Aslında bu yazı, seçimlerde, özel olarak da 1 Kasım seçimlerinde, “sol”un legalizminin ve parlamenter alıklığının niteliğini ortaya koymayı amaçlar. Bunun için de birkaç cümleyle bu niteliğin ortaya konulmasıyla yetinilebilir: “Legalist Sol”, revizyonist kökeni ve neo-liberal sol yönelimi içinde kendi oportünist ve pasifist niteliğini yeniden üretmiştir. Suruç ve Ankara katliamlarından sonra görüldüğü gibi, pasifizmin oportünist niteliği de “seçim politikaları”nda ve “seçim ittifakları”nda görünür olmuştur.
Evet, bu iki cümle, “solun halleri”ni, en azından marksist-leninist terminoloji çerçevesinde özetlemektedir. “Dün”, “dünle giden dün”de, bu cümlelerin belirgin ve anlaşılabilir bir anlamı vardı. Ama bugün, ne marksist-leninist teori, ne yazın, ne de terminoloji bulunmaktadır. Dolayısıyla içinde oportünist, revizyonist, pasifist ve de neo-liberal sol sözcüklerinin geçtiği cümlelerin, anlatımların “üç kuruş” değeri yoktur.
Oportünizmin, sadece somut-pratik yaşamda ortaya çıkan “fırsatlar”dan, “olanaklar”dan yararlanmak olarak anlaşıldığı bir “bugün”de yaşıyoruz. Ekonomik krizin “yeni fırsatlar” yarattığına, AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’nin “fırsatlar ülkesi” olduğuna hemen hemen hiç tepki gösterilmemesi de “fırsatçılığın” (oportünizm) olağan ve doğal görülmesinden kaynaklanmaktadır.
Yine de bu olağan ve doğal görüntünün kendisi oportünizmin “sol”daki egemenliğini ve gücünü açıklamamaktadır. Eğer kendisine (gerçekte öyle olmasa bile) marksist-leninist diyenler kolayca oportünist olabiliyorlarsa ya da bu oportünistliklerini çevrelerinde yayabiliyor ve gizleyebiliyorsa, bunun en temel nedenlerinden birisi marksist-leninist teorinin bir yana itilmesidir. Ama bu marksist-leninist teorinin bir yana itilmesi, basitçe onun gözlerden uzaklaştırılmasıyla, bilinmezliğe itilmesiyle olmamıştır. Bu “itilme”, marksizm-leninizmi öğrenme süreçlerinin, daha tam ifadeyle, marksist-leninist eğitim çalışmalarının “gereksiz” hale getirilmesi ve bu “işlevin” ikincil el bilgilerle dolu, kolay okunur, eğlendirici kitaplara bırakılmasıdır. Örneğin, Lenin’in Ne Yapmalı? kitabını okumak ve anlamak yerine “‘Ne Yapmalı’cılar Kitabı”nı okumak kafidir! Böyle olunca da, bu “yardımcı ders kitabı” kitabın aslının yerine geçmekte ve kitabı yazanın seçmeciliğine göre “bilgi” sunmaktadır.
Bu durumda, Latince kökenli oportünizm sözcüğünün siyasal anlamı ve marksist-leninist çizgi açısından konumu kolayca bir yana itilebilmektedir. Doğal olarak (“doğa boşluk kabul etmez”) bu “bir yana itme”nin yarattığı boşluk da “sanal alem”den (örneğin, Wikipedia’dan) doldurulmaktadır. Bütün bunlara küçük-burjuva aydınları arasında popüler olan “oyun teorisi”nin (Game theory) oportünizme yüklediği olumlu anlam eklendiğinde, kendisini solda tanımlayan, sosyalist ve hatta komünist olarak gören ya da devrimci olmaya yönelen insanlar için hiçbir sakıncası olmadığı gibi, tersine fırsatlardan yararlanmayanları “budala” olarak gören bir zihniyet oluşturmaktadır.
