KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1999
Balkanların Yeniden Paylaşımı
ve "Kosova Sorunu"
Amerikan emperyalizminin başını çektiği emperyalist güçlerin Yugoslavya'ya yönelik askeri harekâtının gerçekleştirilmesiyle birlikte, uzun yıllardan sonra Balkan ülkeleri bir kez daha dünyanın gündeminde yer almaya başladılar. Kimilerine göre, 1912-13 Balkan Savaşına benzeyen gelişmeler gündemdedir. Kimilerine göre, Balkanlar'ın "son diktatörü" yıkılarak, bölgeye "barış ve huzur" gelecektir vb.
Yapılan değerlendirmeler ya da yorumlar ne denli birbirinden farklı gözükürse gözüksün, tümünün de ortak noktası, Kosova'lı Arnavutlara yönelik "Sırp katliamı" sözkonusudur ve bu "katliam"ı durdurmak için NATO müdahele etmiştir.
Emperyalistlere göre, bu askeri harekâtın sorumlusu "tek başına Milesoviç"tir. Onlara göre, Milesoviç, Kosova konusunda yapılan her türlü "uzlaşma önerisini" reddetmiş ve böylece binlerce Kosovalı Arnavut'un öldürülmesi ya da ülkelerinden ayrılması için kendi askeri birliklerini harekete geçirmiştir. Böyle bir gelişme karşısında, emperyalist ülkeler, "insan haklarının böylesine hayasızca çiğnenmesine daha fazla gözyumamayacakları için" Yugoslavya'ya karşı askeri "harekât"a karar vermişlerdir.
Amerikan emperyalizminin "Saddamı cezalandırmak" amacıyla Irak'a yönelik bir dizi askeri harekâtlarındakine benzer söylemler ve görünümler, bu kez Yugoslavya'nın bombalanması olaylarında gündeme gelmiştir. Amerikan emperyalizmi, Irak'ın bombalanması olaylarında olduğu gibi, bir kez daha diğer emperyalist ülkelerle birlikte ve kendi propaganda mekanizmalarıyla koşullandırdığı "kamuoyunun" desteğiyle Yugoslavya'ya saldırmıştır. Emperyalist propaganda mekanizmaları, her yönden, emperyalizmin bu saldırısını "haklı ve meşru" gösterebilmek için harekete geçirilmiştir. Böylece "diktatör" Saddam' dan sonra, Milesoviç "cezalandırılmak"tadır. Kosova'da Amerikan emperyalizminin eğittiği, donattığı ve yönettiği UÇK "gerillaları" ile Yugoslavya polis güçleri arasındaki çatışmalarda "katledilen siviller"in görüntüleriyle başlayan süreç, "göçe zorlanan" Arnavutların "hazin görüntüleri" eşliğinde bağımsız bir ülkenin bombalanmasıyla devam etmektedir.
Emperyalizm hakkında az çok birşeyler bilen ya da 1991'de SSCB'nin dağıtılmışlığı sonrasında gelişen olayları yakından izleyen herkesin kolayca görebileceği gerçek ise, Balkanların emperyalistler tarafından yeniden paylaşılması olduğudur.
Bilindiği gibi, 1991 sonrasında Almanya'nın Slovenya ve Hırvatistan'a yönelik mali ve askeri girişimleriyle Yugoslavya'nın parçalanması süreci başlatılmıştır. Almanya'nın Doğu-Almanya'nın ilhakıyla eline geçen tüm Sovyet silahlarını Slovenya ve Hırvatistan'a vererek, bu iki bölgenin "bağımsız devlet" haline gelmesini sağlamasına paralel, Bosna-Hersek olayları başlamıştır. Ancak bu kez sahnede, İngiliz ve Fransız emperyalistleri yer almıştır. Dört yıl süren Bosna-Hersek olayları sonucunda, Yugoslavya'nın, Bosna-Hersek'in "iç işlerine karışmayacağı" garantisi vermesi sağlanmıştır. Ve son bir yıl içinde Kosova bölgesi, Amerikan emperyalizminin devreye girdiği alan olarak ortaya çıkmıştır.
Sözcüğün tam anlamıyla, Yugoslavya'nın parçalanması ve bölgenin emperyalist güçler arasında paylaşılmasının görüngüleri olan bu olaylar, 1991 sonrasında ortaya çıkan gelişmelerin bir sonucudur. Emperyalizm, 1917 Ekim Devrimi'nden sonra yitirdiği pazarlarını yeniden ele geçirirken, aynı zamanda, bu yeni pazarları kendi aralarında paylaşmışlardır. Yapılan gizli pazarlıklar ve anlaşmalar sonucunda gerçekleştirilen eski sosyalist ülkelerin paylaşımı kağıt üzerinde gerçekleştirildikten sonra, her emperyalist ülke kendi payına düşen pazarlarda kesin egemenlik kurmak amacıyla harekete geçmiştir. Kimi zaman rüşvet yoluyla, kimi zaman "iç karışıklıklar" yaratarak, kimi zaman tehdit ve şantajlara başvurarak yürütülen bu egemenlik kurma eylemleri, Doğu-Avrupa ülkelerinde önemli ölçüde "barışçıl" biçimde sonuçlanmışsa da, Yugoslavya' da aynı sonuç alınamamıştır. (Yugoslavya'da alınan tek "barışçıl" sonuç, Mekadonya'nın ayrılmasında ortaya çıkmıştır.) Yugoslavya'nın Tito döneminden gelen "bağlantısızlık" politikaları sonucunda emperyalist ülkelerle geliştirdiği ilişkiler tek başına yeterli olmayınca, silahlı çatışmalar ve savaş kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bugün Yugoslavya'ya yönelik olarak NATO adına yürütülen emperyalist saldırı, Balkanların kesin olarak emperyalist hegemonya altına alınmasının son adımı durumundadır. Gerek Hırvatistan, gerekse Bosna-Hersek olaylarıyla kıyaslanmayacak kadar önemsiz gelişmeler ve olaylar bu nedenle öne çıkarılmış ve askeri saldırıların gerekçesi yapılmıştır. Bu ana kadar, tek tek emperyalist ülkelerin kendi paylarına düşen alanlarda sağladıkları ilerlemeler, bölgede "kalıcı bir istikrar" sağlamadığı için, emperyalistler için kullanılabilir bir pazar yaratamamıştır. İşte Amerikan emperyalizminin başını çektiği birleşik emperyalist güçler, Balkanlarda "huzur ve istikrarı" sağlamak ve böylece elde edilen pazarları işlevsel hale getirmek için son saldırıya karar vermişlerdir.
