan önceki “orta sınıf”, daha çok çiftçiler, esnaf, sanatkâr, mahalli tüccarlardan oluşur ve “çok yakın zamana kadar Türkiye’de nüfusun %90’lara varan kesimi”dir. “Yeni orta sınıf” ise, “sanayileşme ve özellikle son dönemde bilgi ekonomisi dediğimiz sürecin ilerlemesiyle ortaya çıkan birçok yeni ekonomik faaliyet alanı ve sayısız yeni meslek”lerden oluşur. “Kendi hesabına çalışan doktorlar, mimarlar, dişçiler, avukatlar, bunlar da yine yeni orta sınıftır. Profesyoneller diyoruz. En ciddi geliştiği alanlardan biri de finans sektörü, bankacılık, sigortacılık... Üretim hizmetleri, sosyal hizmetler alanlarında çalışanlar. Tabii kamu yönetimi alanı da... Öğretmenler, mağazalarda çalışan şık giyimli tezgâhtarlar, otellerde, bürolarda çalışanlar, sekreterler, hemşireler...” “yeni orta sınıf”ı oluşturur.
Sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata’ya göre, “yeni orta sınıf”ın “en pratik tanımı beyaz yakalılar”dır. “Yani bulundukları mesleki konuma, eğitimleri vasıtasıyla gelmiş olanlar. Gelirlerinin esas kaynağı ücret ve maaş olan kimseler. Yeni orta sınıf, bütün toplumlarda en hızlı büyüyen kesim. Kısacası Türkiye’nin vasıflı işgücü”dür.
Bu tanımlamaya göre, “yeni orta sınıf”, sözcüğün bilimsel ve marksist anlamında gerçek bir sınıf değildir ve sosyolojik anlamda, insan toplumunun alt bileşenlerinden, katmanlarından birisini oluşturur. Böyle olunca da, “orta sınıf”, herhangi bir zaman dilimindeki herhangi bir toplumun bir kategorisidir; sosyolojik toplumsal piramidin üstü ile altı arasında kalan (“orta”) kesimlerden oluşur. Bu yönüyle Antik Yunan’dan başlayarak feodal ve kapitalist toplumlarda da “orta sınıf”tan söz etmek olanaklıdır. Örneğin devrim öncesi feodal Fransa’da gelişen burjuvaziyi tanımlayan “orta sınıf” terimi, aristokrasi ve ruhban sınıfı/tabakası arasında kalan “orta tabaka”dır ve bu yüzden “tiers etat”, yani “üçüncü tabaka” olarak adlandırılır. 1789 Fransız Devrimi’yle “üçüncü tabaka”, yani burjuvazinin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte “orta tabaka” ya da “orta sınıf” terimi kapitalist toplumdaki küçük-burjuva sınıfı tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır.
İşte bu tarihsel gelişime rağmen ideolojiden ve sınıflardan yalıtılmış sosyoloji, “orta sınıf” terimini kullanmayı sürdürmüştür. Bunlara göre insan toplumu bir bütündür (tek bir “sınıf”) ve bu sınıflar kendi içlerinde “üst”, “orta” ve “alt” bölümlere ayrılır. Bu üç kategori içinde “orta” kesim ya da “orta sınıf” en akışkan ve geçişken toplumdur. “Alt”tan “orta”ya, “orta”dan “alt” ve “üste”, “üst”ten “orta”ya ve daha “üst”e (tekel) doğru bir akışkanlık vardır. Dolayısıyla “orta sınıf”, 0 kan grubu gibidir, “alt” ve “üst” sınıflara geçişi sağlayan genel ve ortak verici olarak kabul edilir. Dolayısıyla da, bu “0 kan grubu” sosyolojinin ana ilgi alanını oluşturur.
Tarih içinde serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır. Artık “alt-orta-üst” sınıfların ötesinde “tekelci” kesimler, finans oligarşisi ortaya çıkmıştır. Doğal olarak bu yeni ilişki içinde “orta sınıf”lar da yeni bir biçim almaya başlamıştır. İşte kapitalizmin emperyalist aşamadaki gelişiminin küçük-burjuvazide meydana getirdiği değişim, sosyologlar ve ekonomistler tarafından “yeni orta sınıf” olarak tanımlanmıştır.