Lenin’in Ne Yapmalı? kitabını “ikinci elden” “öğrenmiş” bir devrim sempatizanı kişinin Lenin’in şu sözlerinden bihaber olarak “devrimcilik” yapmaya çalışması çok doğaldır:
“Oportünistler bir ülkede uzun zamandan beri ayrı bir bayrak altında birleşmişlerdir; bir diğerinde teoriyi savsaklamışlar ve gerçekte radikal sosyalistlerin siyasetini izlemişlerdir; bir üçüncüsünde devrimci partinin bazı üyeleri oportünizm kampına gelmişler ve amaçlarına, ilkeler ve yeni taktikler uğruna açık mücadeleyle değil, partilerini yavaş yavaş, hissedilmez ve, deyim yerindeyse, cezalandırılamaz bir biçimde yozlaştırarak ulaşmaya çalışmışlardır; bir dördüncü ülkede ise, aynı cinsten kaçaklar, ‘legal’ eylemle ‘illegal’ eylemi tamamen orijinal bir biçimde birleştirerek, siyasal köleliğin karanlıklarında aynı yöntemlere başvurmaktadırlar, vb.. Eleştiri özgürlüğünden ve bernştayncılıktan, Rus sosyal-demokratlarının birliğini sağlamanın bir koşulu olarak sözetmek ve Rus bernştayncılığının kendisini nasıl ortaya koyduğunu ve bunun ne gibi özel sonuçlar verdiğini açıklamamak, hiç bir şey söylememek amacıyla laf etmektir.” (Lenin, Ne Yapmalı?, s.23-24)
Yine oportünizmin en tipik özelliği olan olayların kuyruğuna takılmayı ve belli bir devrimci plan/strateji çerçevesinde mücadele edilmesini yadsıyan özelliğini ortaya koyan şu saptama da bilinemez olarak kalır:
“Özlemi duyulacak olan mücadele, mümkün olan mücadeledir, ve mümkün olan mücadele belli bir anda verilmekte olan mücadeledir. Bu, kendini edilgen olarak kendiliğindenliğe uyduran sınırsız oportünizm eğiliminin ta kendisidir.” (Lenin, Ne Yapmalı?, s. 63)
Hiç şüphesiz marksizm-leninizmden söz edip Lenin’i “ikinci el”den okuyanlar için Mahir Çayan yoldaşın şu belirlemesi de bilinemezler arasında yer alır:
“Bilimsel sosyalizmin ustaları devrimci savaşı, iktisadi, siyasi, ideolojik mücadele diye tanımlarlar.
Sahip olduğu devlet aygıtı, ideolojisi, kültürü, sanatı ... vb. bilimsel sosyalizmin karşısında bozguna uğramış olan karanlık güçler, zorla, savaşla gelişmesini, güç kazanmasını önleyemedikleri proleter sosyalizminin gelişmesini bir süre de olsa engellemek için, proleter sosyalist saflara sızarak proleter sosyalist teoride tahrifler, sabotajlar yapmaya, devrimci saflarda kargaşalık yaratmaya çalışırlar.
‘Tarihin diyalektiği öyledir ki, marksizmin teorik zaferi, onun karşıtlarını marksizm kılığına girmeye mecbur eder.’
Bilimsel sosyalist teoride tahrifler yapma ve kafaları bulandırma eylemi mutlaka bilinçle ve art niyetle yapılmaz. İnsanlığın mutluluğu, özgürlüğü vb. gibi yüce amaçlarla yola çıkan kişi, iki bin yılın idealist tortularından salt anlamıyla arınamamasının ve de devrimci teoriyi kavrayamamasının sonucu –proleter sosyalist teorinin lafızlarına kölece bağlanması, sınıf iç güdüsünde devrim yapamamış sözde sosyalist, pratiğe katılmayan bir birey vb.– bilimsel sosyalist teoride tahrifler yaparak, gerici sınıfların hesabına pekala çalışabilir. Bu kişiye literatürde ‘objektif olarak ajan’ denilir.
