“Modern toplumsal koşullarımız içinde gitgide kaçınılmaz bir zorunluluk durumuna gelen ve proletarya ile burjuvazi arasındaki son kesin savaşın, ancak kendi çerçevesinde sonuna kadar götürülebileceği devlet biçimi olan demokratik cumhuriyet, bu en yüksek devlet biçimi, servet ayrımlarını artık resmen tanımaz. Zenginlik, demokratik cumhuriyette, gücünü, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, Amerika’nın klasik bir örnek sunduğu, memurların düpedüz rüşvet yemesi, öbür yandan, hükümetle borsa arasındaki ittifak biçimi altında; bu ittifak, devlet borçları ne kadar çok artar ve hisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin kendisini de ellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezi bir durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir. Amerika dışında, bunun çarpıcı bir örneğini yepyeni Fransız Cumhuriyeti verir, ve namuslu İsviçre de, bu alanda geride kalmaz. Ama, İngiltere bir yana, genel oy hakkının, Bismarck ya da Belichröder’den hangisinin daha yüksek bir duruma yükselttiği belli olmayan yeni Alman İmparatorluğu, hükümetle borsa arasındaki bu kardeşçe ittifak için, demokratik bir cumhuriyetin zorunlu olmadığını kanıtlar. Ve kısacası, mülk sahibi sınıf, doğrudan doğruya, bütün yurttaşlara tanınan genel oy hakkı aracıyla hüküm sürer. Ezilen sınıf, yani gerçekte proletarya, kendi kendini kurtarmak için yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, varolan toplumsal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek ve siyasal bakımdan söylemek gerekirse, kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını oluşturacaktır. Ama kendi kendini kurtarmakta daha yetenekli bir duruma geldiği ölçüde, proletarya, ayrı bir parti oluşturur ve kapitalistlerin temsilcilerini değil, kendi öz temsilcilerini seçer. Öyleyse, genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir zaman da olamayacaktır; ama bu kadarı da yeter. Genel oy hakkı termometresinin, emekçiler için kaynama noktasını göstereceği gün, onlar da, kapitalistler gibi, ne yapmaları gerekiyorsa onu yapacaklardır.” (abç) [F. Engels, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, s. 401-402.]
Bundan önceki tüm seçimlerde şunları söyledik:
Marksist-leninistler için seçimler, Engels’in sözleriyle, “genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir”. Bu açıdan, seçim sonuçlarının irdelenmesi, her şeyden önce, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitlelerinin
siyasal davranış biçimlerini ve
siyasal yönelimlerini saptamaya olanak sağlar. Seçim tahlilleri, aynı zamanda, iki seçim arasında ülkede gelişen ekonomik ve toplumsal olayların kitlelerin bilincine nasıl yansıdığının da saptanmasını olanaklı kılar. Bu yönüyle seçim sonuçlarının irdelenmesi, ekonomik ve sosyolojik nitelik taşır. Ancak seçimler, her durumda
siyasal olaylardır; dolayısıyla da seçim sonuçları, içinde yaşanılan maddi varlık koşullarının seçmenlerin bilincine
nasıl yansıdığını ve çok daha önemlisi
nasıl yansıtıldığını ortaya koyar.
Seçmen tercihlerini etkileyen on binlerce propagandif dışsal etki, ekonomik çıkar beklentisi ve ilişkisi, manipülasyon ve dezenformasyon ortamında yapılan değişik değerlendirmeler yepyeni bir siyasal söylem ve yönelim de ortaya çıkarabilmektedir.
7 Haziran seçimleri sürecinde HDP’nin seçim propagandası ve “tarafsız cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkması seçmen kitlesinde yeni bir yönelim ortaya çıkarmıştır. CHP’nin ekonomiye ağırlık vererek sürdürdüğü seçim propagandası, Recep Tayyip Erdoğan “fenomeni”yle birlikte “başkanlık sistemi referandumu”na dönüşmüştür. HDP’nin “seni başkan yaptırmayacağız” söylemi bu temelde sol seçmen kitlesinin yönelimini değiştirmiştir. CHP’nin ekonomik propagandası ne kadar etkili olmuş olursa olsun, her durumda CHP seçmeni Recep Tayyip Erdoğan “fenomeni”ni esas almıştır.
HDP’nin
barajı geçmesi durumunda AKP’nin TBMM’de çoğunluğu yitireceğine ilişkin yoğun “medya” propagandası, CHP’nin ekonomik temelli propagandasıyla kazandığı yeni seçmen kadar bir seçmen kitlesinin HDP’ye oy vermesine yol açmıştır.
|
2011 Genel Seçimleri
|
2014
Cum. Seçimi |
2015 Genel Seçimleri
|
Toplam Seçmen
|
52.806.322
|
55.692.841
|
56.608.817
|
Kullanılan Oy
|
43.914.948
|
41.283.627
|
47.507.389
|
Geçerli Oy
|
42.941.763
|
40.545.911
|
46.161.049
|
Katılım Oranı
|
%83,16
|
%74,13
|
%83,92
|
7 Haziran seçimleri, yurtiçinde 53.741.838 seçmen ve yurtdışında 2.866.979 seçmen olmak üzere toplam 56.608.817 kayıtlı seçmenle gerçekleştirilmiştir.
