KURTULUŞ CEPHESİ - Mayıs-Haziran 1997
1 Mayıs
ve Legalizmin Göstericiliği
1997 1 Mayıs'ı geride kalırken, tüm basın ve yayın organlarına yansıyan yanı, "gösteri" ile "göstermecilik" arasına sıkışmış legalizmin sergilediği tutumlar olmuştur. Neyin nasıl geliştiği, nelerin olduğu kendilerini tümüyle legaliteye yöneltmiş olan sol örgütlerin açıklamalarıyla karmakarışık edilmişse de, görülebilir tek gerçek, 1996 yılından çok daha az bir katılımın gerçekleşmiş olduğudur. Oysa ki, 1 Mayıs öncesinde yayınlanan sol legal dergiler, 1997 1 Mayıs'ının, 1996 1 Mayıs'ından çok daha "görkemli" olacağını ilan ediyorlar ve bu ilanlarıyla birbirleriyle yarış içine giriyorlardı. Kendi deyişleriyle, "1 Mayıs çalışmaları", günler öncesinden başlatılmış, "binlerce" afiş, kuşlama, pullama ve bildiri "dağıtılmış" olmasına rağmen, "katılım" "ilan edilen" boyutlarda olmamıştır. Bu durum karşısında, legal sol örgütlenmeler "katılım"ın bu yıl neden düştüğünü açıklamaya çalışmışlardır.
Legal sol yayınlara bakıldığında ilk görülen ve öne çıkartılmaya çalışılan başlıklara rağmen, 1997 1 Mayıs'ının geçen yılla kıyaslanamayacak kadar az bir katılımla gerçekleştiğini gizleyemedikleridir. 1996 1 Mayıs'ında yüzbinlerden söz edenler, "elli bin kişiyi yürüttük" diyenler, toplanan kitlenin yirmi-otuz bin civarında olduğunu gördükten sonra, "onbinleri" yürütmekten söz etmektedirler.
"Katılım"daki düşüşün gözle görülür olması, kaçınılmaz olarak, legal sol yayınların birbirlerini kıyasıya eleştirmelerine ve bu az "katılım" içinde kendilerinin diğerlerinden nasıl "çok" olduklarını kanıtlamaya çalışmalarına neden olmuştur. Tüm legal sol yayınlar, birbirlerini açık biçimde "oportünist"likle suçlamaya, kendileri dışında herkesi "teslimiyetçi" politikalar izlemekle eleştirmeye başlamışlardır. Miting alanına girişlerde polisin yoğun barikatlar oluşturması ve üst araması yapması bu "oportünist"lik ve "teslimiyetçilik" suçlamalarının odak noktasını oluşturmuştur. HADEP, ÖD Partisi ve HÖP'ün "barışçıl 1 Mayıs" mantığı çerçevesinde "polisle çatışmaktan kaçınmak" için arama noktalarına gitmeyerek dağılmaları, diğer legal sol örgütlenmeler için bir "çıkış" noktası oluşturmuştur. Artık herkesin herkesi "teslimiyetçilik"le suçlayabileceği bol malzeme 1997 1 Mayıs'ında ortaya çıkmıştır!
1997 1 Mayıs'ı, "katılım"ın azlığı yanında, legalizmin türlü ve çarpık ilişkilerini de sergilendiği bir gün olmuştur. Gerek 1 Mayıs öncesinde, gerekse 1 Mayıs günü, kimin kimle birlikte hareket ettiği ya da "ittifak" kurduğu, neredeyse saat saat, dakika dakika değişen bir tablo sergilemiştir. Gazete ilanlarıyla DBP, EMEP, HADEP, ÖD Partisi, SİP ve HÖP, "barışçıl 1 Mayıs" için birlikte hareket edeceklerini ilan etmişlerdir. Ama polis arama noktalarına gelindiğinde "barışçıl"lık, sadece dağılmayı getirmiştir.
