Birbiri ardına ve birbiriyle iç içe gelişen bu ekonomik, toplumsal ve siyasal olaylar, Türkiye'de her an her şeyin olabildiğini çok açık biçimde göstermektedir.
Eğer bir ülkede, ekonomik, toplumsal ve siyasal tüm alanları kapsayan ve sürekli varlığını sürdüren böylesine bir olaylar dizisi söz konusuysa, o ülkede "istikrar"dan söz edilemez. Bu olaylar, ülkenin altyapısından (ekonomik) üstyapısına (siyasal) kadar tam bir dengesizlik içinde olduğunu gösterir. Eğer bir toplum dengesizse, ekonomik, toplumsal ve siyasal olayların ne yönde gelişeceği, ne yöne akacağı ve hangi sonuçları doğuracağı belirsizleşir. Böylesi bir dengesiz toplumda yaşayan bireyler, toplumsal sınıflar ya da toplumsal kesimler de, dengesizliğin süresine ve boyutlarına bağlı olarak değişik siyasal tutumlar sergilerler.
Uzun süren dengesizlik durumu, çoğu zaman toplumun duyarsızlaşmasına, kendi yazgısına, kendi geleceğine kayıtsız kalmasına yol açar. Günü kurtarmak, günü yaşamak, uzun süre dengesiz olan toplumların ortak özelliğidir. Ancak aynı dengesizlik, ters yönde etkide bulunarak, dengesizliğin yol açtığı belirsizlikten kurtulma yönünde toplumsal hareketlere de yol açar. Ama gerek kayıtsızlık, gerekse toplumsal kurtuluş yönündeki hareket, her durumda toplumun siyasal yönetimine yansır ve siyasal yönetimin siyasal zorunu devreye sokar.
Bu siyasal zor, dengesiz toplumun denetime alınmasını amaçlar. Öte yandan ekonomik altyapıdaki dengesizlik de, bu siyasal zorun ekonomik durumu "denetim" altına alması yönünde etkide bulunur. Bir diğer ifadeyle, siyasal zor, ekonomik, toplumsal ve siyasal dengesizliği düzenlemeye yönelir. Siyasal zorun bu yöndeki hareketi etkili olduğu koşullarda, toplumdaki dengesizlik yeniden düzenlenir. Böylece dengesizliğin düzenlenmiş bir hali olarak suni denge ortaya çıkar. Daha tam ifadeyle, eğer bir toplumda siyasal zor iktisadi evrimden bağımsızlaşmış ve iktisadi durumu kontrol etmeye yönelmişse ve toplum bu şekilde ayakta duruyorsa, o toplumdaki denge suni dengedir.
Suni denge, "kararsız denge", yani dengenin kararsız bir durumu değildir.
"Kararsız denge", toplumsal dengenin her an (iç ve dış) herhangi bir müdahaleyle şu ya da bu yönde bozulacağı bir durumu ifade eder.
Suni denge ise, dengesizliğin düzenlenmiş hali olduğu için, kendi içinde belli bir "istikrarı", kalıcılığı içerir. Bu nedenle de, "kararsız denge" durumunda ortaya çıkan ve siyasal istikrarsızlığın ifadesi olan "siyasal kargaşa" durumu, suni denge koşullarında daha az görülür. Bu durum da, ülkedeki dengesizliğin (ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımın) derinleşmediği, olgunlaşmadığı şeklinde bir "algı"ya yol açar. Bu "algı"nın ("kanı") sonucu olarak da, siyasal eylemler sürekli ve kalıcı bir örgütlenmeye dönüşemez. Gelişen olaylara karşı gösterilen tepkiler, kısa vadeli hedeflere yönelir, tekildir ve siyasal öncünün varlığına gereksinme duymaz. Böyle durumlarda "siyasal zor" da, askeri biçimde maddeleşmez.