YSK’nın “geçici seçim sonuçları”na ilişkin yaptığı açıklamaya göre, seçimlere katılım oranı %83,92 olmuştur.
2011 seçimlerine ilişkin verilerde toplam seçmen sayısı 50.237.343 görünmektedir. Ancak bu seçimlerde yurtdışı seçmenleri (2.568.979) eklendiğinde toplam seçmen 52.806.322 olmaktadır. Aynı biçimde 10 Ağustos 2014’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde yurtiçi seçmen sayısı 52.894.115 ve yurtdışı seçmen sayısı 2.798.726 olmak üzere toplam seçmen sayısı 55.692.841’dir.
Bu verilere göre, 7 Haziran seçimlerinde, 2011 seçimlerine göre katılım oranı küçük farklılıkla aynı kalırken, toplam
seçmen sayısı 3.802.495 artarken,
oy kullananların sayısı 3.219.286 artmıştır.
7 Haziran seçimlerinde AKP, 2011 genel seçimine göre 3.054.724 oy kaybederek 18.344.358 oy alırken, oy oranı %49,83’den %40,87’ye düşmüştür. CHP ise, oy sayısını 183 bin artırmasına karşın oy oranı bir puan düşmüş, %24,95 olmuştur. MHP’nin oyları 1.837.213 artarak oy oranı %13,01’den %16,29’a yükselmiştir.
|
2011
Genel Seçimleri |
2014
Yerel Seç. |
2015
Genel Seçimleri |
2011-2015 Fark
|
AKP
|
21.399.082
|
%49,83
|
19.469.840
|
%43,40
|
18.344.358
|
%40,87
|
-3.054.724
|
CHP
|
11.155.972
|
%25,98
|
11.493.758
|
%25,62
|
11.339.127
|
%24,95
|
183.155
|
MHP
|
5.585.513
|
%13,01
|
7.907.067
|
%17,62
|
7.422.726
|
%16,29
|
1.837.213
|
HDP
|
2.819.917
|
%6,57
|
2.929.727
|
%6,53
|
5.846.851
|
%13,12
|
3.026.934
|
SP
|
543.454
|
%1,27
|
1.249.354
|
%2,78
|
933.385*
|
%2,06
|
66.680
|
Bağım.
|
|
|
|
|
488.187
|
|
488.187
|
* SP+BBP
|
Hiç tartışmasız seçimde en fazla oy artışı sağlayan parti HDP olmuştur. 2011 seçimlerine “bağımsız” adaylarla katılan HDP’nin oyları, tüm bağımsız seçmenlerin oyları olarak 2.819.917 olarak kabul edilmektedir. Buna göre HDP’deki oy artışı
3.026.934 olurken, oy oranını 6,55 puan artırarak %6,57’den %13,12’ye yükselmiştir.
Böylece televizyonların, gazetelerin, kısacası “medya”nın en başat konularından birisi de HDP’nin aldığı %13,12 oyun “kimden” geldiği oldu. Bunun nedeni de Sırrı Süreyya Önder’in seçim gecesi kameraların karşısına çıkarak aldıkları oyların “ödünç” olduğunu açıklaması oldu. Ekran karşısına çıkan hemen herkes bu konuda bir “fikir” ortaya attı. Hemen hepsi 2011 Genel Seçimleri ile 7 Haziran seçimlerini karşılaştırarak, HDP’nin oylarının büyük bir bölümünün AKP’den (daha doğrusu AKP’nin “
mütedeyyin kesimi”nden), kalan
küçük bölümünün de CHP’den geldiğini ilan ettiler.
Bu karşılaştırmayı esas aldığımızda, 2011 seçimlerine göre AKP’nin oyları
3.054.724 azalırken, HDP’nin oyları
3.026.934 artmıştır. CHP’nin oyları ise 183.155 artmıştır. Bu durumda AKP’nin oyları tümüyle HDP’ye gitmiş görünmektedir. Ama öte yandan MHP, 2011 Genel Seçimleri’ne göre oylarını 1.837.213 milyon artırmıştır. 7 Haziran seçimlerine BBP ile “Milli İttifak” olarak katılan SP’deki oy artışı 66 bin olmuştur. Böylece MHP ve “Milli İttifak”ın toplam oy artışı
1.903.893 olmaktadır. Bu durumda da AKP’nin kaybettiği üç milyon “mütedeyyin” oyun yaklaşık iki milyonunun MHP ve SP’ye gittiğini söylemek daha gerçekçidir. Bu nedenle HDP’nin oylarındaki yaklaşık 3 milyon oyun sadece bir milyonunun AKP’den geldiği kesindir.