Bu durumu DS'nin legal Kurtuluş'undan izleyelim:
"ÖDP bu süreçte genelde kararsız, inisiyatifsiz bir pratik sergiledi. Konfederasyonlara alanı kabul ettirmiş olmayı yeterli sayıp gerisinde herşeyi adeta onlara bırakan bir çizgi izledi... Alana giriş noktasında kendi önünde bulunan HADEP ve CEPHE (kendilerini kastediyorlar-Kurtuluş Cephesi) kortejini çiğneyip alana girmeme duyarlılığını gösterirken, alandan birlikte ayrılındığı noktada, icezetçi çizginin depreşip devrimcilerle, Cephe'lilerle yanyana görünmeme kaygısıyla daha on dakika önce 'evet' dedikleri biri ortak kararı çiğnemeleri, başlı başına sorgulanması gereken bir tutumdur." [1*]
Görüldüğü gibi, kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS, ÖD Partisi ile "eylem birliği" oluşturabilmekte, ancak bunun istenildiği gibi olmamasından yakınmaktadır. Kendilerinin "25 binin üzerinde" olduklarını ilan eden DS, legalizmin ve oportünizmin en tipik temsilcisi durumunda olan ÖD Partisi ile kurduğu bu "yakın" ilişki, 1996 1 Mayıs'ındaki "ittifak"larından kesin bir kopuş anlamına gelmiştir. Geçen yılki "müttefikleri"ne, bu yıl şöyle demektedir:
"Oportünizmin taktiği yalnızca kendi adını öne çıkarmakla sınırlı ve ne pahasına olursa olsun, 'yeni bir 96' yaratmaktı. Bizse bunu engellemeliydik. Büyük oranda da engelledik...
Oportünizm aratmama konusunda da gerçekte taklitçi ve propagandiftir. Bakın biz aratmadık atraksiyonu peşindedir. Gerçekte öyle bir kararı ve taktiği uygulayabilecek siyasi kararlılığa, cesarete ve güce sahip değildir. 92'de, 93, 94'de bu kararı aldık ve alana da yüzlerce yaralı, gözaltılar pahasına girdik. Bu yıl öyle birşey istemedik. Biz aratmadan girmek isteseydik, girerdik. Ama kan gövdeyi götürürdü." (abç) [2*]
1 Mayıs 1997'nin gösterdiği bir gerçek de, legalizmin solda kesin bir egemenlik kurmuş bulunmasıdır. Kendisini "demokratik muhalefetin en solunda" olmakla, her türlü "legalizmi", "uzlaşmacılığı" reddetmekle övünenlerin 1 Mayıs'da sergiledikleri tutumlar, hiçbir biçimde "kan gövdeyi götürürdü"lü açıklamalarla geçiştirilemez. Hele hele ki, başkalarına oportünist diyerek, kendilerinin fırsatlardan yararlanma anlayışlarını "devrimci" bir kavrayış gibi sunmaları hepten olanaksızdır. "Geçen yıl öyleydi, bu yıl böyle" anlamına gelen "bu yıl öyle birşey istemedik" ifadeleri, oportünist tutumun en açık beyanı durumundadır.
Şüphesiz legalizme saplanmış kesimlerin birbirleriyle "gösteri" düzeyinde "rekabete" girmeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Her legal sol örgütlenmenin kendi yayınlarında "en militan", "en devrimci", "en kararlı" kesim olduklarını resimlerle, yazılarla, sloganlarla, dergilerin altlarına yerleştirdikleri bantlarla "kanıtlamaya" çalışmaları, hem "propagandatif"tir, hem de "taklitçi"dir. Büyüklükleri metrelerle ölçülen, rüzgara karşı açılarak havalandırılan, rüzgar olmayan yerlerde özel görevlilerce havalandırılan pankartlar, "temsili gerillalar", "tüm görkemi" ile düzenlenmiş ve ancak yukardan bakıldığında okunabilecek biçimde tutulan pankartlardaki "propagandatif" yanlar biryana bırakılarak, bu 1 Mayıs'a "daha büyük", "en büyük" pankartlar yazarak gelenlerin oportünistliklerinden söz etmek anlaşılabilir bir kavrayış değildir.
