Çekirdekten Yetişme Bir Şeriatçı:
TMSF Başkanı Ahmet Ertürk
(Aşağıdaki röportaj 15 Temmuz 2005 tarihli Milliyet-Business'te yayınlanmıştır.)
Ertürk'e yönelttiğimiz ilk soru şöyleydi: "Türk islam entelejansiyasında memleketiniz Malatya'nın adıyla anılan bir İslami akımdan sözediliyor. Bu akımın lideri babanız mıydı? Liderlik babanızdan sonra size mi geçti?" Bu soruya gülümseyerek "Hayır" yanıtını verirken, "Bakın anlatayım" dedi ve sohbet yol almaya başladı.
Vatan gazetesinin başyazarı Ahmet Emin Yalman'a 1952 yılında Malatya'da bir suikast düzenlenmişti. Eylemin planlayıcısı olduğu söylenen ve Saatçi Musa adıyla bilinen Musa Çağıl'ı sizin çok iyi tanıdığınız söyleniyor. Bu doğru mu?
Onu tanımayan yoktur. Hatta sadece Malatya'dan değil; Türkiye'nin neresinden olursa olsun Ankara'ya üniversite öğrencisi olarak gelen herkes ya burs almak ya da yurt bulmak ya da kayıt yaptırmak için Saatçi Musa'dan yardım isterdi. Tabi ben 30 yıl öncesinden sözediyorum. Hatta o zaman adı sadece Saatçi değil, Saatçi ve Kitapçı Musa'ydı. Musa'nın o zaman Ankara'da İzmir Caddesi'nin köşesindeki pasajda hem saat tamiri yaptığı hem de kitap sattığı bir dükkanı vardı. Dükkanda daha çok sağcı cenahın okuduğu kitaplar bulunurdu. O küçücük dükkanda isteyen kitapları satın alır, isteyen de orada oturur okurdu. Böyle enteresan bir yerdi.
Yalman suikastinin asıl faili Hüseyin Üzmez'dir. Saatçi Musa ise Üzmez'e yardım eden kişi olarak, yanılmıyorsam 7-8 sene yatmış bir adamdır. Çıktıktan sonrada 12 derece gözlükleriyle saat tamirciliği yapmaya başlamıştır. Saat işi o kadar ince bir iştir ki, o gözlüğüne ayrıca bir şey daha takardı. Dükkanı ise bir siyaset ve edebiyat mektebi gibiydi.
Saatçi Musa'nın dükkanı yalnızca 16 metrekareymiş. Bu küçücük yerde kimleri tanıdınız?
Sezai Karakoç'tan Erkan Beyazıt'a, Cahit Zarifoğlu'ndan, Nuri Pakdil'e, Kasım Özden Ören gibi o dönemin edebiyatçılarının büyük bölümünü ben orada tanıdım. Bugünün büyük politikacılarını da orada tanıdım. Korkut Özal'ından tutun, bugünkü Meclis'te bizim kuşağımızdan milletvekillerini, örneğin Turizm Bakanı Atilla Koç'la da orada tanıştım. Koç, o zamanlar sanıyorum İçişleri Bakanlığı'nda danışman ya da kaymakam gibi bir görevde bulunuyordu. Bugünün bakanları Zeki Ergezen de, Abdullah (Gül) Bey'de o dükkânın müdavimleri arasındaydı.
1971 muhtırasından sonra sükünet dönemi gelmişti. Önce bürokrat sonra siyasetçi adamların bir kısmı ya Ankara ya Türkiye dışına çıkmışlardı. Yani piyasada yoktular. Saatçi Musa o şekilde fonksiyon icra eden bir adamdı. Dükkânı 3-4 kişinin oturacağı 5-6 kişinin de ayakta dolaşarak sohbet ettiği bir yerdi. Neredeyse Türkiye siyasetinin havası o dükkânda solunurdu.
Sizde mi buraya okul ihtiyaçları için Saatçi Musa'ya giderdiniz?
Benim bunlara ihtiyacım yoktu. Saatçi Musa'nın dükkanına o atmosfere olan düşkünlüğümden giderdim. Orada kitaplarını okuduğunuz şairleri, yazarları görürdük. Orası biraz da edebiyat-şiir düşkünüyseniz, bulunmaz bir ortamdı.
İslamcı fikir dünyasında Malatya Hareketi diye bir akım var mıdır?
