1 Kasım seçimlerinin üzerinden bir ay geçti. Seçimler, seçim sonuçları, AKP’nin “açık-ara” seçimi kazanması çoktan unutulup gitti. 1 Kasım seçimleri, “uzakta, çok uzakta” kalan bir olay olarak geçmişin malı oldu. Böylesi bir durumda, ister istemez “ne oldu”yu anımsatmadan gerçekte “ne oldu”yu ortaya koymak olanaklı değildir.
1 Kasım seçimlerine ilişkin beklenti, 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonucun ortaya çıkacağıydı. Böylesi beklenti ortamında “ne olacak”cıların bile “seçim sonuçlarının ne olacağını” sormadıkları bir seçim süreci yaşandı.
PKK’nin yoğun saldırı eylemleri, “şehit” haberleri, patlayan bombalar, Suruç ve Ankara katliamı bu beklenti içinde (daha doğrusu beklentisizlik içinde) seçim sürecinin (seçim sath-ı mailinin) günlük olayları olarak sürüp giderken, 1 Kasım seçimlerinden AKP oylarını yaklaşık %9 artırarak %49,5 oy oranıyla “açık ara” birinci parti olarak çıktı ve mecliste çoğunluğu yeniden ele geçirdi.
Hiç kimse böylesi bir sonucu beklemediğinden, AKP’nin bir kez daha %49-50 düzeyinde oy alması özellikle ilerici, demokrat ve solcu kesimler için tam anlamıyla bir “sürpriz” oldu ve “şok” etkisi yaptı. Bir kez daha başlar eğildi, bir kez daha moraller çöktü, bir kez daha umutlar tüketildi, bir kez daha karamsarlık baş gösterdi.
Ama seçim öncesindeki 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonuç çıkacağı beklentisi ne kadar yaygın ve yüksek olduysa, ortaya çıkan karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntü de o kadar büyük oldu.
Bu karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntünün ilk sonuçları, kendisini ilerici ya da demokrat olarak ilan eden küçük-burjuva aydınları arasında ortaya çıktı.
Seçimlerden önce İsviçre’ye gitmiş bir “şair”in seçim sonuçları üzerine “ülkeyi terk etmesi” ilk manşetlik haber oldu. İkinci manşetlik haber ise, liberal-demokrat Cüneyt Ülsever’in, “söyleyeceğim bütün sözleri söyledim. Söz tükendi!... Ben tek adam iktidarına karşı mücadele verdim. Kaybettim!” diyerek “köşe yazarlığı”nı bırakması oldu.
Bu iki olaydan ilki çok “popülist” bulunduğundan karamsarlık, umutsuzluk ve moral çöküntü ortamında fazlaca etkili olmadıysa da, Cüneyt Ülsever’in “köşe yazarlığı”nı bırakması tüm seçim öncesi beklenti sahiplerinin hislerine tercüman oldu. Bir başka ifadeyle, 7 Haziran’a benzer sonuçların çıkacağı beklentisine sahip olanlar arasında “bu halk adam olmaz” düşüncesi daha fazla pekişti.
1 Kasım seçimlerinde “ne oldu”?
2011 genel seçimlerinde %49,83 oy oranıyla AKP’yi “açık-ara” iktidar yapan “halk”, 7 Haziran 2015 seçimlerinde %40,87 oy vererek “haddini” bildirmişken, 1 Kasım seçimlerinde bir kez daha AKP’ye teveccüh göstererek %49,50 oyla “zafer” kazandırdı. Bir bakıma 1 Kasım seçimleri 12 Haziran 2011 seçimlerinin bir tekrarı oldu. 7 Haziran’da %9 oy kaybeden AKP, beş ay sonra, 1 Kasım’da kaybettiği oyları geri aldı. Yani “halk”, beş ay önce AKP’ye “haddini” bildiren “halk” iken, beş ay sonra “adam olmaz halk” olup çıktı.
