Otuz yıl önce, Ağustos 1975'de, illegalite koşullarında Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I'in ilk baskısı yapıldı. Sadece 300 tane basılmasına rağmen ülkenin her yanına yayıldı ve büyük yankı uyandırdı.
TDAS-I, THKP-C'nin stratejik çizgisi olan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin teorik temellerini ortaya koyan bir metin olarak, 1971 "yenilgisi"nden sonra solda güçlenen her türden sağ-pasifist ve oportünist görüşleri teşhir eden bir teorik metindir. Bu teorik metin, 30 Mart 1972'de önder ve yönetici kadrolarını kaybeden THKP-C'nin yeniden örgütlenmesinin ve merkezi bir örgütsel yapıya kavuşturulmasının bir bildirgesi olmuştur.
TDAS-I'ın yayınlanmasıyla birlikte, 1972-1975 arasında dağınık ve grupsal düzeyde sürdürülen örgütlenme çalışmaları bütünleştirilmiş ve merkezileştirilmiştir. Böylece kamuoyunda "Acilciler" olarak bilinen Türkiye Halk KurtuluşPartisi-Cephesi/Halkın Devrimci Öncüleri (THKP-C/HDÖ) örgütü ortaya çıkmıştır.
THKP-C/HDÖ'nün ideolojik, politik ve stratejik görüşlerini ortaya koyan TDAS-I'in çıkış noktası, "bir ülkede devrim yapmanın ilk şartı, doğru emperyalizm tahlilidir".
İçinde yaşanılan dünyanın doğru bir tahlili yapılmadığı sürece, dünyanın doğru olarak kavranamayacağı, dolayısıyla onu değiştirmenin doğru bir yolunun bulunamayacağını ifade eden bu bakış açısıyla, öncelikle Mahir Çayan yoldaş tarafından Kesintisiz Devrim II-III'de ortaya konulan emperyalizmin III. bunalım dönemine ilişkin saptamaları esas alınmıştır. Bir başka ifadeyle, bir bütün olarak emperyalizmin tahlili ve buna bağlı olarak saptanan anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrim stratejisi TDAS-I'in içeriğini oluşturur.
TDAS-I'in hazırlandığı ve yayınlandığı dönemin en temel özelliği, 1971 "yenilgisi"ne rağmen silahlı devrimci mücadeleye yönelik büyük bir sempatinin ortaya çıkmış olmasıdır.
Her ne kadar 1971-72 döneminde silahlı devrimci mücadele THKO ve THKP-C tarafından yürütülmüşse de, ortaya çıkan sempati büyük ölçüde THKP-C'ye yönelikti. Bu nedenle, bu dönemde devrimci mücadeleye sempati duyan ve devrim mücadelesine katılmak isteyen hemen herkes kendisini "Cepheci" olarak tanımlıyordu.[1] THKP-C'ye yönelik bu sempati karşısında, başta SBKP'ye (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) bağlı revizyonistler olmak üzere, her türden sağ-pasifist görüşlerin saldırı ve demagojileri THKP-C'nin ideolojik, politik ve stratejik çizgisine yönelmiştir. Bu sağ-pasifist görüşlere göre, silahlı devrimci mücadele, "goşistler"in "anarşist ve maceraperest" eylemlerinden başka bir şey değildir. Bu "goşistler" ne denli "yiğitçe ve kahramanca" savaşmış olurlarsa olsunlar, her durumda içinde yaşanılan dünyadaki gelişmeleri ve değişmeleri kavramamış "sol sapık" görüş sahipleridir.[2] Bu temelde, revizyonizmin silahlı devrimci mücadeleye karşı ideolojik-teorik saldırıları emperyalizm konusunda yoğunlaşmıştır.
