Yunanistan’ın yakın tarihi, 21 Nisan 1967’de gerçekleştirilen askeri darbeyle (“Albaylar Cuntası”) başlasa da, yakın dönem “demokrasi” tarihi, 1974 yılında “Albaylar Cuntası”nın devrilmesiyle başlar. “Albaylar Cuntası”nın yıkılmasıyla birlikte sağ politikacı ve Yeni Demokrasi’nin kurucu başkanı Konstantin Karamanlis Paris’ten getirtilerek “geçiş dönemi”nin başbakanı olarak iktidara getirildi. Yapılan ilk seçimlerde Karamanlis’in partisi oyların %54,4’ünü alarak tek başına iktidar oldu.
Bu geçiş döneminde, yine “sürgün”den dönen, “Albaylar Cuntası” öncesi başbakanlarından Yorgo Papandreu’nun oğlu Andreas Papandreu’nun kurduğu Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK) 1974 seçimlerinde oyların %13,6’sını alabildi.
1977 yılında yapılan erken seçimde PASOK oylarını %25,3’e yükseltse de, Karamanlis’in Yeni Demokrasi bir kez daha seçimin birinci partisi olarak hükümeti kurdu.
1981 seçimlerinde oyların %48,1’ini alan PASOK iktidar olurken, ardından yapılan 1985 seçimlerinde oyları %45,8’e düşse de iktidarını korudu. Ardından Yunanistan’ın iki partili sisteminin tahterevalli oyunu başladı.
Haziran 1989 erken seçimlerinde Karamanlis’in Yeni Demokrasi’si oyların %44,3’ünü alarak iktidar olurken, PASOK’un oyları %39,1’de kaldı. Bu seçimlerde yeni kurulan ve Yunanistan “İç” Komünist Partisi’nin (KKE) içinde yer aldığı Synaspismos (Syriza’nın öncülü SYN/Sol Hareket ve Ekolojik Koalisyon) oyların %13,1’ni alarak 28 milletvekili çıkardı. Hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadığından Yeni Demokrasi ile Synaspismos birlikte hükümet kurdular.
Ancak ekonomik ve siyasal istikrarsızlık ortamında Kasım 1989’da bir kez daha Yunanistan halkı sandığa gitti. Bu ikinci erken seçimde Yeni Demokrasi oylarını %46,2’ye yükseltirken, PASOK’un oyları %40,7 oldu. Bu seçimlerde “iktidarın küçük ortağı” Synaspismos’un oyları %11’e gerilerken, milletvekili sayısı 21’e düştü. 1990 “zamanında” seçimine kadar Yeni Demokrasi, PASOK ve Synaspismos ortak bir “milli birlik hükümeti” oluşturdular.
Synospismos’un içinde yer aldığı “milli birlik hükümeti”yle gidilen 1990 “zamanında” seçimlerde Yeni Demokrasi oyların %46,9’unu alarak, 300 sandalyeli parlamentoda 150 milletvekili kazandı. Bu seçimlerde PASOK oyların %38,6’sını, Synaspismos ise %10,3’ünü aldı. Bu sonuçlar üzerine Yeni Demokrasi partisi tek başına bir azınlık hükümeti kurdu.
Bu ortamda Yeni Demokrasi partisinin azınlık hükümetiyle 1993 yılında bir kez daha erken seçime gidildi. Yeni Demokrasi’nin oyları %39,3’e düşerken, PASOK oyların %46,9’unu alarak tek başına iktidara geldi. Bu seçimlerin en “trajik” olayı, Synaspismos’un oylarının %2,9’a düşmesi, böylece %3’lük seçim barajını geçemediği için parlamento dışında kalması oldu. Seçimlere ayrı bir parti olarak giren Yunanistan Komünist Partisi (KKE) oyların %4,5’ini alarak parlamentoda 9 milletvekiline sahip oldu.
1996 seçimlerini oy kaybetmesine rağmen PASOK kazandı. Bu seçimlerde KKE’nin oyları küçük oranda artarak %5,6 olurken, Synaspismos oyların %5,1’ini alarak yeniden parlamentoya girdi.