Tarihte "Balkanlaştırma politikası" olarak geçen ve "böl ve yönet" politikasının ifadesi olan politika, bir kez daha kendi asıl alanında yaşama geçirilmektedir. Balkanlarda her türden dinsel, etnik, ırksal farklılıkları kullanarak geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma sürecinde ortaya çıkan "Balkanlaştırma", Yugoslavya'nın nihai parçalanmasıyla yeniden ortaya çıkmaktadır. Emperyalizmin eski-sömürgecilik koşullarında gerçekleştirilen "Balkanlaştırma" uygulamalarının yeni-sömürgecilik koşullarında da geçerliliğini koruması, emperyalizmin dünyanın toprak olarak paylaşımı olmasının bir görüngüsüdür. Ancak yeni-sömürgecilik koşullarında küçük devletçiklere ayrıştırılan Balkanlar, emperyalist ülkelerin yeni "serbest bölgeleri" olarak, emperyalistlerin bütünü için yeni üretim birimleri oluşturmaktan öteye gidemeyeceği de, Yugoslavya'ya yönelik birleşik emperyalist saldırıyla birlikte açık hale gelmiştir.
İkinci olarak, Yugoslavya'ya yönelik askeri saldırıların Amerikan emperyalizminin yönetimi altında gerçekleştirilmesi, tek tek emperyalist ülkelerin ne denli Amerikan emperyalizminin hegemonyasını kabul etmek durumunda olduklarını da bir kez daha göstermiştir. Bu boyutuyla, SSCB'nin dağıtılmışlığı koşullarında emperyalistler arasındaki çelişkinin daha da sertleşeceği ve giderek askeri plana yansıyacağı yönündeki "beklentiler" de boşa çıkmış olmaktadır. Emperyalist ülkeler arasındaki entegrasyonun temel belirleyicisi olan sosyalist ülkelerin mevcudiyeti ve ulusal ve halk kurtuluş savaşlarının gelişimi, bugün için ikinci plana inmişse de, temel amaç, yani emperyalist ülke pazarlarının korunması ve genişletilmesi amacı varlığını sürdürmektedir.
Yugoslavya'ya yönelik emperyalist saldırının ortaya çıkardığı bir diğer olgu ise, dünya çapında "bağımsız" devletlerin, hiçbir biçimde emperyalizmin istek ve çıkarlarına aykırı hareket edemeyecekleridir. Her aykırı hareket, emperyalizmin askeri saldırısıyla karşı karşıya kalmak durumundadır. Küçük ulusal-toplulukların ya da ulusların, emperyalist ülkelerle anlaşarak, kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olmaları, emperyalizmin istek ve çıkarlarına aykırı hareket edilmeyeceği güvencesiyle olanaklı olduğu böylece görülmüştür. Böylece, sözcüğün tam ve gerçek anlamında ulusal bağımsızlık, her zamankinden çok daha net ve açık bir biçimde, emperyalizmden ve emperyalist sömürüden kurtuluş sorunu olarak kendisini ortaya koymuştur. Ve bu kurtuluş sorunu, tek tek emperyalist ülkelerin sömürüsünden kurtuluş sorunu olmayıp, topyekün emperyalizmden kurtuluş sorunu durumundadır. Dolayısıyla anti-emperyalist mücadele, bir bütün olarak emperyalist ülkelere karşı mücadele amacı gütmeksizin zafere ulaşamayacaktır.
Yugoslavya'ya yönelik emperyalist saldırının ortaya çıkardığı son bir olgu ise, emperyalizmin propaganda mekanizmalarının dünya kamuoyunu kolayca yönlendirebildiğidir. Yıllardır sürdürülen "yeni dünya düzeni" ve "globalleşme" propagandası, emperyalizmin her türlü saldırısına karşı sessiz kalan bir kamuoyu oluşturmuştur. Bu kamuoyunun oluşturulmasında, tek tek ülkelerin kendi halkına yönelik olarak yürüttükleri propaganda, aynı zamanda o ülkelerin emperyalizmin askeri tehdidi altına girmesinin de bir aracı olmuştur. Artık eski dönemlerdeki gibi, tek tek ülkelerin yöneticilerinin, kendi kamuoyuna dayanarak emperyalizme karşı politik manevralar yapabilme olanakları kalmamıştır.