Gerek 1971 sonrasının ilk legal partisi olan TSİP'de (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) toplaşmış olan revizyonistler haftalık Kitle ve aylık İlke dergileriyle, gerek TSİP dışında yer alan "illegal" TKP'li revizyonistlerin legal yayın organlarıyla ("Sosyalist Birlik" vb.) emperyalizmin değişmediğine ilişkin yayınlar yapılmaya, THKP-C'nin stratejik çizgisinin dayandığı emperyalizmin bunalım dönemleri tahlili "çürütülmeye" çalışılmıştır. Ancak bunlarla da yetinilmemiş, ellerindeki tüm legal olanakları kullanarak dernekler kurmaya, solun "tanınmış" isimlerini bir araya getiren seminerler, paneller düzenlemeye başlamışlardır.
Oya Baydar, Tekdaş Ağaoğlu gibi dönemin "meşhurları" yanında, THKO ve THKP-C saflarında yer almış, ancak 12 Mart sonrasında SBKP revizyonizminin saflarına geçmiş "cazip şöhretler" de (E. Korkmaz gibi) piyasaya sürülmüştür.
Tekdaş Ağaoğlu'nun "Ne O Emperyalizm mi, Neo-Emperyalizm mi?" yazısıyla başlayan emperyalizmin "değişmezliği"ne ilişkin yayınlarla, Kesintisiz Devrim II-III'de (adı anılmaksızın) yer alan emperyalizmin III. bunalım dönemi tahlilleri, "çürütülme"ye ve değersizleştirilmeye çalışılmıştır.
1974 Petrol kriziyle başlayan emperyalist sistemin dünya ekonomik bunalımı koşullarında, III. bunalım dönemine ilişkin saptamalara yönelik revizyonist saldırılar, bir dizi ekonomik istatistiklerle, "arada bir inip çıkan grafikler"le legal sol basında alabildiğine yoğunlaşmıştır.
Revizyonistlerin THKP-C'nin emperyalizmin III. bunalım dönemine ilişkin saptamalarına karşı tüm savları, emperyalizmin bizatihi kendisinin bunalım olduğu, dolayısıyla emperyalizmin bunalım dönemlerinden söz edilemeyeceğinden ibarettir.
TDAS-I'de yer alan emperyalizm ve bunalım dönemlerine ilişkin tahliller ve saptamalar, revizyonistlerin bu savlarının ne denli dayanaksız ve anti-marksist olduğunu ortaya koymuştur. Bu yönüyle TDAS-I, revizyonist emperyalizm tahlillerine (ve de tahrifatlarına) verilmiş bir yanıttır.
Revizyonistler, bu "teorik" saldırıların yanı sıra, öğrenci hareketinin örgütlenmesine bir dizi yasak ve engel getiren 12 Mart yasalarının getirmiş olduğu "legal avantajlar"la dernekler kurmaya başlamışlardır. İstanbul'da İYÖKD[3] ve Ankara'da ADYÖD[4], TSİP revizyonistlerinin "gençlik örgütlenmesi" olarak ortaya çıkmıştır. Legal parti olmanın avantajlarını değerlendiren TSİP, bu örgütlenmeler aracılığıyla öğrenci hareketini kendi denetimi altına alacağını hesaplamıştır. Karşılarındaki tek engel, 1971-72 silahlı devrimci mücadelesinin yaratmış olduğu büyük sempatidir. Dolayısıyla "teorik" saldırılar, pratik amaçların ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur.
Öğrenci dernekleri yanında DİSK'in köşe başlarını tutmuş olan revizyonistlerin geniş maddi olanakları karşısında, ellerinde sadece 64 adet teksirle çoğaltılmış Mahir Çayan yoldaşın toplu yazıları dışında hiç bir legal ve maddi olanağa sahip olmayan bir avuç THKP-C'li vardı. Onlar, ülkenin her yanındaki "Cepheciler"i, revizyonizmin ideolojik saldırısına karşı eğitmek ve örgütlemek için, buldukları her olanağı değerlendirmeye çalışmışlardır.
