Büyük Ortadoğu Projesi,
NATO Zirvesi
ve "Ilımlı İslam"a Dair
Kurtuluş Cephesi'nin Ocak-Şubat 2004 tarihli 77. sayısında, Amerikan emperyalizminin "Büyük Ortadoğu Projesi"ne ilişkin olarak Yeni Şafak gazetesinde 1 Şubat tarihinde yayınlanan bir haber-yorum üzerine bir değerlendirme yayınladık. Yazımızın yayınlandığı tarihten itibaren "Büyük Ortadoğu Projesi" neredeyse tüm "medya"nın en gözde konusu haline geldi. Tüm köşe yazarları "Büyük Ortadoğu Projesi"ne ilişkin yazılar kaleme alırken, "ılımlı islam" kavramı giderek politik söylemin odak noktasına yerleşti.
Ancak şeriatçı kesimler, Yeni Şafak gazetesinin Amerikan emperyalizminin "Büyük Ortadoğu Projesi"ni olumlayan haber-yorumu karşısında tam bir şaşkınlık içine düştüler. Yeni Şafak gazetesinin manşetten verdiği haber-yorumunun, birkaç "ama" dışında, tümüyle "Büyük Ortadoğu Projesi"ni olumlaması ve bu projenin kendileri için yeni fırsatlar yaratacağı düşüncesini işlemesi şeriatçı kesimleri, tüm politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Haber-yorumda "Büyük Ortadoğu Projesi"nin biraz "İsrail planı" koktuğu yolundaki yorumdan yola çıkan birkaç "islamcı yazar" (şeriatçı yazar) utangaç biçimde itirazlar kaleme alırken, geri kalanları tepkileri izlemekle yetindiler.
Tepkilerin yoğunlaşması üzerine tüm şeriatçı yazarların ve şeriatçı "medya"nın Amerikan emperyalizminin "Büyük Ortadoğu Projesi"ne tavır almalarıyla, "proje", şeriatçı kesimlerin geleneksel Amerikan karşıtlığının ajitatif söylemi haline dönüştü. Böylece Tayyip Erdoğan ve mehteran takımının yayın organı Yeni Şafak gazetesinin kendileri için yeni fırsatlar yaratacağı düşüncesiyle manşetine taşıdığı "Büyük Ortadoğu Projesi" BOP'laştı.
Şeriatçı kesimlerin "medya" sözcüleri kendileri için büyük ve yeni fırsatlar yaratacağını düşündükleri "Büyük Ortadoğu Projesi"ni büyük pişkinlikle yerden yere vururlarken, Yeni Şafak'ın manşetinde yer alan haber-yorumu unutmuş görünmektedirler. Bu haber-yorum Yeni Şafak'ın manşetinde şöyle yer almıştı: "Amerikanın Yeni Projesi
Türkiye modelli Büyük Ortadoğu
ABD Başkanı George Bush'un, Başbakan Erdoğan ile görüşmesinde gündeme getirdiği, 'Büyük Ortadoğu' Projesinde Türkiye merkez konumunda ele alınıyor. ABD'nin bu çerçevede Türkiye'den imam, vaaz, müftü gibi yetişmiş din görevlilerinin Ortadoğu'ya gitmesini istediği ortaya çıktı.
ABD'nin bu projeyle üç amaç belirlediği vurgulandı. Bunlar Müslüman ülkelerde demokrasinin yaygınlaştırılması, serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi, radikal dini grupların örgütlenmelerinin önlenmesi, 'İslami terör' kavramının önüne geçilmesi." Haber-yorum "ABD, imam-hatip istiyor" alt başlığıyla Amerikan emperyalizminin imam, vaaz, müftü isteği bir kez daha vurgulandıktan sonra şöyle devam ediliyordu: "Merkez İsrail mi İstanbul mu?
'Büyük Ortadoğu' projesi, Türkiye'ye 'merkezi rol' alacağı şeklinde sunuluyor. Bu teklif, Türkiye'nin de İslam ülkeleri ve Orta Asya'ya yönelik projeleriyle örtüştüğü için büyük destek buluyor. Ancak projenin fikir babasının İsrail olması kafaları karıştırıyor.
Türkiye ne yapmalı Uluslararası ilişkiler uzmanları ve stratejistler, Türkiye'nin bu projeye dikkatli yaklaşması ve 'merkezi Türkiye' olacak bir 'Büyük Ortadoğu' projesi için daima teyakkuzda bir dış politika izlemesi gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Uzmanlar, bu projenin çok uzun süreli bir proje olduğunu da hatırlatarak, bu teyakkuz ve güçlü pazarlık durumunun hükümetlerle değişmemesi gerektiğinin de altını çiziyorlar." Görüldüğü gibi, Yeni Şafak gazetesinin manşetine çıkardığı "Büyük Ortadoğu Projesi"ne ilişkin haber-yorum, "Türkiye'nin de İslam ülkeleri ve Orta Asya'ya yönelik projeleriyle örtüştüğü için büyük destek gördüğünü" ve "Türkiye merkezli" olması koşuluyla projenin desteklenmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu durumu Kurtuluş Cephesi'nin Ocak-Şubat 2004 tarihli 77. sayısında şöyle değerlendirdik: "Amerikan emperyalizminin 'enerji ve su kaynaklarının güvenliğini garanti altına almak' olarak özetlenebilecek stratejisinin yeni adı 'Büyük Ortadoğu' olmaktadır.
Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı, Necip Fazıl'dan aldıkları 'Büyük Doğu' hayaline, Amerikan emperyalizminin 'Büyük Ortadoğu' planlarıyla daha fazla yaklaştıklarını düşünerek bu planın asli öğesi olmaya soyunmuşlardır.
Onların sanısına göre, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirebilmesi için, 'laiklik ile islamiyeti en iyi biçimde kaynaştırmış Türkiye' bir model ülke olarak alınacaksa, 'ılımlı islam yönetimi' daha iyi bir model olabilecektir. Onlara göre, kendilerinin temsil ettiği 'ılımlı islam', 'Büyük Ortadoğu'nun ideolojik temeli işlevini görmelidir. Ancak onlar 'Büyük Ortadoğu'nun 'coğrafi sınırlamadan çıkartılarak, Kafkaslar ve Orta-Asya ülkelerini de içine alarak geniş bir çerçeveye', yani Necip Fazıl 'üstadları'nın 'Büyük Doğu' çerçevesine oturtulmasının daha doğru olacağını düşünmektedirler.
Böylece Türkiye'de iktidarı ele geçirecek olan 'Büyük Doğu'cuların İBDA kıtalarıyla 'doğu'nun fethi teorisinden, Amerikan emperyalizminin kıtalarıyla 'büyük doğu'nun kendi önlerine serilmesi beklentisine geçmişlerdir. Bunun için tek yapmaları gereken 'ılımlı islamcı' portresi çizmekten ibarettir. Bu amaçla, yıllardır Türkiye'de tedrisatını yaptıkları takiyyeyi uluslararası planda sürdürmek yeterli olacaktır. Amerikan emperyalizminin her dediğini yerine getirerek ona şirin gözükmek, dalkavukluk yapmak, amaca ulaşmanın basit araçlarıdır."[1*] İşte bu bakış açısıyla Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı, Amerikan emperyalizminin istekleri doğrultusunda Kıbrıs'ta "kazı-kazan" süreci başlatmıştır. Ardından Colin Powell'ın Türkiye'yi "islam cumhuriyeti" olarak tanımladığı açıklaması gelmiştir. Ancak Nisan ayına girildiğinde Felluce'deki silahlı direnişin şiddetlenmesi ve giderek Amerikan emperyalizminin Irak işgalini içinden çıkılamaz hale getirmesi şeriatçı kesimlerin umutlarını önemli ölçüde kırmıştır. Yine de can çıkmayınca huy çıkmadığından bu kesimler yeni beklentilere yönelmişlerdir. İşte bu beklentilerin yoğunlaştığı yer, NATO'nun İstanbul zirvesi olmaktadır.
Şeriatçı kesimin "tink-tank"cıları (ya da "stratejik araştırma" uzmanları) İstanbul'daki NATO zirvesinden emperyalist ülkeler arasında bir uzlaşmanın ortaya çıkacağını beklemektedirler. Özellikle Fransa-Almanya ile ABD-İngiltere arasında Ortadoğu'nun NATO görev alanına alınmasını sağlayacak bir uzlaşma sonucu, "ılımlı islam" portresi çizen AKP mehteran takımının önünün açılacağı beklenmektedir. Bu öylesine bir beklenti haline gelmiştir ki, AKP iktidarı, piyasalarda başlayan dalgalanmaları bile önemsememektedir. Ne de olsa "Türkiye merkezli Büyük Ortadoğu Projesi" "ılımlı islam"ın önüne büyük bir pazar açacaktır.
Neredeyse AKP saflarında yer alan tüm şeriatçı kesim ("medya"sından sermaye kesimlerine kadar) "Büyük Ortadoğu Pazarı" hayaliyle "ılımlı islam"a doğru yelken açmakta tereddüt etmemişlerdir. Ama bütün sorun, Amerikan emperyalizmi dışında hiç kimsenin bilmediği bu "ılımlı islam"ın ne olduğu ve sınırlarının nereye kadar uzandığıdır.
Şeriatçılara "muhafazakar demokrat" tanımı getirerek "imajmaker"lık yapan Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan'ın "Devlet mi toplumu Müslümanlaştırmalı; Müslüman toplum mu devleti dinileştirmeli; yoksa her ikisi de mi birbirini ideolojik bir dönüşüme tâbi tutmamalı?" şeklinde formüle ettiği ve sonuçta devletin ve toplumun "birbirini ideolojik bir dönüşüme tabi tutmamalı"yla sonuçlandırdığı "ılımlı islam" çerçevesi dışında ortada bir ölçü bulunmamaktadır. Ama bu ölçü de fazla "akademik" olduğundan pratik bir değere sahip değildir. Dolayısıyla, pragmatizm, "ılımlı islam" portresi çizebilmenin tek yolu haline gelmiştir. Bugün için, devletin yürütme gücünü elinde tutan AKP, bu devlet gücüyle, YÖK yasası değişikliğiyle hem devleti hem toplumu dinileştirmeye yönelmiştir. Böylece Yalçın Akdoğan'ın "akademik teorisi" fiilen ortadan kalkmıştır.
