Profesyonel ordu, askerliğin meslek haline getirildiği ve sadece bu mesleği yapacakların görev aldığı bir ordu olarak tanımlanır. Bu açıdan, profesyonel ordu, sözcüğün tam anlamıyla paralı askerlerden oluşur.
Bu paralı askerler, askerliği meslek, yani bir para kazanma yeri olarak kabul etmiş ve askeri kışlalarda (gerektiğinde ailesiyle birlikte) yaşam süren tam zamanlı silahlı personeldir. Örneğin ABD ordusu, tümüyle profesyonel askerlerden oluşan profesyonel bir ordudur. Savaşçı personelden büro personeline kadar herkes paralı asker olarak orduda görev yapar. Buna paralel olarak da, ABD ordusunun askere alım, asker eğitimi ve görevlendiriş tarzı biçimlendirilmiştir. Hollywood filmlerinin kafamıza kazıdığı gibi, bu paralı askerler “vatan, millet, bayrak” için değil, sadece kendileri için savaşırlar. Kendi emir-komuta zinciri dışında kimseye hesap vermek durumunda olmadıkları için de savaş alanında akla gelmedik katliamlara başvururlar.
Türkiye’de “profesyonel ordu” tartışmaları Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasıyla birlikte yoğunlaşmıştır. Özellikle “terörizme karşı mücadele”nin, zorunlu askerlik hizmeti için orduya katılmış ve çok az eğitime sahip askerlerle yürütülmesinde “sorunlar” ortaya çıktığı görüldüğünden, “profesyonel ordu” kurulması yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır. Ancak bu eğilim, kimi zaman “medya”da dile getirilmiş, kimi zaman “medya” üzerinden topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştır.
Toplumun, PKK’ye yönelik savaşta zorunlu askerlik hizmetiyle orduya katılanların ölümleri karşısında tepki vermeye başlamasıyla birlikte (“hakkımı helal etmiyorum”), “profesyonel ordu” eğilimi gerçeklik haline dönüşmüştür.
Dünün Genelkurmay başkanı, “Ergenekon operasyonları”nın “mağduru” İlker Başbuğ bu “müjdeli” haberi 2007 yılında vermiştir.
Başbuğ’a göre, “terörle mücadelede zayiat işin doğasında” (“fıtratında”) vardır. “Bu zayiatı en aza nasıl indiririz?” sorusu üzerinde yoğunlaşıldığını ve sonuçta “iç güvenlik” bağlamında “yeni bir konsept” geliştirdiklerini açıklar. Bu “yeni konsept”:
1- Yüzde 100’ü profesyonellerden oluşan Özel Kuvvetler Komutanlığı.
2- Jandarma özel harekât taburları.
3- 5’i Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, 1’i Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı komando tugayları.
4- Sabit konuşlu ve alan kontrolü sağlayan iç güvenlik taburları.
5- Destek unsurlarını içerir.
Böylece 2008 yılından itibaren “profesyonel ordu”ya geçilmeye başlanılmıştır.
Ancak ortada bir “başka” sorun vardır. “Zorunlu askerlik sistemi”, aynı zamanda “ordu-millet” temelli milliyetçi ideolojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Profesyonel ordu, herşeyden önce, mesleği askerlik olan ve geçimini buradan sağlayan silahlı unsurlardan oluşur. Bu da “ordu-millet”e dayanan milliyetçi ideolojinin zaafa uğraması demektir. Yani “kutsal peygamber ocağı” olarak dinsel bir ideolojiyi de barındıran “zorunlu askerlik sistemi”nin kaldırılması, ordunun niteliğini ve toplumsal işlevini değiştirecektir. Profesyonel ordu, ideolojisiz bir ordu olarak, sadece parayla motive edilmiş silahlı unsurlardan oluşacağından tüm milliyetçi ve dinci ideolojik inancı sarsar.