Bu tarihlerde TİB'in (Tüm İktisatçılar Birliği) revizyonistlerin denetiminden çıkartılması, yeni bir olanak yaratmıştır. Bu dönemde yayınlanan TİB broşürleri, özellikle "Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması" broşürü, eğitim ve örgütlenme çabalarına belli ölçüde katkıda bulunmuştur.[5] 1974 Haziranında TSİP'lilerin kurduğu İYÖKD'ün, "demokratik kongre" sonucunda "Cepheciler"in yönetimine geçmesi ve ardından ADYÖD'de "genişletilmiş yönetim" sisteminin kurulması, revizyonizmin öğrenci hareketi içindeki gücünü kırmış ve öğrenci hareketinin "Cepheciler"in yönetimine geçmesini sağlamıştır.
Ancak aynı dönemde çıkan "Genel Af" sonucunda 1971 öncesinin "cazip şöhretler"inin içerden çıkmasıyla, silahlı devrimci mücadeleye ilişkin tartışmalar yeni bir boyut kazanmıştır.
THKO ve THKP-C içinde yer almış bazı "şöhretler", Halk Savaşını, dolayısıyla silahlı devrimci mücadeleyi reddederek, hızla sosyal-emperyalizm teorisine yönelmişlerdir.
THKO'luların büyük bir bölümü "Yoldaş" adıyla illegal bir dergi çıkartmaya başlamışlar ve ardından Halkın Kurtuluşu dergisiyle legal olarak örgütlenmeye yönelmişlerdir.[6] THKP-C saflarında ortaya çıkan ilk ayrışma, İstanbul kesiminde yer almış olan Necmi ve İlkay Demir çevresinin sosyal-emperyalizmi keşfetmeleri ve ardından Militan Gençlik adıyla legal dergi çıkartmalarıyla ortaya çıkmıştır.[7] Bu dönemde THKP-C saflarında en önemli ayrışma Öncü Savaşı konusunda ortaya çıkmıştır. Bu tartışmada başını daha sonra KSD'yi oluşturanların çektiği kesim, Öncü Savaşının yanlış olduğunu, önce kitleleri ekonomik-demokratik talepler etrafında örgütleyerek silahlı mücadeleye hazırlamak gerektiğini ve ülkedeki kriz derinleştiğinde ve büyük kitlelerin örgütlenmesi de yeterli düzeye ulaştığında Halk Savaşının başlatılabileceğini söyleyerek, Kesintisiz Devrim II-III'de ortaya konulan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni reddetmişlerdir. Ancak ülke çapında, özel olarak öğrenci gençlik içinde THKP-C'nin 1971-72 dönemindeki silahlı devrimci mücadelesinin yaratmış olduğu büyük etki karşısında kendilerinin "THKP-C'li" olduklarını, THKP-C'yi "yeni koşullara uygun olarak" savunduklarını söylemeye devam etmişlerdir. Amaçları, 1971'in yaratmış olduğu etkiyi kendi oportünist faaliyetleri için kullanmaktan ibarettir. Bu amaçla "Kurtuluş Sosyalist Dergi"[8] adıyla legal bir dergi çıkarmaya başlamışlardır. THKP-C'nin ideolojik, politik ve stratejik çizgisiyle hiçbir ortak noktaları olmamalarına karşın "şöhretleri" sayesinde "THKP-C'li" görüntülerini sürdürebilmişler ve oldukça da başarılı olmuşlardır.
Bu iki ayrışmadan sonra THKP-C saflarında iki ana kesim kalmıştır: TDAS-I'i savunan kesim ile daha sonra "Devrimci Yol" (DY) adını alacak olan eski dönemin bir diğer "şöhretleri"nin yer aldığı kesim..
1975 Ağustosunda Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I'ın yayınlanmasıyla birlikte, Öncü Savaşına ilişkin tartışmalar geniş bir kesime yayılmıştır.