Eğer Malatya Hareketi diye bir şey varsa bu tasavvuf karşıtı bir hareketti. İsmail Nacar'ı tanırsınız. Nacar, o dönemlerde yeni liseyi bitirip Malatya'ya gelmiş bir adamdı. 1968'li yıllardan sözediyoruz. O dönem Malatya'da solun yükseldiği yıllardır. Nacar da daha çok MHP'nin sürüklediği hareketlerin içinde yeralan aktif birisiydi. İsmail'le o dönemden bizim tanışıklığımız vardır. İsmail'in şu andaki söylemi nasıldır? Tasavvuf karşıtıdır. Tasavvuf literatürünü yerden yere vuran görüş aslında Malatya'ya hakim olan görüştür. Tasavvufun yanlış bir İslam yorumu olduğuna inanılır. Saptırılmış diyenler de vardır. Tabi bu kadar sert görüşte olanlar da vardır, daha ortada olanlar da.
Tasavvufun yanlışlığı nasıl savunulurdu?
Tasavvufun iki tarafı vardır. Bir felsefi tarafı, bir de hayata dönük uygulama tarafı. Tasavvuf felsefi tarafıyla çok cazip, bütün İslam felsefesi denebilecek bir alandır. İnsanın öteki dünyayla ilişkisine, insan-dünya, insan-evren ilişkisine dair çok geniş bir bakış açısı getirir.
Tasavvuf gündelik hayata doğru indikçe Elazığlı tarikat lideri Kalkancı türü insanlar üretmeye çok müsait bir yapı olduğunu görürsünüz. Çünkü herkes kendinden menkul çıkıp 'ben şeyhim' diyebiliyor. Bunun bir otoritesi yok, hiyerarşisi, disiplini yok. Bir demagog çıkıp manevi değerler üzerinden kolayca insanları baştan çıkarabiliyor, onları yanlış yönlendirebiliyor, başka amaçlar için kullanabiliyor. Bu durum Anadolu'da çok yaygındır. Özellikle kırsal yörelerde kentlerin de varoşlarında böyle çok sayıda tip çıkar. Benim de Malatya'dan bildiğim, Kalkancı tipi insanlar vardır.
Sizin bir Kur'an tefsiriniz var. Bu konuda da Türkiye'nin önde gelen kişilerinden biri olduğunuz söyleniyor?
Abartmışlar. Ben çok küçük yaşımdan itibaren her cins kitap okuyan biriydim. Solun klasiklerinden İslam literatürüne ne varsa okurdum. Tabii 1960'lı yıllardan sözediyorum. Türkiye'de o dönem yayınlanan yeni kitap çok azdı. Hepsini de okuma fırsatı bulabiliyordunuz. Şimdi öyle değil. Ben hala fırsat bulduğumda kitapçı dolaşıyorum. Tefsirle ilgili bir özelliğim olduğu doğru ama bu durumun sosyal ilişkilere dönük bir tarafı yok. Zaten meslek hayatım da ona izin vermedi.
Babanız aydın bir imammış, doğru mu?
Doğru, babam Diyanet İşleri Başkanlığı'nda görevliydi. Babam hem gayri resmi medrese eğitimini hem de resmi eğitim almış biriydi. Ortaokul okumuştu. Ama bu eğitim 40'lı-50'li yıllarda ciddi ve yüksek bir eğitimdi. O da çok okuyan, çok geniş kesimlerle ilişkisi olan bir kişiydi. Hatırlarım 68'li yıllarda sol önderler filan da babamı çok severdi. O da onlarla çok konuşurdu, çok sohbet ederdi. Malatya'da ciddi bir Alevi nüfus vardır. Babamın da o yıllarda Aleviler'le çok iyi diyaloğu vardı.
Siz Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) mezunusunuz. Öğrenciliğiniz döneminde (1970'li yıllar) bu okul sol hareketlerin merkezi gibidir. Neden solcu olmadınız?
Ben Siyasal'da solun gerçekten çok yoğun bir ideolojik ve kültürel atmosfer oluşturduğu bir dönemde okudum. 1971 darbesi gelmiş, eylemcilik bitmişti, yenilgi psikolojisi vardı. O dönem solunda yenilgiden nasıl çıkarız, nasıl rövanş alırız psikolojisi hakimdi. Apo filan bizim sınıftaydı, yani sınıf arkadaşıyız.
Solun fikri dünyanıza katkısı oldu mu?
Sol ideolojik ortam bize çok büyük katkı sağladı. İktisat tarihi, toplumsal diyalektik gibi konular bizim de beslendiğimiz, yararlandığımız, düşüncemize büyük zenginlik katan kaynaklar oldu. Solun da tasavvuf için söylediğimi felsefi ve pratik iki ayrı tarafı vardır. Sol maalesef iki tarafını birden kaybetti. O dönemde iki tarafta vardı. İsteyen istediği tarafına gidiyordu.