Ancak her durumda toplum dengesizdir ve dengesizliği ortadan kaldırmanın tek yolu, siyasal zorun denetim altına aldığı ekonomik evrimin önünü açmaktır. Bu da, kesinkes, toplumun dengesini bulabilmesi için bir devrime gereksinimi olduğu demektir. Yani toplum bir devrime gebedir; devrimin nesnel koşulları mevcuttur. Ve tarihsel olarak, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesi zordur. Bu da silahlı eylemin nesnel koşullarının mevcudiyeti demektir.
Burada devrimci zor, silahlı devrimci mücadele, kendi haklılığını ve meşruiyetini, tarihsel evrime ters düşen "ancient regime"in siyasal zor kullanmasından alır. Eğer karşı taraf, toplumun evrimini siyasal zor ile denetim altına alıyorsa, toplumsal dönüşümü siyasal zor ile engelliyorsa, bu engeli ortadan kaldırmanın yolu, zora karşı zora başvurmaktan geçer. Bir maddi güç, ancak bir başka maddi güç tarafından ortadan kaldırılabilir.
Buraya kadar ortaya koyduklarımız tarihsel ve nesnel gerçeklerdir. Ancak mevcut düzenin siyasal zorla varlığını sürdürdüğünün nesnel olarak saptanması, devrimci siyasal hareketin ve silahlı devrimci mücadelenin öznel koşullarının kendiliğinden ortaya çıkacağı demek olmadığı gibi, silahlı devrimci mücadelenin geniş kitlelerin bilincinde haklı ve meşru olarak kabul edileceği ve silahlı devrimci mücadeleye katılacakları demek de değildir. Eğer böyle olsaydı, devrimin gerekliliğinin ve silahlı devrimci mücadelenin zorunluluğunun nesnel (bilimsel) olarak saptanması, tek başına devrimin öznel koşullarının ortaya çıkması için yeterli olurdu. Bunun olabilmesi için, herşeyden önce kitlelerin devrimin gerekliliğinin ve bunun yolunun da silahlı devrimci mücadeleden geçtiğinin bilincinde olmaları gerekir (siyasal bilinç).
Bu bilinç, sıradan ve popülist anlamda bir "farkındalık" durumu değildir. Yani kitlelerin, içinde yaşadıkları durumun, siyasal sistemin olumsuzluğunun farkında olmaları ile bilinç, siyasal bilinç bir ve aynı değildir. Hemen her durumda, bireylerin kendiliğinden bilinci, son kertede maddi varlık koşullarının yansımasının ürünüdür. Ancak bu yansıma, doğrudan ve araçsız olarak ortaya çıkmaz. Maddi dünyanın gerçekleri, değişik araçlarla (ideolojik araçlar) insan zihnine yansır ve bu yansıyış tarzı onun içinde yaşadığı koşullara ilişkin "algı"sını, kanısını oluşturur. Bu da bir bilinçtir. Bu bilinç, onların siyasal tutumlarını belirler.
Gerçeği yalanlaştıran, çarpıtan, bozan ya da değiştiren ideolojik araçlar, insanların içinde yaşadıkları düzenin gerçeklerini bilmelerini ve bunun bilincine ulaşmalarını engeller. Günümüzde "medya", bu çarpıtmanın, bozmanın ve yalanlaştırmanın en temel ideolojik aracı olarak karşımıza çıkar. Ekonomik, toplumsal ya da siyasal krizler gibi doğrudan bireylerin yaşamlarını etkileyen olaylar bu ideolojik aracı etkisizleştirmeye yol açsa da, ideolojik aygıt bu koşullara hızla uyum sağlama yeteneğine sahiptir. Örneğin ortaya çıkan bir ekonomik kriz, çok kolaylıkla düzenin ya da yönetimin niteliğinden kaynaklanan bir olgu olmaktan çıkartılıp bir "komplo"nun, bir "lobi"nin ürünü olarak sunulabilir.
