KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1996
Kitle Gösterilerinde Görsellik
Ya da "Medyatik Olmak"
Burjuva ekonomistlerinin "II. sanayi devrimi" adını verdikleri, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızlandığı 70'lerin dünyasından, 80' lere geçildiğinde, yeni çağ teorileri yaygınlaşmaya başladı. 1990'ların başında SSCB'nin dağıtılmışlığı koşullarında, bu yeni "çağ" teorileri, Marksizmin öldüğünü ilân ederek, günümüzün "iletişim ağı", "teknoloji çağı", "enformasyon çağı" vs. olduğunu sürekli yinelemeye başladılar. Özellikle iletişim teknolojisinde meydana gelen gelişmeler kapitalistler için yeni pazar ve kâr olanakları yarattığı ortaya çıkmasıyla, bu teorisyenler "medya" adını verdikleri, basım ve yayın mekanizmalarındaki gelişmeyi yüceltmekte birbirleriyle yarışır oldular. Ve bu gelişmenin, bilgisayar teknolojisindeki gelişmeyle birleştirilmesiyle birlikte son moda İnterNet oldu.
Bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin üretim süreci üzerindeki etkileri, üretimin geliştirilmesindeki rolü ve toplumsal ilişkiler alanında ortaya çıkarabileceği değişimler birkaç burjuva araştırmacısının özel ilgi alanı olarak kalırken; bu teknolojinin tüketim ekonomisi içinde bireysel tüketim nesnesi haline getirilmesinin getirdiği ilişkiler ağı, neredeyse herkesi ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Kapitalizm, kendi üretim süreci açısından, dolayısıyla artı-değeri artırmanın bir aracı olarak ele aldığı bilgisayar teknolojisinin maliyetini, bu yolla topluma yüklemesi, hemen hemen hiç dikkat çekmeyen bir konu olarak kalmıştır. İnsanların insanlarla ilişkilerinin sınırlandırıldığı, insanın insana ve insani nesnelere karşı yabancılaştırıldığı kapitalizm koşullarında, iletişim teknolojisi, giderek yabancılaşmış bireylerin karşılıklı ilişkisini yaratan bir unsur olarak kullanılmaya başlanıldı. Bunun en tipik ifadesi ise, İnterNet'dir.
Kapitalistlerin ve kapitalist-emperyalist devletlerin artık ihtiyaçları kalmayan bilgileri genelleştirmelerinin bir sonucu olan İnterNet, aynı zamanda yalıtık bireylerin daha da yalıtılmasının bir aracı olarak geniş kitlelere sunulmuştur.
Benzer gelişme, "görsel iletişim araçları" adı verilen televizyon, video vb. alanlarda ortaya çıkmıştır. Bireyi ya da bireysel aileyi, bir başka bireyle ya da bireysel aile ile ilişki içine sokmadan, aynı ortamı paylaşıldığı duygusunu verebilme özellikleriyle "görsel iletişim araçları", aynı zamanda yalıtılmış birey ilişkisinin yeniden üretimi olarak ideolojik bir işlev görmektedir. Yalıtık bir birey olarak, ülkesindeki ve dünyadaki her türlü gelişme ile "ilgili" olunabilmekte, ancak bu "ilgi" sadece görüntüsel ve yalıtılmış bir birey düzeyi ile sınırlandırılabilmektedir. Görüntüye dayalı, ancak diğer insani duyulara da seslenebilen sinemanın "ölümü", aynı zamanda "görsel iletişim araçları" nın bireysel tüketime konu olmasıyla birlikte gelişmesi, bu sınırlandırmanın diğer bir görüngüsü olmuştur.
Tüm bu teknolojik gelişmeler ve bunun tüketimi, kaçınılmaz olarak, kapitalist sistemin bir parçası olan "yeni talep" yaratma faaliyetlerini de etkilemiş ve yaygınlaştırmıştır.