Bilimsel sosyalizmin ustaları tehlikeyi başlangıçtan itibaren görmüşler ve bilimsellik kisvesi altındaki bu gerici güçlerin devrimci saflardaki uzantılarıyla, yaşantıları boyunca mücadele etmişlerdir. Bilimsel sosyalizmin gelişimi bir yerde bu sapmalara karşı verilen uzun mücadeleyle hızlanmış ve güç kazanmıştır. Açıkça karşı saflarda yer alanlardan çok daha tehlikelidirler, sosyalist saflardaki gericiler.
Kısaca özetlersek, anti-sosyalist güçlerin, kılık değiştirip devrimci saflara sızarak, bilimsel sosyalist teoride sabotajlar yapmasına literatürde ‘oportünizm’ denir. Oportünizm bukalemun gibidir. Amacı için girmeyeceği kılık, yapamayacağı şey yoktur.
‘Oportünizm çeşitli kılıklara bürünerek sosyalist hareket içinde ortaya çıkar. Oportünizmin kılığını, o ülkenin ekonomik ve sosyal bünyesi, gelişme derecesi –gelişme derecesi ile kopmaz bağları bulunan– proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyi, dolayısıyla ülkenin içinde bulunduğu devrim aşamasının niteliği belirler. Kısaca denirse, dünyadaki ve ülkedeki hakim ve tali çelişkilere göre oportünizm biçimlenir, kılık kıyafetini ayarlar. Hangi devrim süreci içinde olursa olsun, hangi kılığa bürünmüş olursa olsun oportünizmin değişmez özelliği ideolojik mücadeleden kaçmaktır. Oportünizmin panzehiri ideolojik mücadeledir. Oportünizm devrimci teorinin karşısına hiç bir zaman açıkça çıkamaz.’
Oportünizmin açıkça çıkamamasından anlatılmak istenen şudur: açıkça teorik tartışmalardan kaçınmak, devrimci teoriyi küçümseyerek yalnız pratiğe önem vermek, koşulları ve olanakları uygun ise bilimsel sosyalizmin öğrenilmesine karşı çıkmak ve parti içinde sosyalist eğitimi önemsememek, ülkenin koşullarının uygun olmadığını söyleyerek bilimsel sosyalist teoriye ters düşen kavramlar kullanmak ve aykırı şeyler söylemek ve kanımızca en önemlisi de, bilimsel sosyalizmin ustalarının arkasına gizlenerek, bilimsel sosyalizmin ana metinlerinde tahrifat yaparak, kendi oportünist tezlerini bilimsel sosyalizmin tezleri diye savunmaktır.
En son söylediğimiz oportünizm, yani bilimsel sosyalizm ustalarının eserlerini tahrif ederek, bilimsel sosyalizm ustalarının, yaşadıkları dönemin bazı ülkelerinin ayrık ve özel koşullarının oluşturduğu sosyal pratikten hareketle, o ülkeler için geçerli olan istisnai tezlerini, evrensel geçerliliğe sahip tezler diye ileri sürerek veyahut bunun tam tersi bir davranışla uzlaşmaz çıkar çelişkileri devam ettiği sürece, evrensel geçerliliğe sahip ana tezlerin geçmiş dönemin tezleri olduğunu ve içinde yaşanılan dönem için geçerli olmadığını söyleyerek kafalarda karışıklık yaratıp kendi tezlerini sinsice sergileyen oportünizm en ince, en dikkat edilmesi gereken ve de en tehlikeli olan oportünizm türüdür.” (Mahir Çayan, Revizyonizmin Keskin Kokusu-I, 12 Ağustos 1969)
Olumsuzluğun daha da olumsuzu, kötünün daha da kötüsü vardır. Mahir Çayan yoldaş, aktardığımız belirlemesinin ilk cümlesinde yer alan şu sözler “bilinemez”lik alanında kalabilmektedir: “Bilimsel sosyalizmin ustaları devrimci savaşı, iktisadi, siyasi, ideolojik mücadele diye tanımlarlar.”