Kendisini HÖP'le iyice legalleştirmeye yönelmiş olan DS'nin 1 Mayıs gibi kitlesel ortamlarda sergilediği "görsellik", diğer legal solcularca da yapılmaya başlandığında, onlara "taklitçi" derken, kendilerinin "şuna ters düşermiyiz, şunlara benzermiyiz" türünden sözlere kulak asılmamasını ilan etmelerinin üzerinden çok fazla zaman geçmediğini unutmuş görünmektedirler.
1 Mayıs 1997'nin ortaya koyduğu legalizmin diğer bir çelişkisi de, DS'nin "temsili gerillalar"ının "maskeleri"nde açık bir biçimde açığa çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, DS, 1996 1 Mayıs'ında "tek tip elbise" giydirerek bir "merasim bölüğü" oluşturmuştu. Bugün adına "temsili gerilla" diyen DS, bir yıl önce "illegal" bir örgüt olduğu için, herkesin yüzlerini örtmesi için birer "maske" taktırtmıştı. Doğal olarak, bu yılki 1 Mayıs'da yer alması beklenen "temsili gerillalar"ın yüzleri "maskeli" olması gerekiyordu. Ancak bu yıl "temsili gerillalar"a, "maske" olarak hazırlanmış bezleri, birer "aksesuar", yani fular olarak taktırmışlardır. Elbette illegal ve silahlı bir örgütün kendi ilişkilerini ya da sempatizanlarını deşifre etmek gibi bir tutumu olamayacağı için, yüzlerini gizlemeleri kadar doğal bir şey olamaz. Ve bu yılki (1997) 1 Mayıs'ından hemen sonra yayınlanan dergilerinde, bu konuya ilişkin olarak 32. Gün programında sergilenen tutumlara karşı çıkmışlardır. Bu karşı çıkışlarında şöyle demektedirler:
"Rıdvan Akar güya 'maskelileri' inceliyor. Ama ne inceleme! Toplam 10 dakikayı geçmeyen programda.... iki eski 'devrimci' artığı yılgının söylediği üç beş cümle sözden başka birşey yok. Her halde programın başında söyledikleri halkın 'maskeliler'e karşı tepkilerini de onlar dile getirmiş oluyordu. Ununu eleyip eleğini asmış, düzene teslim olmuş bu iki yılgın geçmişte kendilerinin de illegal örgüt üyeleri olduklarını, silahla gezdiklerini, eylemlere katıldıklarını unutmuşlar gibi, çok masumane, burjuvaziye yaltaklanan bir biçimde maske takmanın ne kadar yanlış olduğu üzerine ahkam kesiyorlar...
Aferin sana Bülent Uluer. Peki madem öyle mesela, sende kitle eylemlerine katılıp yüzünü gizlemeden 70'li yıllarda yaptığın konuşmaları bir yap, attırdığın sloganları attır da bir görelim. Nasıl olsa yüzün açık olacağı için polis de birşey yapmaz...
Evet, doğru Ertuğrul Kürkçü o yıllarda, o koşullar altında kimse yüzünü örtmeyi düşünmezdi bile. 60'lı yıllarda Mahir Çayan'da, İbrahim Kaypakkaya' da yüzü açık eylemlere katılıyordu. Orası doğru da program o koşulları, o yılları tartışmıyor. Bugünkü 'maskeliler' den bahsediyor. Sen bugün için ne diyorsun? Orası açık değil. Dün böyleydi, bugün de böyle olmalıdır demeye getiriliyor." [3*]
İşte DS'nin 1 Mayıs 1997'den on gün sonra "temsili gerillaları"nın "maske"leri için yaptığı değerlendirme böyledir. Bu değerlendirmenin polemiksel yanını bir yana bıraksak da, "o yıllar" ile "bu yıllar"ı karşı karşıya getirme mantığının ne denli yanlış olduğunu okuyucu görmüş olmalıdır. Devrim mücadelesinden yan çizmiş kişilerin kendi dönemlerinden yola çıkarak yaptıkları "eleştiri" karşısında, bir yandan "Mahir Çayan'da, İbrahim Kaypakkaya'da yüzü açık eylemlere katılıyordu" diyerek, diğer yandan "bugün yapta görelim" türünden kof kabadayılıklar sergilemek "biz yaptık, oldu" mantığından başka birşey değildir.