2000 yılındaki seçimleri %43,8 oy oranıyla bir kez daha PASOK kazanırken, KKE oyların %5,5’ini ve Synaspismos %3,2’sini aldı.
2004 seçimlerinde Yeni Demokrasi %45,4 alarak tek başına iktidara gelirken, PASOK’un oyları %40,5’de kaldı. Böylece iki partili tahterevalli oyununda PASOK’un yerine Yeni Demokrasi geçti.
Bu seçimlerde KKE oyların %5,9’unu alırken, Synaspismos ile bir yığın küçük “sol” söylemli partilerin oluşturduğu “radikal sol koalisyon”, Syriza, oyların %3,3’ünü alabildi.
2007 seçimlerinde Yeni Demokrasi oyların %41,8’ini alarak “kıl payı” tek başına iktidar olurken, PASOK’un oyları %38,1’e düştü. KKE oylarını %8,2’ye yükseltirken, Syriza’nın oy oranı %5’e yükseldi.
2009 seçimlerinde tahterevallinin diğer partisi PASOK oyların %43,9’unu alarak tek başına iktidara gelirken, Yeni Demokrasi’nin oyu %33,5’de kaldı. PASOK’un yükselişine paralel olarak KKE ve Syriza’nın oyları bir miktar azalsa da, KKE %7,5 ve Syriza %4,6 oy oranıyla parlamentoya girdiler. Böylece Yorgo Papandreu’nun oğlu Andreas Papandreu’dan sonra, Andreas Papandreu’nun oğlu Yorgo Papandreu başbakan oldu.
Bu seçimlerin ardından “borç krizi” patlak verdi. Borç kriziyle birlikte iki partili tahterevalli sistemi bozulmaya başladı. Mayıs 2012 seçimlerinde tahterevalli partileri PASOK ve Yeni Demokrasi büyük oranda oy kaybettiler. PASOK 30 puan kayıpla oyların %13,2’sini alırken, Yeni Demokrasi yaklaşık 15 puan kaybederek oyların %18,9’unu alabildi.
Mayıs 2012 seçimlerinin “en parlayan yıldızı” hiç tartışmasız oylarını %16,8’e yükselten Syriza oldu. Bu seçimlerin diğer “yıldızı” ise, bugün Syriza ile birlikte hükümet kuran ANEL (Bağımsız Yunanlılar) oldu. ANEL oyların %10,6’sını alarak 33 milletvekiline sahip oldu. KKE’nin oyu ise %8,5 düzeyine yükseldi.
Seçimlerden yeni bir hükümet kurulamadığı görülünce (hiçbir parti borç krizinin sorumluluğunu üstlenmek istemediğinden) Haziran ayında bir kez daha sandığa gidildi.
Haziran 2012 seçimlerinde Yeni Demokrasi, oylarını artırmış da olsa ancak %29,7 oranında oy alabildi. Syriza’nın oyları 10 puan artarak %26,9’a ulaştı. PASOK’taki erime devam etti ve oyların ancak %12,3’ünü alabildi. Mayıs seçimlerinin “yıldızı” ANEL ise, 3 puan kaybederek %7,5 oy alırken, KKE’nin oyları 4 puan düşerek %4,5’e geriledi. Sonuçta Yeni Demokrasi, PASOK ve DIMAR (Demokratik Sol) koalisyonu kuruldu.
Ve bu tarihten itibaren rüzgarlar Syriza’dan yana esmeye başladı. Hemen herkesin bildiği gibi, Ocak 2015 seçimlerinden Syriza oyların %36,3’ünü alarak birinci parti olarak çıktı. 300 sandalyeli mecliste 149 sandalye kazandı. Hükümet kurmak için eksik kalan bir sandalye için de oyların %4,7’sini alan ANEL’le ortaklığa gitti. KKE’nin oyları az miktarda artarak %5,8 oldu. PASOK’taki erime devam etti ve oyların ancak %4,7’sini alabildi.
Böylece tahterevallinin bir partisi (PASOK) sandığa gömülürken, yeni bir parti, Syriza tahta çıktı.