DY'nin oportünist-kariyerist şefleri uzun bir süre "renklerini" belli etmeksizin faaliyetlerini alttan alta sürdürmüşlerdir. Kimi yerlerde Öncü Savaşının doğru olduğunu, 1972'de kaldığı yerden sürdürülmesi gerektiğini söylerlerken, kimi yerlerde "1971 döneminde bazı yanlışlıklar olduğunu", Öncü Savaşının "zamanı gelince" başlatılabilineceğini söyleyerek "renk" vermemeye çalışmışlardır. Amaçları, tıpkı KSD'liler gibi, kendilerini THKP-C'nin devamı olarak göstererek, 1971'in yaratmış olduğu etkiyi kendi etraflarında örgütlemekten ibarettir. Bu bağlamda, bu dönemdeki "Cepheciler"in sözcüsü durumunda olan "Devrimci Gençlik"in denetimini ele geçirmişlerdir. Ancak TDAS-I'in yaratmış olduğu etki karşısında giderek gerçek görüşlerini ortaya koymaya zorlanmışlardır. Bu zorlama sonucunda, "illegal" olarak "TDAS Üzerine Birkaç Söz" adıyla bir "eleştiri yazısı" yayınlamışlardır.[9] Bu yayınla birlikte, geleceğin DY'sinin şeflerinin tüm uğraşısı, "Acil'i halletmek" haline dönüşmüştür. Bu durum, Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I'in ikinci baskısına önsözde (1976) şöyle ifade edilmiştir: "Giderek 'Acil', 'Devrimci' Gençlik'in tepesine çöreklenmiş kariyerist kliğin başlıca uğraşısı haline geldi. Ankara ve İstanbul'da okullar peşpeşe faşistlere terkediliyordu; sosyal-emperyalizm karşı-devrimci ideolojisi ülkenin her yanında cirit atıyordu. Bütün bunlar önemli değildi. Önce 'Acil'i 'halletmek' gerekiyordu; gerisiyle sonra uğraşılabilirdi. Bu amaçla 'Devrimci' Gençlik'in tepesine çöreklenmiş bu kariyerist-oportünist klik, yaygara demagoji ve karalama ile 'Acil'e saldırmaya başladılar, hatta işi ihbarcılığa kadar götürdüler." T"K"P tarihinden gelen demagoji ve ihbarcılık geleneği, DY şeflerinin savaş aracı haline dönüşmüştür. Legal faaliyette bulunmayı illegal faaliyet yürütenlere karşı bir "avantaj" olarak gören bu DY şefleri, kitle içinde çalışan "Acilciler"i deşifre etmeyi ve "dıştalama"yı başlı başına bir görev haline getirmişlerdir. Artık onların dilinde ve söyleminde "Acilciler", "Aceleciler"dir. Bu yolla, Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I'i savunanlar, "aceleci", plansız programsız ve düşüncesizce davranan kişiler olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Bu söylemi öylesine yaygınlaştırmışlardır ki, daha sonraki yıllarda THKP-C çizgisini değişik biçimlerde savunan her örgütlenme ve örgütlenme girişimleri DY tarafından "aceleci gruplar" olarak sunulmuştur.[10] Doğal olarak THKP-C/HDÖ, "TDAS'nın takipçisi olmaları nedeniyle diğer aceleci grupların 'anası'"[11] olarak ilan edilmiştir.
TDAS-I'de yer alan emperyalizm tahliline karşı söyleyebilecek hiçbir şeyi olmayan DY şeflerinin buldukları yol ise tahrifat olmuştur.
Tüm çabalarına karşın TDAS-I'in etkisini kıramayan DY şefleri, kaçınılmaz olarak "renksiz"liklerini sürdüremez hale gelmişler, gerçek görüşlerini daha açık ortaya koymaya zorlanmışlardır.
1977 yılında yayınladıkları "Bildirge"de 1971 yılında başlatılan Öncü Savaşı şöyle yorumlanmıştır: "... parti yapılanmasında önemli zaaflar varken açık ve yoğun bir baskı döneminin içine girildi. Kazanılmış mevzilerin savaşsız terkedilmemesi ve başlıca bu gibi politik sebeplerle 12 Mart'ın kanlı saldırganlığına karşı savaşmak zorunda kalındı. Oligarşinin ülkemiz tarihinin belki en büyük takibi koşullarında bölünmeye uğranarak örgütün baştaki bütünlüğü kayboldu. Bu nokta yenilginin ortaya çıktığı noktadır." Böylece DY'nin Öncü Savaşına bakış açısı daha açık hale geldi. Artık Öncü Savaşı stratejik bir mücadele değil, "taktik bir evre" halini almıştı. Ve onlar da, "günü geldiğinde" bu "taktik"e, yani Öncü Savaşına başlayacaklardı.[12] Bu nedenle "aceleye" gerek yoktu!