Marksizm-leninizmle, devrimcilikle az-çok tanışıklığı olan herkesin bilebileceği (ama “bilinemez” olan) gibi, “iktisadi mücadele”
ekonomik-demokratik mücadele olarak da tanımlanır. İşçi sınıfının ve diğer halk kitlelerinin kendi yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek uğruna (sendikalar aracılığıyla) yürüttükleri ekonomik/iktisadi mücadele, aynı zamanda yaşam ve çalışma koşullarına ilişkin haklar elde etme mücadelesini, yani demokratik mücadeleyi de kapsar.
Ne Yapmalı?’yı okuyan herkes Lenin’in şu sözlerini hemen anımsayacaktır:
“İktisadi mücadele, işçilerin, işgüçlerini daha elverişli koşullarla satmak için, çalışma koşullarını, yaşam koşullarını iyileştirmek için, işverenlere karşı kolektif mücadelesidir. Bu mücadele, zorunlu olarak, sendikal bir mücadeledir, çünkü çalışma koşulları farklı meslek dallarında büyük farklılıklar gösterir, ve bu yüzden de bu koşulların iyileştirilmesi uğruna mücadele, ancak meslek örgütü temeli üzerinde yürütülebilir (Batı ülkelerinde sendika temeli aracılığıyla; Rusya’da geçici meslek birlikleri ve bildiriler vb. aracılığıyla). Demek ki, ‘iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik’ kazandırmak demek, bu mesleki istemlerin yerine getirilmesi için uğraşmak, her meslek kolundaki çalışma koşullarını (Martinov’un makalesinin bir sonraki sayfasında, s. 43’de), ‘yasal ve idari önlemler’ yoluyla iyileştirmek demektir. İşçi sendikalarının yapmakta oldukları ve her zaman yapmış oldukları da bundan başka bir şey değildir. Bay ve Bayan Webb gibi ağırbaşlı bilim adamlarının (ve ‘ağırbaşlı’ oportünistlerin) yapıtlarını okuyunuz, o zaman İngiliz işçi sendikalarının uzun zamandan beri “iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırma” görevini benimsediklerini ve o görevi uzun zamandan beri yerine getirmekte olduklarını, uzun zamandan beri grev hakkı için, kooperatif ve sendika hareketi önünde bütün yasal engellerin ortadan kaldırılması için, kadınların ve çocukların korunmasını sağlayacak yasalar için, sağlık, ve fabrika yasaları vb. aracılığıyla çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele etmekte olduklarını göreceksiniz.” (agy, s.79)
Bunlarla birlikte Lenin’in
Ne Yapmalı?’sında “ekonomizm”in şu “tez”leri ileri sürdüğü de görülür:
“İşçi sınıfının siyasal mücadelesi sadece (hiç de “sadece” değil) iktisadi mücadelenin en gelişmiş ve en etkili biçimidir.”
“Sosyal-demokratlar, şu anda, iktisadi mücadelenin kendisine olabildiğince siyasal bir nitelik kazandırma göreviyle karşı karşıya bulunmaktadırlar.”
