"AB’ye bir an önce girelim de
nasıl girersek girelim"
AB'ye girelim de nasıl girersek girelim (mi?)
Cstwertskst şehrinde Marichelli Borboie adında ihtiyar bir kız vardı. Sofuluğuyla, kız oğlan kız oluşuyla, yaptığı hayır işleriyle ün kazanmıştı. Kafasını tek bir şeye takmıştı. Öbür dünyada Aziz Pierre'nin elini sıkarak cennete girmek istiyordu.
Fakat Tanrı, bayan Borboie'nin sabrını sınamak için olsa gerek onun başına bir bela gönderdi. Yetim kalan yeğeni Bobillas, bayan Borboie'nin hayatını zindan eyledi. Bu dinsiz, imansız haylaz çocuk, sarhoşluğu, kavgaları, kötü kadınlara düşkünlüğü, iyi kadınları iğfal etmesi ile Cstwertskst şehrinin baş belası oldu.
Derken efendim, ülkesinin karıştığı bir savaş, bayan Borboie'ye yeğe-ninden kurtulmak için bir fırsat yarattı. Yeğenini askere gönderecekti. Bobillas'ı süvari birliğine yazdırdı. Atına bindirip cepheye yolladı.
Bobillas askere gideli altı ay olmuştu. Poldev orduları sınırda savaşırken bir salgın hastalık Cstwertskst şehrini kasıp kavurdu.
Bayan Borboie hastalığa ilk yakalananlardan biri oldu. Ölümünü sükunla karşıladı. Malını mülkünü kiliseye bağışladı. Tanrının adını anarak öldü. Haber şehre yayıldığında herkes ihtiyar kızın o akşam yemeğini cennet melekleriyle birlikte yiyeceğinden emindi.
Bayan Borboie, bu dünyada gözünü kapayıp, öbür dünyada açınca, gök kapılarında tuhaf bir manzara ile karşılaştı. Savaşta şehit olan askerleri cennete öncelikle aldıklarından siviller aylardır cennet kapısı önünde bekleşiyordu. Kalabalığı yararak ve de askerlerin arasına karışarak birkaç defa kapıya kadar ulaşıp, kapıdaki meleklere:
"- Beni tanımadınız mı? Ben Bayan Borboie'yim...
Yaşım altmışsekiz. Hâlâ bakireyim. Elime erkek eli değmedi. Tanrı ve kilise ne buyurdu, ne istedi ise yaptım. Benden istenip de yapmadığım bir şey kalmadı..."
Cennete ben girmeyeceğim de kim girecek, şeklinde yakarmaları hiçbir sonuç vermedi.
Kapının önünde sıra beklemeye başladı. O beklerken sıra sıra cennete giren askerleri izledi. Kahroldu. Günler, aylar geçti...
Bir gün birden irkildi. Önünden geçen atlıların biri, ciğeri beş para etmez yeğeni Bobillas değil miydi? İsyan edercesine atlılara doğru atıldı:
"- Hey, sefil herif... Şerefsiz haydut... Sen de mi cennete giriyorsun? Hem de ben burada, kapının önünde günlerdir, aylardır beklerken..."
Bobillas, ihtiyar kadını gördü:
"- Ağlama, seni de sokarım cennete" dedi. Belinden kavradığı gibi atının arkasına oturttu.
İhtiyar kadın ne olduğunu anlayamadan cennetin kapısına geldiler. Aziz Pierre, askerin atının terkisindeki yaşlı kadını gördü:
"- Hey asker, durun bakalım... Atın terkisindeki bu kadın da kim oluyor? O giremez!.." diye bağırdı.
İhtiyar kadın korkusundan ne yapacağını şaşırmış, tam anlamıyla çökmüştü. Nerede ise attan düşecekti. Süvari Bobillas, üzengilerinin üzerinde hafifçe doğruldu. Kalpağını çıkararak Aziz Pierre'yi selamladı:
"- Alayın orospusudur, efendim!"
"- Ha pekala.. Alayın orospusu ise mesele yok... Geçin..."
Bayan Borboie, bu muazzam alçalışı, bir hıçkırık içinde sineye çekti. Bir "bakire" ve de "Tanrı'nın sevgili kulu" olarak giremediği cennete, "alayın orospusu" olarak girmişti... Ne yapabilirdi ki... Burada niçinler, nasıllar hiçbir anlam taşımıyordu...
Bu hikâyeyi, Varlık Yayınları tarafından 1956 yılında bastırılan 1 TL fiyatla satılan "Marcel Ayme"nin "Duvargeçen" isimli hikâye kitabında okumuştum. Daha önce başka olaylar nedeniyle de okuyucularıma aktardığım bu hikâyeyi bugün ekonomi sayfasında yayımlamamın bir nedeni var. "Çok bekledik, çok fedakârlık ettik... Alınganlık göstermeye ve de dert etmeye gerek yok... AB'ye bir an önce girelim de nasıl girersek girelim" havasının ağır bastığı şu günlerde hikâyeyi sayın okuyucularıma hatırlatmak istedim.