Öncü Savaşı "günü geldiğinde" başvurulacak bir "taktik" olarak tanımlandıktan sonra, artık yapılacak tek iş, THKP-C'nin 1971-72 döneminde yürüttüğü Öncü Savaşının yaratmış olduğu etkiyi kendi oportünist-kariyerist çıkarları doğrultusunda kullanmaktan ibaretti. Ve DY'nin 12 Eylül'e kadarki tüm tarihi, "günü geldiğinde", yani 12 Mart gibi bir döneme girildiğinde ("açık faşizm") Öncü Savaşına başlanılacağına inandırılmış insanların pasifize edilmişliğinin tarihidir.[13] Bu gerçeği günümüzde şöyle itiraf etmektedirler. "Seksen öncesinin yoğun silahlı çatışma ortamı içinde Devrimci Yol'un ortamı gerginleştiren değil 'frenleyici' bir siyasi çizgi izlediği söylenebilir... Yetmişlerin sonlarına gelirken Devrimci Yol'un aşırı saldırgan eylem eğilimlerine karşı kimi zaman frenleyici ... bir siyaset ve eylem çizgisi (izlemiştir)."[14] (abç) Bugün "Yeniden" sayfalarında "aşırı saldırgan eylem eğilimleri" olarak ifade ettikleri, 1977-80 döneminde kullandıkları "aceleciler" söyleminden başka birşey değildir. Kendi kitleleri üzerinde "acele edilmemesi"ni söyleyerek gerçekleştirdikleri pasifizmin, bugün "frenleyici" olarak ifade edilmesine de şaşırmamak gerekir.
DY'nin yaptığı en önemli iş, THKP-C'nin 1971-1972 yıllarında sürdürdüğü Öncü Savaşının yaratmış olduğu sempatinin THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisi etrafında örgütlenmesini engellemek olmuştur.
TDAS-I, DY çizgisinin bu niteliğini sergileyen en temel metindir. Ancak gerek DY'nin "ideolojik mücadele" paravanası altında yaptığı demagojiler ve ihbarlar, gerekse illegal aygıtın kendi sınırlılığı nedeniyle, geniş kitleleri örgütlemekte yeterince başarılı olunamamıştır.
TDAS-I, solda "ilgili" herkesin çok iyi bildiği, ancak bilmezlikten geldiği "tehlikeli madde" olmuştur. TDAS-I, emperyalizm ve onun bunalım dönemlerini tahlil eden ekonomik bir metin olmaktan öte, aynı zamanda bu tahlilden çıkan politik sonuçları ve daha da önemlisi devrim stratejisini de içerir. TDAS-I'deki emperyalizm tahlili ile devrim stratejisi birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturur. Dolayısıyla hiç kimse TDAS-I'in bir bölümünü diğer bölümünden soyutlayarak başka amaçlar için kullanamamıştır. Bu nedenle, otuz yıllık geçmişine karşın, akademik yayınlar da dahil hiçbir yayında adına yer verilmemiş olması tesadüf değildir. Bunda "Acilciler" adının tavizsiz ve uzlaşmaz mücadeleyle özdeşleşmişliği de etkili olmuştur.
THKP-C/HDÖ'nün pratiği, her zaman ve her yerde TDAS-I'de ortaya konulmuş olan devrimci çizgiye uygun olarak yürütülmüştür. Teori ile pratik arasındaki bu tutarlılık kolayca gerçekleşmemiştir. Solda egemen olan sağ oportünist ve revizyonist görüşlerin kitleler arasındaki etkisi karşısında, zaman zaman örgütsel faaliyetin yönünün ve rotasının değiştirilmesi gerektiğini düşünenler ortaya çıkmıştır. Bu sağcı görüşler, kendilerine TDAS-I'de dayanak bulmaya çalışmışlarsa da, TDAS-I'in bütünselliği karşısında çareyi örgütten ayrılmakta bulmuşlardır.