"Amerikan yaşam tarzı" olarak 1950'lerden itibaren dünya çapında yaygınlaştırılmaya çalışılan "tüketim toplumu", ağırlıklı olarak "görsel" malzemeye dayandırılmış olması, bu gelişmeden en çok yararlanan ideolojik unsur olmasını getirmiştir. 1950'lerden itibaren Hollywood filimleriyle kitlelere benimsetilmeye çalışılan "Amerikan yaşam tarzı", televizyon yayınlarının uydular aracılığıyla yayınlanmasının kitlesel hale getirilmesiyle birlikte yeni araçlara ve olanaklara sahip olmuştur. Müzik alanında teknolojinin kullanımıyla ortaya çıkan "klip"ler, aynı zamanda müziğin insanın duyum organına hitap eden bir sanat olmaktan çıkartmış, onu görüntüyle, duyum organından çok görme organına hitap eden bir üretim haline getirmiştir. Böylece "Amerikan yaşam tarzı" olarak "tüketim"e yönelik ideolojik propaganda yeni bir aracı sahip olmuştur.
Teknolojik gelişmenin otomotiv sanayinde meydana getirdiği gelişmelerin bir ürünü olarak ortaya çıkan "küçük" özel arabaların üretimi, kaçınılmaz olarak "Amerikan yaşam tarzı" nın önemli bir unsuru olan otomobilin yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. Bu da, kitlelerde, daha düne kadar sinemalarda, televizyonlarda gördüklerinin bir "imge" olmaktan çıktığı ya da çıkabileceği sanısı yaratmıştır. Bunun sonucu ise, 1950'lerden beri sürdürülen propagandanın, 1990'lar dünyasında çok daha fazla "gerçekleşebilir" bir senaryo olduğu sanısının yaygınlaşmasıyla, yarınlar için toplumsal bir devrime bağlı umutların yerine, mevcut düzene bağlı umutların geçmesi olmuştur.
Şüphesiz tüm bu görüngüler, aynı zamanda burjuva ideolojik propaganda araçlarının bir yaygınlaşması anlamına gelmektedir. Burjuva ideolojisinin, mevcut düzene bağlı ve mevcut düzen içinde yaşamayı benimsemiş insanlar yaratma hedefi, bu teknolojik gelişmelerle daha kolaylaştırılmıştır. İnsanların, doğa ve toplum hakkında nesnel bilgiye sahip kılınarak, bu bilginin gerçekliği üzerinde belli bir bilince sahip bireyler olmaları, her zaman burjuvazinin karşı durduğu bir düşünce ve eylem olmuştur. Burjuvazi için, bireyin nesnel bir bilgiye sahip olması değil, üretim sürecindeki yerine ilişkin gerekli teknik bilgiye sahip olması yeterlidir. Bunun ötesindeki tüm bilgi ve ilişki, o birey için bir yük olacaktır. Bu nedenle, hızlı tüketilebilir nesneler, hemen her koşulda, burjuva propagandasının araçları olmuştur. Burjuvazinin tüm bunlardaki tek amacı, proletarya devrimini engellemek olduğu ise, tartışmasız bir gerçektir.
Proletarya devriminin, devrimin gerekliliğinin bilincinde olan kitlelerin eseri olması gerçeği, burjuvazi için ideolojik propagandasında hem çıkış noktasını, hem de amacını belirlemiştir. Kitlelerin bilinç düzeylerinin sınırlandırılması ve devrim için gerekli bilince ulaşmalarının engellenmesi hedefi, burjuvazinin eğitim alanından toplumsal alana kadar tüm faaliyetlerinde belirginleştirilmiştir. Eğitim alanında uygulanan sınav sistemleri, yani "test" sistemleri, bireylerin belli sorular karşısında sınırlandırılmış yanıtlarla yetinmelerini getirdiğinden, düşünmeyi ve düşünce üretmeyi sınırlandırmaktadır. Aynı şekilde, "boş zamanlar"ın, sözcüğün gerçek anlamıyla "boş" bir zaman olarak kullanılması için oluşturulmuş toplumsal araçlar, aynı sınırlamanın sürdürülmesi olarak bireylerin karşısına çıkartılmıştır.