Bu durumdan çıkış olarak, sadece “terörizmle mücadele” (“iç güvenlik”) kapsamında ordunun profesyonelleştirilmesine gidilmiştir. Ama bu “çözüm”, “teröristler”in sabit bir sayıda kalacağı varsayımına dayanır. Gelişen ve güçlenen bir “terör” karşısında artan oranda profesyonel asker bulmak ve bunları eğitmek çok da pratik değildir. Doğal olarak eldeki (mevcut) ordu birimleri bu alanda görevlendirilmek zorundadır. Bu da “zorunlu askerlik sistemi”yle askere giden “Mehmetçik”in sınırlı ve basit eğitimle bir kez daha savaşa sokulması anlamına gelir. Bu da, bir kez daha “hakkımı helal etmiyorum” tepkisinin ortaya çıkmasına yol açar.
Bugün, TSK’nın “genelkurmay aklı” bu sorunu aşabilmiş değildir ve aşması da beklenemez. Ama her yönüyle dökülen ve başarısızlığa mahkum bir paralı askerlik sistemi kurulmuştur.
İslamcılar (ve elbette AKP), ordunun yarım değil, tam olarak profesyonelleştirilmesini savunmaktadırlar. Onlara göre, tam profesyonel, yani paralı askerlerden oluşan bir ordu, bugüne kadar olduğu gibi siyasete müdahale edemeyecektir. Parayı veren düdüğü çalacaktır. Kendilerinin parayı kontrol altında tuttuklarına inandıkları için de, düdüğü kendilerinin çalacağını öngörmektedirler.
Yine islamcıların (AKP), darbe üzerine darbe yapan ve her zaman darbe yapmaya “muktedir” olan ordunun karşısına, yine paralı elemanlardan oluşan “yerli ve milli” bir polis teşkilatı çıkarma çabası da aynı nedenlerle ortaya çıkmıştır.
AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ne kadar “yerli ve milli” polislerden söz ederse etsin, bugün polis özel harekat birimlerinden birbiri ardına gelen istifalar sorunun sanıldığı kadar basit olmadığını göstermiştir.
Öte yandan, ordunun tüm subay ve astsubay kademeleri, askerliği meslek olarak seçmiş ve geçimini buradan temin eden paralı askerlerden oluşur. Darbe yapanlar da hep bu paralı askerler olagelmiştir. Hiçbir zaman “parayı veren”, yani “devlet/hükümet” düdüğü çalamamıştır.
Paralı askerlere ilişkin olarak Machiavelli Prens kitabında şunları yazar:
“... bir prensin kendi devletini savunmak için kullandığı silahlar, ya kendine aittir ya ücretlidir, ya yardımcıdır ya da karışıktır. Ücretli ve yardımcı askerler yararsız ve tehlikelidir; bir kişi, devletini bu askerlere dayanarak elde tutuyorsa, ne sağlam konumda ne de güvenlik içinde olacaktır; çünkü onlar arasında birlik yoktur, hırslı, disiplinsiz ve sadakatsizdirler; dostlarının önünde cesur, düşmanların önünde korkaktırlar; ne tanrıdan korkarlar, ne de insanlara bağlıdırlar; saldırı ne kadar geciktirilirse yıkım da o kadar ertelenir; barış zamanında onlar tarafından soyulan insanlar, savaş zamanında düşman tarafından soyulur. Gerçek şu ki, savaş alanında onları tutacak küçük bir ücretten başka bağları ve nedenleri yoktur ve bu ücrette sizin için ölmeyi istemeleri için yeterli değildir. Savaş yapmadığınız sürece sizin askeriniz olmaya hazırdırlar, ama savaş gelip çatınca, ya ayrılırlar ya da kaçarlar. Bunu kanıtlamak çok zor değildir, çünkü İtalya’nın mahvoluşunda, değişik zamanlarda ücretli askerlere umut bağlanmasından başka hiçbir neden olmamıştır. Önceleri bazıları cesur görünürlerse de, yabancılar geldiğinde ne oldukları ortaya çıkar. Bu yüzden, Fransa Kralı Charles İtalya’yı bir elinde tebeşirle ele geçirebilmiştir. ‘Bunun nedeni bizim günahlarımızdır’ diyenler gerçeği söylüyorlar, ama bu günahlar, onların düşündüğü günahlar değil, benim söylediğim günahlardır. Bu günahları işleyenler prensler olduğu için, cezasını da çeken prensler olmuştur.