TDAS-I'in yayınlanmasından günümüze kadar geçen otuz yıl içinde, gerek ülkemizde, gerekse dünyada pek çok gelişme ve değişme ortaya çıkmıştır. Oligarşinin 12 Eylül askeri darbesiyle silahlı devrimci mücadele büyük kayıplara uğramıştır. Devrimci mücadele saflarında yer alan milyonlarca insan, 12 Eylül askeri yönetiminin ağır baskı ve terörü altında ezilmişler ve düzenin koşullarına boyun eğmeyi bir "yaşam tarzı" olarak benimsemişlerdir. "Sivil toplumculuk" teorilerinden "globalizm" propagandalarına kadar emperyalizmin yoğun ideolojik saldırıları karşısında Marksist-Leninist ideoloji bile savunulamaz hale gelmiştir. Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığıyla birlikte ortaya çıkan büyük "moral bozukluğu", devrime olan "inanç"ları yıkmış, devrimin yapılabilirliğine olan bilinci tahrip etmiştir.
"Çağ değişti, Marksizm öldü" demagojisi, Mevlana'dan alınma "cancağızım yeni şeyler söylemek lazım" tekerlemeleriyle eski kuşakların ve gençlerin zihinlerinin derinliklerine öylesine kazınmıştır ki, hiç kimse neyin değiştiğini araştırmaya bile gerek duymaz hale gelmiştir.
Bu koşullarda TDAS-I, ortaya koyduğu emperyalizm tahlilleriyle ve bu tahlillerde kullandığı yöntemle olduğu kadar, bu tahlillerden çıkan ideolojik, politik ve askeri sonuçlarıyla da önemini korumaktadır. Ancak TDAS-I'e karşı sürdürülen "suskunluk fesatı" günümüzde de varlığını korumaktadır.[15] Düne kadar emperyalizmin III. bunalım dönemini bile kabul etmeyen, hatta TDAS-I'i "IV. bunalım dönemini savunuyor" diye suçlayanlar, bugün IV., V. ve hatta VI. bunalım döneminden bile söz eder hale gelmişlerdir. Ancak bundan çok daha önemli ve olumsuz olanı ise, solda, bırakın emperyalizm tahlilini, hiçbir tahlile dayanmayan "çizgiler"in ortaya çıkmış olmasıdır. Sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla, devrimci bir teoriye dayanmayan, devrim stratejisine sahip olmayan bir sol pratik ortaya çıkmıştır. İlkesizliğin, stratejisizliğin egemen olduğu bu sol pratikte, herkes herşeyi kolayca savunabilmekte ve aynı kolaylıkla savunduklarını terk edebilmektedir. Sol örgütlerin teorisizliği ve stratejisizliği kaçınılmaz olarak eylemlerin biçimlerine de yansımaktadır. Hangi içeriğe sahip olduğu bilinmeyen eylem biçimleri kolayca solda itibar görebilmektedir. 1 Mayıslar "kızıl bayraklar"la yapılan bir "şov"a dönüşürken, silahlı devrimci mücadeleyle hiçbir ilişkisi olmayan eylem biçimleri "biz yaptık oldu" kolaycılığı içinde gerçekleştirilebilmektedir. Dünün sağ-pasifist görüşlerin "eylemsiz düşünce"leri, bugün silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin "düşüncesiz eylemi" ile örtüşmektedir.
Böylesi "değişen dünya" koşullarında TDAS-I, gerek emperyalizm tahlili ile, gerek buna bağlı olarak ortaya konan devrim stratejisi ile silahlı devrimci mücadelenin "acil" ve temel sorunlarına yanıt veren bir metin olma özelliğini sürdürmektedir.
Şüphesiz bu gerçeğe rağmen, hâlâ ve inatla TDAS-I'i görmezlikten gelenler, "çağ değişti" demagojisine sarılarak TDAS-I'de ortaya konulan emperyalizm tahlilinin "eskimiş" olduğunu iddia edenler de olacaktır. Tüm ekonomi bilgilerini "globalizm" propagandisti eski "solcu"ların yazı ve konuşmalarından edinmiş kimseler böylesine iddialarda bulunmak yerine, "değişen dünya"yı biraz araştırma gayreti gösterseler, görecekleri tek şey emperyalizmden başka birşey olmayacaktır. Yapılması gereken şey ise, emperyalizmi doğru biçimde tahlil etmekten ibarettir.
Ve Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I, otuz yıl önce yazılmış olmasına karşın, ortaya koyduğu emperyalizm tahlili ve kullandığı yöntemle bugün de geçerliliğini korumaktadır. İçinde yaşanılan dünyayı kavramak isteyen her kişi, öncelikle TDAS-I'i okumalıdır. Okuduğunda görecektir ki, dünyayı doğru biçimde yorumlamak, dünyayı doğru biçimde değiştirmenin önkoşuludur. TDAS-I bunu başardığı için, Türkiye Devrimi'nin acil sorunlarının çözümünde doğru bir kılavuz olma işlevini yerine getirmeyi sürdürmektedir.
TDAS-I'in yayınlanmasının üzerinden otuz yıl geçtikten sonra söylenebilecek son söz, Marks'ın Kapital'in önsözünde yer alan son söz olacaktır:
"Segui il tuo corso, e lascia dir le genti".[16]
[1] Bu dönemde THKP-C'ye sempati duyan hemen herkesin kendisini "Cepheci" olarak tanımlaması, THKP-C'li olmak ile "Cepheci" olmak arasındaki farkı, yani bir örgütün üyesi olmak ile bir örgüte sempati duymak arasındaki farkı çok iyi bildiklerini gösterir. RSDİP içinde bolşevik-menşevik ayrışmasına yol açan "parti üyeliği"ne ilişkin Leninist saptama bu tutumun nedenidir. Bilindiği gibi, Leninist parti üyesi tanımı, "her profesöre, her yüksek okul öğrencisine, her 'grevci'ye, kendini parti üyesi ilân etme olanağı" tanıyan menşevik tanımdan farklıdır. Menşeviklerin sözcüsü Martov'a göre, "Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin üyesi, parti programını kabul ederek, parti organlarının denetim ve yönetimi altında, partinin amaçlarını gerçekleştirmek için faal olarak çalışan kişidir." Lenin'in tanımı ise şöyledir: "Parti üyesi, parti programını kabul eden ve hem mali yönden, hem parti örgütlerinden birine bizzat katılarak partiyi destekleyen kişidir." (Bkz. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri.) [2] Bu revizyonist görüş sadece ülkemizde THKP-C'ye yönelik bir suçlama değildir. Küba Devrimi ve Che Guevara, uluslararası modern revizyonizm tarafından "küçük-burjuva devrimciliği" olarak suçlanmıştır. Bu görüş, o dönemde "Mao Zedung düşüncesi"ni kabul eden maoistler tarafından da aynen benimsenmiştir. [3] İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği. [4] Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği. [5] Ancak TİB yayınları, gerek legalitenin getirmiş olduğu sınırlamalar, gerekse legal bir meslek kuruluşu oluşu nedeniyle revizyonizme karşı bütünsel ve tutarlı bir mücadelenin araçları olamamıştır. Dolayısıyla TDAS-I'in yayınlanmasıyla "Cepheciler"in eğitim ve örgütlenme çalışmalarının ihtiyaç duyduğu yazılı materyal sağlanmış oldu. [6] Daha sonra bu grup TDKP adını almışlardır. Bugün EMEP içinde yer almaktadırlar. [7] Bu grup bir dönem THKP-C/ML adını kullanmaya çalışmıştır. Daha sonra Halkın Yolu adıyla "kitle yayın organı" çıkarmışlardır. 1977 sonrasında Doğu Perinçek kesimine katılarak tüm faaliyetlerini sona erdirmişlerdir. Bu durumu kabul etmeyenler Devrimci Halkın Yolu adıyla legal dergi etrafında örgütlenmeye çalışmışlardır. [8] Legal dergileri için "Kurtuluş" adını seçmeleri THKP-C'nin merkezi yayın organının adının Kurtuluş olmasındandır. Bu yolla, "zımni" olarak, kendilerinin THKP-C'nin devamı oldukları kanısını uyandırmaya çalışmışlardır. [9] Bu yazı 1978'de DY tarafından legal olarak da yayınlanmıştır. [10] Şöyle yazıyorlardı: "Bizim çoğunlukla 'aceleci gruplar' başlığı altında topladığımız kesimde belli başlı üç ayrı grup var. HDÖ (Acil), MLSPB ve Devrimci Kurtuluş (Eylem Birliği)." (DY, Suni Denge, Öncü Savaşı ve İç Savaş Üzerine.)
