KURTULUŞ CEPHESİ -Mart-Nisan 1995
DS'nin
Evrimi ve Devrimi
DS'nin, Mart 1994'de "kuruluş kongresi"ni yaptığını ilan ederek kendisinin "dönüştüğü"nü açıklamasından yaklaşık altı ay geçti. Bu altı ay içersinde "dönüştükleri" "parti-cephe" hakkında fazlaca bir açıklamada bulunmamış olmalarının boşluğunu Şubat 1995'de "yeniden yayınladıklarını" iddia ettikleri haftalık legal "Kurtuluş" dergisinde birbiri ardına yaptıkları yayınlarla doldurmaya başladılar. "Dönüştükleri" partinin "marksist-leninist" olmasından öte birşey açıklamayan DS, bu yayınlarda, bir yandan kendi "tarihlerini" bir kez daha yazarken, diğer yandan bazı teorik, stratejik konularda yayınlar yapmaya başladılar. Ayların boşluğunu Şubat ayında birbiri ardına çıkan haftalık legal yayınlarıyla bir çeşit acısını çıkarırken, legal yayınlarının yeni ismiyle başlayan yeni döneminin hemen ilk sayısında "evrim-devrim aşamalarının aldığı biçim ve suni denge olgusu, ülkemizdeki devrimin yolunu belirleyen temel unsurlardır" başlığıyla, evrim-devrim aşamaları ve suni denge üzerine yazı yayınladılar. İkinci sayısında devam eden ve biten "temel unsurlar"ın böylesine kısa oluşu şaşırtıcı olsa da, içeriği ile neredeyse Kesintisiz Devrim II-III'ü yeniden yayınlamayı gerektirecek kadar anlamsız ve boş olması hiç de şaşırtıcı olmamıştır.
Evet, şaşırtıcı olmamamıştır. Okuyucularımızın çok iyi bildiği gibi, yıllar önce DS'nin legal dergi olarak yayınladığı "Yeni" Çözüm'de hemen hemen benzer bir teorik "atak" yayılmaya çalışılmış, ancak aynı biçimde çok kısa sürmüştü. Bu dergide yaptıkları yayını, "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve YÇ'nin Fırsatçılığı" adlı yazıda eleştirirken şöyle belirtilmişti:
"Son yıllarda legal olanaklardan kendine özgü bir biçimde yararlanarak ortaya çıkan bazı anlayışlar, artık herşeyin kendileri olduğu ve tüm devrimci güçleri kendilerinin teşkil ettiği gibi yanılsamalar ürettikleri görülmektedir. Bu anlayış sahiplerinin son zamanlarda THKP-C'nin devrim stratejisi olan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi üzerine legal basında yazdıkları-çizdikleri, bu stratejik çizgiyi savunma adına çeşitli tahriflere ve hatalara dayanmaktadır."
Yıllar sonra, aynı DS, kendinin "dönüştüğü" iddiasına rağmen, aynı yüzeysellik, tahrifatlar ve hatalar içeren yayınını bir kez daha gündeme getirmiştir. Tek fark, kendilerinin "dönüşmüş" olmaları ve yeni yayınlarının eskisine göre daha da yüzeysel kalması ve kısa tutulmasıdır.
Bu yazımızda, bir kez daha DS'nin pek fazla bilgisi olmadığı konularda yazı yazma zorlamasının getirdiği hataları, yüzeysellikleri ve tahrifatları sergilemeye çalışacağız. Tabi bunu yaparken, kendilerini "dönüştükleri" partinin "kuruluş kongresine sunulan rapor"da belirttikleri şu sözlerin muhataplarının kimler olacağını da kendilerine sormak gerekmektedir:
"... sol sapma bir çizginin kalıntıları olan Acil (Türkiye Devriminin Acil Sorunları) ve MLSPB yapılanmaları ortaya çıkar. Bunlar sözüm ona herkesi THKP-C'yi inkar etmekle suçlayarak, THKP-C'yi sol sapma ve fokocu tarzda yorumlayarak siyasi arenada yer alırlar. Bu gruplar bir anlamda THKP-C düşüncelerini karikatürize eden, onun hangi tarihsel ve siyasal koşullarda nasıl bir mücadele verdiğini anlamayan, Marksizm-Leninizm'in somut koşullarında uygulanmasını bilmeyen kaba, dogmatik bir yaklaşım içersindedirler. Bu nedenledir ki, sağa savrulmaları çok kolay olmuştur. Ne kitlesel olarak, ne de eylemsel düzeyde ciddi bir güç olmayı başaramamış ve sonuçta büyük bir demoralizasyona uğrayarak kendilerini tüketmişlerdir.
