“Ey Merkez Bankası daha neyi bekliyorsun? Şimdi diyebilirler Merkez Bankası bağımsızdır, bende bağımsızım. Cumhurun sesi olarak bunu söylemek durumundayım, gerekirse çağırıp bunu oturup konuşacağız. Bu iş böyle yürümez. Bizim yatırıma ihtiyacımız var, istihdama ihtiyacımız var.” (RTE, 16 Ocak 2015)
“Bizim Merkez Bankasının bağımsızlığına bir sözümüz yok, ayrı bir konu. Ama nereye kadar yok? Ülkenin ve milletin menfaatlerini koruduğu yere kadar yok. Bu konuda bir yanlış gördüğümüz, eksik gördüğümüz zaman sözümüzü söylemekten asla çekinmeyiz. Burada bir kez daha ifade ediyorum, yani bize karşı bir bağımsızlık mücadelesi veriyorsun da başka bir yerlere karşı bağımlılığın mı var? Bir de bunu söyle.” (RTE, 25 Şubat 2015)
“Tek adam”, “diktatör” ya da “Twitter fenomeni” Fuat Avni’cesinden “Yezit” dediği Recep Tayyip Erdoğan’ın, Merkez Bankası üzerine konuşmaya başlamadan önce, “Ey Merkez Bankası” diye ortaya çıkmadan önce, yani yılbaşında, dolar 2,3269 TL düzeyinde kendi halinde ve kendi spekülasyonu içinde “sakin” bir yaşam sürüyordu. İlk konuşmayı yaptığının arifesinde (15 Ocak) dolar 2,2927 TL iken, konuşma günü (16 Ocak) 2,2803 TL ile günü kapadı. Böylece Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ey Merkez Bankası” konuşması “haftanın son işlem günü”nde pek fazla önemsenmedi.
Pazartesi günü (19 Ocak) dolar başını kaldırdı ve 2,3084 TL’yi gördü. Dolar haftayı 2,3465 TL düzeyinde tamamlarken, “Ey Merkez Bankası” muhabbetiyle TL %2,9 değer kaybetti.
Bir hafta sonra, 30 Ocak’ta dolar, 2,4013 TL olurken, değer kaybı %5,3’e yükseldi.
2 Şubat günü Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha “Ey Merkez Bankası” diye konuştu. Konuşmanın ardından dolar bir kez daha yükseldi ve 2,4441 TL oldu. Böylece TL’nin “kan kaybı” sürdü ve değer kaybı %7,2’ye yükseldi.
Bir hafta sonra, dolar 2,4886 TL olurken, TL’nin değer kaybı %9,1 oldu.
Bir sonraki hafta piyasalar “sakin”di. Ne de olsa Recep Tayyip Erdoğan konuşmamıştı. Bu yüzden de dolar 2,4418 TL seviyesine geriledi.
25 Şubat günü muhabbet sertleşti. “Sayın” Recep Tayyip Erdoğan, “Ey Merkez Bankası, bize karşı bir bağımsızlık mücadelesi veriyorsun da başka bir yerlere karşı bağımlılığın mı var?” diye konuştu. Hemen ardından dolar 2,4766 TL oldu. Borsacıların diliyle söylersek, dolar bir önceki haftadaki kaybını geri aldı.
Ama Mart ayına girildiğinde dolar, “rekor” kırarak, 2,50’nin üzerine çıktı (3 Mart). Ardından dolar olanca hız ve bereketiyle yükselmeye başladı. 10 Mart’ta 2,60’ın üzerine çıktı ve 12 Mart günü 2,6191 TL oldu. Böylece “Ey Merkez Bankası” muhabbetinin maliyeti TL’nin %14,9 değer yitirmesi oldu. Yani ithalata bağımlı bir ülkede, ithal malların maliyeti %14,9 artmış oldu.
12 Mart’ta TCMB Başkanı Başçı ve “ekonomiden sorumlu bakan” Ali Babacan’ın Recep Tayyip Erdoğan’ın sarayında “brifing” vermeleriyle birlikte olay “tatlıya bağlandı”.