Böylece, belli bir bilgi ve kültür birikimini gerektirmeyen faaliyetler "toplumsal ilişkiler" olarak ortaya çıkmıştır. "Marianna", "Yalan Rüzgarları", "Zengin ve Güzel" türünden televizyon dizileri, bu tür toplumsal ilişkiler için önemli bir ortaklık oluştururken; futbol karşılaşmaları diğer bir ortak nokta olarak güncelleştirilmiştir. Böylece salt "görme" yoluyla edinilebilir bilgi sahibi bireyler ortaya çıkmakta ve bu bireylerin karşılıklı ilişkisi bu yolla elde ettikleri ve iletişim teknolojisinin araçları ile kendilerine ortak olarak iletilmiş "bilgi"yle belirlenmektedir. Ülkemizde 12 Eylül sonrasında YÖK'ün kurulmasıyla birlikte "liseleştirilen" ve "kışlalaştırılan" üniversitelerin mezunlarının, kendi mesleki alanları dışında herhangi bir bilgi ve kültüre sahip olmamışlıkları, aynı zamanda "görme"ye dayalı "bilgi"ye sahip kılınmış olmalarının sonucu olmuştur. Aynı şekilde sıradanlaştırılan orta öğretimin mezunlarının, kendi eğitim sürecinde elde ettikleri bilgilerle üniversiteye giremez hale gelmeleri, mutlak surette bir "özel dershane"ye gitmek zorunda kalmaları, aynı sistemin temelini oluşturmaktadır. Orta öğretimdeki sıradanlaştırmanın geldiği boyut, oligarşinin kendisi için gerekli teknokrat personeli sağlamasını bile zorlaştırmış olmasıyla daha da açık hale gelmiştir. Normal bir lise mezununun, toplumsal ilişkiler içinde eğitim görmemiş herhangi bir kişi ile olan "farksızlığı", oligarşi için yarattığı sorun, özel liseler ve üniversiteler aracılığıyla ortadan kaldırılmak durumundadır.
Tüm bunların sonucu, devrimci bilincin bireylerde varedilmesinin ve geliştirilmesinin, geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde zorlaşmış olmasıdır. Bunun açık görüngüsü ise, solda teorik bilginin, olabileceği en alt düzeyde kalmasıdır. Çünkü Marksizmin kavranılabilinmesi, herşeyden önce belli bir bilgi ve kültür birikimini öngerektirir. Mevcut toplumsal ilişkiler içinde böyle bir birikimin sağlanabilmesinin en alt düzeye indirildiği koşullarda, kaçınılmaz sonuç, düşüncesiz eylem olmaktadır. Bu ortamda, devrimci teorinin yanında, devrimci propaganda çalışmalarının da etkisizleşmesi ya da etkisizleştiği kanısının ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Devrimci propagandanın amacının, mevcut toplumsal düzenin tüm siyasal gerçeklerinin teşhiri olmasına karşın, bireylerde bütünsel bir bakış açısının var olmaması, bilgi ve kültür eksikliğiyle birleşerek "anlamsız" bir faaliyet görüntüsünün doğmasına yol açmıştır. Eğitim sisteminde yaygın olarak tümden gelim yönteminin kullanılması ve bunun en uç noktada tekil nesneler düzeyinde işlenilmesi, toplumsal ve siyasal tekil olayların bir bütün olarak mevcut düzenle ilişkilerinin kurulmasını engellemektedir. Kaçınılmaz olarak, bireylerin bu koşullarında, burjuvazinin kullandığı yöntemlerin kullanılması "gerekliliği" devrimci "evrelerde yaygınlaşmaya başlamaktadır. Bunun en son örneği, imajların kullanılması yoluyla tekil olaylar arasında bağlantı kurulmasını sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir "eşit kimlik tanımlaması olarak belli bir işlev gören imajlar, giderek belli bir politik mesajın ifadesi haline getirilmektedir. Böylece solda "görsellik" öne çıkartılması gereken bir unsur olarak yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır.
