"Erivan'ın delisi Belge'yi ıslattı
Murat Belge'nin kafasına şarap döken Ermeni kaçtı, Hrant Dink yakaladı. Murat Belge, 'Köyün delisi diyebiliriz' dedi." (Sabah, 25 Nisan 2004)
"Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan olaylarından biri, 1915 olaylarının 90'ıncı yıldönümü nedeniyle Erivan'da bulunan Prof. Dr. Murat Belge'nin maruz kaldığı 'şaraplı saldırı'ydı. Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Başkanı ve Radikal gazetesi yazarı Belge, olayı büyük bir olgunlukla karşıladı; gömleğini nasıl ücretsiz temizlettiğini, dökülen bir kadeh yerine ikram edilen bir şişe şarabı nasıl içtiğini yazdı.
Belge gerçekten hiç sinirlenmemiş. "Mahallenin delisi" olarak tabir ettiği adamın yaptığını anlatırken gülümsemeden de edemiyor.
Belge'yi Kuştepe'deki Bilgi Üniversitesi kampusunda ziyaret ettik. Saldırıyı, anıta çiçek koyarken niçin gözyaşı döktüğünü ve neden 'Birleşmiş Milletler'in tanımına göre 1915 olayları soykırımdır' dediğini kendi ağzından dinledik...
"Gazeteci arkadaşlar vardı. O adamcağız önceden tespit etmiş Türk olduklarını, saldırmış. Aynı masada oturuyoruz. Tekrar onları görünce 'Turco' falan diye bağırdı. Birden bir el geldi ve bardağımı alıp şarabı başıma döktü. Hırant (Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink) fırladı, adam da kaçtı. Adamın yüzünü bir anlık görebildim. Pek sağlam bir adam değildi. Belli ki mahallenin delisi bir adamdı." (Milliyet, 9 Mayıs 2004)
"Prof. Dr. Belge'nin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink, tarihçi Taner Akçam ve bir grup arkadaşıyla birlikte Mariott otelinin Cumhuriyet Meydanı'na bakan kafeteryasında oturduğu sırada gerçekleşmişti. Yoldan geçen siyah eşofmanlı bir Ermeni, aniden Murat Belge'nin üzerine masada duran bir kadeh şarabı döktü. Bunun üzerine Hırant Dink ayağa kalkarak saldırgana Ermenice 'Ne yapıyorsun?' diyerek gitmesini istedi. Dink, 'Meselenin büyütülecek bir tarafı yok. Adamın yarı meczup olduğunu söylediler. Böyle bir meczubun yaptığı eylemin, iki ülke arasında zaten kırılgan olan ilişkileri daha da içinden çıkılmaz hale getirmek için kullanılmasına hep birlikte karşı çıkmalıyız' dedi." (DHA, "'Türk müsün' diye sormadan şarap döktü", 25 Nisan 2004.)
"... hep birlikte, dediğim gibi otelin önündeki kahvede oturmuş konuşuyoruz. Aynı adam zuhur ediyor ve bizim gazetecileri tanıyor. Ben de arkam ona dönük konuşmaktayım. Birinin içinde 'Türk' geçen bir şeyleri bağırdığını duydum ve aynı anda şarap da başıma geçti. Edebiyatta, söz sanatlarında, aynı anda birden fazla duyunun tek yaşantı halinde sunulmasına 'sinestezya' denir. Benimki de biraz 'sinestetik' bir yaşantı oldu.
Yanımda Hırant fırladı, üstüne yürüdü ve bu zavallı 'meczup' kaçtı...
Ertesi gün resepsiyonda Dışişleri Bakanı bile gelip hatır sordu. Akşam lokantada olmadık bir raslantı sonucu ABD Büyükelçisi ve hanımı ile karşılaştık. Bir şarap ikramı da buradan çıktı. Sonuç olarak, başıma geçen bir bardaktan çok daha fazlasını normal yoldan tüketmiş oldum.
Adam (zaten bilinirmiş) tam bir meczup olduğu için, bu olayı herhangi bir şekilde 'tipik'leştirmeye imkân yok. 'Her Türk'ten nefret eden bir milliyetçi' olduğunu dahi söyleyemezsiniz, çünkü adamcağızın aklı yarım.
Onun için Hırant'la düşündük taşındık, aslında bunun bir saldırı, herhangi bir düşmanlık eylemi olmadığına, tersine, adamın bana duyduğu aşırı sevgiden ileri geldiğine karar verdik. Kendi kültürü içinde beni kutsal şarapla vaftiz etmek istemişti." (Murat Belge, "Bir Erivan Anısı", Radikal, 26 Nisan 2004.)
Not: Meczup (TDK): 1. Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse; 2. Aklını yitirmiş, deli, sapık.