“İktisadi mücadele, yığınları etkin siyasal mücadeleye çekmek için en geniş uygulanabilirliğe sahip bir araçtır.” (agy, s. 75)
Lenin’in kitabını (ve elbette tüm kitaplarını) “birinci el”den okuyanlar için 1 Kasım seçimlerinin ardından söylenen şu sözlerin boş ve anlamsızlığı, hatta su katılmamış bir “ekonomizm” ürünü olduğu hemen görülecektir:
“İktidar karşısında toplumsal muhalefetin mücadele gereklilik ve olanakları önümüzdeki dönem daha da güçlenecektir. Bunun için sosyalistlerin kalıcı ve kararlı bir mücadele çizgisine ihtiyaç vardır. Bu çizgi faşizme karşı mücadeleyi ve halkın politikleşmiş hak ve emek mücadeleleri ekseninde saflaştırılmasını, sokakta etkin bir şekilde seferber edilmesini içermelidir.” (Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy)
Evet, marksist-leninist teorinin yalın biçimde bir yana itildiği, “teori” denilen şeyin basit bir “köşe yazısı”yla özdeşleştirildiği “bugün”, “
politikleşmiş” iktisadi mücadeleden söz etmek bile “derin”, “ufuk” açıcı, “yol” gösterici saptama olarak görülebilir. Üstelik böylesine “derin” sözler kendilerini bir “siyasal hareket”, bir “siyasal örgüt” olarak görenler tarafından edilebilmektedir. Lenin’in sözleriyle söylersek, bu “politikleşmiş” iktisadi mücadelecilik, “kendini edilgen (pasif) olarak kendiliğindenliğe uyduran sınırsız
oportünizm eğiliminin ta kendisidir”.
Marksist-leninist klasiklerin yerini “ikinci el” kitapların ve “köşe yazıları”nın aldığı “bugün”e ilişkin bir başka örnek de SİP-TKP’sinin “KP”sinin teorisyenlerinden birisinin “açıklayıcı” yazısından verilebilir.
Bu “ikinci el” bilgi “dağarcığı” teorisyen 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarına “aldırmamazlık” edilemeyeceğini “usulen” söyledikten sonra şöyle devam eder:
“Ne olursa olsun, işimize bakmalı. Hiç aldırmadan, hiç takmadan olmaz; o zaman işimizi iyi yapamayız. Kavrayıp yerli yerine oturtacak kadar taktıktan sonra, hak ettiğinden bir saat bile fazla süre harcamadan, hemen işimize dönmeli, oraya yoğunlaşmalıyız...” (Mesut Odman, 27 Kasım 2015, Solportal)
Peki “işimiz” nedir?
Teorisyen bunu hemen yanıtlar: “Ne olursa olsun hemen her şeyle uğraşma konusunda, ancak onu nasıl ve ne kadar kolaylaştırdığına, onun açısından ne ölçüde gündemde tutulması gerektiğine bakarak karar vermek durumunda olduğumuz asıl işimiz örgütlenmektir...”
Buraya kadar “iç açıcı”, “yol-yordam” gösterici bir şeyler okuyoruz! Ardından “örgütleme”yi “hangi örgüte yapacağımız”a ilişkin yönerge gelir:
“Her örgütün farklı özellikler taşıyabileceğini ve bu özelliklerin örgütlenme çabalarını farklılaştıracağını akılda bulundurmakla birlikte, burada önemli olan iki kategori örgütün varlığından söz edilebilir: biri parti, öbürü diğer örgütler. Altmışlı yılların ortalarında, ‘ana örgüt’ derdik; o parti idi. Bir de ‘ana örgüt paralelindeki örgütler’ vardı. Aslolan ilki idi...”
Aktarmaları uzatmaya gerek yok. Teorisyenin söylemek istediği (neden doğrudan söyleyemediğini de anlamak zor) seçim-meçimi bırakıp partiye adam örgütleme “işimize” geri dönmektir. Böyle olunca da, teorisyenin “asıl işimize”, partiye adam örgütleme “işimize” geri dönmekten söz ettiğine göre, yazının hedef kitlesi “KP”lerinin bizatihi kendi kadrolarıdır. Bu kadrolara, “KP” üyelerine “solportal” gibi “herkese açık kapı”dan “yönerge” verilmektedir. Eğer bu kadrolar, parti üyeleri Lenin’in
Ne Yapmalı? kitabını “ikinci el”den okumamış olsalardı, böyle bir “yönerge”nin kendilerini budala yerine koymak anlamına geldiğini kolayca anlayabilirlerdi.