Bu tanımlamanın öncüsü Paul Sweezy olmuştur.
Paul Sweezy (ki Harvard Üniversitesi profesörlerindendir), 1942 yılında kaleme aldığı ve ilk kez 1946 yılında yayınlanan “The Teory of Capitalist Development. Principles of Marxian Political Economy” (“Kapitalist Gelişim Teorisi. Marksist Ekonomi Politiğin İlkeleri”) başlıklı kitabında şunları yazar:
“Emek üretkenliğinin artışı ve tekelci kapitalizmde dağıtım alanında bunun ortaya çıkarttığı oransız büyüme çok önemli toplumsal ve politik sonuçları olan bir gelişmedir. Sanayi bürokratlarının, profesyonellerin [doktor, avukat vb. serbest meslek sahipleri], öğretmenlerin, devlet memurlarının ve benzerlerinin oluşturduğu ve merkezileşme ve yükselen hayat standardları sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan ‘yeni orta sınıf’, dağıtım faaliyetleri ile meşgul olanların büyük bir bölümünü oluşturan satıcılar, reklam ajanları, gazeteciler ve ücretliler ordusuyla daha da artmıştır. Nüfusun bu öğeleri göreli olarak daha iyi ücret alırlar ve öznel bir açıdan onları az veya çok kapitalist ve toprak ağası sınıflarına bağlayan bir yaşam standardından yararlanırlar. Diğer taraftan, kapitalizm altında bunların bir bölümü gelirlerini dolaylı veya dolaysız olarak artı-değerden sağladıkları için, artı-değerin azalması bunlara zarar verir ve bu nedenle çıkarlarını hakim sınıfların çıkarlarıyla bağlayan nesnel bir bağ da vardır. Her iki nedenden dolayı, yeni orta sınıf, işçilerden ziyade kapitalistler için toplumsal ve politik bir destek sağlama eğilimindedir. Diğer bir deyişle, bu sınıfın üyeleri, kapitalist generallerin liderliğini derhal kabul eden bir ordu oluşturmaktadır.”[3*]
Görüldüğü gibi, Sweezy “yeni orta sınıfı”, kapitalizmin aşırı-üretim sorunu karşısında giderek büyüyen “dağıtım faaliyetleri”nin bir ürünü olarak ortaya koyar. Aşırı-üretimin ortaya çıkardığı “pazar sorunu”, metaların satılması sorunu satış maliyetlerini, yani pazarlama maliyetlerini artırmıştır. Bu alanda çalışanların sayısı da aynı oranda artmıştır.
Sweezy’ye göre, “dağıtım alanında” yer alan bu “yeni orta sınıf”, bazı istisnalar dışında hiçbir biçimde üretken değildir, artı-değer üretmez. Dolayısıyla “yeni orta sınıf” yeni bir tüketici kitlesini oluşturarak, bir yandan metaların pazarlanmasını sağlarken, diğer yandan bu metalar için ek ve yeni bir talep oluşturur.
Eğitim görmüş, yüksek yaşam standartlarına sahip ve tüketici bir kitle oluşturan “yeni orta sınıf”, Sweezy’ye göre, işçi sınıfından daha çok kapitalist sınıfa yakındır ve çıkarları kapitalist sınıfın çıkarlarına bağlıdır. Bu yönüyle işçi sınıfının mücadelesinin karşısında yer alan “gerici” bir kesimi oluştururlar.
Sweezy’nin “yeni orta sınıf” tahlili, Sencer Ayata’nın değerlendirmesinin aksine, “olumsuz”dur. Klasik ya da “eski” orta sınıf gibi, çelişkili ve ikircikli özelliklere sahiptir. “Eski” orta sınıfın “proleterleşme korkusu”yla kapitalist sınıfa yaklaşması ile gerçeklikte giderek yoksullaşması ve proleterleşmeye yönelmesi arasındaki çelişkinin yarattığı ikirciklik “yeni orta sınıf” için de geçerlidir.
