Ülkemizde son on yıldır bir tanımlamadır gidiyor: "68'liler".
Neredeye, 1960-70 döneminde devrimci mücadeleye biraz "bulaşmış" olan herkes kendisini "68'li" olarak tanıtmaktadır. Bu öylesine yaygınlık kazanmıştır ki, öğrenci hareketinin her ivme kazanışında, bu "68'liler", "kendi deneyimleri"ni yeni kuşaklara aktarmak için ortaya çıkar, "68'lilerden yeni kuşağa" diye başlayan yazılar kaleme alınır, bunları "78'lilerin 68'lilere yanıtı", "yeni kuşağın 68'lilere saygısı" başlıklı yazılar takip eder.
Ve tarihler 1998'i gösterdiğinde, aynı türden "68'liler", 30. yıl kutlamaları yaparak, kendilerini tanımladıkları "68"i, kendi tanımladıkları gibi sunmayı sürdürmüşlerdir. Herkes, bu sıfatı öylesine benimsemiştir ki, devrim mücadelesinin bir dönemi neredeyse "68'liler"in dönemi olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
Ve tarihler 2008'i gösterdiğinde ise, yine aynı söylemler, aynı yazılar, aynı görüntüler "medya"da boy göstermeye başladı.
"Nane ruhu" ile "68 ruhu" arasında hiçbir ilişki olmamasına rağmen, "ruhlar" aleminden çıkıp gelen hayaletler herşeye "nane" olmaktan geri durmadılar.
"68'lilik", "68'li" ya da "68 kuşağı" öylesine bir yaygınlık ve saygınlık kazanmıştır ki, yaşı yaşına uyan herkes, kendi çocuklarına "bir zamanlar kartal" olduklarını gösterebilmek için "68'li" olduğu masalını anlatarak "kahramanlar çağı" insanı olduğunu göstermeye hizmet eder olmuştur.
Solda yer alanların "68'li" öyküleri ya da masalları bir tarafa, yaşı yaşına uyan müzmin ve iflah olmaz sağcılar, faşistler, şeriatçılar da kendilerini "68'li" olarak göstermekten büyük mutluluk duyar hale gelmişlerdir.
Oysa ki, ülkemiz devrim mücadelesinin ve politik tarihinin yakın geçmişi hakkında az çok bilgisi olanlar, tarihsel gerçeklerin hiç de böyle olmadığını bilecek durumdadır. 1971 sonrasının sözcükleriyle ifade edersek, "47'liler", 1990'lara gelindiğinde kendilerini "68'liler" olarak sunarken, gerek ülkemiz devrim tarihini, gerekse dünya devrim tarihinde 1968 olaylarını bilinçli olarak çarpıtmışlardır.
Evet, bu dünya tarihinde bir "68" olayı vardır ve herkesin kolayca öğrenebileceği gibi, bu olay 1968 yılının Mayıs ayında Fransa'da patlak veren öğrenci ve işçi eylemleriyle ortaya çıkan bir kitlesel harekettir. Fransa'da "Mayıs 68" olayları, gelişimi ve ortaya çıkardığı sonuçlarıyla belli bir döneme damgasını vurmuştur. Doğal olarak bu olayın içinde yer alanlar, o tarihten itibaren "68'liler" olarak tanımlanmıştır.
Nedir Mayıs 68 olayları?
Dışsal bir bilgi ile, Mayıs 68'de Fransa'da ortaya çıkan kitlesel eylemler, bir öğrenci eylemi olarak anımsanmaktadır. Şüphesiz gelişen olayların içinde öğrenci hareketi özel bir yere sahip olmuştur, ancak Mayıs 68 olaylarına damgasını vuran, Fransız işçi sınıfı olmuştur.
Olayların başlangıcı Şubat ayına dayanır.
Ocak 1968'de Vietnam Kurtuluş Cephesi'nin Amerikan birliklerine ve yerli işbirlikçi orduya karşı tarihin en kapsamlı ve yaygın askeri saldırısını (Tet saldırısı) başlatmalarıyla birlikte Vietnam tüm dünyanın dikkatlerinin toplandığı yer olmuştur.
Che Guevara'nın katledilmesinden kısa süre önce Tricontinantal'e gönderdiği ünlü "...iki, üç daha fazla Vietnam" mesajında Vietnamlı devrimcilerin "trajik yalnızlıklarına" dikkati çekişi, Vietnam kurtuluş savaşının emperyalizme karşı dünya çapındaki savaşın en önemli alanı olduğuna ilişkin vurgusunun henüz belleklerde tazeliğini koruduğu bir dönemde başlayan Tet saldırısı, Fransa'da Mayıs 68'in fitilini ateşlemiştir.
