Ekonomistlerin, 2008 “mortgage krizi”yle (ipotekli konut krizi) birlikte İzlanda’dan başlayan, İrlanda ve Yunanistan üzerinden İtalya’ya sıçrayan borç krizinin, sonunda adı konulmamış da olsa, bir “Avrupa borç krizi” halini aldığından hiç şüphesi kalmadı. Bugün tartışılan sorun, tekil ülkelerdeki krizin “Avrupa borç krizi” halini alıp almayacağı değil, “Avrupa borç krizi”nin yayılarak bir dünya borç krizine yol açıp açmayacağıdır. “Global piyasa aktörleri”nden tekil ülkelerin “ekonomi yönetimleri”ne kadar herkes tedirginlik içindedir. Kısa vadeli, günlük spekülatif kazançlar peşinde koşan “mikrocular”, bu tedirginliği fırsata dönüştürmeye çalışırken, bazı “uyanık siyasetçiler”, “krizin olduğu yerde fırsat vardır” diyerek, bu süreçten nasıl nemalanacaklarının peşindedir.
Her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan, bu krizin, 2008 “mortgage krizi” gibi “teğet bile” geçmeyeceğini ilan ettiyse de, Türkiye’nin de içinde bulunduğu “gelişen ülke piyasaları”ndaki gelişmeler hiç de parlak görünmemektedir.
Bugünkü “borç krizi”ne kadar, “türev araçlar”la süreklilik sağlayan “parasal genişleme” döneminde yüksek cari açıkla sürdürülen ekonomik büyüme döneminin sonuna gelinmiştir. 2008 “mortgage krizi”yle birlikte, “toksit kağıtlar” adı verilen bu parasal genişleme araçlarının değersizleşmesiyle, “çöp” haline gelmesiyle birlikte, dünya piyasalarında ciddi bir nakit para (likitide) sorunu ortaya çıkmıştır. Artık hiç kimse, “değerli kağıtlar” üzerinden borçlanmak ya da borç vermek durumunda değildir. Herkes nakite geçmiştir. ABD’nin “mortgage krizi”ni ötelemek için yaptığı “I. ve II. parasal genişleme” (“medya ekonomistleri”nin çok sevdiği sözle QE1 ve QE2, yani “nicel gevşeme”) sonucunda 7-8 trilyon dolar değer biçilen “toksit kağıtlar” piyasalardan çekilmiştir. Böylece borçlanmak için nakit para bulmak başlı başına sorun haline gelmiştir. Bu da gayri resmi “rezerv para” olan doların “gelişen ülke” paraları karşısında değer kazanması sonucunu yaratmıştır.
Bu zamana kadar ithalat ve ihracatın, dolayısıyla da cari açığın borçlanma yoluyla finanse edildiği ve sürdürüldüğü ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Bunun sonucunda, ticaret durur, pazarlar tıkanır, ürünler satılamadığından depolara yığılır, nakit para görünmez olur. Bir başka tanımla, ekonomik kriz patlak verir. Engels’in deyişiyle, ekonomi “şirazesinden çıkmıştır”.
[1*]
1980-1984 arasında
[2*] “dünya borç krizi” olarak ifade edilen, 1997’de “Asya krizi” denilen, 2000 yılında “finansal kriz” adı verilen, 2008 yılında “mortgage krizi” olarak adlandırılan ve bugün “Avrupa borç krizi” olarak tanımlanan krizlerin, kapitalist ekonominin “klasik” ekonomik krizlerinden başka bir şey olmadığı da açıktır. Bu da kıyasıya bir rekabet ortamı yaratmaktadır.
Bu rekabet ortamı, Marks’ın ifade ettiği gibi, zararın paylaşılması halini alır almaz, kendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu bir başkasının sırtına yükleme çabasına yol açar.
[3*] Böylesi bir durumda, “AB ülkeleri kendi aralarında anlaşarak borç krizine karşı kararlı bir tutum almalıdır” demek, olmayacak duaya amin demekle eşdeğerdir.
(Milyon $)
|
İhracat
|
İthalat
|
Dış Ticaret Açığı
|
İhracatın İthalatı Karş. Oranı
|
Cari
Açık |
2006
|
85.535
|
139.576
|
-54.041
|
61,3
|
-32.249
|
2007
|
107.272
|
170.063
|
-62.791
|
63,1
|
-38.434
|
2008
|
132.028
|
201.964
|
-69.936
|
65,4
|
-41.959
|
2009
|
102.143
|
140.929
|
-38.786
|
72,5
|
-13.991
|
2010
|
113.883
|
185.544
|
-71.661
|
61,4
|
-47.693
|
Ocak-Ekim 2011
|
111.398
|
201.581
|
-90.183
|
55,3
|
-77.545
|
2011 (Tahmini)
|
131.000
|
241.000
|
-110.000
|
54,3
|
-85.500
|
(Milyon $)
|
Dış Borç Stoku
|
Özel Sektör
|
Toplam
|
Kısa Vade
|
Uzun Vade
|
2006
|
207.736
|
120.471
|
38.310
|
82.161
|
2007
|
249.478
|
160.152
|
38.690
|
121.462
|
2008
|
280.367
|
188.013
|
47.982
|
140.031
|
2009
|
268.374
|
171.605
|
44.337
|
127.268
|
2010
|
289.387
|
188.597
|
72.351
|
116.246
|
2011 1. çeyrek
|
298.728
|
192.952
|
70.671
|
122.281
|
2011 2. çeyrek
|
309.636
|
202.209
|
77.543
|
124.666
|
Bu gelişmeler içinde Türkiye ekonomisi, giderek “ısınan”, yüksek dış ticaret açığı, dolayısıyla cari açık veren bir ekonomi olarak, cari açığı finanse etmek amacıyla daha fazla borçlanmaya gitmek durumundadır. Öyle ki, 2010 yılında 47,7 milyar dolar olan cari açık, 2011 yılının ilk dokuz ayında %63,5 artarak 77,5 milyar dolara yükselmiştir. Bu durumda cari açığı finanse etmek için daha fazla borçlanmak durumundadır. Ama Avrupa zaten borç kriziyle boğuşmaktadır. Diğer ifadeyle, Avrupa bankaları daha önce verdikleri borçları tahsil etmekte zorlanmaktadırlar. Avrupa bankalarının Türkiye’den alacakları 162 milyar dolardır. Bu durumda, Türkiye’nin daha fazla borçlanma olanağı azalırken, diğer yandan Avrupa bankalarının borç krizi nedeniyle içine düştükleri zor durumdan kurtulmak için “Türkiye riskini azaltma seçeneği”ni gündeme getirmeleri, yani kısa vadeli borçları tahsil etmeye başlamaları, Merkez Bankası rezervlerinin azalmasına ve giderek “Avrupa borç krizi” girdabına sürüklenmesine yol açacaktır.
Ama bundan daha da önemlisi, iç pazarın tümüyle ithalata bağımlı olması nedeniyle, dolar kurundaki artışla birlikte enflasyonda meydana gelecek olan yükseliştir. Her ne kadar son dönemde dolar kurundaki yükseliş fiyatlara tam olarak yansımamışsa da, Ekim ayı itibariyle ÜFE %12,58’e ve TÜFE %7,6’ya yükselmiştir. Merkez Bankası’nın “beklenti anketi”nde, yıl sonu enflasyon beklentisi (TÜFE) %9,22 olmuştur.