“... yükselen yaşam standardları, sermayenin merkezileşmesi ve tekellerin büyümesi sonucu ortaya çıkan ‘yeni orta sınıflar’ ... sanayi ve hükümet bürokratları, satıcılar, reklamcılar, görünüşte olmasa bile gerçekte büyük sermayenin ücretli adamları olan tüccarlar, çeşitli meslek sahipleri, öğretmenler ve benzerleri gibi çok farklı grupları içermektedir. Emperyalizm döneminde, özellikle tekellerin dağıtım mekanizmasını yaygınlaştırma etkisi nedeniyle, bu gruplar sadece mutlak olarak büyümekle kalmazlar, fakat aynı zamanda toplam nüfusa olan oranları da artar. Fakat eski ve yeni orta sınıfların sayıca olan önemi, bizi bunların önemlerini kapitalistler ve işçiler gibi değerlendirmeye itmemelidir. Orta sınıflar arasında daha sağlam örgütsel birlik ve daha bilinçli ve etkili politik eylem ile açığa vurulan çıkar dayanışmasının artması yerine çıkar ve amaçlarda büyük karışıklık ve farklılık görürüz, örgütsel birlik ve bilinçli olarak kararlaştırılmış bir politikanın nesnel temeli oldukça küçük gruplar dışındakiler için mevcut değildir. Bu gruplar ise etkin olamayacak kadar zayıftırlar ve genellikle iğrenç amaçlarla pazarlığa otururlar. Bu nedenle olgunlaşmakta olan kapitalist çelişkiler döneminde orta sınıfların kaderi bir taraftan tekelci sermayenin zorbalıkları, diğer taraftan işçi sınıfının daha iyi yaşam şartları ve güvenlik talepleri arasında sıkışmaktır. Hiç olmazsa bu kadar bir ortak noktaları vardır ve orta sınıfların hemen hemen tüm kesimlerinin kendilerine özgü temel tavrını belirleyen de budur. Bu tavır hem örgütlenmiş sermayeye, hem de örgütlenmiş emeğe karşı düşmanlıktır ve görünüşte çelişkili şekillerde kendini açığa vurur. Orta sınıflar, bir taraftan proletarya-dışı anti-kapitalizmin belli derecelerde kaynağıdır; diğer taraftan da tüm örgütlü sınıf gücünün ortadan kaldırıldığı ve bireyin (yani hiç bir yere bağlı olmayan bir orta sınıf grubu üyesinin) artık var olmayan eski basit meta üretiminde olduğu gibi temel toplumsal birim olduğu ütopyalar yaratırlar. Bu ideolojilerden ilki belli şartlar altında tekelci sermayenin gereklilikleri için faşizm şeklinde dizginlenir.”[4*] (abç)
Bugün, “Gezi Parkı Direnişi”yle birlikte yeniden sözü edilen ve direnişin “omurgasını” oluşturduğu ileri sürülen “yeni orta sınıf”ın ideolojisini, “proletarya dışı anti-kapitalizmi” ve “bireyi temel toplumsal birim olarak alan ütopyaları” (“bireysel özgürlük” vb.) oluşturur.
Şüphesiz bunlar, özellikle Sweezy’nin “yeni orta sınıf”a ilişkin “olumsuz” saptamaları daha çok tartışılacaktır. Ancak açık olan gerçek, 2 Haziran Pazar günü polisin Taksim Meydanı’ndan çekilmesinden sonra Gezi Parkı’nda yaşanan “özgürlük” ve “kolektif yaşam” ile İstanbul başta olmak üzere, ülkenin neredeyse her ilinde süregiden direniş eylemleri arasındaki zıtlıktır.