Herşeyden önce bilinmelidir ki, kitlelerin ekonomik-demokratik mücadelesinde "yüzü açık eylem"-"yüzü kapalı eylem" türünden ayrımlar yoktur. Polisin ekonomik-demokratik kitle eylemlerine katılanları fotoğraf ya da filmle belirleyerek, daha sonraki zamanlarda gözaltına alması karşısında "yüzü kapama"yı savunmak, bu mücadelenin niteliği ile çelişir. İllegal devrimci mücadelede polise karşı alınacak önlemler ile bu kitlesel eylemlerde polise karşı alınacak önlemler birbirine karıştırılamaz. İllegal silahlı mücadelede gerçekleştirilecek kimi eylemlerde kadroların yüzlerini kapatmaları, somut eylem koşulları tarafından belirlenen bir durumdur. Bu nedenle, illegal silahlı mücadele için bile, önsel olarak tüm eylemlerde "yüz" kapatılır diye bir kural konulamaz. Bir başka deyişle, silahlı mücadeleyi sürdüren devrimci bir örgütün illegal faaliyetleri içersinde kadrolarının deşifre olmaması için ya da polisin iz sürmesine neden olmamak için alabileceği önlemler içinde "maske" çok sınırlı bir yere sahiptir. Yoksa illegal mücadele, hiçbir biçimde tanınmayan kişilerce sürdürülen bir mücadele olurdu. Son yıllarda Latin-Amerika'da gerçekleştirilen çeşitli silahlı eylemlerde (Meksika'da EZLN, Peru'da MRTA eylemleri gibi) "maske" kullanılması ya da Nikaragua'da iktidarın ele geçirilmesinden önceki aylarda şehirlerde yürütülen mücadelede, barikatlarda "maskeliler"in ortaya çıkması, konunun salt bir "biçim" sorunu olmadığını, silahlı mücadeleyle az çok tanışıklığı olan herkes bilecektir.
DS ve diğer kimi sol örgütlerin 1 Mayıs 1996'da "maske" kullanmaları, ne yazık ki, nedenleri ve amaçları bilinmeden yapılmış "biçim" davranışlarından başka birşey değildir. Bu o kadar açık bir gerçektir ki, DS, yukardaki değerlendirmeyi yayınlamalarının üzerinden bir hafta geçtikten sonra, kendi legal yayınlarında aynı konuyu, yani "maskeliler" konusunu tam tersi biçimde değerlendirmektedirler:
"'Geçen yılın 1 Mayıs'ından sabıkalı kimi sol gruplar' gibi bir genelleme ile bugün kitleleri kucaklayan Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi'ni de, onun meşruluğunu da es geçiyorsunuz. Israrla üzerinde durduğunuz üniformalılara gelince, onlar Cephe korteji içinde sembolik olarak yer aldılar. Ve halkımızın adalet özlemini, geleceğine olan inancını ifade eden gerillayı temsil ettiler. Yapılan tüm spekülasyonlara rağmen, fotoğraflarda görüleceği gibi hepsinin de yüzü maskesiz ve açıktır. Çünkü bu kortejde yeralan arkadaşlarımız DHKC'yi meşruluğunu temsil ettiklerini iyi bilirler ve buna uygun da davranmışlardır. Bu yüzden kimi küçük sol grupların ifrata vardırdığı maske vb. genellemeleri yaparak DHKC kortejini onlarla aynılaştırıp karıştırmayın." (abç) [4*]
Evet, 10 Mayıs 1997'dan 17 Mayıs 1997'e kadar geçen sürede, yani bir hafta içinde neler olmuştur ki, DS, "temsili gerillaları"nın hepsinin "yüzü maskesiz ve açık" olmasıyla övünmektedir? Acaba bu bir hafta içinde ülkemizin koşulları mı değişmiştir? Yoksa B. Uluer ve E. Kürkçü gibi devrim kaçkınlarının "eleştiri" lerini kabul mü etmişlerdir? Nasıl oldu da, bir hafta içinde, "o yıllar" diyerek 60'lı ve 70'li yıllardaki devrimci mücadelede "yüzü açık eylemler"in "doğru" olduğunu, ama "bugün" koşulların değiştiğini, doğal olarak "bugün" yüzlerin örtüldüğünü söyleyen DS gitmiş ve "kimi küçük sol grupların ifrata vardırdığı maske"leri kullanmamakla övünür hale gelmiştir.