Bu örnek de, revizyonizmin, “altmışlı yıllar”daki tanımla “
modern revizyonizmin” oportünizmini ve “bugün”e kendisini uyumlandırmakta fazlaca zorluk çekmediğini göstermektedir.
Ama burada kullandığımız “revizyonizm” ya da “modern revizyonizm” terimlerinin “bugün” açısından fazlaca bir anlamı da yoktur. “
Re-vizyon” sözüklerinden yola çıkarak “revizyonizmi”, marksizm-leninizmi “
yeniden gözden geçirmek”, neo-liberal sol söylemle, “
günün koşullarına uyarlamak” olarak anlamak, yani
olumlu bir sözcük olarak görmek revizyonizmin anti-marksist niteliğini bilmemek demektir.
Şüphesiz revizyonistler aynı zamanda oportünisttirler. Böyle olduğu için de oportünizmin tüm özelliklerini yansıtırlar. Yukarda SİP-TKP’sinin “KP” bölüntüsünün teorisyeninin “halini” ele aldık. Şimdi diğer bölüntünün, HTKP’nin teorisyeninin incilerine bakacağız.
Teorisyenimiz, yaşını-başını almış, SİP’ten yola çıkmış, gezmiş-dolaşmış yeniden SİP’e dönmüş ve ardından SİP-TKP’sinin iki bölüntüye ayrılmasında etkin olmuş Metin Çulhaoğlu’dur. Deneyimli teorisyen “Çıkar yol görünmeyen iki başlık” yazısında “özellikle ön plana çıkan ve kritik önem taşıdığı söylenebilen” iki konuyu, “uçak düşürme meselesinden sonra Türkiye’nin durumu ve içeride de şu malum başkanlık sistemi…” ele alır. Doğal olarak önce “her iki başlığa ilişkin genel tespitleri... aktarır”. Eşme Ruhu’ndan, düşürülen Rus uçağı olayından, Kürt sorunundan ve “saray”ın halinden söz edip, “her iki başlıkta da yakın dönemde bir uzlaşma, mutabakat ihtimali görünmemektedir” diyerek “genel tespitleri” yaptıktan sonra “sadede” gelir: “Peki, böyle bir durumda sol ne yapmalı?”
Bu soruya “bu yazıda hiç girmeyeceğini” söyleyerek yanıtlar. Bunun “nedeni”ni de şöyle açıklar: “Çünkü okur tarafından az çok makul bulunan bir yazının sonlarındaki “sol ne yapmalı” bölümünün şiddetli itirazlarla karşılaşması, sonuçta yazının ‘doğru’ bulunan ilk bölümü hakkında bile soru işaretleri doğurması muhtemeldir.”
Her ne kadar “neme lazım...” diyerek işi “espri”ye çevirmeye çalışsa da, su katılmamış oportünizmin ta kendisidir. Bu oportünistlerin konuyu “espri”ye çevirmenin yanında belirgin bir özellikleri de “pişkin” oluşlarıdır. Örneğin, bu teorisyenimiz 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından daha önce yaptığı “seçim tahmini”nin “tutmadığını” söylerken, “yanıldım” demekten imtina ederek çok kolaylıkla “İyi ki de tutmadı” diyebilmektedir. (Bkz. 9 Haziran 2015, İleri Haber)
Sözün özü, marksist-leninist metinlerin “ikinci el”den öğrenilmeye çalışıldığı, her türlü teorik-ideolojik tartışmanın bir yana bırakıldığı “bugün” de “oportünizm bukalemun gibidir”. Onlar bulanık suda balık avlamanın dışında, suyu bulandırarak kendileri için balık avlayacak bulanık suyu da oluştururlar. Biz, “dün” olduğu gibi “bugün” de, oportüniste oportünist, revizyoniste revizyonist, pasifiste pasifist vb. demeyi sürdüreceğiz.