1 Haziran’da Ankara’da Ethem Sarısülük polis kurşunuyla vurulurken, 2 Haziran’da Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz komaya sokulurken ve Antakya’da 3 Haziran’da Abdullah Cömert aynı şekilde polis kurşunuyla öldürülürken, yüzlerce kişi polis terörü sonucu yaralanırken, daha da önemlisi, 2 Haziran’da polis Taksim Meydanı’ndan çekildikten sonra ülkenin her yerinde milyonlarca insan “
Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganlarıyla eylemlerini sürdürürken “Gezi Parkı direnişcileri”nin “barışçıl” görüntüleri tam bir tezatlık oluşturmuştur.
Böylesine açık bir çelişik ortamda “yeni orta sınıfı” yücelten, “apolitik 90 gençliği”, “digital gençlik” ya da “Y kuşağı” söylemleri “Gezi Direnişi”ne siyasal ve ideolojik damgasını vurmuştur. Bunun en tipik sonucu ise, “taş atma”nın “Gezi Direnişi”nin “meşruiyetine”, “haklılığına” zarar verdiğinin ilan edilmesi ve her türlü “örgütsel bayrakların” ortadan kaldırılması olmuştur.
Sol, oportünistinden legalistine, “marksist”inden “maoist”ine kadar her türden ve her cinsten sol ise, “12 Eylül’den sonra ilk kez” böylesine büyük ve geniş bir kitlesel hareketin ortaya çıkması karşısında “umutlanmış” ve bunun sonucu olarak da “yeni orta sınıf” gerçekliğini görmezlikten gelmiş ve halk direnişine siyasal ve ideolojik damgasını vurmasını önemsizleştirmiştir.
Bilinmelidir ki, “yeni orta sınıf”, Sencer Ayata’nın teorikleştirmeye çalıştığından daha çok Sweezy’nin saptadığı haliyle bir küçük-burjuva kesimi oluşturur. Doğal olarak da, küçük-burjuvazinin bilinen tüm özelliklerini bünyesinde taşır. Daha iyi eğitim almış olmaları, daha yüksek ücretle çalışmaları, bu “yeni orta sınıfı” klasik küçük-burjuva kesimlerinden ayıran özelliklerdir. Ancak bu sadece biçimseldir, özsel olarak, sınıfsal olarak ortak özelliklere sahiptir. En temel özellikleri de, sürekli ve kalıcı bir kitle hareketine öncülük yapma yeteneğine sahip olmamalarıdır. Her ne kadar iyi eğitim görmüş bireylerden oluşuyor olsalar da, sözcüğün olağan anlamıyla, “pek çok şeyi biliyor” olsalar da, onların sınıfsal nitelikleri sürekli ve kalıcı bir örgütlenme yaratmalarını önler. Bu nedenle de, devrimci bir hareketin kitlesi içinde yer alsalar da,
öncüsü olamazlar, kendiliğinden kitle hareketini örgütleyemezler. “Gezi Direnişi”nin gösterdiği en temel gerçeklerden birisi de budur.