|
Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)
|
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)
|
Aylık % Değişim
|
Yıllık % Değişim
|
Aylık % Değişim
|
Yıllık % Değişim
|
Ocak 11
|
2,36
|
10,80
|
0,41
|
4,90
|
Şubat 11
|
1,72
|
10,87
|
0,73
|
4,16
|
Mart 11
|
1,22
|
10,08
|
0,42
|
3,99
|
Nisan 11
|
0,61
|
8,21
|
0,87
|
4,26
|
Mayıs 11
|
0,15
|
9,63
|
2,42
|
7,17
|
Haziran 11
|
0,01
|
10,19
|
-1,43
|
6,24
|
Temmuz 11
|
- 0,03
|
10,34
|
- 0,41
|
6,31
|
Ağustos 11
|
1,76
|
11,00
|
0,73
|
6,65
|
Eylül 11
|
1,55
|
12,15
|
0,75
|
6,15
|
Ekim 11
|
1,60
|
12,58
|
3,27
|
7,66
|
Bugün İMKB’deki günlük iniş-çıkışlarla, spekülatif haberlerle bütün bu gelişmeler ve olası sonuçlar gizlenmeye çalışılmaktadır. “Ekonomi kurmayları”nın bir “paniğe” yol açmamak için gösterdikleri tüm “üstün hizmetlere” rağmen, Türkiye’nin cari açığı finanse etmek amacıyla yeniden borçlanması gittikçe zorlaşmakta ve çıkmaza gitmektedir. Öte yandan dolardaki “dalgalı” yükseliş, tüm ithal malların (özellikle ara mallar ve tüketim malları) maliyetini artırarak fiyatların yükselmesi yönünde baskı oluşturmaktadır. Ne denli geciktirilirse geciktirilsin, dolardaki artışın iç pazardaki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarında artışa yol açacağı kesindir. Bu da, herkesin yaşayarak öğrendiği gibi, insanların yaşam ve geçim koşullarının giderek ağırlaşması sonucunu getirecektir.
Dipnotlar
[1*] “... ilk genel bunalımın patlak verdiği tarih olan 1825 yılından bu yana, sanayi ve ticaret dünyasının tümü, uygar halklar ve onların az ya da çok barbar uyduları topluluğunun üretim ve değişimi, her on yıl dolaylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur, pazarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun kalırlar, batkılar batkıları, zoraki satışlar zoraki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerinden sürülene, üretim ve değişim yavaş yavaş canlanana değin, yığın halinde israf ve imha edilirler. Yavaş yavaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tırıs dörtnal olur ve bu dörtnal da sonunda, en tehlikeli atlamalardan sonra kendini yeni baştan... çöküntü (crash) çukurunda bulmak üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase’inde [engelli yarış] doludizgine değin yükselir. Ve hep aynı yineleme. İşte, 1825’ten bu yana beş kezden az yaşamadığımız ve şu anda (1877) altıncı kez olarak yaşadığımız durum. Ve bu bunalımların niteliği öylesine belirgindir ki Fourier, bunlardan birincisini aşırı bolluk bunalımı olarak nitelendirerek, hepsinin üzerine parmak basmıştır.” (Engels, Anti-Dühring, s: 394-395)
[2*] Genel olarak, 1980 dünya borç krizi, emperyalist ülkeler açısından 1984 yılında sona erdiği kabul edilse de, geri-bıraktırılmış ülkeler açısından 1994 yılına kadar sürmüştür.
[3*] “Eski sermayenin bir kısmı, her türlü koşul altında kullanılmadan kalmak zorundadır; sermaye olarak faaliyet gösterdiği ve bu yönüyle değer ürettiği sürece, kendine özgü sermaye niteliğine son verir. Sermayenin hangi kısmının özellikle etkileneceğini rekabet savaşımı belirleyecektir. İşler yolunda gittiği sürece, rekabet, genel kâr oranının eşitlenmesi halinde gördüğümüz gibi, kapitalist sınıf arasında bir kardeşlik havası estirir ve böylece her biri, ortak yağmadan kendi yatırımı oranında pay alır. Ama sorun, kârın değil de zararın paylaşılması halini alır almaz, herkes kendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu bir başkasının sırtına yükleme çabasına düşer. Kapitalist sınıf için, kayba uğramak kaçınılmazdır. Her kapitalist, bu zararın ne kadarını yüklenmek zorunda kalacağı, yani bunu ne ölçüde paylaşmak durumunda kalacağı, göstereceği güce ve kurnazlığa bağlıdır ve o zaman rekabet, düşman kardeşler arasında bir savaşa dönüşür. Her bireysel kapitalistin çıkarları ile bütünüyle kapitalist sınıfın çıkarları arasındaki uzlaşmazlık, tıpkı daha önce, aralarındaki çıkar özdeşliğinin pratik rekabet yoluyla ortaya çıkması gibi, su yüzüne çıkar.” (Marks, Kapital, Cilt: III, s: 266.)