“Gezi Direnişi”nin ilk üç gününde girilen şiddetli çatışmaların ardından polisin çekilmesiyle birlikte Taksim Meydanı’nda ve Gezi Parkı’nda bir zafer havası esmeye başladı. Zafer havası şenliğe dönüştü. “Komün”ler kuruldu, halaylar çekildi. Taksim Meydanı’ndaki kitle zafer ve şenlik havası içindeyken, ülkenin her yanındaki, özellikle Ankara’daki çatışmalar olanca şiddetiyle devam ediyordu.
Gerek direnişin ilk üç gününde Taksim Meydanı’nda, gerekse Ankara’dan Antak-ya’ya kadar ülke çapında süregiden çatışmalarda halk kitlesi taşlarla, sopalarla ve yer yer molotof kokteyllilerle polis saldırganlığına karşı direnişlerini sürdürdüler. Bu çatışmalarda halk kitlesinin tek meşru direnme aracı taşlar oldu.
Ancak Taksim Meydanı’ndan polisin çekilmesiyle birlikte başlayan zafer ve şenlik havası, birden “şiddete başvurmayalım”, “kamu mallarına zarar vermeyelim”, “taş atarak haklı davamıza zarar vermeyelim” türünden söylemlere dönüştü.
Bu “barışçıl gösteriler”de “şiddet”in dışlanmasına yönelik bu söylemlerde en belirgin unsur, direnişin en temel aracı olan “taş atma”nın, deyim yerindeyse, “lanetlenmesi”, “taş atma”nın “gayrı meşru” ilan edilmesi oldu.
“Taş atma”ya yönelik bu kampanya sadece “Gezi Parkı Direnişçileri” ve “Taksim Dayanışması” içinden yürütülmedi. İstisnasız tüm “medya” (bir avuç “muhalif medya” da dahil) “taş atma”-ya karşı yürütülen bu kampanyaya katıldı. Kerameti kendinden menkul Adnan Oktar (“Adnan Hoca”), “polise taş atmak cinayete teşebbüstür” fetvasını bile verdi.
“Özgürleştirilmiş” Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na yönelik polisin nihai saldırısının arifesine gelindiğinde “taş” atanlara karşı sürdürülen kampanya büyük ölçüde etkili olmaya başladı. Hatta nihai saldırının iki gün öncesinde CHP’li Çetin Soysal, “taş atan gruba tekme tokat girişti”.
“Taş atma”, daha doğrusu polis saldırganlığına karşı “taş”la direnişe karşı yürütülen kampanyanın belirgin biçimde başarıya ulaştığı gün, yani 15 Haziran günü polis Gezi Parkı’da girdi ve hiçbir direnmeyle karşılaşmaksızın Park’ı boşalttı.
Böylece “taş atma”ya karşı yürütülen kampanyanın direniş karşıtı niteliği somut ve görünür oldu. Bu da, “Özgür Gezi Parkı”n-da “yeni orta sınıf” bireylerinin ideolojik hegemonyasının açık ifadesi oldu.
Gezi Parkı’nda “taş”a karşı ne denli etkin bir kampanya yürütülmüş olursa olsun, aynı kampanya ülke çapındaki direniş hareketinde etkili olmadı. Halk direnişinin en savaşkan, en direngen ve en militan kesimini oluşturan Ankara’daki halk kitleleri yine “bildiklerini” okumayı sürdürdüler. “Taş” onların polis terörüne karşı tek meşru direnme aracıydı ve öyle de kaldı.
“Barışçıllığın” savunucuları, “her türlü şiddete karşı” olmayı yüceltenler, halk direnişinden “şiddeti dışlayarak” kendi “meşruiyetlerini” ve “haklılıklarını” kanıtlama peşinde olanlar, “sivil” halk kitlelerinin tek meşru direnme aracını etkisizleştirirken, aynı zamanda halk direnişinin giderek sönümlenmesine ve pasifize edilmesine hizmet ettiler.
Kendilerini “68’liler” olarak sunanların, “68 ruhu”nu taşıdıklarını iddia edenlerin bu “taş düşmanlıkları”, 68’in Paris başkaldırısındaki “taş”ları da, 15-16 Haziran 1970’de İstanbul’daki büyük işçi direnişindeki “taş”ın işlevini de tümüyle unutup gittiler.
Ülke çapında gelişen “Gezi Direnişi”nde şiddete (kendi tanımlamalarıyla “orantısız güce”) ilk başvuranın polis olduğunu ve direnişin bu polis şiddetine karşı geliştiğini bir yana bıraktılar. Yakın tarihin kaydettiği tüm kitle eylemlerinde taşla, sopayla ve hatta ateşli silahlarla silahlanmış halk kitlelerinin silahsızlandırılmasına benzer bir gelişme ortaya çıktı.