Asıl sorun, HDP’ye giden iki milyon oyun nereden geldiğidir. CHP’nin oylarında sayısal olarak bir düşüş olmadığı için, HDP’nin aldığı iki milyon oyun “yeni seçmen”den geldiğini söylenebilir. (7 Haziran seçimlerine katılan “diğer partiler” ve bağımsız adayların aldığı toplam oy 1.251.667’dir. Oy kullananların sayısındaki 3.219.286 artıştan çıkartıldığında kalan miktar iki milyondur.)
Böylece ülke tarihinde ilk kez “yeni seçmen”lerin üçte ikisi “blok” halinde HDP’ye oy vermiş görünmektedir.
Tarihsel olarak Türkiye toplumunun siyasal gelenekleri ve toplumun siyasal yönelimi göz önüne alındığında böylesi bir “durum” elbette olanaklı değildir. Herşeyden önce “klasik” ve “standart” “sol oylar”, tarihin her döneminde seçmenlerin üçte biri düzeyinde olmuştur (%30). Bu nedenle “yeni seçmenler”in üçte birinin (bu seçimler için yaklaşık bir milyon) CHP seçmeni olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. HDP’nin geriye kalan bir milyon oyu da yine CHP seçmeninden gelmiştir.
İlk bakışta HDP’nin oy artışının tümüyle “yeni seçmen”den geldiği sanılsa da, yukarda söylediğimiz nedenlerle böyle bir şey “eşyanın doğasına aykırı”dır. Partiler arasındaki oy kaymaları ve “yeni seçmenler”in toplumsal yapıya uygun olarak dağılımı esas alındığında, HDP’nin iki milyon oy artışının ağırlıklı kesiminin CHP’den geldiği açıktır. Bu oy “kayması”nda CHP’nin HDP’nin barajı aşması konusundaki destek tavrı ve HDP barajı aştığı takdirde AKP’nin çoğunluğu yitireceği hesapları belirleyici olmuştur.
Şüphesiz AKP’den HDP’ye, özellikle Kürt bölgelerinde kesin bir oy kayması olmuştur. Sadece Diyarbakır seçimleri bile bu durumu göstermeye yeterlidir.
Diyarbakır
|
|
2011
|
2015
|
Fark
|
Toplam Seçmen
|
866.112
|
949.859
|
83.747
|
Geçerli Oy
|
700.255
|
809.764
|
109.509
|
Katılım Oranı
|
%80,85
|
%85,25
|
4,4
|
AKP
|
231.018
|
119.000
|
-112.018
|
CHP
|
15.266
|
8.635
|
-6.631
|
MHP
|
5.419
|
9.167
|
3.748
|
HDP
|
411.232
|
633.713
|
222.481
|
Diyarbakır’da AKP’nin kaybettiği oylar “blok” halinde HDP’ye geçerken, seçime katılımdaki artışla sağlanan oylar da tümüyle HDP’ye gitmiştir. Bu açıdan AKP’nin “mütedeyyin” Kürt kitlesini kaybettiği açıktır. Bu oy kaymasının HDP’nin izleyeceği siyasal tutumda nasıl sonuçlar doğuracağı bugün için belirsiz da olsa, A. Öcalan’ın son yıllardaki “Newroz” mesajlarında islama yaptığı göndermeler evrilmenin ne yönde olacağını göstermektedir.
Aynı durum İstanbul için geçerli değildir.
İstanbul’da AKP’nin oy kaybı 475 bin olurken, HDP’nin oyları ise 637 bin artmıştır. MHP ve SP oyları da 336 bin artırmıştır. CHP’nin de 26 bin oy kaybettiğini hesaba katarsak, HDP’deki 637 bin oyun kaynağı “yeni seçmen”le açıklanabilmektedir. Bu da ülke genelindeki durumdan farklı değildir.
İstanbul
|
|
2011
|
2015
|
Fark
|
Geçerli Oy
|
7.936.607
|
8.287.444
|
350.837
|
Katılım oranı
|
%86,53
|
%86,33
|
|
|
Toplam Oy
|
%
|
Toplam Oy
|
%
|
|
AKP
|
3.915.914
|
49,5
|
3.440.290
|
40,89
|
-475.624
|
CHP
|
2.476.413
|
31,3
|
2.450.412
|
29,42
|
-26.001
|
HDP
|
422.702
|
5,3
|
1.060.137
|
12,41
|
637.435
|
MHP
|
743.316
|
9,4
|
925.876
|
11,08
|
182.560
|
SP
|
126.548
|
1,6
|
179.988
|
2,16
|
53.440
|
Bu iki örnekten çıkan sonuç, HDP’deki “ödünç oylar”ın, “Doğu”da neredeyse tümüyle AKP oyları olurken, “Batı”da büyük ölçüde “yeni seçmenler”den gelmektedir. Bu oyların önemli bir bölümünün de CHP yerine HDP’ye gittiği kesindir.