[1*] En azından Recep Tayyip Erdoğan “tatlıya” bağlandığını ilan etti.
Ama piyasalar için durum hiç de “tatlıya” bağlanmış görünmüyordu. 17 Mart’ta dolar 2,6208 TL’yi gördü. Piyasaların “tatlıya bağlama”yı daha da “somut” görmek istediği yorumu yapıldı.
Dolar, Nisan ayına 2,55 düzeyinde salınarak girdi ve 1 Nisan’da 2,6107 TL oldu. Böylece TL’nin değer kaybı %15 olarak “kalıcılaşma” eğilimi göstermeye başladı.
Bütün bu “Ey Merkez Bankası” muhabbetinin ithal bağımlısı Türkiye’ye maliyeti, TL’nin %15 değer kaybı olarak ortaya çıkarken, hemen herkes bu muhabbetin nedenlerini soruşturmaya başladı.
Genellikle herşeyde bir “komplo” arayan bir “millet” olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın TL’nin değer kaybetmesine yol açan söyleminde de bir “komplo”, bir danışıklı-dövüş aramaya koyulduk. En favori “komplo teorisi”, başta “Bilal oğlan” ve “jöleli” Yiğit Bulut olmak üzere elinde dolar bulunduranların (ki 17 Aralık “paralel darbesi”nde ayakkabı kutuları dolarla doluydu) böyle bir spekülasyonu planladıkları oldu.
Ekonomiyi biraz bilenlerin hiç itibar etmedikleri bu “komplo teorisi” bir yana bırakıldığında görünen gerçek, Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği feodal tacirlerin inşaat müteahhitleriyle kurdukları ittifakın “sıkıntı”da olduğudur. Zaten kendisi de 2 Şubat’ta yaptığı konuşmada bu gerçeği dile getirmiştir:
“Bakıyorsun birileri çıkıp şunu söylüyor, ‘Sanayiye önem vermemiz lazım inşaat sektörüne o kadar önem vermenin anlamı yok.’ İnşaat sektörü emek yoğundur. İnşaat sektörü olmadan bir ülkede kalkınma olmaz bunu böyle bilmemiz lazım. Bizi özellikle o sıkıntılı dönemlerde biz yapan şu olmuştur: Biz inşaat sektörüne asla dur demedik. İnşaat sektörüne yürüyün dedik. Başı da TOKİ çekti. İnşaat sektörüne dur, sanayiye ilerle derseniz çöküntü başlar. Türkiye’nin kentsel dönüşümlerle birlikte bu sektörü ayakta tutması gerekir. Birine dur derseniz olmaz. Bunların at başı gitmesi lazım.”
Mart ayının son günü TÜİK tarafından açıklanan 2014 yılına ilişkin “büyüme rakamları”, yani GSYH verileri inşaat sektörünün zor durumda olduğunu çok açık biçimde ortaya koymaktadır.
TÜİK verilerine göre, 2010 yılında “altın çağı”nı yaşayan inşaat sektörü %18 büyümüşken, büyüme oranı 2013’de %7,4’e ve 2014 yılında %2,2’ye inmiştir. Ekonomi diliyle “çeyreklik değişim”, yani üçer aylık değişmelere bakıldığında durum daha da “vahim”dir.
2014 yılının ilk çeyreğinde %5,8 büyüyen inşaat sektörü, ikinci çeyrekte inişe geçmeye başlamış ve %3,4 büyüyebilmiştir. Üçüncü çeyrekte inşaat sektöründeki daralma devam etmiş ve bu çeyrekte ancak %2 büyüyebilmiştir. 2014 yılının son çeyreğinde ise (Ekim-Aralık) inşaat sektörü %2 küçülmüştür. Buna karşılık inşaat sektöründeki yatırımlar %7 düzeyinde artmıştır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, özellikle 2014 yılının son üç ayındaki %2 küçülme, açık biçimde inşaat sektörünün hızla krize doğru ilerlediğini göstermektedir.