Şubat ayından itibaren Vietnam'la dayanışma ve Amerikan emperyalizmini protesto eylemleriyle hareketlenmiş olan üniversiteler, de Gaulle'nin "üniversite reformu" adı altında yapmaya kalkıştığı kapitalistlerin gereksinmelerine uygun üniversite yaratma girişimi karşısında topyekün eylemlere başlamışlardır.
29 Mart 68'de Fransa'daki tüm üniversitelerde boykotlar ilan edilmiş ve üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edilmiştir.
Tüm Nisan ayı boyunca süren boykot ve işgallerde, Vietnam'la dayanışma temelindeki siyasal talepler ile akademik-demokratik talepler birlikte dile getirilmiştir.
3 Mayıs günü, Nanterre Üniversitesi rektörünün okulu kapatmaya karar vermesiyle birlikte, tüm üniversitelerde polisle çatışmalar başlarken, Sorbonne Üniversitesi'ndeki çatışmalar sokaklara yansımış, Quertier Latin mahallesi boyunca sürmüştür. Bu çatışmalarda 20'si ağır yüz kişi yaralanmış, 596 kişi gözaltına alınmıştır. Aynı gün "solcu" öğrencilerin derneği UNEF "kimliği bilinmeyen kişiler" tarafından yakılmıştır.
13 Mayıs 68'e gelindiğinde, Fransız işçi sınıfı sahneye çıkmaya başlar.
CGT ve CFDT sendikalarına bağlı işçiler öğrencilere yönelik polis saldırılarını protesto etmek ve öğrencileri desteklediklerini göstermek amacıyla bir milyon kişilik bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Bu gelişme karşısında hükümet polisin üniversitelerden çekileceğini açıkladı. Ancak artık kitle hareketinin amaçları ve bileşimi değişmişti. Dolayısıyla hükümetin bu açıklaması hiçbir etki yaratmadı.
13 Mayıs 68'de Nantes'de Sud Aviation işçileri greve başladı, fabrikayı işgal ettiler ve fabrika yöneticilerini bürolarına hapsettiler.
14 Mayıs 68'de, Nantes'de Bouguenais işçileri fabrika kapılarına kaynak yaparak yöneticileri içeriye hapsettiler.
15 Mayıs 68'de, Cleon'daki Renault işçileri aynı biçimde greve başladı ve fabrikaya kızıl bayrak çekildi.
18 Mayıs 68'e gelindiğinde greve katılan işçilerin sayısı 2 milyona ulaşır.. Bu sayı 20 Mayıs'da 4 milyon ve 22 Mayıs'da 8 milyona ulaşır.
Böylece Mayıs 68 olayları, öğrenci hareketinin üniversite işgalleri ve polisle çatışmalarıyla başlamış ve işçi sınıfının genel grevi haline dönüşmüştür.
Genel grevin yaygın bir biçimde sürdürüldüğünü gören cumhurbaşkanı General de Gaulle, 29 Mayıs gecesi "ortadan kaybolur". Almanya'nın Baden Baden kentinde üslenmiş olan Fransız birliklerine sığınan de Gaulle, Paris Komünü günlerindeki gibi yabancı askeri güçlerin desteğinde "lejyoner" Fransız birlikleriyle Paris'i işgal etme planı hazırlar.
İşte 68'i 68 yapan, aradan geçen kırk yıla rağmen unutulmamasını sağlayan da, işçi sınıfının genel grevi karşısında de Gaulle'nin ülkeyi terk etmesi ve Almanya'daki Fransız birliklerine sığınmasıdır.
29-30 Mayıs günü, Fransa'da sözcüğün tam anlamıyla iktidar boşluğu ortaya çıkmıştır. Ancak iktidarı almaya cesaret edecek bir devrimci öncü ortaya çıkmamış, Fransız Komünist Partisi bu iktidar boşluğu karşısında uzlaşmacı bir tutum takınmıştır.
Ve 30 Mayıs akşamı General de Gaulle Paris'e geri dönmüş, bir milyon kişilik bir Champs-Elysées yürüyüşü ile yeniden iktidara gelmiştir.
Mayıs 68 olaylarıyla, Fransız burjuvazisini olduğu kadar tüm Avrupa'nın burjuvalarını kendi düzenlerinin sonunun geldiği korkusu kaplamıştır.
Mayıs 68 olaylarının tarihsel önemi ise, II. yeniden paylaşım savaşı sonrası Avrupasında ilk kez bir devrim durumunun ortaya çıkmasıdır.
Lenin'in "Devrimin temel yasası" olarak tanımladığı, "devrim olabilmesi için sömürülen ve ezilen yığınların, eskiden olduğu gibi yaşamanın olanaksız olduğu bilincine varmaları ve değişiklik istemeleri yetmez. Devrimin olması için, sömürücülerin eskiden olduğu gibi yaşayamaz ve hükümeti yürütemez duruma düşmeleri gerekir."[1*] dediği durumdur bu.