Syriza’nın tahta çıkışı ile borç krizinin bedelinin ödenmesi sorunu at başı gitmeye başladı. Syriza, yeni bir “umut” olarak tahta çıkarken, borç krizinin bütün yıkıcılığı ve yakıcılığı olanca hızıyla sürmeye devam etti.
Borç krizi yokmuşçasına davranıldığında, ortadaki “tek” gerçek, Avrupa’da yeni bir “sol dalga”nın gelişi olarak “algı”landı.
2012 seçimlerinde Syriza’nın yükselişi ve nihayetinde Ocak 2015’de iktidara gelişi, böyle bir “algı” içinde değerlendirildi. Kurtuluş Cephesi’nin değişik yazılarında ortaya koyduğumuz gibi, bu “algı”, seçimden seçime koşan Türkiye’de alabildiğine öne çıkarıldı. Başta ÖDP olmak üzere solun tüm legalistleri kendi cüce ve steril yaşamlarının değişebileceği umuduna kapıldılar ve bu umudu alabildiğine yaygınlaştırmaya çalıştılar.
Kimilerine göre Syriza’nın, yani “radikal sol” hareketin dalgası Türkiye’ye de ulaşacaktı ve ÖDP olmazsa HDP bu yeni dalganın yeni umudu olarak ortaya çıkacaktı.
Kimilerine göre ise, Syriza “balonu” patladığında (ki iç savaş deneyimine sahip Yunanistan halkı sözkonusuydu), artık KKE’nin önderliğinde “sosyalist devrim”in önü açılmış olacaktı. Bu nedenle “kardeş komünist partisi” KKE ne eylerse güzel eğliyordu.
Böylece “komşuda pişer bize de düşer” mantığıyla Yunanistan seçimleri ve Syriza “örneği” izlenmeye başlandı.
Bir taraf, Türkiye’de Syriza tipi bir gelişmenin umuduyla sonuçları izlerken, diğer taraf (karpuz gibi bölünmüş SİP-TKP) “sosyalist devrim”in geleceği günlerin beklentisi içinde sonuçları izlemeye koyuldu.
Oysa ortada birbirinden farklı tarihsel, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik özelliklere sahip iki ülke söz konusudur. Yukarda Yunanistan’ın yakın tarihinin seçim serüvenini ortaya koyarken, babadan oğla geçen parti başkanlığından söz ettik. En basit haliyle böyle bir “gelenek” Türkiye tarihinde (en azından şimdilik) mevcut değildir. Öte yandan, klasik söylemle ifade edersek, “üç askeri darbe”ye sahne olan Türkiye ile yedi yıl kesintisiz iktidarda kalan “Albaylar Cuntası”, aynı merkezden (Amerikan emperyalizmi) gerçekleştirilmiş olsa da, sonuçları açısından birbirinden farklıdır. Yine basit bir olgu da, Yunanistan’ın 1974 yılına kadar bir krallık yönetimine sahip olmasıdır.
Bu basit ve yalın gerçekler bile iki ülkenin farklılığını ortaya koyar. Bir ülkenin kendi siyasal tarihinden dersler çıkarmak ile o ülkenin siyasal tarihinden “modeller” çıkarmak birbirinden taban tabana zıt yaklaşımlardır. Bu durumu Kurtuluş Cephesi’nin 141. sayısında şöyle ortaya koyduk:
“Değişik ülkelerdeki devrimler, devrim deneyimleri ve devrimci mücadeleler, her zaman başka ülkeler için öğretici ve yol gösterici olmuştur. Her ülkenin devrimcileri, devrimlerden, deneyimlerden ve mücadelelerden dersler çıkarmaya ve bu derslere dayanarak kendi ülkelerindeki devrimci mücadeleyi biçimlendirmeye çalışmışlardır.
Ancak her ülkenin devrimci mücadelesinden dersler çıkarmak ve bu dersleri öğretici ve yol gösterici olarak almak ile bu mücadeleleri birebir kopyalamak birbirine taban tabana zıttır. Birincisi, her ülkenin kendi somut-tarihsel koşulları içinde biçimlenmiş mücadelelerin ve bu mücadelelerin çizgisinin bilimsel olarak tahlil edilmesini, bundan dersler çıkartılmasını gerektirirken, ikincisi, doğrudan doğruya ‘model’ alınan ülkenin devrimci hareketinin çizgisini, hiçbir tahlile başvurmadan benimsemekten ve kendi ülkesinde uygulamaktan ibarettir...
Yine de her durumda, her kesim, kendisinin taklitçi, kopyacı olmadığını bin dereden bin su getirerek kanıtlamaya çalışmışlardır. Bunu yaparken, herkesin ‘mutabık’ olduğu nokta (isterseniz ‘consensus’ diyebilirsiniz), hiçbir ülke devriminin ya da devrimci mücadele deneyiminin bir başka ülke devrimine ve devrimci mücadelesine birebir uyarlanamayacağı, birebir taklit edilemeyeceğidir.
Ne kadar ‘mutabakat’ sağlanmış olursa olsun, yine de belli ülke devrimlerinin ve devrimci çizgilerinin birebir kopyalanmasından, adaptasyondan vazgeçilmemiştir.”[1*]
Yine de ülkemizin legalistleri
Syriza’dan umutlarını tam olarak kesmemişlerdir. Tıpkı yılların müzmin legalisti KKE’den, yine müzmin legalist “kardeş komünist partisi” SİP-TKP’nin umudunu kesmemesi gibi.
İki ülkenin tarihsel, ekonomik, siyasal vb. farklılıkları bir yana, ortada bir
borç krizi söz konusudur. AB’nin, özel olarak Almanya’nın, kendisine yeni pazar açma amacıyla yürüttüğü politikaların bir sonucu olan Yunanistan borç krizi, Yunanistan’daki siyasal gelişmelerin odak noktasını oluşturur.
Borç krizi yokmuşçasına değil de, gerçek, elle tutulur, gözle görülür bir borç krizinin varlığından yola çıkıldığında,
Syriza’nın yükselişi ve PASOK’un eriyişi sadece tahtaravallideki bir tarafın değişmesinden başka bir şey değildir. Borç krizine girmiş bir ülkede yapılabilecekler bellidir:
“Ya ‘klasik istikrar tedbirleri’ uygulanacaktır, ki bu durumda eski ‘monetarist’ politikalar gündeme gelecektir, ya da ‘neo-liberalizm’in ‘sol’ versiyonu uygulanacaktır.
Birincisi, ‘istikrar tedbirleri’nin uzlaşmaz bir biçimde uygulanması olurken, ikincisi, ‘yumuşak geçiş’le, ‘alıştıra alıştıra’ ‘istikrar tedbirleri’ni geniş halk kitlelerinin kabul etmelerini sağlamaya çalışır.
Elbette birincisi için söylenmesi gereken ‘yeni’ bir şey yoktur. Bu ‘klasik’ politikalar ‘temsili demokrasi’ görünümü içinde uygulanabileceği gibi, demokrasinin ‘bir süreliğine’ askıya alındığı ‘teknokratlar hükümeti’ aracılığıyla da uygulanabilmektedir. Bunlardan hangisinin gerçekleşeceği ise, doğrudan doğruya halk kitlelerinin tutumuna bağlıdır.
İkincisi ise, yani ‘neo-liberal sol’ görünüm altında ‘istikrar tedbirleri’nin uygulanması, sözcüğün tam anlamıyla ekonomik kriz koşullarında sola yönelen ve bunun sonucu olarak sistem dışına çıkma dinamikleri taşıyan halk kitlelerinin tepkilerini pasifize etmeyi amaçlar. Tony Blair ya da Almanya’da G. Schröder olaylarında olduğu gibi, ilk dönemdeki ‘sol görünüm’, halk kitlelerinin tepkilerini önemli ölçüde pasifize edebilmektedir. Bu pasifikasyondan sonra, ‘neo-liberal sol’, ilk dönemde elde ettiği ‘sol’ görünüme dayanarak klasik ‘istikrar tedbirleri’ni uygulamaya sokabilmektedir. Böylece ‘klasik sosyal-demokrasi’ ile ‘neo-liberal sol’ arasındaki her türlü sınır çizgisi ortadan kalkmaktadır.
Bugün Yunan halkının kaderi, ‘sosyal-demokrat’ PASOK’un yerine ‘neo-liberal sol’ Syriza’nın ikame edilmesiyle görüntüsel olarak ortaya çıkacak olan ‘yumuşak geçiş dönemi’ni kabul edip etmemeye bağlıdır.”[2*]
Bu satırlar Yunanistan’daki Mayıs 2012 seçimlerinin ardından yazılmıştır. Ocak 2015 seçimlerinden sonra
Syriza iktidarının yaptıkları sadece söylem düzeyinde kalmıştır. İki seçim arasında yapılan referandum bile sadece bu “neo-liberal sol” söylemi güçlendirmeye yönelik olmuştur.
Sonuçta “iç savaş yaşamış” Yunan halkının tüm sınırları aşarak “sosyalist devrim”e yöneleceği beklentisi, umudu (ki söyleyenlerin bile inanmadığı) Eylül seçimleriyle birlikte bir kez daha boşa düşmüştür.
Eylül seçimlerinde
Syriza, küçük bir oy kaybıyla (%0,9) birinci parti olarak çıkarken, oyların %35,5’ini almıştır. “Sosyalist devrim”in “umudu” KKE ise, oylarını binde sekiz artırarak %5,55’e yükseltmiş olmasına karşın,
Syriza’dan
ayrılanların oluşturduğu Halk Birliği (LEA) %2,86 oranında oy almıştır. LEA’nın oyları eklendiğinde
Syriza’nın güç kaybetmediği kolayca görülebilir. Üstelik “sosyal-demokrat” PASOK’un oyları da bir puandan biraz fazla artmıştır.
Elbette bu gelişme karşısında “sosyalist devrim” gevezeleri ve
Syriza’yı “rol model” almaya kalkışan legalistler kendileri için bir “umut” kapısı açmadan duramazlardı. Öyle de olmuştur. Daha düne kadar alınan oylara bakan legalistler, bu kez seçime katılım oranlarına bakarak ahkam kesmekten uzak durmamışlardır. Seçimlere katılımın düşmesi de, Yunan halkının
Syriza’ya olan güveninin azaldığı olarak yorumlanmaya çalışılmıştır.
Ocak 2015 seçimlerinde 6.330.356 seçmen oy kullanmış ve katılım oranı %63,62 olmuştur. “Oysa”, Eylül 2015 seçimlerinde 5.566.295 seçmen oy kullanmış ve katılım oranı %56,57’ye düşmüştür. Böylece bir önceki seçime göre 764.061 seçmen sandığa gitmemiştir. Ancak
Syriza’nın seçimlere girdiği 2004 yılından günümüze kadar yapılan tüm seçimlerde, neredeyse sistematik biçimde katılım oranı düşmektedir. Bu açıdan katılım oranındaki düşüş tek başına
Syriza’nın “başarısızlığı” ya da halkın
Syriza’dan “umudunu yitirdiği” anlamına gelmemektedir.
|
Toplam
Seçmen |
Kullanılan
Oy |
Katılım
Oranı |
2004
|
9.886.807
|
7.575.190
|
76,61
|
2007
|
9.921.893
|
7.356.294
|
74,14
|
2009
|
9.929.065
|
7.044.606
|
70,95
|
Mayıs 2012
|
9.945.859
|
6.476.818
|
65,12
|
Haziran 2012
|
9.947.876
|
6.216.798
|
62,49
|
Ocak 2015
|
9.949.684
|
6.330.356
|
63,62
|
Eylül 2015
|
9.840.525
|
5.566.295
|
56,57
|
Öte yandan, Ocak 2015 seçimlerine göre
Syriza’nın mutlak oyları 320.074 azalırken, Yeni Demokrasi’nin oyları 192.489 düşmüştür. Aynı biçimde, PASOK ve EK dışındaki tüm partilerin de oyları düşmüştür.
Syriza’dan ayrılanların kurduğu Halk Birliği (LAE) seçimlerde 155.242, yani %2,86 oy almıştır. Bu hesaba katıldığında
Syriza’nın kaybettiği seçmen sayısı 164.832’ye düşmektedir ki, bu Yeni Demokrasi’nin kayıplarından daha azdır.
|
Ocak 2015
|
Eylül 2015
|
|
Aldığı Oy
|
Oy Oranı
|
Aldığı Oy
|
Oy Oranı
|
Syriza
|
2.245.978
|
36,34
|
1.925.904
|
35,46
|
Yeni Demokrasi
|
1.718.694
|
27,81
|
1.526.205
|
28,10
|
Altın Şafak (ΧΑ)
|
388.387
|
6,28
|
379.581
|
6,99
|
PASOK-DIMAR
|
289.469
|
4,68
|
341.390
|
6,28
|
KKE
|
338.188
|
5,47
|
301.632
|
5,55
|
Potami
|
373.924
|
6,05
|
222.166
|
4,09
|
ANEL
|
293.683
|
4,75
|
200.423
|
3,69
|
Merkez Birlik (EK)
|
110.923
|
1,79
|
186.457
|
3,43
|
Halk Birliği (LAE)
|
-
|
-
|
155,242
|
2,86
|
Yunan Anti-kapitalist Sol/
Devrimci İşçi Partisi (ANTARSYA-EEK)[3*] |
-
|
-
|
46.096
|
0,85
|
Yunanistan’ın Marksist–Leninist
Komünist Partileri (KKE (M-L)/M-L KKE) |
39.497
|
0,64
|
8.944
|
0,16
|
Başlangıçta
Syriza’yı “rol model” alan “bizim legalistler” ise,
Syriza hükümetinin Troyka ile borç pazarlığında “uzlaşmacı” tutum alması nedeniyle bu “rol”ü hemencecik terk etmişlerdir. Eylül seçimlerinin sonuçları onlar için pek de iç açıcı olmamıştır. Bu durum, tüm legalistler açısından, ama özellikle ÖDP ve onun “orjinal” versiyonu olan Halkevleri için geçerlidir.
Ama Goethe’nin söylediği gibi, bu küçük-burjuvalar hiçbir zaman umutlarını kaybetmezler.
Syriza’nin “uzlaşmacılığı”ndan bile pay çıkartabilirler. Öyle de olmuştur. Onlara göre,
Syriza’nın “yükselişi” de, “inişi” de “iyidir”, çünkü her ikisi de halk kitlelerine “düzenin sınırlarını” gösterecek ve “devrim” yoluna sokacaktır!
Bu “iflah olmaz” legalistlerin yanında bir de SİP-TKP türü “müzmin” legalistler vardır. Syriza’ya karşı “kardeş parti” KKE’yi “kayıtsız-şartsız” destekleyen SİP-TKP’sinin Kemal Okuyan/Aydemir Güler ikilisinin KP’si
Syriza’nın oylarının düşmesinden memnun olmuşlardır. Üstelik “kardeş parti” KKE oy oranını binde 8 artırma “başarısı” bile göstermiştir. Yine de seçim sonuçları isteklerini karşılayamadığından sevinçleri “buruk” kalmıştır. 7 Haziran seçimlerine “tek başına” katılan “yerli” KP’nin 13.732, yani binde 3 oy aldığı düşünüldüğünde Yunanistan KP’sinin aldığı oylar büyük bir “zafer” sayılabilir! (Diğer SİP-TKP türevi, yani HTKP, “Birleşik Haziran Hareketi” kuyruğunda ne yapacağını bilemez halde ortalıkta salındığından “sayısal” bir değerlendirmeye muhatap değildir.)