Burada en önemli unsur, bireylerin kendiliğinden bilinci ile ideoloji unsurunun bir ölçüde birbirine tamamlamasıdır. Bireylerin (ya da geniş anlamda kitlelerin) kendiliğinden bilincinde varolan dinsel ve ulusal öğeler (ki son tahlilde bu öğeler de ideolojiktir) ideolojik araçlar tarafından beslenir, maddi yaşamın gerçekleri, ideoloji tarafından çarpıtılarak bilince yansır. Böylece kitlelerin kendiliğinden bilincinde bir yerlere oturmayan olaylar ve gelişmeler, ideolojik araçlar tarafından istenilen yere ve istenildiği biçimde yerleştirilir. Bu yerleştirmede, sloganlar ya da kalıp cümleler, bireylerin olayları nasıl gördüklerinin ifadesi olarak ortaya çıkar. Bunun içinde bireyin belli bir bilgi düzeyine sahip olması, olayları ayrıntılı olarak bilmesi gerekmez. Sloganlar ve kalıp cümleler, her durumda olayları ve olguları açıklamak için yeterli olur.
Bunun yanında, içinde yaşanılan koşulların, mevcut düzenin gerçeklerin bireyler tarafından bilindiği bir durum vardır. Diğer ifadeyle, sıradan ve popülist söylemle, insanlar, içinde yaşadıkları koşulların ve mevcut düzenin gerçeklerinin ne olduğunun "farkında" oldukları durumlar vardır. Bir şeyin olumsuz olduğunun farkında olmak ile o şeyin ne olduğunun, neden olumsuz olduğunun bilincinde olmak arasında önemli bir ayrılık söz konusudur. Birincisi ("farkındalık") pasif, edilgen bir durumu ifade ederken, ikincisi (bilinç) etken, aktif bir unsurdur. Bu nedenle, örneğin "çevre duyarlılığı" yaratma, "çevre" konusunda "farkındalık oluşturma" türünden çabalar, her durumda pasif bir duruşa ve tutuma denk düşer. Ama sadece bununla kalmaz, aynı zamanda bu "farkındalık" içindeki bireyleri ideolojik etkiye açık hale getirir.
Bütün bunlar devrimci siyasal bilincin ve devrimci mücadelenin karşıtı unsurlarıdır.
Bugün Türkiye hızla Recep Tayyip Erdoğan'ın hukuk ve kural tanımaz keyfi yönetimine doğru ilerlemektedir. Recep Tayyip Erdoğan suçu suç olmaktan çıkaracak yasaları bile kolaylıkla meclisten geçirebilmektedir. Dahası, kin, nefret ve intikam duyguları alabildiğine baskın durumdadır. Bunun anlamı, biçimsel olarak hukuksal görünüme bağlanmış bir siyasal zorun giderek yaygınlaşacağıdır. Bunun "farkında" olmak hiçbir şey ifade etmemektedir. Asıl olan bu durum karşısında bilinçli bir mücadelenin yürütülmesidir. Bu, yalın biçimde siyasal iktidarın devrilmesini değil, mevcut düzenin topyekün değiştirilmesini hedefleyen bir mücadele olacaktır.
Öncelikle bunun bilincinde olunması gerekir. Bu bilinç, örgütlenmeye, örgütlü mücadele etmeye yönelmek zorundadır. Alabildiğine legalize olmuş hareketlerin ve yapıların varolduğu ve günlük mücadelelerle zaman geçirildiği koşullarda devrimci kadroların yaratılması da, AKP iktidarının yasa tanımazlığı karşısında yasadışı mücadele yürütülmesi de kolay olmayacaktır. Değişken ve oynak yasalar içinde kalan barışçıl kitle gösterileriyle yürütülen mücadelelerin böylesine zorlu bir mücadele sürecinin en önemli engeli olacağını şimdiden söylemek kahinlik olmayacaktır.
Che'nin Mahir Çayan'ın Kesintisiz Devrim II-III'de aktardığı şu sözleri bilinçte sürekli var edilmelidir: