Silahlı ayaklanma, iktidar güçlerinin ve askeri birliklerin belli bir merkezde toplandığı koşullarda ya da yerlerde iktidarı ele geçirmenin bir yolu ve yöntemidir. Silahlı isyan ise, iktidarı ele geçirme amacından daha çok, mevcut duruma karşı gösterilen en üst düzeyde bir tepki biçimidir.
İnsanlık tarihinde, baskı ve zulmün olduğu her yerde ve her dönemde, siyasal iktidarı ele geçirmeyi hedeflemese de, pek çok silahlı ayaklanmalar ve isyanlar ortaya çıkmıştır.
Proletarya tarih sahnesine çıktığı ilk andan (1848) itibaren dünyanın değişik yerlerinde, değişik zamanlarda silahlı ayaklanmaya başvurmuştur.
Yalın proleter nitelikte ilk silahlı ayaklanma Haziran 1848’de gerçekleşti. Bu ayaklanma, 22 Şubat 1848’de Paris’te başlayan ve Mart ayında Viyana, Prag ve Berlin’e yayılan “Şubat devrimi”nin bir devamı niteliğinde olmakla birlikte, yalın biçimde proleter damgasını taşıyordu.
“25 Şubat 1848 Fransa’ya cumhuriyeti getirdi, 25 Haziran ise, ona devrimi zorla kabul ettirdi. Ve, Şubattan önce, devrim, devlet biçiminin yıkılması anlamına geldiği halde, Hazirandan sonra devrim, burjuva toplumun altüst olması, yıkılması demeye geliyordu.”[1*]
Marks’ın “devrim yılları” dediği 1848-1849 yıllarında ortaya çıkan silahlı ayaklanmalar zafere ulaşamamış da olsa, içerdiği tüm dersleriyle tarihte yerini almıştır.
“Birkaç bölüm dışında, 1848’den 1849’a kadar devrim yıllıklarının her önemli kesimi, ‘Devrimin Yenilgisi!’ başlığını taşır.
Ama bu yenilgilerde asıl yenik düşen devrim olmadı. Yenilgiye uğrayanlar, geleneksel devrim-öncesi uzantılar, henüz şiddetli sınıf karşıtlıkları haline gelecek kadar keskinleşmemiş olan toplumsal ilişkilerin sonuçları oldu: devrimci partinin Şubat devriminden önce kopamadığı ve Şubat zaferi ile de kurtulamayıp ancak bir dizi yenilgiler sonucu kendini kurtarabildiği kişiler, yanılsamalar, düşünceler, tasarılar oldu.
Kısaca: devrimci ilerleyiş, hiç de kendi dolaysız traji-komik kazanımları ile kendine yol açmadı, tersine, ancak sımsıkı, katı, güçlü bir karşı-devrim ortaya çıkartarak, kendisine bir hasım yaratarak ve onunla savaşarak, yıkıcı parti, en sonunda gerçekten devrimci bir parti oldu.”[2*]
F. Engels, Ağustos 1852’de 1848-49 silahlı ayaklanmalarından çıkan dersleri şöyle özetliyordu:
“Oysa, ayaklanma, savaş ya da herhangi bir başka sanat kadar bir sanattır; savsaklanmaları, bunları savsaklayan partinin yıkımına yolaçan bazı pratik kurallara bağlıdır. Böyle durumlarda gözönünde tutulmaları gereken partilerin ve koşulların özlüğünden mantıksal olarak çıkan bu kurallar öylesine açık ve öylesine yalındırlar ki, kısa 1848 deneyi, bunları Almanlara adamakıllı öğretmiştir. Birincisi, eğer oyununuzun bütün sonuçlarına korkusuzca göğüs germeye iyice kararlı değilseniz, ayaklanma ile hiç oynamamak. Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz büyüklükler ile yapılan bir hesaptır; düşman güçleri, her tür örgütlenme, disiplin ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne sahiptirler; eğer onların karşısına daha üstün güçler çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın, hapı yuttuğunuzun resmidir. İkincisi, bir kez ayaklanma yoluna girdikten sonra, en büyük bir kararlılık ile ve saldırıcı biçimde davranmak. Savunma, her türlü silahlı ayaklanmanın ölümüdür; ayaklanma, daha düşmanları ile boy ölçüşmeden yitirilir. Düşmanlarınıza, güçleri dağınık olduğu sırada, birdenbire saldırın, ne kadar küçük olursa olsun, yeni, ama günlük başarılar hazırlayın; ilk başarılı ayaklanmanın size verdiği morali yükselterek sürdürün; her zaman en güvenilir yanda gitmeye çalışan sallantılı öğeleri böylece kendi yanınıza alın; devrimci siyasette, bugüne kadar bilinen en büyük usta olan Danton ile birlikte: de l’audace, de l’audace, encore de l’audace[3*] diyerek, düşmanlarınızı güçlerini size karşı toparlayamadan, önünüzden kaçmaya zorlayın.”[4*]
Engels’in 1895’de Marks’ın “
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri (
1848-50)” adlı yapıtına yazdığı “
Giriş”te 1848-49 silahlı ayaklanmalarından çıkan dersleri ve yeni dönemdeki yerini şöyle özetlemektedir:
“Eski tarzda ayaklanma, 1848’e kadar her yerde belirleyici olan barikatlarla sokak savaşlarının şimdi büyük ölçüde modası geçmiştir.
Bu konuda hayale kapılmayalım: sokak savaşında, başkaldırmanın askeri birliklere karşı zaferi, iki ordu arasındaki bir savaşta olduğu gibi bir zafer, çok ender bir istisnadır. Ama zaten başkaldıranların bunu hedef almış oldukları durumlar da çok seyrek olmuştur. Onlar için ancak birlikleri moral bakımından etkileyerek gevşetmek, zayıflatmak sözkonusuydu, bu da savaşan iki ülkenin orduları arasındaki savaşta hiç bir rol oynamaz ya da pek o kadar büyük bir rol oynamaz. Eğer bu başarılırsa, askeri birlikler savaşmayı reddeder, ya da komutanlar başlarını kaybederler ve başkaldırma, zaferi kazanır. Ama eğer bu başarıya ulaşamazsa, o zaman, sayıca daha az birliklerle bile olsa, donatım (teçhizat), eğitim (talim), tek merkezden yönetme, silahlı kuvvetlerin sistemli bir biçimde kullanılması ve disiplin bakımından üstünlük galip gelir. Bir başkaldırma hareketinin gerçekten taktik bir eylemden bekleyebileceği en fazla şey, tek başına bir barikatın yoluna yordamına göre kurulup savunulmasıdır. Karşılıklı destek, yedek kuvvetlerin kurulması ve kullanılması, kısacası, bir mahallenin, hele hele bütün bir büyük kentin daha savunulması için mutlaka zorunlu olan ayrı ayrı müfrezeler arasında işbirliği, ancak çok yetersiz bir biçimde gerçekleştirilecektir ya da hiç gerçekleştirilemeyecektir. Silahlı kuvvetlerin belirleyici bir noktada yoğunlaştırılması elbetteki sözkonusu değildir. Bu nedenle pasif savunma, egemen mücadele biçimidir; kuvvetlerini toplayarak saldırı, elbette ki, şurada burada, fırsat düştüğünde, ama gene de ancak çok özel durumlarda, ilerlemeler ve yandan saldırılar kaydettirecektir, ama genel kural olarak geri çekilmekte olan birliklerin bıraktıkları mevzilerin tutulması ile sınırlı kalacaktır. Buna ek olarak, ordunun emrinde, toplar vardır, baştan aşağı donatılmış, talim görmüş istihkâm birlikleri, başkaldıranların hemen hemen her zaman tümden yoksun bulundukları savaş araçları vardır. Çok büyük bir kahramanlıkla yürütülen barikat savaşında bile, –Haziran 1848’de Paris’te, Ekim 1848’de Viyana’da, Mayıs 1849’da Dresden’de– saldırıyı yöneten liderler siyasal düşüncelere aldırmadıklarından salt askeri ölçütlerle hareket edince ve erleri de kendilerine bağlı kalınca, sonunda başkaldırmanın yenilgisiyle sonuçlanmasında şaşılacak bir şey yoktur.