Ancak bunda şaşılacak birşey yoktur. 10 Mayıs 1997 tarihli dergilerinde "maskeliler"i en keskin bir biçimde savunan DS, yine aynı sayısında "Avrupa"dan gelmiş "yabancı konuklar" la yaptıkları röportajı yayınlarken, onlardan birisinin şu değerlendirmesine yer vermektedirler:
"Cephe'nin kortejini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kevin Hemsley: İçinde yer aldığımız Cephe kortejinde disiplin, yoldaşlık ilişkileri, yaşanan atmosfer her şey çok güzeldi. Cephe'nin korteji çok büyüktü o yüzden sadece HADEP, SİP ve ÖDP'nin kortejini görebildim. Cephe kortejindeki pankartlar bugüne kadar gördüğüm en büyük pankartlardı. Ayrıca Cephe' nin 1 Mayıs'ta aldığı güvenlik önlemleri ve güvenli bir şekilde dağılmamızı sağlamaları kayda değer bir şey. Parti Cephe'nin kortejinin hemen yanında Maocu bir grup vardı. O grubun üyeleri maskelerle yüzünü kapattı, cephelilerinse sadece boyunlarında fular vardı. Böyle polis baskısının olduğu bir yerde Cephe'li insanların cesurca yüzlerini kapatmamaları dikkatimi çekti." (abç) [5*]
Sonuç olarak, kendisini DHKP-C olarak örgütleyen ve bugün HÖP olarak legaliteye yönelen DS, 1996 1 Mayıs'ında gündeme gelen "maskeliler" konusundaki düşüncesini bu yılki 1 Mayıs sonrasında açık bir biçimde terk etmiştir. Kendilerine yönelik olarak "cesareti olmayanlar yüzlerini gizler" suçlamaları karşısında duydukları tepki ne denli haklıysa, aynı biçimde kendilerinin ve kendilerinden olduğunu düşündüklerinin yüzlerini açık tutmalarını bir "cesaret" gibi göstermelerine karşı çıkmayışı o denli yanlış ve haksızdır. Tüm bunları "bu yıl böyle bir şey istemedik" diyerek geçiştirmek de mümkün değildir. DS, legalleşmeye yönelik hareketiyle bu tür çelişkileri daha uzun süre yaşamaya devam edecektir ve bu hareketi tüm geçmiş eylemlerini ve pratiklerini en açık biçimde mahkum edene kadar varmadıkça oligarşinin meşruiyetine, icazetine mazhar olamayacaktır. ÖD Partisi bu konuda yeterince açık bir örnektir. Kendilerinin 1 Mayıs sonrasında yaptıkları ÖD Partisi değerlendirmesini okuyalım:
"Reformizm, 1 Mayıs'ta MGK sendikacılığının oyunlarını bozmanın, alandaki devrimcilerin varlığının çok daha güçlü bir biçimde ifade edilmesinin asıl engeli olmuştur. Ancak bu noktada o cepheden de bir değerlendirme yoktur ortada. HÖP, HADEP ve ÖDP arasında alınan birlikte yürüyüp, ortak bir mitingle birlikte dağılma kararı nasıl çiğnenmiştir, neden çiğnenmiştir, açıklama yoktur." [6*]
"Üstelik ÖDP nezdinde olay çok daha vahimdir. Öyle ya, hemen tüm medya desteklemektedir. Düzenin çeşitli kesimlerinden icazet de almıştır. Mesela solun hemen her kesimi şu ya da bu biçimde burjuva basının saldırılarının, demagojilerinin hedefi olurken, ÖDP bunun dışındadır... Oligarşi adeta ilişmemektedir...