İnşaat Sektörü Büyüme Oranları |
|
I. Çeyrek |
II. Çeyrek |
III. Çeyrek |
IV. Çeyrek |
Yıllık |
2010 |
9,0 |
21,7 |
23,7 |
18,7 |
18,3 |
2011 |
15,7 |
13,5 |
10,7 |
7,1 |
11,5 |
2012 |
2,5 |
-0,7 |
-0,8 |
1,5 |
0,6 |
2013 |
6,2 |
7,8 |
9,0 |
6,3 |
7,4 |
2014 |
5,8 |
3,4 |
2,0 |
-2,0 |
2,2 |
İşte bu gerçekler (ki her durumda verilerle oynayan TÜİK açıklamalarında bile açıkça görülmektedir) Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ey Merkez Bankası” çıkışının arka planını oluşturmaktadır. Yapmak istediği, düşük maliyetli (düşük faizli) konut kredileriyle inşaat sektörüne talep yaratmak ve bu yolla da müteahitlerle olan ittifakını sürdürmektir. Bunun yanında TOKİ aracılığıyla satılan konutlar AKP açısından önemli bir oy potansiyeli sağlamaktadır.
Diğer yandan TÜİK’in açıkladığı 2014 yılına ilişkin “büyüme rakamları”, yani GSYH verileri Türkiye ekonominin dolar bazında belirgin bir biçimde küçüldüğünü göstermektedir.
2014 GSYH Değişim |
|
I. Çeyrek |
II. Çeyrek |
III. Çeyrek |
IV. Çeyrek |
Yıllık |
2010 |
12,4 |
10,2 |
5,5 |
9,5 |
9,2 |
2011 |
12,6 |
9,3 |
8,7 |
5,2 |
8,8 |
2012 |
2,5 |
3,1 |
1,7 |
1,3 |
2,1 |
2013 |
3,7 |
4,3 |
4,1 |
4,6 |
4,2 |
2014 |
4,8 |
2,6 |
2,0 |
2,4 |
2,9 |
TÜİK verilerine göre, 2013 yılında %4,7 büyüyen GSYH 823 milyar dolar olurken, 2014 yılında dolar bazında, %2,8 küçülerek 800 milyar dolara düşmüştür.
Aynı biçimde iç talep, yani hane halkı tüketimi, 2013 yılında %5,1 artmışken, 2014 yılında artış oranı %1 düzeyinde kalmıştır. Bu veri de ekonominin küçüldüğünün bir başka göstergesidir.
Bu verilerin yanına özel sektörün dolar bazındaki dış borçlarının büyüklüğünü (162 milyar dolar) ve uluslararası faizlerin yükselmesini, özellikle de ABD’nin “parasal genişleme”yi sonlandırmasından sonra başlayan faizlerin daha da yükseleceği beklentilerini eklediğimizde AKP Türkiye’sinin ciddi bir borç krizine gireceği görülmektedir.
Buna rağmen Recep Tayyip Erdoğan kendi siyasal geleceğini herşeyin üstünde görmeyi sürdürmektedir. Kendi siyasal geleceğinin müteahhitlerle kurduğu yeni ittifakı sürdürmesine bağlı olduğunu varsaydığı için, ekonominin kaynaklarının inşaat sektörüne yöneltilmesi için çaba göstermektedir. Burada Merkez Bankası’nın ve sözde de olsa “bağımsızlığı”nın kendisine engel oluşturduğunu düşündüğünden ağzına geleni söylemekten çekinmemiştir. Amaç, inşaat sektörünü canlandırmak ve bu yolla “konut sahibi” yapılacak seçmenin oyunu çekmektir. Bunun ötesi, boş gevezeliktir.
Dipnotlar
[1*] Anadolu geleneğinde kız istemede söz kesildikten sonra tatlı yenilir. Bu nedenle “tatlıya bağlamak” söz kesildiğini ifade eder.