Bu nedenle diyebiliriz ki, HDP’nin oy artışında CHP seçmeninin önemli ve küçümsenemeyecek bir yeri vardır. Bu açıdan bakıldığında HDP’deki “ödünç oylar” sol kitlenin oylarıdır ve HDP bu kitleye “ters” düşen bir yönelime girmediği sürece oyları kalıcılaştırabilir ve hatta artırabilir. Seçimleri Recep Tayyip Erdoğan’dan bir “kurtuluş” olarak gören seçmenler HDP’nin barajı geçmesini sağlamışlardır. Kimilerinin “stratejik oy” adını verdikleri bu olgu, Cumhurbaşkanlığı seçiminde önemli ölçüde etkisini yitiren seçimlerin bir kez daha “umut” haline geldiğini göstermektedir. Bundan sonrası hükümet kurma çalışmaları sırasında ortaya çıkacak siyasal gelişmelere bağlıdır.
Son on yılın (hatta son 20-30 yılın) en temel olgularından birisi, sol seçmen kitlenin seçim sath-ı mailine büyük umutlarla girmesi ve büyük umutsuzluklarla çıkmasıdır. Eğer seçimler, sol seçmen kitlenin sandığı gibi, “düzen değişikliği”nin ya da “kötü gidişatın” sona erdirilmesinin “tek aracı” olarak görülür ve bu “tek araç”ın, ellerindeki tek savaş aracı olduğu kabul edilirse, bu sol kitlenin seçimler öncesindeki umutlarının, kararlılıklarının ve mücadele azimlerinin her seferinde artarak büyüdüğünü kabul etmek gerekir.
Gerek 2007 seçimlerinde “Cumhuriyet Mitingleri”yle, gerek 12 Haziran seçimlerinde Kılıçdaroğlu “faktörü”yle hareketlenen seçim meydanları ve seçim çalışmaları, açık biçimde sol seçmen kitlenin depolitizasyon sürecini belli ölçülerde kırdığını göstermiştir. Ancak seçimlerin “beklenen” sonuçları vermemesiyle ortaya çıkan umutsuzluk ve karamsarlık (ki küçük-burjuvazinin sınıfsal özelliklerinden türer), depolitizasyon sürecinin tümüyle ortadan kalkmasını engellemiştir.
Yine de, tüm olumsuz seçim sonuçlarına rağmen, sol seçmen kitlenin her seferinde bir kez daha ve artan oranda hareketlenmesi, politize olması küçümsenmeyecek bir toplumsal gerçektir.
İlk kez sol seçmen kitlesi 7 Haziran seçimlerinden “mutlu” ve “sevinçli” çıkmıştır. Ancak parlamentoda AKP dışında bir hükümetin kurulamaması ve erken seçim olasılığı bunu gölgelemektedir. 7 Haziran seçimlerinin tek gerçek sonucu, sol kitlenin eski seçimlerdeki gibi büyük bir düş kırıklığı ile seçimlerden çıkmamış olmasıdır. Bu da toplumsal muhalefetin daha girişken, daha cüretkar olması demektir.
Sol seçmen kitlenin bu olumlu yanına karşın, en olumsuz yanı ise, seçimleri “tek yol” olarak görmesi ve bu “tek yol”u içselleştirmesidir. Üstelik bu görüş ve içselleştirme içinde seçimler bir “savaş alanı” olarak kabul edilmektedir. Bu da seçim sonrasındaki siyasal gelişmeler karşısında, özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş girişimleri karşısında toplumsal muhalefetin elini kolunu bağlayacaktır.
“Yoğun bir şehirleşmenin ve gerçek bir sanayileşme değilse bile az çok gelişmiş bir hafif ve orta sanayinin bulunduğu ülkelerde gerilla grupları teşkil etmek daha zordur. Şehirlerin ideolojik etkisi, barışçıl usullerle örgütlenmiş kitle savaşları umudunu yaratarak gerilla savaşlarını frenler. Bu da bir çeşit ‘örgütçülük’ ya da ‘kurumculuk’ yaratır ki, az çok ‘normal’ sayılabilecek olan dönemlerde, halkın geçim şartlarının başka durumlara nazaran pek o kadar çetin olmaması ile nitelenebilir”. (Che Guevara, Küba: Bir İstisna mı, Yoksa Sömürgeciliğe Karşı Mücadelenin Öncüsü mü?)