Evet, Mayıs 68'de Fransa'da bir devrim durumu ortaya çıkmış, ancak Fransız Komünist Partisinin revizyonist ve pasifist tutumu nedeniyle devrim gerçekleşmemiştir. Lenin'in deyişiyle, FKP, "bunalımlar çağında bile, eğer ‘düşürülmez'se hiçbir zaman ‘düşmeyecek" olan eski hükümeti tamamen (ya da kısmen) yıkacak denli güçlü kitlesel devrimci eylemler yürütme yeteneği"[2*] gösterememiştir.
Ülkemizde "68'liler" ticareti yapanlar ise, ne Mayıs 68 olaylarının tarihsel niteliğinin ortaya konulmasını sağlamışlardır, ne de ülkemizdeki devrimci mücadelenin bu olaylarla ilişkisinin ve etkilenmesinin boyutlarını sergilemişlerdir. Onlar, "68'liler" söylemi ile, gerek dünya çapındaki 68 olaylarının yaratmış olduğu genel sempatiyi, gerekse 1965-71 dönemindeki devrimci mücadelenin kitleler üzerinde yarattığı etkiyi kendi çıkarları için kullanmak istemişlerdir.
Ülkemizin aynı dönemdeki tarihine bakıldığında görülecektir ki, ülkemizdeki devrimci mücadele ve özel olarak öğrenci hareketi, doğrudan Avrupa ve Amerika'da gelişen 68 olaylarının bir sonucu olarak ortaya çıkmamıştır.
Örneğin, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü, 1965 tarihinde kurulmuştur. ODTÜ Hazırlık Okulu'nda gerçekleştirilen ilk boykot 1967 yılında olmuştur. En kapsamlı öğrenci eylemi olarak ortaya çıkan "Özel Okullar Devletleştirilsin" eylemleri 7 Kasım 1967 tarihinde başlamıştır. "68'liler" tacirlerinin bir simge olarak kullandıkları Deniz Gezmiş, ilk kez Mart 68'de tutuklanmıştır.
Bu ve benzeri bir dizi olay ve eylem, aynı zamanda ülkemizde gelişen öğrenci ve kitle hareketlerinin ülke içindeki dinamiklerle olan ilişkisinin bir sonucudur. Her ülkenin devrim mücadelesinin kendi iç dinamikleriyle olan ilişkileri bir yana bırakılacak olursa, her olayın birbirini izleyen ve birbirini "taklit eden" olaylar dizisi olarak göstermek elbette mümkündür. Ancak, bu, tarihsel gerçekleri hiçbir zaman değiştirmeyecektir. Bu nedenle, dün ve bugün ortalıkta "68'liler" sıfatıyla boy gösterenlerin yapmak istedikleri, kendilerinin devrim mücadelesinin pasifize edilmesindeki rollerini gizlemek ve bu pasifize edici rollerini sürdürerek kendilerine kişisel çıkarlar sağlamaktan başka birşey değildir.
Bu öylesine adi bir roldür ki, Che Guevara'ya karşı "bizim Deniz'i" öne çıkarma girişimlerinden, "hümanist Deniz" söylemiyle Deniz Gezmiş'in uğruna mücadele ettiği ve idam sehpasında son sözlerinde yaşasın diye haykırdığı ideolojisini, yani Marksizm-Leninizmi bir yana bırakmak, onu unutturmak, bu "68'liler"in "görevi" olmuştur.
1980 sonrasında ülkemizde sürdürülen pasifikasyon, depolitizasyon ve ideolojisizleştirme uygulamalarının ortaya çıkarmış olduğu yeni bir kuşak mevcut bulunduğundan, bu "68" tacirleri, kendileri için uygun bir ortam bulabilmektedir. Unutulmamalıdır ki, bu tacirlerin kendileri için uygun ortam olarak kullandıkları zemin, her türden ideolojik ve politik tartışma ve bilginin dışlandığı, herşeyin mevcut ortama göre şekillendirildiği, dolayısıyla pragmatizmin el üstünde tutulduğu bir zemindir. Ülkemiz solunda pek çok örgütlenme, bu zemin üzerinde, bu zemine dayanarak varolmaktadırlar. Dolayısıyla, "68" tacirleri, kendilerine karşı güçlü bir karşı çıkış bulunmadığını düşünmektedirler.
Bu asla unutulmamalıdır.
Ve unutulmamalıdır ki, tarihte Mayıs 68, her zaman devrim mücadelesinin ve işçi sınıfı hareketinin bir parçası olarak varolmuştur ve varolmaya devam edecektir.