Şimdi sorun, Amerikan emperyalizminin "ılımlı islam"ı ile AKP'nin "ılımlı islam" yöneliminin ne denli çakışıp çakışmayacağına dönüşmüştür. Ve şeriatçı kesim NATO zirvesine gelecek olan W. Bush'tan bu sorunun cevabını beklemektedirler.
Bu koşullarda "laik kesim"in "vurucu gücü" olarak sunulan Genelkurmay, bir yandan AKP'nin imam-hatiplere ilişkin anayasa değişikliğine açıktan muhalefet ederken, diğer yandan eski askeri ihaleleri iptal etmiştir.
Genelkurmay'ın imam-hatiplere ilişkin açıklaması doların %20 değer kazanmasıyla beklenen sonucunu verirken, askeri ihalelerin iptal edilmesi sadece M. Ali Briand'ı harekete geçiren bir işleve sahip olmuştur.
İptal edilen askeri ihaleler "ortak proje" kapsamında "yerli katkı" ile üretilecek saldırı helikopterleri ile tanklara ilişkindir. "Ortak proje" ile üretilecek 1.000 adet tank yerine doğrudan "üretici firmadan" 250 tank ve 145 saldırı helikopteri yerine 90 helikopter alınmasına karar verilmiştir. Saldırı helikopteri için her ikisi de Amerikan şirketi olan King Cobra üreticisi Bell ile Apache'nin üreticisi Boeing sözkonusuyken; "ana muharebe tankı" adayları Abrams A1 tanklarının üreticisi Amerikan General Dynamics Co. ile Leopard 2 tanklarının üreticisi Alman Krauss-Maffei Wegmann olmaktadır. Ağustos 2003'de Bell şirketi ile King Cobra için "prensip anlaşması" yapıldığı için ihalenin en önemli kesimi tanklar olmaktadır.
Abrams ya da Leopard tanklarından hangisinin alınacağına ilişkin karar Türkiye ile ABD ve Almanya arasındaki ilişkileri belirleyecek niteliktedir. Özellikle ekonomik durgunluk içinde bulunan Almanya için Leopard tanklarının satışı büyük öneme sahiptir. Öyle ki, Claudia Roth'un son Türkiye "ziyareti" sırasında Yeşiller Partisi adına "Türkiye'ye silah satışını engellemeyeceklerine" ilişkin açıklama bu konunun Almanya için ne denli önemli olduğunu göstermeye yetmektedir.[2*] Böylece Genelkurmay "ortak proje" ihalelerini iptal ederek doğrudan alıma karar vermekle "ılımlı islam"ın tanımına ve sınırına ilişkin önemli bir araç ele geçirmiştir. NATO zirvesi öncesinde alınan bu karar, şeriatçı kesimin NATO zirvesine ilişkin beklentilerinin önünü büyük ölçüde kesecek niteliktedir.
Diğer yandan saldırı helikopteri ve ana muharebe tankı alımlarının hızlandırılması, aynı zamanda "sınır ötesi harekâtlar"da yer alınmasının bir hazırlığı niteliğindedir. NATO zirvesinden, Almanya-Fransa ile İngiltere-ABD arasında NATO'nun görev alanlarının Ortadoğu'yu kapsayacak biçimde genişletilmesine ilişkin ortak bir kararın çıkması beklenmemekle birlikte, pazarlıkların her düzeyde sürdürüldüğü açıktır. Emperyalist ülkelerin kendi aralarında Ortadoğu'nun paylaşımına ilişkin varacakları "uzlaşma"ya paralel olarak Türk ordusunun savaş alanlarına gönderilmesi gündeme gelecektir. Emperyalist ülkeler arasında uzlaşma sağlandığı koşullarda emperyalist işgal güçlerinin yanında yer alacak olan Türk ordusunun gerekli altyapısı bu ihalelerle tamamlanmaktadır. Böylece sorun, "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak" şekline dönüşmektedir. Bu da "ılımlı islam"a ilişkin Amerikan emperyalizminin tutumuyla belirlenecektir.
[1*]Kurtuluş Cephesi, "Necip Fazıl'ın 'Büyük Doğu'sundan ABD'nin 'Büyük Ortadoğu'suna", Sayı: 77, Ocak-Şubat 2004. [2*] Her tank ve uçak ihalesi öncesinde Alman Yeşiller Partisi'nin "Kürt sorunu" üzerine girişimlerini yoğunlaştırması neredeyse bir politik gelenek haline gelmiştir. Claudia Roth'un son Leyla Zana şovu bunun son örneğidir.