Benim gibi tipler solun toplumun vicdanı olan vicdanı temsil eden tarafından yararlanmaya çalışıyordu. Başkası onun militan tarafından yararlanıyordu. O yıllarda militanın el kitabı diye başlığı olan bir kitap okumuştum ben de .
Babamın arkadaşlarından biri bize gelmişti. Ben de o gün Komünist Manifesto'yu okuyorum. Adam da imam hatipte hoca. Kim okuyor diye sormuş. Babam da 'bizim oğlan' demiş. Sonradan beni çok sevdi. İstanbul'dan gelmiş entelektüel bir tipti. "Seni manifestoyu okuduğunu görünce sevdim" dedi. Bizim Müslümanlarda solun o vicdanı temsil eden tarafına hep bir sempati olmuştur. O anlamda 'sol ortak bir damardır' denilebilir. Ben solculuğun varmak istediği yere başka yerden daha erken varacağımı düşündüm. Yani insanların mutlu olduğu, eşitsizliğin olabildiğince azaldığı bir dünyaya. Böyle bir dünya bize de iyiydi açıkçası.
Nakşiliğin Malatya'da hakim olduğu tespitini paylaşır mısınız?
İstanbul'da ya da Bursa'da ve diğer büyük kentlerde olduğu kadar değildi. Malatya gibi yerlerde Nakşiliğin çok küçük kolları vardır. Bütün taşrada durum aşağı yukarı böyledir. Nakşilik daha çok merkezlerde büyümüş gelişmiş bir tarikattır, yorum tarzıdır. Taşrada Nakşilik, Kadirilik gibi ayrımlar flulaşır, belirsizdir. Kim Nakşidir, kim niye Nakşidir kim niye Kadiridir; bunlar görünmez hale gelir. Bu nedenle Nakşilik mi daha yaygındı, öbür yorumlar mı daha yaygındı bir şey diyemeyeceğim.
Ama çok ciddi, genel ifadeyle tarikat altyapısı vardı. Tarikat oralarda insanların gündelik hayatlarında hem sosyallik sağlayan hem de düşünce-inanç dünyasındaki ihtiyaçlarına cevap veren bir olguydu.
Siyasal'ın o günkü atmosferi içinde neden solcu olmadınız?
Ben hiçbir zaman eğilim göstermedim. Solun bize hafif bir sempatisi vardı. Sıcak çatışma MHP ile yaşanıyordu. Bize MHP çizgisi dışında durduğumuz, biraz da ortak bazı söylemlerimiz olduğu için şefkatle bakıyorlardı. Zaten Siyasal'da MHP de çok zayıftı. Biz de MHP'li olmayan, imam hatipten gelmiş ve daha iddialı Müslüman tipler vardı.
Batık bankacılarla mücadele eden bir makamdasınız. Yoksullara tercüman olabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Bu konum belki de allahın bir lütfu diyebilirim. İdealizm ile romantizme sahip olmuş birilerinin eline her zaman geçmeyecek bir imkân, imtiyaz bu. Bir büyük sorumluluk aynı zamanda. Sizin kendinize karşı da büyük bir sorumluluk. Hukuk var, kanun var, yasal yetkiler var. Tüm bunların ötesinde bir de ne olup bittiğinin farkında olma var.
Siyasi romantikliğe halen ihtiyaç olduğu anlaşılıyor...
İnsanların gençlik taraflarını hep muhafaza etmeleri gerekiyor. Delikanlılık dönemlerini tutmak lazım. Finans ve reklamcılık sektörleri benim ideolojik olarak her zaman saldırdığım iki alandır. Örneğin sol reklamcılığa girdi, Türkiye'deki sol öldü. Business'ta okumuştum, Ersin Salman 68'li özünü koruduğunu iddia ediyor ama ben bunlara inanmıyorum. Sol olarak karşı çıktığın dünyanın reklamını yapıyorsun, pazarlamacılığını yapıyorsun; 30 sene reklamcılık yapacaksın hala 68 romantizmi mi koruyorum diyeceksin, böyle şey olmaz.
Sol bu değerlerini halen koruyor mu?
Bu değerler bugün yok maalesef, kaybettiler. İslamcılık da, solculuk da çok politize oldu, iktidar yarışına girdi. Her ikisini de öldüren reel politikerliktir. Bu nedenle Erbakan islamcılığı da Türkiye'ye yapılmış bir kötülüktür. İslamcılık ve sol, Türkiye'yi 5 yıl yönetme yarışına mahkum edilemeyecek kadar ulvi şeylerdir. Politika pragmatik seviyeye indirgendi.