1905 Rus Devrimi’nde işçi kitleleri için “silahlanmamalıydılar” diyen Plehanov gibi, 1965-1980 döneminde “sol silaha sarılmamalıydı” diyenler gibi, “Gezi Direnişi”nde de “yeni orta sınıf” bireyleri koro halinde “şiddete” ve şiddetin bir aracı olarak gördükleri “taş”a karşı çıkarken, kendi bindikleri dalı kestiklerine bile aldırmadılar.
Bugün hiç tartışmasız herkes, “Gezi Direnişi”nin ilk üç gününde İstanbul’da, Dolmabahçe’de, Ankara’da, Eskişehir’de, Antakya’da halk direnişinin polis saldırılarını “taş”la nasıl geri püskürttüğünü görecek durumdadır. Ne zamanki “taş”, halk direnişinin elindeki tek meşru direnme aracı olmaktan çıkartılmıştır, o andan itibaren polis, büyük halk kitlelerini kolayca dağıtabilmiş ve direnişin geri çekilmesine yol açmıştır.
“Gezi Direnişi”, sadece taş ve sopalarla silahlıydı. Her türden polis saldırısına karşı kendilerini taş ve sopalarla korudular. Taş ve sopaların olmadığı yerlerde, özellikle sokak aralarında “eli sopalı” sivil polislerin estirdiği terör sonucunda ölümler ve ağır yaralanmalar meydana geldi. En basit ve sıradan bir “silah”a bile sahip olmayan, taş ve sopadan arındırılmış halk güçlerinin nasıl kolayca polisin zulmüne maruz kaldığı bu olaylarda görülmüştür.
Elbette AKP iktidarının “istifa”sını talep eden, ama iktidar perspektifine sahip olmayan “Gezi Direnişi”nin, polis terörüne karşı sıradan bir “protesto” hareketi düzeyinde tutulmaya çalışılması en belirgin özelliktir. Halk direnişi, ne denli sıradan bir “protesto” düzeyinde tutulmaya çalışılmışsa, o denli halk kitlelerinin polis terörüne karşı direnme araçları ellerinden alınmaya çalışılmıştır.
Diyebiliriz ki, “Gezi Direnişi”, “taş” gibi meşru direnme aracını yitirdiği oranda sıradan bir “protesto”ya, iktidarla “uzlaşma” arayışına yol açmıştır. Bu da “Gezi Direnişi”-nin geri çekilmesine yol açarken, aynı zamanda “her türlü şiddeti dışlayan” düzen içi (legalite) ve yalıtık “forum”ların ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Oysa halk kitleleri, kendilerini savunmanın tek meşru aracı olan “taş”ı bir yana bırakmaktan öte, çok daha başka araçlarla silahlanmalıydılar. Özellikle haftalar sonra kamuoyuna yansıyan “eli sopalılar”ın arka sokaklarda estirdikleri terör karşısında bu çok daha zorunlu ve kaçınılmazdı. Ellerinden “taş”ı alınan kitleler, eski 1 Mayıs “korsan eylem” taktikleriyle ara sokaklara dağıldığında, ilk kez sivil polislerden oluşturulmuş “cezalandırma” timleri karşısında silahsız, korunmasız ve çaresiz bırakılmışlardır. (Şüphesiz bunda, polis terörüne karşı, özellikle AKP’nin “iç savaş tehdidi”ne karşı halk kitlelerini koruyacak “öz savunma grupları”nın oluşturulmamış olmasının da önemli bir yeri vardır.)
Bugün herşey açık ve nettir. “Gezi Dire-nişi”nde halk kitlelerinin tek meşru savunma aracı olan “taş” dışlandığı ölçüde, direniş güçten düşmüş ve sıradan bir “protesto” eylemine dönüştürülmüştür. Bu da direnişin geri çekilmesine yol açmıştır.
Bugünün en açık gerçeği, direniş saflarında “taş” atmaya karşı çıkanlar, mevcut düzenin ve onun AKP iktidarının yasallığını kabul eden ve bu yasallığı aşmayı istemeyen kesimler olmuştur.
Bilinmelidir ki, her türlü karşı kampanyalara rağmen, “taş”, “sivil” halk kitlelerinin “barışçıl” gösterilerinde kullanabilecekleri ve kullanmaları gereken tek meşru direnme aracıdır ve aracı olmayı sürdürecektir.