Her siyasal hareket, siyasal iktidarı ele geçirmek için mücadele eder.
Mevcut düzenin legal (yasal) partileri de, legalist (yasalcı) “sol” partiler de iktidar mücadelesi yürütürler. Bunun için mevcut yasalara bağlı olarak (“siyasi partiler yasası”) bir parti kurmalarıyla işe başlamak zorundadırlar. Bu partilerin bir ya da birkaçının iktidarı ele geçirebilmeleri için ise, genel seçimlere katılma hakkına sahip olmaları gerekir. Bu da mevcut düzenin yasalarının zorunlu kıldığı sayıda il ve ilçede örgütlenmek demektir (asgari örgütlenme).[1*] Bu da Türkiye’deki siyasal partiler yasasına göre yaklaşık olarak bin kişiyi gerektirir. (Silahlı mücadeleye sempati duyan okuyucu bunu “bin gerilla” olarak hayal eder).Diğer yandan “parti teşkilatı” için bir mekan (yer) gerekir. Bu da yaklaşık iki yüz kiralık yer tutulması demektir. (Yine aynı okuyucu bu kira paralarıyla ne kadar “silah” alınabileceğinin hayalini kurar).
Bütün bunları yasalara uygun olarak yaptıktan sonra genel seçimlere “katılma hakkı” kazanılacaktır.
Seçimlere katılma hakkı “kazanıldığı” andan itibaren yapılması gerekenler ise “klasik” parti çalışması, yani propaganda faaliyetidir.
Propaganda, siyasal propaganda, partinin amaçlarının, yani iktidar olduğu koşullarda neler yapacağının kitlelere anlatılmasıdır. Hiç tartışmasız, neler yapılacağının anlatılması, aynı zamanda, bunların neden yapılacağının açıklanmasını gerektirir. “Neden” ise, her durumda ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkar.
Böylece düzenin yasallığı içindeki bir siyasal parti, yasaların emrettiği sayıda “il ve ilçe teşkilatı” kurduğu andan itibaren yürüteceği “parti çalışması”nda, ülkenin içinde bulunduğu “durumu” ve bu “durumdan” nasıl çıkılacağını en geniş kitlelere anlatmaya ve açıklamaya çalışır. Bu anlatı ve açıklamayla geniş kitleler içinde yaşadıkları “durum”un bilincine varır ve bu “durum”dan kurtulmak için de bu “parti etrafında” örgütlenir. Kısacası, mevcut düzenin yasallığı içinde kalmayı kendi varoluş koşulu olarak kabul etmiş olsun ya da olmasın bir partinin olağan parti çalışması, kendi düşünceleri ya da ideolojisi çerçevesinde kitleleri bilinçlendirip örgütlemeyi hedefler. (Sol örgütlerin “klasik” parti çalışması da böyledir.)
Bu parti çalışmasında en önemli araçlar, günlük, haftalık ya da aylık yayınlar, kitle toplantıları, mitingler, afişler, bildiriler, “basın” açıklamaları vs.’dir.
Hiç kuşkusuz, bu propaganda faaliyetinde “ulusal medya” önemli bir araçtır, hatta en önemli bir araçtır. Bir basın açıklaması bu “medya” aracılığıyla milyonlarca insana ulaşabilir. Bu nedenle tüm partiler “medya”da yer alabilmek için olağanüstü çaba gösterirler. Bu amaçla “medya uzmanları” ya da “iletişim teorisyenleri” göreve koşulur. Bunların “yol” göstericiliğinde “medya”nın istediği türden görüntü vermeye özen gösterilir. Hatta “medya”da yer alabileceğini umdukları eylemler bile düzenlerler.
Ancak işin içine “solculuk” girdiği andan itibaren, bu parti çalışması düzen partilerinden söylemsel olarak farklılaşmaya başlar. Bazı istisnalar dışında, her “sol parti” öncelikle kendisini “marksist” ya da “marksist-leninist” yahutta “komünist” bir parti olarak ilan eder. Eğer mevcut yasalar böyle bir “sıfat” kullanılmasını yasaklıyorsa, böyle bir durumda isimler yumuşatılır. “Sosyalist”, “ilerici”, “demokrat” vb. sıfatlarla kendisinin “düzen partileri”nden farklı olduğunu göstermeye çalışır.
Artık “ser”de “marksistlik” ya da “marksist-leninist”lik vardır. Böyle olunca da, programından söylemine kadar herşeyi “kitaba” uydurmak zorundadır. Hiçbir koşul altında mevcut düzenin bir parçası olduğunu, mevcut düzen partilerinin “birinin” yerine talip olduğunu söylemez, söyleyemez. Tüm pratiği sıradan bir düzen partisinin yaptığından farklı olmasa bile, görüntüde onlardan farklıymış gibi hareket etmek durumundadır.
Böyle durumlarda en yaygın söylem, “legal mücadele yürüttükleri” söylemidir.
Sadece bu “ifade” bile, zımni olarak, “aslında” illegal oldukları “imajı” (“algısı”) yaratır. Yani “aslında” tüm “marksist-leninist partiler” gibi illegaldirler, sadece “legal olanaklardan yararlanmak” için “legal” faaliyet yürütmektedirler! Bu yolla da Lenin’in “Ne Yapmalı?” kitabında ortaya koyduğu partiye benzedikleri izlenimi oluştururlar.
Legal “sol” partilerin ikinci özelliği ise, “demokratik muhalefetin en solunda” yer aldıklarını göstermektir. (Soldaki keskinliğin bir nedeni de budur.)
Bu özellikleriyle, “aslında illegal” olan “legal” bir “sol” partinin “legal programında” ne yazılmış olursa olsun, “gönlünden geçen”in “devrim” (ve hatta “sosyalist devrim”) olduğunu hemencecik anlarız. (Elbette “legal” parti yazınında “demokratik halk devrimi”nden de söz edilir. Ancak biraz fazla “keskin” göründüğünden, bunun yerine “demokratik devrim” ya da “demokratik bir toplum” vb. ifadelere yer verilir.)
Bu andan itibaren de, “devrim”in, “sosyalizm”in ne olduğu sorusu ortaya çıkar.
Mevcut düzenin yasaları çerçevesinde yapılabilecek bir “devrim”in, “sosyalist devrim”in hiç de olanaklı olmadığı bilinir olduğu andan itibaren (ya da kendi saflarında yer alanlar tarafından öğrenildiği andan itibaren) herşey eğilip bükülmeye başlanır. Yasalar izin verdiği ölçüde “parti yazını”nda bolca marksist-leninist söyleme sahip “teoriler” ortaya atılır, “teorik değerlendirmeler” yapılır. Burada “marifet”, söylenenler ile yapılanlar arasındaki çelişkinin görülmesini engellemektir. Bunun yolu da, legal faaliyetin “aslında” sadece “legal olanaklardan yararlanmak” için yürütüldüğü “algısı”nın yaratılmasından geçer. Bir kez bu “algı” oluştu muydu, artık tüm söylenenler ve yapılanlar “aslında” illegal olan bir “devrimci” hareketin söylemleri ve eylemleri olarak kabul edilmeye başlanır. Legaldeki faaliyet ne kadar başat hale gelirse gelsin, arka plandaki bu “kabul” nedeniyle “yoldan sapıldığı” düşüncesi o kadar geç anlaşılır. Artarak yürütülen legal faaliyet, her durumda “illegal” bir amacın faaliyetleri olarak düşünülür.
Legal faaliyet, bir tarafıyla “legal parti”leşmeye giderken, diğer tarafıyla “klasik sol” faaliyet olarak sürdürülür. “Marksist”, “marksist-leninist” ve hatta “marksist-leninist-komünist” bir partidirler, öyle ise “hedef kitleleri” proletarya, yani işçi sınıfı olacaktır. “Hedef kitle” proletarya (işçi sınıfı) olduğu için, “hedef” de öncelikle bu sınıfı bilinçlendirmek ve örgütlemek olmak durumundadır.
İşçi sınıfı nasıl bilinçlendirilecektir? İşçi sınıfı “neyin” bilincine varacaktır ki, örgütlenecek ve devrim yapabilecektir?
Bu sorulara verilen yanıt tektir: Siyasal bilinç. Dolayısıyla işçi sınıfının siyasal bilince sahip olabilmesi için mevcut düzenin siyasal niteliğini kavramış olması gerekir. Bu da “siyasal teşhir”i gerektirir. Bunu gören ve kavrayan işçi sınıfı, yine aynı doğallık içinde “siyasal iktidarı ele geçirmek amacıyla” siyasal olarak örgütlenir. Bu da “aslında” illegal olan “legal” parti çevresinde örgütlenmek demektir.
Ama işçi sınıfı sadece “siyaset”le ilgilenmez. Aynı zamanda kendi ekonomik koşullarını iyileştirmek için de mücadele eder (ekonomik mücadele). Ekonomik mücadele de, ekonomik durumun teşhirini öngerektirir. Bu mücadelenin en temel aracı sendikalardır ve en temel mücadele biçimi grevdir.
Böylece “sol parti”ler, işçi sınıfı partisi olarak işçi sınıfının tüm sorunlarıyla ilgilenmek zorunda olduğundan, işçi sınıfının ekonomik mücadelesine de “katkı sunar”.[2*] Eğer sendikalar mevcutsa kendi kadrolarını bu sendikalara gönderir ve bu sendikalar içinde örgütlenmeye çalışır. Giderek “daha doğru ve tutarlı bir ekonomik mücadele” yürütülebilinmesi için bu sendikaların yönetimlerinin ele geçirilmesi gerektiğine kanaat getirilir. Böylece her “sol parti”nin bir sendika çalışması, bir sendika seksiyonu, bir sendika yayını olur ve bir sendikayı ele geçirme çabası ortaya çıkar.
Öte yandan, toplum sadece işçi sınıfından oluşmaz. Değişik “halk” sınıfları mevcuttur ve bunlar da, tıpkı işçi sınıfı gibi, kendi ekonomik sorunları nedeniyle ekonomik mücadeleye yönelirler. “Sol parti”, tüm “halk” sınıflarını da kucaklamak zorunda olduğundan (çünkü “işçi sınıfı tüm halkın öncüsüdür”) bu kesimlerin ekonomik mücadelesine de “katkı sunar”. Bugün “sol”da pek önemi kalmamışsa da, tarım kooperatifleri, köylü sendikaları vb. örgütlenmeler bu ekonomik mücadelenin önemli unsurlarıdırlar. Ancak “halk” sınıfları içinde en aktif olan kesim gençliktir. Bu nedenle “sol parti”, gençlik örgütlenmesine yönelir (hem zaten dünyanın tüm komünist partilerinin bir “gençlik kolu” vardır). Gençlik, özellikle öğrenci gençlik, aktivizmiyle harekete canlılık katar ve yeni kadroların kaynağıdır. Bu arada “kadın hareketi” gelişmeye başlarsa, “sol parti”nin bir de “kadın seksiyonu” oluşturulur. İlerici ve demokrat meslek kuruluşları (mimar ve mühendisler odaları, barolar vb.) doğal “müttefikler” olduklarından, bunlar içinde de çalışma yürütülür. Hiç şüphesiz en önemsenen “seksiyon” da Kürt ulusal seksiyonudur. Bütün bu “çoklu” ve “çok yönlü” çalışmalara bir de “kültür merkezleri”, mahalle festivalleri, yaz kampları ve de müzik gruplarının konser organizasyonları eklenmelidir.
Bir yandan günlük, haftalık, aylık yayınlar çıkartılırken, diğer yandan işçi sendikalarından öğrenci derneklerine, meslek kuruluşlarına kadar “hayatın her alanında” faaliyet yürütülür. Tek amaç vardır: Örgütlenmek, daha fazla örgütlenmek. Böylece tek sayılardan çift sayılara, çift sayılardan üç basamaklı sayılara ve giderek binlere, on binlere, yüz binlere, milyonlara doğru ilerlenecektir. “Yeterince” örgütlenildiğinde de, “amaç” hasıl olacaktır, siyasal iktidar ele geçirilecektir.
Hiç kuşkusuz “yeterince” ifadesi göreli bir kavramdır. Kişiden kişiye, koşuldan koşula, durumdan duruma göre değişir. Yapılan örgütlenmelerin ne zaman “yeterli” olacağı bu nedenle önceden belirlenemez. Örgütlenmenin “yeterliliği”, yaşamın canlı pınarında ortaya çıkar!
Örgütlenme tarafı, yani öznel koşullar göreceli olduğu için tüm dikkatler ve söylemler nesnel koşullara yönelir. İşte bu andan itibaren ülkenin içinde bulunduğu durum “sol parti”nin ilgi alanına girer. Marksist-leninist terminolojiyle söylersek, artık tüm dikkatler “milli kriz” kavramına yönelir. “Milli kriz” patlak verdiğinde “sol parti”nin krizden çıkışın adresi haline geleceği varsayılır. Artık iktidarı ele geçirmek, devrim yapmak çok kolaydır. Yeter ki “yeterli” örgütlenme olsun, yeter ki “milli kriz” patlak versin!
Böylece her şey “yeterli örgütlenme”ye sahip olmayı ve “milli kriz”in patlak vermesini beklemeye indirgenmiş olur. Bu “bekleme” döneminde her türlü fırsattan yararlanarak örgütlenmek ve yine örgütlenmek gerekir. Ve “bir gün” bu ikisi eşzamanlı olarak geliştiğinde iktidarı almak için “son bir hamle” yapılacaktır! “Yasal zorunluluk” nedeniyle adı söylenmese de, bu “son hamle”, genel greve dayanan silahlı bir ayaklanma biçiminde olacaktır. Bu da yıllarca legalizmin kahrını çeken legal partinin ne kadar cengaver olduğunun işareti olarak görülür.