1848’e kadar, başkaldıranların sayısız başarıları çok çeşitli nedenlerden ileri gelmiştir. Paris’te, 1830 Temmuzunda ve 1848 Şubatında, İspanya’da sokak savaşlarının çoğunda olduğu gibi, başkaldıranlarla erler arasında bir sivil muhafız örgütü vardı. Bu muhafızlar, ya doğrudan doğruya ayaklanmalardan yana geçiyordu, ya da kendi oynak, kararsız tutumu ile birlikler içinde de bir kararsızlık yaratıyor ve ayrıca da başkaldıranlara silah sağlıyordu. Bu sivil muhafızın, daha işin başında ayaklanmanın karşısına dikildiği yerde, Haziran 1848’de olduğu gibi, ayaklanma yenildi. Berlin’de, 1848’de, 19 Mart gecesi ve sabahında, yeni yeni silahlı kuvvetlerin akın edişi sayesinde olsun, askeri birliklerin bitkinleşmesi ve iyi yedirilip içirilmemesi yüzünden olsun, son olarak komuta kademesinin felce uğraması sonucu olsun halk kazandı. Ama her durumda da zafer, birlikler emirleri dinlemedikleri için, askeri şeflerde karar verme yeteneği eksik olduğu ya da elleri kolları bağlı olduğu için kazanıldı.
Demek ki, klâsik sokak savaşları çağında bile, barikatların, maddi olmaktan çok manevi bir etkisi vardı. Barikat, askerlerin cesaretini, dayanma gücünü sarsmak için bir çare idi. Eğer barikat, askerler çözülünceye kadar tutunursa zafer elde ediliyordu; yok, tutunamazsa yenilmek vardı. Bu, gelecekte de, sokak savaşının başarı olasılıkları incelendiği zaman akılda tutulması gereken başlıca noktadır.
1849’da bu görünüm oldukça kötüydü. Burjuvazi her yerde hükümetlerden yana geçmişti. Ayaklanmaya karşı yola çıkan askerleri “uygarlık ve mülkiyet” selamlıyor ve ağırlıyordu. Barikatlar, çekiciliğini, büyüsünü yitirmişti; asker, barikatların ardında artık “halkı” değil, birtakım başkaldıranları, kışkırtıcıları, yağmacıları, her şeyi paylaştırmak isteyenleri, toplumun tortusunu görüyordu; subay, zamanla, sokak savaşlarının taktik biçimlerini öğrenmişti, artık, düpedüz, kendini gizlemeden beklenmedik bir barikatın üzerine doğru yürümüyordu, ama bahçelerden, avlulardan, evlerden geçerek onu çeviriyordu. Ve biraz beceri ile, bu, artık onda-dokuz başarıya ulaşıyordu.
Ama o zamandan beri daha çok şey değişti, ve hepsi de askerlerin lehinde oldu. Büyük kentler önemli bir genişlik kazandıysa da, ordular daha da fazla büyüdü. 1848’den beri Paris ve Berlin, o zamanki durumlarının dört katına çıkmadılar, ama garnizonları bunun da ötesinde çoğaldı. Bu garnizonlar, demiryolları sayesinde, yirmi dört saatte iki katlarının üstüne çıkabilirler ve yirmi dört saatte dev ordular haline gelecek kadar büyüyebilirler. Muazzam bir şekilde takviye edilen bu birliklerin silahları eskisiyle ölçülemeyecek kadar daha etkilidir. 1848’de basit horozlu tüfek vardı, şimdi ise küçük kalibreli ve mekanizmalı tüfek, ilkinden dört kere daha uzağa, on kere daha isabetli ve on kere daha çabuk ateş ediyor. Eskiden topçunun göreli olarak az etkili gülleleri ve obüsleri vardı; bugün bir tanesi en iyi barikatı un ufak etmeye yetecek, çarpınca patlayan havan topu mermileri var. Eskiden duvarlar, istihkâmcıların sivri kazması ile delinirdi, bugün dinamit lokumları kullanılıyor.