ÖDP'nin yeni siyaset tarzının işe yaramazlığı açığa çıktıkça sağa kayış artıyor... Politik açmazını düzene daha fazla yanaşarak çözmeye yöneldiği görülmektedir...
Burjuvaziyle yanyana durma, burjuvaziyle siyaset yapma... ÖDP'nin güncel politik taktiklerinin esası da budur." [7*]
DS'nin açık bir biçimde "reformist" olarak nitelediği ve "burjuvaziyle siyaset yapma" durumunda olduğunu söylediği ÖD Partisi ile 1 Mayıs öncesinde ve 1 Mayıs sırasında "ittifak" kurması kimilerini şaşırtacaktır. DS'nin ÖD Partisi'ne yönelik bu söylemine bakanlar, pratikte ÖD Partisi'ne yakın tutumlar sergileyen DS'yi (ki bunu HÖP adıyla yapmaktadır, yani Halklar ve Özgürlükler Platformu, yoksa HÖ Partisi değil) elbette anlayamayacaklardır. DS'nin legalizme yönelmesi (HÖP olarak), kaçınılmaz bir biçimde "sağa kayışı" gündeme getirmektedir. Ancak DS'nin iddiasının tersine, ÖD Partisi için böyle bir "sağa kayış" söz konusu değildir, çünkü ÖD Partisi, açık bir biçimde "sağa" kaymış ve oraya yerleşmiş eski sol örgütlerin yeni biçimidir. ÖD Partisi, ne kendilerinin iddia ettiği gibi "sol" bir partidir, ne de DS'nin söylediği gibi "gittikçe sağa kayan reformist" bir partidir. ÖD Partisi, su katılmamış bir oportünist harekettir ve ideolojik olarak anti-Marksist ve anti-Leninisttir. Ama onların bu niteliği biliniyorsa, ya da DS' nin ifadesiyle "TBKP yaşıyor; Bayrağı ÖDP' dedir!" deniliyorsa, devrimci olduğunu söyleyen her kişinin ve örgütün görevi, bunun niteliğini kitlelere göstermek ve onları tecrit etmek olması gerekirken, DS, HÖP adıyla onlarla "ittifak"a girebilmektedir. Ve üstelik PKK' nin CHP ile ittifak yapılması yönündeki politikalarına açıkca karşı çıktıklarını ilan ettikleri halde. Sanki oligarşik yönetim açısından CHP ile ÖD Partisi arasında bir fark varmış gibi.
İşte 1 Mayıs 1997, öne çıkan bu yönleriyle tarihe geçmiştir. İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününün böylesine bir keşmekeş içinde sonuçlanması elbette düşündürücüdür. Ancak bunu düşünmesi gerekenler, 1 Mayıs'ları bir şov, göstericilik alanı haline getirenlerdir
Dipnotlar
1* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 29, s: 27, 10 Mayıs 1997
2* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 29, s: 26, 10 Mayıs 1997
3* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 29, s: 34, 10 Mayıs 1997
4* Halk İçin Kurtuluş, Şükran Soner'e Açık Mektup, Sayı: 30, s: 34, 17 Mayıs 1997
5* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 29, s: 34, 10 Mayıs 1997
6* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 30, s: 19, 17 Mayıs 1997
7* Halk İçin Kurtuluş, Sayı: 30, s: 19, 17 Mayıs 1997