|
12 Haziran
2011 |
Oy
Oranı |
7 Haziran
2015 |
Oy Oranı
|
1 Kasım
2015 |
Oy
Oranı |
AKP
|
21.306.826
|
%49,83
|
18.867.411
|
%40,87
|
23.681.926
|
%49,50
|
CHP
|
11.106.795
|
%25,98
|
11.518.139
|
%24,95
|
12.111.812
|
%25,32
|
MHP
|
5.570.546
|
%13,01
|
7.520.006
|
%16,29
|
5.694.136
|
%11,90
|
HDP
|
2.819.917*
|
%6,57
|
6.058.489
|
%13,12
|
5.148.085
|
%10,76
|
SP+BBP
|
863.332
|
%2,02
|
949.178
|
%2,06
|
579.182
|
%1,21
|
* Bu seçimlere “bağımsız” adaylarla girmiştir. Bu nedenle veriler gerçek oy potansiyelini göstermemektedir.
|
Böylesine değişkenlik gösteren bu “halk” nemenem bir şeydir? Cin midir, şeytan mıdır?
Seçim sonuçlarına yakından bakıldığında, bu “adam olmaz halk”ın “portresi” daha açık ve net ortaya çıkmaktadır.
Önce AKP’ye “haddini” bildiren “halk”a bakalım:
12 Haziran 2011 seçimlerinde %49,83 oy alan AKP, 7 Haziran seçimlerinde %8,96 oy kaybederek oyların %40,87’sini aldı. Yani “halk”ın %8,96’sı AKP’ye “haddini” bildirdi!
AKP’ye “haddini bildiren halk”ın %8,96’lık oyları elbette buhar olup uçmadı. Bu “halk”ın oylarının %6,55’i HDP’ye ve %3,28’i MHP’ye yöneldi.
HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı %13,12’lik oyun nerden geldiğine ilişkin bitip-tükenmeyen “tartışmalar” yapıldığından bunun ayrıntısına girmeyeceğiz. Şu kadarını söyleyelim ki, 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin oylarının yaklaşık %3’lük bölümü CHP seçmeninden gelmiştir. Kalan %3’lük bölüm ise yeni seçmenlerden ve AKP seçmenlerinden gelmiştir.
MHP’nin %3,28’lik oy artışı hiç tartışmasız AKP seçmeninden kaynaklanmaktadır.
Böylece 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye “haddini” bildiren, “adam olan” “halk”ın büyük bir bölümü MHP ve HDP’ye yönelen AKP seçmenidir.
Şimdi “adam olmayan halk”a bakalım:
1 Kasım seçimlerinde “istikrara” oy veren, “adam olmayan” “halk”, çok belirgin bir biçimde MHP, HDP ve SP+BBP seçmenidir. AKP’nin %8,63 oy artışının %4,39’u MHP’den, %2,36’sı HDP’den ve %0,85’i SP+ BBP’den gelmiştir. %1’lik oy ise, 7 Haziran seçimlerine “bağımsız adaylar”la giren Fethullahçıların oyudur.
MHP, SP+BBP ve Fethullahçı oylarındaki toplam “geri dönüş” %6,27’dir. Herkesin kabul edeceği gibi bu “geri dönüş” oylarını veren seçmen kitlesi geleneksel
sağcı seçmen kitlesidir. Yine HDP’den AKP’ye giden oyların sahiplerinin 2011 seçimlerinde AKP’ye oy vermiş
Kürt sağcı seçmeni olduğu da açıktır.
Özcesi, 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye “haddini bildiren halk” da, 1 Kasım’da AKP’yi yeniden iktidara taşıyan “adam olmaz halk” da bir ve aynıdır. Bu seçmen kitlesi, sağ partilere oy veren sağcı kitledir. Cüneyt Ülsever’e “köşe yazarlığı”nı bıraktıran da, AKP’ye “zafer” kazandıran da, sol kitleyi karamsarlığa ve umutsuzluğa sürükleyen de bu
sağcı seçmen kitlesidir. Ve bu sağcı seçmen kitlesi bir kez daha oylarını bir partide (AKP’de) toplamıştır.
Hiç tartışmasız burada ortaya çıkan soru, 7 Haziran seçimlerinde AKP’den uzaklaşan sağcı seçmen kitlesinin
hangi nedenlerle 1 Kasım seçimlerinde yeniden AKP’ye döndüğüdür.