İsyancılar tarafında ise, tersine, bütün koşullar daha da kötüleşti. Halkın bütün katmanlarının sempatisini toplayacak yeni bir ayaklanma pek güç olacaktır; sınıf mücadelesinde, bütün orta katmanlar, hiçbir zaman, karşı yönde, yani burjuvazinin çevresinde toplanmış gerici partiyi hemen hemen tamamen ortadan kaldıracak biçimde, yalnızca proletaryanın çevresinde toplanmayacaklardır kuşkusuz. Şu halde, “halk”, her zaman bölünmüş görünecektir, ve bundan dolayı güçlü bir kaldıraç, 1848’de o kadar yüksek etkinliği olan bir kaldıraç eksik olacaktır...
Son olarak, 1848’den bu yana büyük kentlerde kurulan mahallelerin uzun, dümdüz ve geniş caddeleri, yeni topların ve yeni tüfeklerin etkinliklerine uyarlanmış gibidir. Bir barikat çatışması için Berlin’in kuzey ve doğusundaki yeni işçi semtlerini seçecek bir devrimcinin çılgın olması gerekirdi.
Bu demek midir ki, gelecekte sokak savaşları hiç bir rol oynamayacaktır? Hiç de değil. Yalnız şu demektir: 1848’den bu yana koşullar, sivil savaşçılar için çok daha elverişsiz, birlikler için ise çok daha elverişli olmuştur. Şu halde bir sokak çarpışması, gelecekte, ancak bu elverişsiz durum başka etmenlerle kapatıldığı, giderildiği taktirde başarılı olabilir. Onun için, sokak çarpışması, büyük bir devrimin başlarında, gelişmesi sırasında olduğundan daha seyrek olacaktır ve bu işe daha büyük kuvvetlerle girişmek gerekecektir. Ama o zaman da bu büyük kuvvetler, bütün Fransız Devrimi’nde, 4 Eylül ve 31 Ekim 1870’te Paris’te olduğu gibi, kuşkusuz, açık saldırıyı barikatın pasif taktiğine yeğ tutacaklardır.”[5*]
Paris Komünü de, proletaryanın 72 günlük ilk iktidarı da silahlı ayaklanmanın sonucu olmuştur. Ama yeni dönemin, emperyalist dönemin ilk klasik silahlı ayaklanması (Engels’in sözünü ettiği tarzda) Rusya’da 1905 Devrimi’yle gerçekleştirilmiştir.
1905 Rus Devrimi, bir kez daha “Devrimin Yenilgisi!” başlığını taşımışsa da, 1917 Şubat ve Ekim Devrimi’nin üzerinde yükseldiği tarihsel bir temeli yaratmıştır.
EKİM DEVRİMİ VE
SOVYETİK AYAKLANMA
Rusya’da 1917 Şubat Devrimi, bir kez daha klasik silahlı ayaklanmanın pratiğe geçirildiği bir devrim yaratırken, proletaryanın 72 yıllık sınıf iktidarını yaratan Ekim Devrimi, sözcüğün tam anlamıyla
yeni dönemin yeni bir silahlı ayaklanmasıyla zafere ulaşmıştır.
Klasik silahlı ayaklanmalardan farklı olarak, Ekim Devrimi’ni yaratan bu silahlı ayaklanma
önceden planlanmış ve örgütlenmiş bir faaliyetin ürünü olmuştur. Bu nedenle de bu ayaklanmayı planlayan ve örgütleyen marksistler “komploculuk”la, blankicilikle suçlanmışlardır.