"Tüketim toplumu"nun en tipik özelliği, nesnelerin dışsal görünümlerinin, yani formlarının öne çıkartılmasıdır. Reklamcılığın tüm sırrı, bu dışsal görünümün, olabildiğince cazip ve istenilir olarak sunulmasında ve hemen algılanabilir olmasında yatmaktadır. Tüketime yönelik bu faaliyet, kaçınılmaz olarak, iletişim teknolojisinde ortaya çıkmış olan her türlü aracı kullanarak, tüketiciye, en kısa zaman diliminde ulaşmayı hedefler. Bu yüzden, reklamcılık alanı, neredeyse "görsellik" ile özdeşleştirilir hale gelmiştir. Hedef, tüketicinin ilgisini "ekmek ve "ürünü" almasını sağlamaktır. Ancak burada en önemli yan, tüketicinin "ürün" üzerinde fazla düşünmesini engellemek ve tercihini hemen ve orada yapmasını sağlamaktır. Bu boyutu ile reklamcılığın, politikada "ajitasyona" denk düştüğü düşünülebilir. Bu öylesine yaygın bir kanıdır ki, düzen partileri seçim propagandaları [*] için reklam şirketleriyle anlaşmalar yapmaktadırlar. Ve yine "eski solcular" ın reklam şirketlerinde kolayca iş bulmaları, devrimci propaganda ve ajitasyon ile reklamcılığın birbirine yakınlığı olarak düşünülebilmektedir.
Bu durumda, politikada, mevcut toplumsal ilişkileri veri olarak ele alır ve bu ilişkileri dönüştürmek, değiştirmek eylemi yerine, bu ilişkileri yönlendirmek ve yönetmek eylemini öne çıkartırsak, varılacak yer reklamcılık olacaktır. İmajlar, basit sloganlar, "görsel malzemeler", hemen her zaman bu faaliyetin ana unsurları olmak durumundadır. Bunların herhangi bir biçimde, kitleye ve bireye, belli bir bilinç taşımayacağı ise en bilinen gerçektir. "İyi bir görüntü binlerce kelimeden daha çok şey anlatır" şeklinde kendisini tanımlayabilen reklamcılığın devrimci propaganda ve ajitasyonla ortak yanı ise, sadece insanlara yönelik olmalarıdır.
Bugün kimi "entellektüel" sol unsurlar arasında yaygın bir eğilim olan reklamcılığın devrimci mücadelede kullanılması gerektiği kavrayışı, giderek "imaj"a önem veren, bu nedenle olayların gerçek niteliğini sergilemek yerine dış görünüşlerini öne çıkartan bir faaliyet haline getirme tehlikesi yaratmaktadır. Elde fotoğraf makinası ya da kamera ile kitle eylemlerine giden ve buradan belli "görüntüler yakalayarak" onları "haber" yapma peşinde koşan medya muhabirleri ile bunlara "haber" olmaya çalışan bireyler ya da topluluklar çoğalmaktadır. Teknik olarak "zoom" tekniği kullanılarak, yapılan herhangi bir toplantı ya da gösterinin bütünselliği yerine tekil ve parçasal yanını öne çıkartabilen araçların kullanımı sol yayınlarda da (artan oranda) kullanılmaya başlanılmıştır. Oysa ki, tüm "haber", oligarşinin denetimi altındaki "medya" içindir. Bu açıdan, kullanılan aracın tersine kullanımıyla "haber" olmak isteyenler için tersi sonuçları anında yaratabileceği ortadadır.
Ancak tüm bunlar, bütünsel olarak reklamcılık ile devrimci propaganda ve ajitasyon çalışmasını "birleştirmek" ve bu yolla "medya"yı "kullanmak" isteyenler için tehlikedir. Kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS'nin bu konudaki yaklaşımı buna örnek olarak verilebilir.
"'Gerillaya katıl' çağrısı elinde silah gülümseyen bir gerilla resminin yanında çok daha somut, anlaşılır ve düşman karalamalarını boşa çıkarıcı olabilir." diyen DS, aynı unsurun savaş gerçeğiyle karşılaştığı zaman nasıl bir tutum takınacağını kesinkes bilemeyecektir. Aynı şekilde binlerce insanın katıldığı bir kitle hareketi içinde, biriki kişinin görüntülerinin öne çıkartılmasıyla birleştirilmesinin, son öğrenci olaylarında (Taksim eyleminde) görülen sonuçları ortadadır. "Burjuvaziyi kendi silahı ile vurmak" üzerine bugüne kadar çok sözler edildi. Ancak devrimin burjuvaziye olan kesin karşıtlığı, her zaman son sözü söylemiştir.
"Şuna ters düşermiyiz, şuna benzermiyiz" türünden endişelere gerek duyulmaması gerektiğini söyleyen DS'nin "medya" ile kurmaya çalıştığı ilişki, aynı zamanda PKK'nin pragmatizmini güncelleştirmektedir. Ve bu yolla "kafalarının ne denli çalıştığını"da kanıtlamış olacaklardır.
Şüphesiz, pratikte karşılaşılan her türlü olumsuzluğa ve propaganda araçlarının oligarşinin kesinkes denetimi alında olduğu gerçeğine rağmen, yine de "kitle hareketlerinde görsellik" adı altında reklamcılığa dayalı bir "propaganda" sürdürülebilir. Ama "devrim, kitlelerin eseridir" diyorsanız ve devrimin olabilmesi için, kitlelerin bilinçli ve örgütlü olması gerektiğini söylüyorsanız, devrimci propagandaya yaklaşımınız temelden farklı olacaktır. Hele ki, kendinizi Marksist-Leninist bir parti olarak tanımlıyor ve bu nedenle proletaryanın sosyalist siyasal bilince ulaşmasını hedefliyorsanız, kaçınılmaz olarak, bu bilincin ne olduğunu ve neye dayanması gerektiğini de bilmek durumunda olursunuz. Lenin'in deyişiyle, "Bir sosyal-demokrat haline gelebilmesi için, işçi, toprakbeyi ile papazın, yüksek memur ile köylünün, öğrenci ile serserinin iktisadi niteliği ve toplumsal ve siyasal özellikleri konusunda açıkseçik bir fikre sahip olmalıdır; onların güçlü ve zayıf yanlarını bilmelidir; her sınıf ve tabakanın kendi bencil özlemlerini, kendi gerçek 'iç yapısını' gizlemek için kullandığı bütün parlak sözlerin ve safsataların anlamını kavramalıdır; belirli kurumların ve yasaların yansıttığı şu ya da bu çıkarların neler olduğunu ve bu yansıtmanın nasıl olduğunu anlamalıdır. Ama bu 'açık-seçik tablo', herhangi bir kitaptan edinilemez. İşçi, bunu, ancak canlı örneklerden, belirli bir anda çevremizde olup bitenlerin, herkesin üzerinde konuştuğu ya da birisinin fısıldadığı şu ya da bu olayda, rakamlarda, mahkeme kararlarında vb. belirenin sıcağı sıcağına teşhirinden edinebilir. Bu kapsamlı siyasal teşhirler, yığınları devrimci eylem bakımından eğitmenin zorunlu ve temel bir koşuludur".
Böyle bir bilincin, "tüketici"nin üzerinde "fazla" düşünmeden tercihini hemen ve orada yapmak durumunda olduğu bir "yönlendirme" ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur.
Söz konusu olan Öncü Savaşı olduğunda, öncünün yürüttüğü silahlı propagandanın ne olduğu sorusu da, bu ilişki içinde tanımlanmak zorundadır. THKP-C olarak 1971'den bu yana açık olarak ifade edilen gerçek, yapılan gerilla eylemlerinin burjuva yayın organları aracılığıyla kitlelere duyrulması ile bu eylemlerin propagandasının yapılmasının bir ve aynı olmadığıdır. Sömürge tipi faşizmin bulunduğu bir ülkede de, emperyalist-kapitalist ülkelerde de, propaganda araçlarının üzerinde egemen sınıfın kesin bir egemenliği bulunur. Bu egemenlik, zaman zaman yasal ya da yarıyasal olanakların ortaya çıktığı dönemlerde, görece "demokratik" bir görüntü sergilese bile, hemen her koşulda, egemen sınıfın çıkarları tarafından belirlenir. Ülkemizde "medya" alanında görülen tekelleşme, oligarşinin bu araçlar üzerindeki denetimini açık hale getirmiştir. Yapılan bir silahlı eylemin ya da kitle eyleminin burjuva yayın organlarında yer alması ve bu yolla daha geniş kitlelere duyrulması, işlerin az çok normal gittiği koşullarda olanaklı olabilir. Bunun dışında, yani tüm devrimci savaş sürecinde, belirleyici olan, devrimci öncünün kendi araçları ve makanizmalarıyla, kendi eylemlerini, düşüncelerini vb. en geniş kitleye ulaştırabilmesidir. Böyle bir faaliyet ise, kendisini oligarşinin "medya"sında bir "yer" sağlamayı, buralara "haber" olmayı kendisine "iş" edinemez. Dolayısıyla "medya" nın "ölçülerine" uygun "görüntü" vermek, devrimci bir hareketin işi olamaz.
Ancak tüm bunlar, devrimci yayınlarda (afişten yayın organına kadar) "görüntü"nün kullanılamayacağı demek değildir. Devrimci mücadelede, görüntüye dayalı faaliyetler de söz konusudur. Tıpkı, müziğin bu faaliyet içinde belli bir işlev taşıması gibi. (Devrimci marşlardan, halk ezgilerine kadar.) Genel olarak görselliği en geniş ölçükte kullanabilen sinemanın, politik mücadeledeki yeri ve rolü, pekçok siyasal sinema yapıtlarının ortaya çıkmasıyla nasıl bir işlev yerine getirebileceği görülmüştür. Ama burada söz konusu olan, sözcüğün reklamcılıktaki anlamı ile "görsellik" değil, görüntüdür ve bu görüntünün belli bir estetikle birleştirilmesidir. İşte, devrimci mücadelede üzerinde en çok tartışılan ve düşünülen yan da, bu estetik konusu olmaktadır.
Genellikle oligarşinin (genel olarak burjuvazinin), devrimci mücadeleye karşı sürdürdüğü propaganda da en sık işlenen konu, bu mücadeleyi yürüten unsurların "kültürsüzlüğü" olmaktadır. Amaç olarak kent küçük-burjuvazisini devrim mücadelesinden uzak tutmayı hedefleyen bu propaganda, proletarya ve köylülüğün eğitimsiz bırakılmışlığının yaratmış olduğu "kültürsüzlük"ü öne çıkartmaktadır. Yapılmış afişlerin "kaba saba olması", pankartların "alelacele" hazırlanmışlığı, hemen her zaman oligarşi tarafından kullanılmıştır. Ancak, devrim mücadelesinin ortaya çıkardığı en temel gerçek de, tüm toplumsal ilişkiler içersinde, sanat ve kültür alanında devrimci ideolojinin kesin bir egemenliğe sahip olduğudur. Kültür ve sanat alanındaki solun kesin egemenliği, oligarşinin bu propagandasını, süreç içersinde etkisizleştirmektedir.
Bugün "medya"ya bakıldığında görülecektir ki, tüm yayınlar küçük-burjuvaziye yöneliktir. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan küçük-burjuvazi, aynı zamanda "tüketici" bir kitle olarak pazar ilişkilerini belirlemektedir. Doğal olarak tüm reklam faaliyetlerinin hedef kitlesi bu sınıf olmaktadır. Bu sınıfın burjuva olmaya, yani sınıf atlamaya yönelik özlemleri, aynı zamanda kolayca yönlendirilebilir bir kitle olmasına neden olmaktadır. Reklamlarda sürekli olarak küçük-burjuvazinin bu özlemleri işlenilmekte ve onlara belli ürünleri tüketerek nasıl bir yaşam içinde bulunacakları gösterilmektedir. Banka reklamlarında kullanılan "dizi"ler, bu sınıfın belli bir kesimine seslendiği ortadadır. 1960-80 döneminde "sola savrulan" küçük-burjuva kesimlerin, 1980 sonrasında "yeni tüketici kitle" olmasıyla gericileşmesi belirgin bir olgu durumundadır. Bunun politik plandaki ifadesi ise, SHP ya da CHP olarak her türlü toplumsal muhalefet eyleminin ve söyleminin terk edilmesi olmuştur. Özal'ın "liberalizmi" ile devşirilen (transformasyona uğratılan) bu kesimlerin soldan uzaklaştırılmaları, aynı zamanda depolitizasyonun görece uzun sürmesinin de nedeni olmuştur. Özellikle üniversite öğrencileri arasında sonuçlar veren bu gelişme, uzun yıllar apolitik bir kitle ve bu kitleyi politize etmeye çalışan bir avuç devrimci görüntüsü vermiştir. Bugün solda "medyatik olmak" ya da "görselliği" öne çıkartmak, işte bu kitleye "sempatik" görünmekle ilintilidir.