Açıktır ki, 1 Kasım seçimlerinde MHP’den AKP’ye geri dönen yaklaşık 2 milyon sağcı seçmen kitlesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın “barış süreci”ni sona erdirmesi ve PKK’ye yönelik askeri-polisiye baskı politikasının yoğunlaştırmasıyla “saf” değiştirmiştir. Benzer durum HDP’nin yaklaşık 2 milyon seçmeni için de geçerlidir. 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye yönelen Kürt sağcı seçmenler “barış süreci”nin devam edeceği ve sonuçta “bölgesel özerklik”in verileceği beklentisiyle AKP’den desteklerini çekmişlerdir. Diğer ifadeyle, 7 Haziran’da HDP’le oy veren 2 milyon Kürt sağcı seçmen, oluşacak “yeni statü”ye göre kendilerini konumlandırmışlardır. Ama 1 Kasım seçim sürecinde AKP’nin MHP’nin “pozisyonu”na geçmesiyle birlikte “yeni statü”nün olmayacağını görmüşler ve bu nedenle de AKP’ye dönmüşlerdir.
Bütün bunlar seçim sonuçlarında çok açık ve belirgin biçimde görülmektedir. Ama bu açık ve belirgin duruma rağmen “bu halk adam olmaz” söylemi, özellikle solda kabul görmüştür. Bu da karamsarlığa ve umutsuzluğa yeni bir boyut katmıştır.
1 Kasım seçimlerinde AKP’nin yeniden %49,5 oy oranına ulaşması,
solda, Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam yönetimi”nin, keyfiliğin, hukuk tanımazlığın ve “islam devleti”nin önünü tümüyle açtığı sanısına yol açmıştır.
Hiç şüphesiz AKP’nin böylesine “açık-ara” seçimleri almasının, Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasını daha da pervasızlaştıracağı söylenebilir. Seçim sonuçlarına, kendi deyişiyle “sandığa” endekslenmiş bir “milli irade” demagojisini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan’ıh bu sonuçlarla “her istediğini yapabileceği”ni düşünmesi ve buna inanması elbette mümkündür. Ama bu durumun tek nedeni, sağcı seçmen kitlesinin bir kez daha AKP çevresinde toplaşmasıdır. Bu da, Gezi Direnişi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın “evde zor tutuyoruz” dediği %50’yi kendi çıkarları ve istemleri doğrultusunda harekete geçirmesinin koşullarını oluşturmuştur. Bu açıdan, 1 Kasım seçim sonuçları Recep Tayyip Erdoğan’ın “
iç savaş” politikalarını sürdürmesini daha da kolaylaştırmıştır.
Ancak toplumsal ve siyasal mücadeleler
iki taraflı mücadelelerdir. Taraflar arasında güç dengesizliği ne kadar belirgin olursa olsun, bir taraf ne kadar tahkim edilmiş olursa olsun, olanakları ne kadar fazla olursa olsun, her durumda mücadelenin seyrini belirleyen diğer tarafın mücadele kararlılığı ve direnişidir.
Bugün için “bir taraf”ın, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yer alan ve onun “iç savaş” politikasını destekleyen sağcı kitlenin karşısında, yerinden bir milimetre kımıldamayan, blok halinde, düzen partisi olsa bile “solcu” olarak kabul edilen CHP’ye oy veren %25’lik bir solcu seçmen kitlesi bulunmaktadır. Bu CHP’ye oy veren solcu seçmen kitlesine, HDP’ye oy veren yaklaşık %8-9’luk ilerici Kürt seçmen kitlesini de dahil etmek gerekir. Sonuçta AKP’nin %50’sinin karşısında (ki buna MHP’nin %12’lik militan seçmenlerini de dahil etmek gerekir) %30-35’i oluşturan sol kitle bulunmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu sol kitle, uzun yıllardır
seçimlere umutlarını bağlamış ve
seçimler yoluyla AKP iktidarının devrilebileceğine inandırılmıştır. 7 Haziran seçim sonuçları bu umutları ve inancı ne kadar yükseltmişse, 1 Kasım seçimleri de bir o kadar azaltmıştır. Bu sol kitle, bugün için umutsuzdur, karamsardır, ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilememektedir. Seçimlerin dışında görebildiği
tek seçenek askeri darbedir. Bunun da temel nedeni, “sol” partilerin alabildiğine legalize olması ve alabildiğine seçimlerle “değişim” olabileceği beklentisi yaratmalarıdır.