“Marksistleri, ayaklanmayı bir sanat olarak gördükleri için, blankicilik olarak suçlamak! Ayaklanmanın bir sanat olduğunu açıklayarak, onu bir sanat olarak ele almak gerektiğini, ilk başarıları kazanmak ve kargaşalık içine düşmesinden yararlanarak, düşmana karşı yürüyüşü aksatmaksızın, başarıdan başarıya ilerlemek gerektiğini, vb., vb. söyleyerek bu konudaki fikrini en belgin, en açık ve en kesin bir biçimde açıklayanın Marks’ın ta kendisi olduğunu hiç bir Marksist yadsıyamayacağına göre, gerçeğin bundan daha apaçık bir çarpıtılması olamaz.
Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır. İşte birinci nokta. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir; İşte üçüncü nokta. Ayaklanma sorununu koyma biçiminde, Marksizmin blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır.”[6*]
Lenin’in saptadığı bu koşullar altında ortaya çıkan yeni tip silahlı ayaklanmayı klasik silahlı ayaklanmalardan ayırmak için “
Sovyetik Ayaklanma” olarak tanımlanmıştır.
Emperyalist aşamada devrimlerin yönünün Batı’dan Doğu’ya dönmesiyle birlikte, silahlı ayaklanmalar bir kez daha tarih sahnesine çıkmıştır.
HALK SAVAŞI
VE SİLAHLI AYAKLANMA
Çin’de 1 Ağustos 1927 Nançang Ayaklanması, 9 Eylül 1927’de Güzhasadı Ayaklanması ve 11 Aralık 1927’de Kanton Ayaklanması, bir yanıyla Lenin’in ortaya koyduğu yönde ilerleyen silahlı ayaklanmalar olurken, diğer yanıyla yeni bir savaş stratejisinin başlangıcını oluşturmuştur.
Bu yeni savaş stratejisi, Mao Zedung tarafından formüle edilmiş ve Vietnam Devrimi’yle birlikte en üst boyuta ulaştırılmış olan
halk savaşı stratejisidir.
Bu yeni strateji, Giap’ın ifade ettiği gibi, silahlı ayaklanma ile silahlı mücadelenin (temel olarak gerilla savaşı) yeni bir bileşimidir. Bu yeni stratejinin ilk kez Çin’de ortaya çıkması da tesadüf değildir.
Çin demokratik halk devrimi, Sun Yat Sen’in birbiri ardına gelen silahlı ayaklanma girişimleri ve 1911 Devrimi’nin üzerine yükselmiştir.
Bu tarihsel temel üzerinde tarih sahnesine çıkan Çin Komünist Partisi de, Komintern’in gözetimi ve yönetimi altında silahlı ayaklanmaların klasik tarzına uygun biçimde 1927 ayaklanmalarını düzenlemiştir. Ancak bu ayaklanmaların, ne kadar cüretkar olursa olsun, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülke olan Çin’in somut tarihsel koşullarına uygun olmadığı yenilgilerle ortaya çıkmıştır.
ÇKP’nin 1927 silahlı ayaklanmaları, “Feodalizme karşı, feodal sopa ile sömürülen halkın, özellikle hemen hemen serf statüsünde olan köylülerin –çelişkiler çok keskin– spontane patlamalarının ve isyanlarının” örgütlenmiş bir biçimi olmuşsa da, ortaya çıkan yenilgiyle, yeni bir savaş tarzının (gerilla savaşı) ve yeni bir stratejinin (halk savaşı stratejisi) doğuşuna yol açmıştır.
Bu strateji, “Silahlı güçlerle politik güçleri, silahlı mücadele ile politik mücadeleyi, silahlı ayaklanma ile devrimci savaşın birleştirilmesi”ne (Giap) dayanır. Dolayısıyla klasik ya da yeni tarihsel koşullara uyarlanmış (bir bakıma “Sovyetik Ayaklanma” denilebilecek) bir silahlı ayaklanma çizgisi değildir. Silahlı ayaklanma ile silahlı mücadeleyi, özel olarak da gerilla savaşını birleştiren bu yeni strateji, silahlı ve kitlesel ayaklanmanın kendiliğinden (spontan) niteliğini ortadan kaldırmış ve halk ordusuna dayanan yeni bir yönelimini ortaya çıkarmıştır.
