12 Eylül askeri darbesi öncesinde yükselen silahlı devrimci mücadeleye karşı oligarşinin faşist milis gücü olarak devreye sokulan "ülkücüler", bugün Amerikan emperyalizminin Irak işgaliyle birlikte yükselen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri denetim altına almak ve "derin devlet"in, yani oligarşik yönetimin çıkarlarına tabi kılmak amacıyla devreye sokulmuştur.
Sivil faşistlerin devreye sokulması, Amerikan emperyalizminin AKP'den umudunu kestiğinin bir göstergesi değildir. Sivil faşistlerin devreye sokulması, Amerikan emperyalizminin elindeki tüm güçleri kullanarak gelişen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri pasifize etmeye karar verdiğinin bir göstergesidir.
Bugün Amerikan emperyalizminin Irak işgaliyle birlikte yükselen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkiler, "milliyetçilik" temelinde sivil faşistler aracılığıyla pasifize edilmeye çalışılmaktadır. Bu pasifikasyon girişiminde sol, Kürt ulusal hareketi karşısında gösterdiği kararsız ve tutarsız tutumu nedeniyle kolayca hedef tahtasına oturtulabilmiştir.
Mart ayından itibaren süregiden faşist milis eylemler, gerek anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkilerin pasifize edilmesinde, gerek bu tepkilerin "milliyetçilik" söylemiyle yönlendirilmesinde önemli ilerlemeler kaydetmiştir. "Medyatik" dilde "linç girişimleri" olarak sunulan faşist milis eylemler, giderek faşist milislerin güç gösterisine dönüşmüştür.
Faşist milislerin güç gösterileri, her zaman olduğu gibi, ilk sonuçlarını küçük-burjuva "globalist aydınları" arasında vermeye başlamıştır. Daha düne kadar AB üyeliği ile ülkeye refah ve demokrasi geleceğinden söz eden, AB sayesinde "darbeler döneminin" sona erdiği propagandası yapan bu "globalist aydınlar", faşist milislerin eylemleri karşısında giderek "can telaşına" düşmüşlerdir. Kıbrıs sorunundan Kürt sorununa, Fener Patrikhanesi sorunundan Ermeni sorununa kadar her konuda ahkam kesen, tüm sorunların AB üyeliğiyle, "ulusal devlet"in dağıtılmasıyla çözüleceğini ilan eden "globalist aydınlar"ın, güçlü oldukları kentlerden başlayarak metropollere doğru yayılan faşist güç gösterisi karşısında içine düştükleri "can telaşı", "düşük yoğunluklu askeri darbe" teorilerinin ortaya atılmasının da zeminini oluşturmuştur.
"Globalist aydınlar"ın "can telaşı", "aman provokasyona gelmeyelim"ci legal solcuların 12 Eylül öncesindeki korkularını da canlandırmaya yetmiştir. Sadece "bir şey yapıyormuş gibi görünmek" adına yapılmaya çalışılan 12 Eylül'ün "25. yıl eylemleri" karşısında DİSK adına Süleyman Çelebi'nin takındığı tavır, bu korkunun ne kadar büyük ve canlı olduğunun kanıtı olmuştur. "Ermeni konferansı" öncesinde bir zamanların "faşizme karşı direniş komiteleri" teorisyenlerinden Taner Akçam'ın da içinde yer aldığı "globalist" küçük-burjuva neo-liberal aydınları adına devletten "can güvenliğinin sağlanması" talebinde bulunulması korkunun nelere kadir olduğunu da açıkça göstermiştir.
Legal solun daha "radikal" kesimlerinin ise, neredeyse hiçbir şey olmamışçasına ve olmayacakmışçasına kendi "gündemlerini" izlemeyi sürdürmeleri ise, gerek ülkedeki siyasal gelişmelere, gerekse bu gelişmelerin kitleler üzerindeki etkilerine ne denli ilgisiz olduklarının göstergesi olmuştur.
Ancak faşist milislerin güç gösterisinin giderek yaygınlaşması ve etkisinin metropol kentlerde görülmeye başlanılması üzerine, legal solun her kesimi tek bir koro halinde "faşizme geçit vermeyeceğiz" şeklinde özetlenebilecek bir söyleme yönelmiştir. Daha birkaç ay önce faşist milislerin eylemleri "provokasyon" olarak değerlendirilirken, şimdi "demokrasi mücadelesi"nden söz edilmeye başlanmıştır. Hızını alamayanlar "linç saldırılarının sorumlusu AKP'dir"[1] türünden başlıklar atmaya bile başlamışlardır. Ancak daha bu değerlendirmelerin mürekkebi kurumadan "kışkırtıp saldırtan, yakıp yıktırtan Devlet'tir"[2] başlıkları atılabilmiştir. Öte yandan, faşist milislerin güç gösterisinin, "küçük bir grup MHP'li faşistten, mafyacı serserilerden ibaret olan provokatörlerin kışkırtmaları"[3] olduğuna ilişkin değerlendirmeler yapılırken, "Türk burjuvazisinin, Türk işçi ve emekçilerini 'bölücü terör' demagojisiyle zehirleyip kendine yedeklediğinden kimsenin kuşkusu yoktur" yargıları bile ilan edilebilmiştir.[4]
Legal solun "radikal" kesimleri dışında kalan legal sol partiler ise, gerek günlük ve haftalık gazeteleriyle, gerek "parti" faaliyetleriyle gelişen olaylara ilişkin "haberler"e yer vermekle yetinmişler, sözcüğün tam anlamıyla ortalıkta görünmemeye çalışmışlardır.