CHP, klasik düzen partisi olduğu için Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam” yönetimine karşı, hukuksuzluğa ve keyfiliğe karşı kitleleri harekete geçirebilecek konumda ve yapıda değildir. Bu açıdan CHP’nin genel başkanının kim olduğunun da hiçbir önemi yoktur. Ankara katliamından sonra bütün seçim mitinglerini iptal ederek islamcı terör karşısında çaresizliğini ilan eden bir partinin iç savaş politikası izleyen Recep Tayyip Erdoğan iktidarına karşı kitleleri harekete geçiremeyeceği çok açıktır. Aynı durum HDP için de geçerlidir. Aralarındaki tek fark, HDP’nin PKK eylemleriyle kendi kitlesinin “aktif” olduğunu varsaymasıdır.
Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın
iç savaş politikası çok daha belirgin bir üstünlükle sürdürülmektedir. Bir açıdan 1 Kasım seçimleri Recep Tayyip Erdoğan’ın iç savaş politikasının “zaferi” olarak da görülebilir. Sol kitlenin örgütsüzlüğü, seçim sonrasında içine girdiği karamsarlık ve umutsuzluk böyle bir “zafer”in sonuçları olarak da yorumlanabilir. Gerçek şudur ki, Recep Tayyip Erdoğan’nın kendi iktidarını korumak ve pekiştirmek amacıyla yürürlüğe soktuğu iç savaş politikası mutlak ya da kesin bir “zafer”den çok uzaktadır. Bu nedenle de Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının iç savaş politikalarından uzaklaşacağı, ortamı biraz “normalleştireceği” beklentisi tümüyle yanlıştır. Tersine iç savaş politikası eskisinden çok daha yoğun ve sert biçimde sürdürülecektir.
Sorun, iç savaş politikasının eskisinden çok daha yoğun ve sert biçimde sürdürülmesi değil, bu politikanın hedefi olan sol kitlenin edilgenliği, örgütsüzlüğü ve moralsizliğidir. Bunu alt etmenin yolu da, tek seçeneğin askeri darbe olmadığının,
devrimci bir seçeneğin varolduğunun kitlelere gösterilmesinden geçer.
Devrimci seçeneğin varolmadığı koşullarda sol kitlenin askeri darbeden, dolayısıyla da emperyalizmden “medet” umması hiç de şaşırtıcı değildir. AKP’yi iktidar yapan da, iktidarda kalmasını sağlayan da emperyalizmdir, özel olarak da Amerikan emperyalizmidir. AKP ve Recep Tayyip Erdoğan emperyalizmin çıkarlarına hizmet ettiği sürece de onların desteğini almayı sürdürecektir. Bu desteğin ne kadar ve nasıl süreceği ise tümüyle emperyalizme ve emperyalizmin “global” ya da “bölgesel” çıkarlarına bağlıdır. Dolayısıyla öngörülebilir bir durum değildir. Emperyalizmin ve emperyalist politikaların
tek alternatifinin devrim ve devrimci mücadele olduğu da tarihsel bir gerçektir.
1 Kasım seçimleri çok açık biçimde AKP iktidarının seçimler yoluyla devrilemeyeceğini, seçimlerin sadece insanları oyalayan bir araç olduğunu ortaya koymuştur. Yine 1 Kasım seçimleri, seçimleri tek seçenek olarak sunan legalizmin sefaletini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Bunlar 1 Kasım seçimlerinin en önemli sonucu ve bir ölçüde kazanımıdır. Bu ortamda tek seçeneğin devrim ve devrimci mücadele olduğu kitlelere gösterilmelidir.
Hiç kuşkusuz tüm varlıklarını legalizme ve bunun tek aracı olan seçimlere bağlamış olan oportünistler devrimci mücadelenin tek seçenek olmasını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu nedenle, oportünizme ve legalizme karşı mücadele, aynı zamanda devrimci seçeneğin var edilmesi mücadelesidir.