Burada vurgulanması gereken yan, silahlı ayaklanmanın
siyasi iktidarı ele geçirmenin bir aracı olduğu gerçeğidir. Engels’in çok açık biçimde uyardığı gibi, silahlı ayaklanma “savaş türünden” bir sanattır ve “oyununuzun
sonuçlarını” karşılamaya hazır olmadıkça ayaklanmayla oynanmamalıdır. Yeni tarihsel koşullarda bu uyarının temelinde yatan, kentlerin “eskisi gibi” (klasik) sokak savaşlarına uygun olmaması (dar sokaklar yerine geniş caddeler ve bulvarlar) ve düşmanın askeri güçlerinin teknik üstünlüğüdür.
Bu koşullarda, yani
düşmanın maddi ve teknik olarak güçlü olduğu koşullarda, iktidar mücadelesi silahlı ayaklanma ekseninden silahlı mücadele eksenine doğru evrilmiştir.
İÇ SAVAŞ, “KENT SAVAŞI” VE
SİLAHLI AYAKLANMA
Silahlı ayaklanma
barikat savaşına dayanırken, silahlı mücadele
gerilla savaşına dayanır. Dar sokaklara sahip eski (feodal ya da yarı-feodal) kentler kısmen barikat savaşı için uygun görünürse de, bu savaş tarzıyla siyasal iktidarın ele geçirilmesi (Engels’in vurguladığı gibi) artık mümkün değildir.Özellikle Hausmann’ın Paris’te yaptığı “kentsel dönüşüm projesi”yle barikat savaşına elverişli sokak yapısı tümüyle değiştirilmiştir. Büyük ve geniş caddeler, bulvarlar, meydanlar oluşturulmuştur. Bu “
Haussmann” yöntemini Engels şöyle değerlendirir:
“... üstüste inşa edilmiş işçi mahallelerinin tam ortasında, uzun, düz ve geniş yollar açmaktaki ve onların her iki yanına büyük lüks binalar sıralamaktaki amaç, barikat savaşını stratejik olarak güçleştirme amacının yanısıra hükümete bağımlı, özellikle bonaparçı bir inşaat kesimi proletaryası yaratmak ve kenti tam anlamı ile bir lüks kenti haline dönüştürmektir. ‘Haussmann’ derken ben, büyük kentlerimizden, ve özellikle merkezi konumlu olanlarda, bu uygulama, ister kamu sağlığı ve güzelleştirme kaygıları, ister büyük merkezi konumlu iş yeri istemi, ya da ister demiryolları, sokaklar vb. yapımı gibi trafik gereksinmeleri nedeniyle ortaya çıkmış olmasından bağımsız olarak, şimdi genelleşmiş olan işçi sınıfı mahallelerinde gedikler açılması uygulanmasını kastediyorum. Nedenler ne kadar farklı olursa olsun, sonuç her yerde aynıdır: Bu pek büyük başarısından dolayı burjuvazinin her fırsatta kendini yüceltmesine refakat eder biçimde en rezilane ara sokaklar ve dar yollar ortadan kalkar...” (abç)[7*]
Ve Engels, her zaman olduğu gibi, diyalektik bakış açısıyla değerlendirmesini sürdürür:
“ama – hemen başka bir yerde, ve çoğunlukla en yakın mahallede tekrar ortaya çıkarlar.”[8*]
Böylece, bir yanıyla barikat savaşlarına karşı yeni bir kent yapısı ortaya çıkartılırken, diğer yanıyla eski tarzda (ki buna gecekondu mahalleleri denilebilir) mahalleler yeniden ortaya çıkar. Artık barikat savaşı, eskisi gibi bütün kenti kapsayamaz. Bunun yerine yeni kent yoksullarının eski tarz mahallelerindeki tekil direniş odakları sözkonusu olabilir.