Bundan, bu dönemde DY saflarında yer alan ve 1978 yılında DY'den ayrılan DS'liler de nasibini almıştır. DS'lilerin DY "literatürü"ndeki "resmi" adları "askıcılar"dır, ancak genel tanımlamalarda DS de, "aceleci gruplar" içinde gösterilir ya da "aceleci yamağı" olarak sunulur. [11] DY, Teorik Notlar-II. [12] "Öncü savaşı devrim stratejisi değildir. Devrim stratejisi, devrimin temel ve genel yolunu belirler. Ülkemizde devrim uzun dönemli bir silahlı savaş yolundan, ülkemize özgü bir halk savaşından geçerek zafere ulaşacaktır. Öncü savaşı, ülkemizde halk savaşının geçmek zorunda olduğu; halk savaşının ilk evresinde geçilecek olan bir 'ara aşama' veya 'taktik evre'dir. Emperyalizmin 3. bunalım dönemine has gelişmelerin bir sonucu olarak halk savaşının başlangıç aşaması proletarya partisinin örgütleyip yürüteceği öncü-gerilla mücadelesi ile karakterize olacaktır." (DY, Bazı Teorik Sorunlar Üzerine, Sayı: 18, 1978.) [13] Yıllar sonra şöyle yazabilmişlerdir:
"Devrimci Yol'un THKP-C Hareketi ve Mahir Çayan'ın teorik çözümlemeleri konusundaki, onu kalıplaşmış formüller halindeki bir dogma olarak değil, geliştirilmesi gereken ve devrimci mücadelenin somut sorunlarını çözmede kullanılabilecek ve yeniden üretilecek bir çıkış noktası olarak kavrayan yaklaşımları, onu daha çok Öncü Savaşı, Suni Denge, PASS vb. kavramlara ait bir formüller ve tanımlar kataloğu olarak benimseyen genç-sempatizan kesimler arasında yeterince kavranamamıştır." (Yeniden, "Devrimci" Yol Dosyası, Sayı: 24, s: 35.) [14]Yeniden, "Devrimci" Yol Dosyası, Sayı: 24, s: 14. [15] "Suskunluk fesatı", gerek akademik çevrelerde, gerekse politik alanda "rakip"lerin yazılarını ve görüşlerini görmezlikten gelerek "önemsizleştirme" ve "değersizleştirme" yöntemidir. Özellikle küçük-burjuva akademisyenlerin sıkça kullandıkları bu yöntemle, "karşıt görüşler" için "sözü edilmeye değmeyecek şeyler" olduğu kanısı uyandırılmaya çalışılır. Marks'ın Kapital'i böyle bir "suskunluk fesatı" ile yüzyüze kalmıştır. Engels bu "fesatı" kırabilmek için değişik isimlerle Kapital'e ilişkin yazılar kaleme almak zorunda kalmıştır. [16] "Sen kendi yolunda yürü ve bırak ne derlerse desinler!" (Dante, İlâhi Komedya, "Araf", 5. şarkı.)