Bu düşünce ve beklentiler içinde aylar, yıllar geçer. Bu aylar ve yıllar içinde aynı söylemlerle, aynı yerlerde, aynı tarzda faaliyet yürütülmeye devam edilir. Her gelişen siyasal olay beklentileri yükseltir, umutları artırır. “Biraz daha gayret”, “biraz daha örgütlenmek” yeterli olacaktır. Siyasal olaylar ters yönde geliştikçe de, yepyeni “ricat taktikleri” konuşulmaya başlanır.
Doğal olarak aylar ve yıllar içinde düşünülenler ve beklenilenler gerçekleşmedikçe, gerçekleşmesi geciktikçe, eldeki insanları saflarda tutmak başlı başına bir sorun haline gelir. Yıllar boyunca aynı tarz çalışmalarla, aynı söylemlerle zaman geçirildiğinden, giderek “inandırıcılık” sorunu ortaya çıkmaya başlar. İşte bu andan itibaren siyasal söylem yön değiştirir ve ajitasyona dayalı söylemler (ajit-prop) temel, neredeyse tek konuşma tarzı haline gelir.
Ancak olumsuz gelişmeyi durdurmaya bu da yetmez. Ülke, “normal” bir ülke değildir. “Hemen her şeyin olduğu” bir ülkede, doğal olarak “legal” düzen de değişir. Mevcut düzenin yasallığından çok yasadışılığı gündeme gelir. Zor ve şiddet, şu ya da bu oranda siyasal alanı kapsamaya başlar. Her ne kadar “faşizm”, “faşizmin tırmanışı” söylemi piyasayı kaplasa bile, yine de zor ve şiddete karşı bir “tutum” geliştirilmesi ve “tavır” alınması somut bir gerçeklik haline gelir. (Zaten solda, bu “legal” yoldan bir yere varılamayacağını açık biçimde söyleyen başka örgütlenmeler de vardır.) Mevcut düzenin, devletin zor ve şiddet uygulamasına karşı yapılan protesto eylemleri (örneğin Taksim Tramvay Durağı eylemleri gibi) ne kadar örgütlenirse örgütlensin, katılım ne kadar çok olursa olsun, her durumda bir “tavır” beklentisi giderek yoğunlaşır. Bu beklenti, başka örgütlerin “pasifizm” eleştirileriyle birleşerek “aktif eylem” beklentisine dönüşür.
Öte yandan, doğrudan kendi legal varlıklarına yönelen “devlet baskısı” da “aktif eylem” beklentisi yaratır. Ama, Marks’ın sözleriyle ifade edersek, devlet, “kendi istek ve buyruklarını yerine getiren, kendi gelişmesini sağlayan insanlardan hiç kimseyi dıştalamaz. Kendi yetkinliği içinde, gerçek muhalefetlerin siyasal hiçbir yönleri olmayan ve canını sıkmayan muhalefetler olduklarını bildirecek, hatta gözlerini kapayacak kadar ileri gider.”[3*] Askeri darbe dönemleri dışında bu partiler için “devlet baskısı” fazla ileri gitmez. Zaman zaman afiş asan, bildiri ya da yayın dağıtan birkaç parti üyesinin gözaltına alınması dışında önemsenebilecek bir gelişme ortaya çıkmaz. Yine de geçen zamanın baskısıyla ortaya çıkan “aktif eylem” beklentisi varlığını sürdürür.
Hiç kuşkusuz bizim gibi ülkelerde “aktif eylem”, silahlı eylem olmak zorundadır. Böylece “aslında” illegal olduğu varsayılan “legal sol parti” (ya da “legal sol örgütlenme”) giderek “gerilla şubesi” oluşturmak zorunda kalır. Özellikle toplumun büyük tepkisini çeken olaylar karşısında bu “gerilla şubesi” harekete geçirilir. “Gerilla şube”sinin “eylemleri” ajit-prop faaliyetin ana malzemesi haline gelir. Bir yandan alabildiğine legalleşilirken, diğer yandan alabildiğine illegalmişçesine faaliyet yürütülür. “Gerilla şubesi”nin “eylemleri”, giderek, “aslında” illegal olan “legal” harekete güç katar ve işin içine “silah” girdiğinden “sol içi rekabet”te de önemli bir “avantaj” sağlar.
Böylece “gerilla şubesi”ne sahip olan “legal sol parti” ya da “legal faaliyet”, mevcut diğer “legal sol parti”lerden (ya da faaliyetlerden) ayrışır ve farklılaşır.
Mahir Çayan yoldaş Kesintisiz Devrim II-III’de “Revizyonist, Klâsik ‘Ortodoks’ Çizgi”nin karakteristliklerinden söz ederken şöyle yazar:
SİYASAL AJİTASYON,
“GERİLLA ŞUBESİ” VE SİLAHLI EYLEM