Bu durumda bu eski tarz mahallelerin dışında bir silahlı gücün varlığı her dönemkinden çok daha fazla önem kazanmıştır. Bu yönüyle de, “Haussmann” tarzı kentsel dönüşümle ortaya çıkan yapı yeni bir silahlı ayaklanma ve “kent savaşı” ortaya çıkarma potansiyelini taşımaktadır.
Yine de “kent savaşları” günümüzde de varlığını sürdürmektedir. En gelişmiş haliyle dün Somali’de, bugün Suriye’de ortaya çıkan “kent savaşları”, ne silahlı ayaklanmanın bir parçasıdır, ne de iktidarı ele geçirmenin aracıdır. Bu “kent savaşları”nın ayırıcı özelliği, merkezi otoritenin güçsüzleşmesi ve parçalanmışlığıdır. Bu yönüyle “kent savaşları”, bir kentin ya da bir kentin içinde belli mahallerin belli bir süre ele geçirilmesinden ibarettir. Bunun en tipik örneği olarak Stalingrad direnişi gösterilebilse de, en gelişmiş biçimleri
iç savaş koşullarında ortaya çıkmaktadır.
Stalingrad, düzenli birlikleri yenilmiş ya da dağıtılmış Kızıl Ordu’nun bir kent direnişidir. Her bina, her yıkıntı, her taş, her tuğla yeni bir direniş odağı olarak kullanılmıştır. Direniş, Kızıl Ordu’nun yeniden düzenlenmesi ve güçlendirilmesine kadar savaşı sürdürme iradesini ifadesidir.
Diğer bir “kent savaşı” örneği de faşist Franko güçlerine karşı Madrid’in savunulmasıdır.
Madrid, İspanya iç savaşının merkezi ve cumhuriyetçi güçlerin komuta merkezi olarak öne çıkarken, faşist güçlerin “nihai hedefi” olmuştur. Madrid’in düşmesi, cumhuriyetçi iktidarın düşmesi ve faşistlerin iktidarı ele geçirmeleriyle özdeştir. Cumhuriyetçi güçlerin ülkenin her yanında yenilgiye uğratılmasının ardından faşist güçlerin Madrid kuşatması fazla uzun sürmemiştir. Tüm cephelerdeki yenilgilerin ardından Madrid, ünlü “
No Pasaran”sloganının ortaya atıldığı kent, birkaç aylık kuşatma sonucunda 28 Mart 1939’da düşmüştür. Yaratılan “algı”nın aksine, 26 Ocak 1939’da Barcelona’nın düşüşünden sonra Madrid’te önemli bir direniş ve çatışma ortaya çıkmamıştır.
Şimdi “kent savaşları” başlığı altında
yeni bir
barikat savaşı ortaya çıkmıştır.
Bu yeni barikat savaşı, doğrudan iç savaş koşullarında ortaya çıkan bir çeşit direniş ve
savunma savaşıdır. Ama her durumda kentin ya da bölgenin dışında bir silahlı gücün varlığını öngerektirir.
İkinci olarak, bu yeni barikat savaşı, eskisi gibi siyasal iktidarın ele geçirilmesinin yöntemi olan silahlı ayaklanmanın bir parçası değildir. Silahlı ayaklanma (genel ya da kısmi), merkezi, özellikle kırsal alanlarda oluşturulmuş bir silahlı gücün kentleri ele geçirmeye yönelik harekâtında
ikincil unsur olarak ortaya çıkar. Bu da, bir çeşit kentlerdeki iktidar güçlerinin kent ayaklanması yoluyla kıskaca alınmasıdır. Bu nedenle, yeni barikat savaşı ve silahlı ayaklanma, merkezi silahlı güçlerin kentlere yönelik saldırısıyla
eşgüdümlü olarak yürütülen ve merkezi silahlı güçlerin ayaklanma bölgesine
ulaşana kadar sürdürülmesi gereken tamamlayıcı (ikincil) bir savaş yöntemi olmaktadır. Bu gerçekleşmediği takdirde kentlerdeki ayaklanmanın ve barikatların ezilmesi kaçınılmazdır. Eski tarz barikat savaşından geriye sadece “barikat”ın kendisi kalmıştır.
