Türklük gurur ve şuuuru, İslam ahlak ve fazileti Milliyetçi-Mukaddesatçı İttifakı
Yeni Milliyetçi Cephe
Herşey "değişim" sözcüğüyle başladı.
Önce Gorbaçov çıktı sahneye. "Glastnost" ve "perestroyka"nın sosyalizmi nasıl değiştireceğinden söz edildi. Ardından emperyalizmin "değiştiği" teorileri geldi. Militarizmsiz emperyalizmden söz edildi.
Özal yıllarında "değişim", "çağ atlama"nın sıfatı haline geldi.
1990'larda emperyalizmin sona erdiği, "globalizm" döneminin başladığı ilan edildi.
Mevlana yeniden keşfedildi. "Dün, dün ile gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım" denildi.
"Dünyada değişmeyen tek şey değişimdir" sözü "magazin dünya"sının sakızı haline geldi.
"Ülkücüler" değişti.
Alpaslan Türkeş Nazım Hikmet'ten şiirler okudu.
Mukaddesatçılar değişti. "Milli Görüş"çüler "yenilikçi" oldu.
Tayip Erdoğan "Ben gelişerek değiştim, 30 yıl öncesinde kalmadım, çünkü çağdışı değilim" dedi.
Herkesin ve herşeyin "değişti"ği kabul edildi. Değişmeyenler ise "dinazor" ilan edildi.
"Değişim" sözcüğü öylesine büyülü hale geldi ki, "değişim"den söz eden herkes tüm geçmişinden ve "günahlar"ından arındırıldı.
Artık geçmişten söz etmenin anlamı kalmadı. Anlamı kalmadığı için de, tarih unutulup gitti.
İnsanlar "değişim" sözcüğünün büyüsüne kapılıp, tarihi, tarihsel olayları ve tarih bilgisini bir yana attılar.
Ve sol, herkesin ve herşeyin değiştiğini kabul ederek "değişti".
MHP'li faşistlerin "milliyetçilik ve faşistlik"ten, mukaddesatçıların "şeriatçılık"tan vazgeçtiklerine inanıldı.
"Değişen" sol, "temel hak ve özgürlükler mücadelesi" adı altında "türban eylemleri"nde yer aldı.
Devrim şehitleri için "mevlit" okutturuldu.
Geçmişin küçük-burjuva devrimci-milliyetçileri "ulusalcı" oldular. "Değişmiş" faşist MHP'lilerle "şeriatçılığa karşı kızıl elma koalisyonu" kurdular.
Önce emperyalizm "değişmediğini" ilan etti. Afganistan'ı ve Irak'ı işgal etti.
Ardından 22 Temmuz seçimlerine gelindi.
AKP, "değişmiş ve yenilenmiş" "takunyalılar", "mukaddesatçılar", açık ara seçimi kazandılar. Solcular, ulusalcılar ve laikler "şok" oldular.
Sıra cumhurbaşkanı seçimine geldiğinde AKP-MHP ittifakıyla Necip Fazıl dergahından yetişme Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu.
"Değişmiş" MHP'yi "müttefik" olarak gören "ulusalcılar", MHP'yi "laikliğin güvencesi" olarak gören laikler şaşkına düştüler. Yine de eski Kürt söylemiyle "taktik hevalım" diyerek kendilerini teselli ettiler.
Ve 2008'e gelindi.
Tayyip Erdoğan konuştu: "Türban velev ki simge dahi olsa, siyasal, dinsel... simge dahi olsa dünyanın hiçbir yerinde hangi simgeye yasak konmuştur ... hiçbir simgeye yasak olamaz."
Böylece türban gündemin ilk sırasına çıkartılır çıkartılmaz, "değişmiş" MHP "türban yasağı"nı kaldırmaya "hazır" olduğunu ilan etti.
Ocak sonuna gelindiğinde AKP ile MHP, "değişmiş" mukaddesatçılar ile "değişmiş" milliyetçiler bir olup "türban yasağı"nı kaldırmak için anayasa değişikliğinde anlaştılar.
"Değişim" sözcüğünün büyüsüne kapılıp herşeyin ve herkesin değiştiğine inanmış solcular, ulusalcılar ve laikler bir kez daha "şok" oldular.
Sanki bu ülkenin yakın tarihinde I. ve II. MC iktidarları yaşanmamış gibi, sanki I. ve II. MC iktidarlarında MHP ve MSP yer almamış gibi, Süleyman Demirel'in başbakanlığında "Milliyetçi Cephe" iktidarlarında Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan başbakan yardımcıları değillermiş gibi, solcular, ulusalcılar ve laikler ne olduğunu anlamadıkları AKP-MHP ittifakına şaşkınlıkla bakıyorlar.[1] Bugün Necip Fazıl dergahından yetişmiş birisi cumhurbaşkanıdır. Ülkenin başbakanı Necip Fazıl'ın "belini getirmeden"[2] şiir okumakla övünen birisidir. Necip Fazıl ise, 1973 seçimlerinde Erbakan'ı ve MSP'yi destekleyen, 1977 seçimlerinde MHP'nin destekçisi olarak ortaya çıkan "üstad"tır.
Necip Fazıl 1977 seçimleri sırasında şunları yazıyordu: "MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in 'Türk Milletine Beyannamesi'ni okudum. Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hattâ süprüntü dolu teneke konserve kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir mâna ve hüviyet sahibidir. Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selâmlıyorum." Necip Fazıl'ın "selamladığı" "Türk Milletine Beyanname"de ise şunlar yazılıdır: "Alparslan Türkeş ve Partisi, milliyetçiliği, içi kevserle dolu bir kâse şeklinde görür, ana kıymeti kâsede değil, kevserde bulur ve o kevserin nûrunu ışıldattığı nispette kâseye değer verir." MHP'nin sloganı ise, "Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti"dir.
Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'ın "üstadı" Necip Fazıl 1977 seçimlerinde, Kayseri, Konya, Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerdeki MHP mitinglerinde Alparslan Türkeş'le birlikte kürsüye çıkmış ve MHP adına propaganda konuşmaları yapmıştır.
Necip Fazıl, "İdeolocya Örgüsü"nde Türk-İslam sentezi adı altında "İslam İnkilâbı"nın strateji ve taktiklerini ortaya koymuştur.
Bugün AKP, 1980 öncesi MC iktidarlarında Süleyman Demirel'in AP'sinin temsil ettiği "merkez sağ"ı bünyesinde toplamış "mukaddesatçı" bir parti olarak, aynı yerden "feyz" alan MHP ile ittifak kurmasında şaşırtıcı hiçbir yan yoktur.
Kendilerini "değişim" sözcüğünün büyüsüne kaptırıp, kendi ideolojisini, kendi dünya görüşünü, kendi tarihini bir yana iten solcular, ulusalcılar ve laikler elbette bunları anımsamakta zorlanacaklardır. Ancak Alparslan Türkeş'in ünlü "Dokuz Işık"ında yazılı olanlar açık ve nettir: "Laiklik ilkesi, devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulmasını ön görmektedir. Laiklik, insanların, vatandaşların dini faaliyetlerine karışmak, dini yaşayışlarına baskı yapmak anlamına alınamaz. Bizde uzun zaman bu ilke, dine baskı olarak kullanılmıştır. Laikliği devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulması görüşü olarak kabul etmek ve bugün bu ilkeyi muhafaza etmekte yurdumuz için yarar vardır. Bu, toplumumuz için din müessesesi gerekli değildir anlamına gelmez. İnsanlar kendi inançlarında hürdürler, kendi yaşayışlarında inançlarına göre dini faaliyetlerini düzenlemekte, yapmakta hürdürler. Bunu yaptıklarından dolayı hiç kimse onları rahatsız edemez, yapmadıklarından dolayı da hiç kimse onlara karışamaz, onları rahatsız edemez. Bu böyle olmakla beraber, ilkokullardan itibaren müslüman bir toplum olan Türk Milleti için çocuklarımıza İslam'ın temel esasları hakkında bilgi vermek, onları yetiştirmek mutlaka gereklidir. Gerek aile yuvasında, gerek okullarda çocuklarımıza toplumumuzun dini terbiyesini ve dini esaslarını öğretmek, vermek gereklidir. Çocuk belirli çağa geldikten sonra kendi hayatına kendi yön verir; o zaman istediği dini faaliyeti yapar veya yapmaz. Fakat müslüman bir toplum olan Türk toplumunun mensup olduğu dini terbiyeyi almalı ve kendi toplumunun dininin esasları hakkında geniş bilgi sahibi olarak yetişmelidir." (A. Türkeş, Dokuz Işık) Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar müslüman MHP'nin "laiklik" anlayışı da bu kadar açık ve nettir.
Özcesi, türban "yasağı"nın kaldırılması konusunda AKP-MHP ittifakı, tıpkı cumhurbaşkanı seçiminde olduğu gibi, anayasal engelleri aşmayı amaçlayan bir "Milliyetçi Cephe" ittifakıdır.
Bu ittifak, 1950'lerde DP bünyesinde, 1960'larda MTTB içinde şekillenmiş olan milliyetçi-mukaddesatçı ittifakıdır. Yıldız camisinden çıkarak Yıldız Teknik Yüksek Okulunda devrimci öğrencilere saldıran ve katleden, Amerikan 6. Filosunu kıble yaparak Dolmabahçe'de namaz kılan, Kanlı Pazar'da (16 Şubat 1969) Amerikan 6. Filo'sunu protesto eden devrimcilere saldıranların ittifakıdır.[3] Bugün bu ittifakın sürdürücüleri, 1980 öncesinin ülkücüleri ve akıncılarıdır.
"Değişim" sözcüğüne takılıp kalmış olanların, "değişim" adına tüm geçmişin üzerine sünger çekmiş olanların ve çekilmesine sessiz kalanların bugün yeni bir Milliyetçi Cephe karşısında şaşırmaya ve korkmaya hakları yoktur.
[1] 39. Hükümet, I. MC Hükümeti, 31 Mart 1975-21 Haziran 1977; 41. Hükümet, II. MC Hükümeti, 21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978. [2] Bu tabiri yadırgayacaklar, Tayyip Erdoğan'ın Necip Fazıl'la ilgili "hatıra"sına bakabilirler. Şöyle anlatıyor Tayyip Erdoğan: "Üstadımızın takdimini yapacağız. Ben o zaman Talebe Birliğinde (MTTB) kültür müdürüydüm. Arkadaşa dedim, 'önce sen hazırlığını takdim et'. A4 sayfasıyla 4 sayfalık takdim hazırlamış, ikinci sayfanın sonuna gelmişti ki, Üstadın mimikleri felan birbirine karıştı. Böyle doğruldu, ayağa kalktı, 'Sen' dedi 'adamın belini getirirsin, belini'." [3] Kanlı Pazar öncesinde Bugün gazetesinden Mehmet Şevki Eygi şunları yazıyordu: "'Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır."
Aynı zevat, yıllar sonra Yeni Şafak gazetesinde yapılan bir röportajda Kanlı Pazar'a ilişkin şöyle konuşmaktadır: "Vicdanen hiçbir rahatsızlık, sorumluluk hissetmiyorum. Bugün aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz yapardım." (11 Nisan 2006)