Bu silahların yersizliğini daha iyi göstermek istiyorum. Ücretli komutanlar, ya yetenekli kişilerdir ya da değildir. Yetenekliyseler, onlara güvenemezsiniz, çünkü ya onların efendisi olan size baskı yaparak ya da sizin niyetinizin tersine başkalarını ezerek kendilerini büyük yapmak isterler; eğer yeteneksizse, doğal olarak sizi yıkıma götürür.”
Yaklaşık 500 yıl önce yazılmış bu sözlere rağmen, ABD’de olduğu gibi, paralı askerlere dayalı ordular varlıklarını sürdürmüştür. Bu durumdan güç alan profesyonel ordu yandaşları tezlerini savunmayı sürdürmüşlerdir.
TSK, kesinkes ABD ordusu gibi mutlak bir profesyonel orduya geçmeyi düşünmemektedir. Onların ideal profesyonel ordusu, Fransa’nın yüz yıldır sürdüregeldiği “lejyoner” sistemidir. Yani ordunun önemli bir bölümünü profesyonelleştirerek “özel görev gücü” haline getirmektir. Fransa’daki bu sistemin ayırıcı özelliği ise, tümüyle “yabancılar”dan oluşmasıdır. Pek çok sömürgeye sahip olan Fransa için kendi sömürgelerinde yaşayanlar “yabancı” olarak kabul edildiğinden, “lejyoner”ler de bu unsurlardan oluşturulur. Böyle bir durum Türkiye için geçerli olmadığından “lejyoner” sisteminden esinlenen uygulamalar da bir süre sonra başarısızlığa uğramak durumundadır.
Paralı askerlik sistemi, paralı askerlerin kendi emir-komuta zinciri dışında hiç kimseye karşı sorumlu olmamalarıyla özdeştir. Bu nedenle paralı askerler akla gelemeyecek vahşeti ve katliamı yapabilecek “tıynette” kişilerdir (ki Fransız lejyonerleri ile Belçikalı paraşütçülerin Afrika’da yaptıkları katliamlar ve işkenceler ortadadır). İstenilen böylesi vahşi ve katliamcı askerlerle “terörizmle savaş” yürütmektir.
Bu açıdan, ordunun artan profesyonelleştirilmesi, pratikte, artan vahşet ve katliam demektir. Buradan da “anti-terör” politikasının kökenine ulaşılır: Zorun, askeri zorun olabilecek en son sınırına kadar kullanılması. Diğer ifadeyle, profesyonel birlikler aracılığıyla “topyekün” ve “mutlak” bir savaş sürdürülmesi “anti-terör” politikasının idealidir.
Bunun devrimci mücadele üzerinde fazlaca bir etkisi yoktur. Çünkü devrimci mücadele, tarihin görüp görebileceği en büyük vahşetle, katliamla yok edilmeye çalışılmıştır ve çalışılmaktadır. Bunların paralı askerler aracılığıyla ya da “zorunlu askerlik sistemi” ile gerçekleştirilmesi fazlaca bir fark oluşturmaz. Hatta diyebiliriz ki, profesyonel ordu, paralı askerlik, devrimci mücadelenin geçmişte karşı karşıya kaldığı kimi sorunların kendiliğinden ortadan kalkmasına yol açacaktır. Zorunlu askerlik sistemiyle askeri alınmış ve en fazla 20 ay askerlik yapacak olan bir silahlı unsurla savaşmak bir dizi toplumsal sonuçlar doğurabilmiştir. Profesyonel ordu, bu toplumsal sonuçları ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla da, eskiden olduğu gibi “şehit haberleri”nin toplumdaki yansıları daha sınırlı ve “tepkiler” de daha yapay hale gelecektir.
Profesyonel ordunun bu durumu karşısında, kaçınılmaz olarak, milliyetçi ve dinci ideoloji tarafından harekete geçirilmiş unsurların hareketi daha fazla önem kazanacaktır. Bu da, bir yandan savaşı daha kanlı ve kuralsız hale getirirken, diğer yandan iç savaşı kaçınılmaz hale getirecektir. Böylece parayı verenin düdüğü çalamayacağı,
zafer ve ölümden başka alternatifin olmadığı bir süreç ortaya çıkacaktır.