Üçüncü olarak, yeni barikat savaşı, sadece silahlı unsurların planlı ve bilinçli yürüttükleri bir “ayaklanma” başlangıcı olmanın ötesinde, geniş halk kitlelerine yapılan ayaklanmaya katılım çağrısıdır. Bu çağrı hedefine ulaştığı oranda barikat savaşı genel (silahlı) ayaklanmaya dönüşür. Ancak bu da sınırlı alanlarda ve iç savaş koşullarında geçerlidir.
Bütün bunların dışında “barikat savaşı” değişik amaçlar için de kullanılabilir. Örneğin, kentin belli bir bölgesine yönelik düşman saldırısını yavaşlatmak amacıyla da “barikat”lar kurulabilir. Bu durumda Lenin’in Moskova ayaklanmasına ilişkin söylediği tarzda, gerilla savaşıyla birleştirilmiş bir “barikat” savaşı sözkonusudur.
Bunlar, silahlı ayaklanmanın ve onun bir parçası olan barikat savaşının bir savaş sanatı olduğunu ve bu sanatı uygulayabilmek için gerçek önkoşulların bulunması gerektiğini ortaya koyar. Ve Engels’in ifade ettiği gibi, sonuçlarına katlanılamayacağı durumlarda bununla “oynanmamalıdır”.
Tüm bu tarihsel gelişmeye ve bunlardan çıkan derslere rağmen “barikat savaşı”nın
güç gösterisi aracı olarak da kullanılabildiği durumlar vardır. Burada barikat savaşının, sınırlı da olsa, belli bir hedefi yoktur. Amaç, sadece güç göstermektir. Bu güç gösterisi ya da güç oyunu, yukarda sözünü ettiğimiz siyasal iktidarı ele geçirme hedefinin çok uzağında yer alır ve sadece askeri teknikle belirlenen sonuçlar üretir. Bu yüzden, güç oyunu, her ne kadar “silahlı ayaklanma” görünümünde olsa da, her ne kadar “barikat”lara dayansa da, iktidar mücadelesinin bir parçası olarak yorumlanamaz. Suriye’de (ve bazı iç savaşlarda) görüldüğü gibi, bu tür “silahlı ayaklanmalar” ve “barikat savaşları”
dış güçlerin desteğini kazanmaya yönelik güç gösterisinden ibarettir. Ve ancak dış güçlerin yardımı ve desteği olmaksızın ilerleme sağlayamaz. Sonuçta, bir iktidar mücadelesi sözkonusuysa, bu yolla, yani dış güçlerin devreye girmesiyle, devreye girmelerinin sağlanmasıyla iktidarın ele geçirilmesi olanaklı olabilir. Bu da, bu yazının ve devrimci mücadelenin kapsamı içinde değerlendirilemez.
Dipnot
[1*] Marks, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri (1848-50),, Seçme Yapıtlar, Cilt: I, s. 277.
[2*] Marks, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri (1848-50),, Seçme Yapıtlar, Cilt: I, s. 249-250.
[3*] Cüret, cüret, daha fazla cüret.
[4*] Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim, Seçme Yapıtlar, Cilt: I, s. 451-452.
[5*] Engels, Karl Marks’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri [1848-1850]’ne yazdığı Giriş, Seçme Yapıtlar, Cilt: I, s. 239-242.
[6*] Lenin, Marksizm ve Ayaklanma, Eylül 1917.
[7*] Engels, “Konut Sorunu”, Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s. 417.
[8*] Engels, “Konut Sorunu”, Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s. 417.