Bu gerçek, polisten arındırılmış “Gezi Parkı”ndaki on dört günlük “özgürlük ortamı” ile aynı zamanda ülkenin her yerinde (özellikle Ankara’da) süregiden çatışmalar arasındaki çelişkide kendisini ortaya koymuştur.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
“Yeni” Orta Sınıf [Mayıs-Haziran 2010 - 115. Sayı]
***
Orta Sınıfları Şok Etmek [T"K"P’nin Fokoculuğu] [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
Yardım Paketleri, Büfeci İslam, Bakkal Solu! [Temmuz-Ağustos 2007 - 98. Sayı]
***
Mahalle Baskısı, Çarşı Esnafı ve MÜSİAD Yerine TOBB [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
"Bir, ki, üç... Daha Fazla SEKA" Sol'da Popülizm, Marjinallik ve Kuyrukçuluk [Mart-Nisan 2005 - 84. Sayı]
***
Solda Kuzular ve Kurtlar
***
"Vatan, Millet, Sakarya..." "Kanıt, Sav ve Tez"
***
Sol Yayınlarda Popülizm ya da Lümpen-Arabesk Kültürün Egemenliği
***
Ah!... tam ülkenin gerçek gündemini yakalamışken... Nereden çıktı bu olaylar... [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Hasım, Husumet, Kin, Nefret ve Düşmanlık [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Yüksek Tansiyon Sağlığa Zararlıdır! Mehteran Takımının Sponsorları Konuştu: “Herkes Bir Adım Geri!” [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP Hükümeti ya da "Merak etmeyin Ordu var..." [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Demokratik Devrimin Tamamlanmadığı Bir Ülkede Merak Etmeyin, Ordu Yok! [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP’yi Kapatmak ya da Gayrı-Meşru Olmak [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Velevki AKP Kapatılsa Ne Olur! [Temmuz-Ağustos 2008 - 104. Sayı]
***
AB Anayasa Referandumu - AB Tipi Yeni-Sömürgeciliğin İflası [Mayıs-Haziran 2005 - 85. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
Fransa Tarihinden: II. Cumhuriyet’in sonu [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Kurşun Geçirmez Yelek Arkasındaki Korku [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu [Mayıs-Haziran 2001 - 61. Sayı]
***
Kapitalizm ve "Modernizasyon"
***
"Türkiye'de, Demokratik Devrim Diye, Toprak Devrimi Diye Bir Sorun Yoktur"! [Temmuz-Ağustos 2000 - 56. Sayı]
***
Globalizmin Dili
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi?
***
"Globalizm"in Gözdesi : World Trade Organization
***
“Globalist” Küçük-Burjuvazinin Kozmopolit Kıbrıs Çözümü
***
"Globalizm"in Vurguncuları: Türkcell
***
20 Mart 2003, 04:32, "Globalizm"in Sonu
***
"Globalizm"in Sonunda "Bir Başka Dünya" Muhabbetleri <
***
"Globalist" Aydınlar Faşizme Direniyor!
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
Dipnot
[1*] Necati Şaşmaz, nam-ı diğer “Polat Alemdar”, 13 Haziran akşamı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştükten sonra “basın mensupları”na şu “açıklama”yı yaptı:
“Bizim akademisyenlere, sosyologlara, bilim adamlarına, düşünce adamlarına ihtiyacımız var ki bize bugünü anlatabilsinler. Bugün ne oldu? ... Bizlere sunulması gerekiyor çünkü onlar bizim bir tabirle biz bu gece karanlığındaki kedi gözleri gibi, onları izlememiz gerekiyor. Ama o gözler de ancak bizim ışığımızla görünebilen bir şey... Yani bizim bu sosyologlarımız, toplumsal araştırma yapan insanlar bize bu yolu gösterirlerse bizim doğru anlayışımız olsa gerek. Yalnız sosyal ve akademisyen büyüklerimizden yol göstericilerimizden tek isteğim tarafsız olmaları... İnanıyorum ki biz de doğru anlamaya, doğru dinlemeye başlayacağız ve hiçbir zaman bize gösterilen o doğru yoldan aydınlanmış olan yoldan o bütün tarafsız sosyologlarımızın bize göstermiş olduğu bu yolda ilerlemeye devam edeceğiz.”
[2*] Necati Şaşmaz’dan bir gün sonra Taksim Dayanışması temsilcileriyle Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmede DİSK Genel Sekreteri Arzu Çer-kezoğlu’nun (Recep Tayyip Erdoğan’ın dilinde “aşırı sendikacı”), “Bu kadar insan sokaklarda gece gündüz size bir şeyler söylüyor. Bunları konuşmamız gerekmez mi? Bu artık bir sosyolojik, toplumsal olaydır. Bu sadece bir mimari mesele değildir” sözlerine çok “kızan” Recep Tayyip Erdoğan, “Haddinizi bilin, sizin haddinize mi bize sosyoloji öğretmek” diyerek toplantıyı terk etmiştir.
[3*] P. Sweezy, The Teory of Capitalist Development, Londra 1949, s. 284.
[4*] P. Sweezy, The Teory of Capitalist Development, Londra 1949, s. 313-314.