Bu durum karşısında “yerli” KP yeni bir “pozisyon” almaya koyuldu. Şeflerden Kemal Okuyan, çok “açık” biçimde, “
Syriza’ya ilişkin değerlendirme ve tutumumuz biliniyor” diyerek, “Bu partinin başarısından sevinenlerden hiç olmadık. Hayal kırıklığı yaratacak olduğunu bildiğimizden değil. Başarısına sevinmediğimiz bir partinin hayal kırıklığı yaratması bizi neden üzsün ki!” pişkinliğini göstermekte gecikmedi. Ve pişkinliğini, “seçimler sınıf mücadelesinde temel kriter olmadığını” söyleyerek sürdürdü. (21 Eylül 2015, Sol portal)
Diğer şef Aydemir Güler ise, “Toplumsal bir gerçeklik haline gelene kadar solun seçim iddiası olamayacak. ‘Tepki oyu’nun kayacağı son adrestir sosyalist devrim seçeneği… Ve toplumsal bir gerçeklik haline gelmeyi başardığınızda yine seçime bel bağlamayacaksınız.” fetvasını verdi. (21 Eylül 2015, Sol portal)
Daha dün, 2011 seçimlerinde “
Boyun eğmeyen 500 bin kişi arıyoruz” diye ortaya çıkanların, bugün binde 3 oy alınca “seçimler fazla da önemli değildir” türünden bir “muhabbete” yönelmesi kendi oportünistliklerinin dışavurumundan başka bir şey değildir.
Hiç tartışmasız, seçimler, Engels’in sözüyle “genel oy hakkı”, “işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir zaman da olamayacaktır.” Diğer bir ifadeyle, seçimler, siyasal bir olaydır ve seçim sonuçları da yaşanılan somut koşulların seçmenlerin bilincine nasıl yansıdığını, daha da önemlisi nasıl yansıtıldığını ortaya koyan bir göstergedir. Seçimlere bunun ötesinde anlamlar yüklemek ne kadar anlamsızsa, seçimlerden bir şeyler bekleyenlerin beklemiyormuş gibi söylem tutturmaları da o kadar anlamsızdır.
Dışarıdan, özellikle de ülkemiz “sol”undan bakıldığında,
Syriza, daha dün “radikal sol” bir partiyken, şimdi tam anlamıyla “uzlaşmacı”, “düzen içi” bir partiden başka bir şey değildir. Buna rağmen Yunan halkının “teveccühü” belli ölçüde azalmışsa da, sürmektedir. “Bizim” dışarıdan bakarak “kolayca” gördüğümüzü, “iç savaş deneyimine sahip” Yunan halkının görememesi anlaşılmayan tek şey gibi görünmektedir. Yine de açık gerçek, legalistlerimizin bunu anlamayı hiçbir zaman başaramayacaklarıdır. Devrim (isterse sosyalist devrim olsun) mevcut düzenin sınırlarının aşılması ve düzenin topyekün yıkılması iken, seçimler ise, mevcut düzenin sınırları içinde ve kurallarıyla oynanan bir oyundur. Devrim kaçkınlarının bunu anlaması olanaksızdır.
Yine de “daima anlamsız şeylere yapışıp kalan, haris elleriyle toprakları kazarak define arayan ve bir solucan bulunca sevinen dar kafalılar, bütün ümitlerini kaybetmiyorlar” (Goethe). Eğer
Syriza olmadıysa, “hayırlısıyla” sırada İspanya ve
Podemos var.
Dipnotlar
[1*] Kurtuluş Cephesi, “İP’i Uyduramadık, Podemos Verelim! (O da olmazsa Syriza ile idare edelim!)”, Sayı: 141, Kasım-Aralık 2014.
[2*] Kurtuluş Cephesi, “Yunanistan: Yol Ayrımında mı?”, Sayı: 127, Mayıs-Haziran 2012.
[3*] Bizim “yerli malı” troçkistler şöyle yazıyorlar: “Devrimci İşçi Partisi’nin (“yerli malı” troçkist parti) Yunanistan’daki kardeş partisi EEK, 20 Eylül’de yapılacak baskın seçimlere, her zaman yoldaşça ilişkilere sahip olduğu Antarsya (İktidarın Devrilmesi Yolunda Anti-Kapitalist Sol İşbirliği) ile bir seçim ittifakı kurarak giriyor. Antarsya, içinde 20’den fazla örgütün yer aldığı, Yunanistan’ın üçüncü büyük ve devrimci bir pozisyona en yakın sol ittifakı." (Gerçek, Sayı: 71, Eylül 2015.) Ülkemiz “sol”undaki herkes gibi bu “yerli malı” troçkistler de üfürdüklerinde mangalda kül bırakmamaktadırlar. Tablodan da görüleceği gibi, “Yunanistan’ın üçüncü büyük... sol ittifakı” 46.096 oy alabilmiştir.