Devrim mücadelesi, emperyalizme ve oligarşiye karşı olan herkesi kapsayan bir mücadeledir. Bunun sınıfsal ifadesi ise, başta proletarya olmak üzere, köylülük ve kent küçük-burjuvazisinin devrimin sınıf güçleri olduğudur. Ancak bu bir sınıf mücadelesidir. Kaçınılmaz olarak, proletarya dışındaki sınıflar, bu mücadeleye kendi sınıfsal özellikleri ile, özlemleri ile, istemleri ile katılırlar. Ve her koşulda, onların bu sınıfsal özellikleri, proletaryanın sınıf özelliklerini bozucu yönde etkide bulunur. Proletaryanın ideolojik hegemonyasının kurulamadığı koşullarda, proletarya dışındaki sınıfların özellikleri, özlemleri, istemleri öne geçer ve proletaryanın öncülüğünü ortadan kaldırır. Bu nedenden dolayı, kent küçük-burjuvazisinin eğitim görmüşlüğün avantajlarını kullanarak, kendi bencil sınıfsal istemlerini öne çıkartması, bu sınıfa karşı proletaryanın ideolojik mücadelesinin zorunluluğunu gösterir. Küçük-burjuvazi çabuk politize olmakla birlikte, uzun soluklu ve zorlu bir mücadeleyi sürdürebilme özelliğine sahip değildir. Bu nedenden dolayı, küçük-burjuvaziye yönelik ve ona bağlı politikalar, her zaman kısa vadeli sonuçlar yaratır. Hepsi de budur.
Devrimci örgüt, sınıfların konumunun bilincinde olarak, her koşulda proletaryanın ideolojisini egemen kılmak durumundadır. Bu, sanattan kültüre, politikadan toplumsal ilişkilere kadar her alanda proletaryanın hegemonyasının kurulması demektir. Kültür ve sanat alanlarında estetiğin yeri ve sosyalist gerçekcilikle ilişkisi, hiçbir zaman reklam dünyasının "görselliği" ile karıştırılmamalıdır. Bunun yanında, kitle hareketlerinin belli bir amaca sahip olması (protesto gösterisi, anma toplantıları vb.) ile belli bir siyasal yapılanmanın kendini "göstermesi" arasında kesin bir ayrım yapılmak zorundadır. Aksi halde, kitle hareketleri, bir "gösteri"ye dönüşerek, kitlelerin "izlediği" bir görüntüye dönüşecektir. Körfez savaşında açık biçimde sergilendiği gibi, kitlelerin "izleyici" durumuna düşürülmesi, onların olaylara karşı tepki göstermesini de engellemektedir.
Evet, devrimci mücadelede, proletaryanın hegemonyasını yaşamın her alanında kurmak ve geliştirme gereklidir. Bunun kültür ve sanat alanlarında devrimci estetikle olan ilişkisi, teorik olduğu kadar, pratik bir ilişkidir de. Ancak devrimci estetik ile "medyatik görsellik" birbirine karıştırılmamalıdır. "Medyatik olmak", kısa vade de belli bir "popülite" sağlayabilse de, uzun dönemde her popülist politika gibi aynı sonula yüzyüze kalacağı unutulmamalıdır. Önemli olan, "medya"da, oligarşinin basın-yayın araçlarında "yer almak" değil, devrimci mücadelenin kendi eylemini kendi araç ve mekanizmalarıyla kitlelere iletmesidir.
Dipnot
(*) Burada "propaganda" sozcüğü, günlük karşılığında kullanılmaktadır. Politikada propaganda ile ajitasyon birbirinden farklıdır.