Faşist milislerin güç gösterileri karşısında neo-liberal küçük-burjuvaların "kimyaları" hızla bozulmaya başlamıştır. Özellikle üniversite kürsülerinde boy gösteren bu neo-liberal "globalist" küçük-burjuvalar, giderek "demokratik" görünümlerini terk etmektedirler. Buna paralel olarak devrimci öğrenci hareketinin kendilerini "koruması" gerektiği yönünde "kamuoyu" oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Mevcut durumdaki gelişmelerin gösterdiği gibi, önümüzdeki süreç, faşist milislerin güç gösterileri ve "globalist" küçük-burjuvaların bunun karşısında duydukları korkularıyla belirlenmektedir.
Legal solun, "faşizme karşı birleşik cephe", "özel harp usullü sermaye taktiklerine ve Amerikan emperyalizmine hizmet eden kontra politikalarına karşı kitlesel birleşik mücadele"[5], "antifaşist güçlerin en kararlı bölüklerini birleştirerek emekten, özgürlükten yana güçleri cepheleştirme"[6], "meşru direnme mevzisi"[7] oluşturma çağrıları, "Emekçiler, devrimciler 12 Eylül öncesi hiçbir faşist saldırıyı cevapsız bırakmadılar"[8] söylemleri, "globalist" küçük-burjuvalar "sol" politika sahnesinden tecrit edilmedikleri, "kredi kartlı" kent küçük-burjuvaların yaşam tarzlarına uyarlanmış "etkinlikler"den uzaklaşılmadığı sürece hiçbir değere sahip değildir. Bunları dikkate almayan tüm legal ya da illegal sol örgütlenmeler, ya "globalist" küçük-burjuvaların kuyruğuna takılacaklardır, ya da kendilerine ve kendi "faaliyet alanlarına" faşist milis saldırılar olana kadar "marjinal" mücadelelerle idare ederek kitlelerden kopacaklardır.
"Faşizme karşı birleşik cephe" ya da "direniş komiteleri" türünden geçmişten alınmış eğreti kılıklar ve söylemlerle mevcut durumdaki gelişmeler karşısında "politikalar üretmek", geçmişin tüm özgünlüğünü bir yana bırakmaktan öte, onun tüm yanlışlıklarını yinelemekten başka sonuç vermeyecektir.
Bugün, öğrenci gençlik başta olmak üzere, tüm açık alanlarda yer alan devrimcilere düşen görev, "globalist" küçük-burjuvaları kendi korkuları ve kendi "hayat tarzları"nı koruma çabalarında kendi başlarına bırakmaktır. Bu yapılırken, öğrenci gençlik, "globalist" küçük-burjuvaların ürettiği her türlü "demokratizm" yanılsamasından kendisini arındırmalıdır. Gecekondu bölgelerinde "mahalle dayanışması" çerçevesine oturtulmaya çalışılan "anti-faşist mücadele" anlayışı terk edilmeli, eski DY oportünistlerinin "mevcut demokratik mevzileri korumak için dişe diş bir direniş" mantığı bir yana bırakılmalıdır. Legal sol örgütlenmelerin saflarında yer alan tüm samimi ve iyiniyetli devrimcilere düşen görev, mevcut durumun ortaya çıkardığı gerçeklerin ışığında, silahlı devrimci mücadelenin yanında yer almaktır. Bunun için, bulundukları her alanda, silahlı devrimci mücadelenin bu alanlarda faaliyeti olup olmamasına bakmaksızın, doğru devrimci çizgiyi savunmalılar ve bu çizgiyi faaliyetlerinin temeli haline getirmelidirler.
"Linçlere karşı mücadele" ya da "linç saldırılarını göğüslemek" söylemiyle yapılacak olan "protesto" eylemlerinin, "linçler"e karşı mücadele olmadığı bilinmelidir. Faşist milislerin güç gösterisine karşı mücadele esas olmalıdır. Bu mücadele, birkaç "molotoflama" eylemiyle yürütülen bir mücadele değildir. Daha henüz mevcut düzene karşı "protesto"larını, "4x4 savaş araçları" bir yanda dururken, belediye otobüslerini "molotoflama" ile göstermekten bir adım öteye geçirmemiş "cephe" çağrıcılarıyla bu mücadele yürütülemez.
[1]Yürüyüş, Sayı: 16, 4 Eylül 2005. [2]Yürüyüş, Sayı: 17, 11 Eylül 2005. [3]Yürüyüş, Sayı: 16, 4 Eylül 2005. [4]Atılım, "An'ı yakalamak", Sayı: 70, 2 Eylül 2005. [5] A. Cihan Soylu, "Halka karşı özel harp taktikleri", Evrensel, 8 Eylül 2005. [6]Atılım, "Emekçi çözüm hattında cepheleşmeye", Sayı: 72, 16 Eylül 2005. [7]Yürüyüş, Sayı: 15, s. 4, 28 Ağustos 2005. [8]Yürüyüş, Sayı: 17, s. 4, 11 Eylül 2005.