Devrimci Gençlik (DY) çevresiyle tanışmamız bu süreçte başlar." [1*]
Hemen hemen benzer sözler, yıllar önceki evrim-devrim aşamaları ve suni denge üzerine yazdıkları yazıda yer almıştır ve "LEGAL BİR DERGİ OLAN "YENİ" ÇÖZÜM "ACİL"DEN NE İSTİYOR?" başlığı ile şu yanıtı almışlardı:
"Buraya kadar 'YÇ'de yer alan yazıdaki evrim-devrim aşamaları kavrayışındaki hataları, karışıklıkları ve THKP-C çizgisinden nasıl bir kopuşu içerdiğini kısaca ortaya koyduk. THKP-C'nin en açık belirlemelerini bile olağanüstü bir çabayla karmakarışık eden 'YÇ' deki yazı, son bölümünde hiçbir kaynağa atıf yapmaksızın 'Acil'e 'eleştiri' yöneltmeye kalkışmıştır. 'Eleştiri'nin anlamsızlığı fazlaca önemli de değildir. Ama buna neden 'gerek' duyulduğu da anlaşılmalıdır.
Evet, legal bir dergi olan 'YÇ'deki yazıda 'mucidi Acil olan' bir görüş bulunduğu ileri sürülmüş ve bu görüş 'eleştirilmiş'tir. Rivayete göre 'Acil'de, evrim ve devrim aşamalarının çalışma tarzı iç içe geçtiği için evrim ve devrim aşamaları iç içe geçermiş diye bir 'görüş' bulunuyormuş! Böylece aynı zamanda milli kriz de yaratılmış olunduğu bir 'görüş' olarak ortaya çıkmaktadır.
'Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I' adıyla 1975 yılında illegal olarak yayınlanan ve kısaca 'Acil' olarak bilinen broşürümüzde ve hatta başka broşürlerimizde böyle bir rivayeti doğru çıkarabilecek bir beyan bulmak olanaksızdır. Nitekim bu gerçeklik bilindiği için herhangi bir atıf yapılmamıştır.
Öyleyse böyle rivayetler ileri sürmenin anlamı nedir?
Kendilerinin 'gerekçeler'ini kesinkes bilemiyoruz. Ancak eski 'DY' geleneğinden gelme olduklarından, 'engin ve zengin" deneyimleri olması olasıdır. 'DY'nin çok iyi bildiği gibi, TDAS-I broşürü -konuyla sınırlı söylersek- emperyalizmin bunalım dönemleri ile milli kriz ilişkisinin her türlü revizyonist ve oportünist tahrifatlara karşı geniş ve ayrıntılı bir açımlanmasını içerir. Ve revizyonizme ve oportünizme karşı ideolojik mücadelede her zaman TDAS-I'in THKP-C çizgisini benimseyenler için önemli bir kaynak oluşturduğunu söyleyebiliriz. (Sanırız 'mucid'likten de kastedilen bu olmalıdır.) TDAS-I böyle bir niteliği, içeriğinin bilimsel verilere dayalı bilimsel bir inceleme olmasından dolayı kazanmıştır. Ve doğal olarak bilim ve bilimsel gerçekler herhangi bir kişi ya da grubun özel mülkü olamaz. Ama 'DY' taraftarlarına sürekli olarak herşeyin kendilerinden oluştuğunu, herşeyi kendilerinin bildiğini, popüler dille söylersek 'en büyük' olduklarını söylemekte ya da böyle bir imaj vermekteydi. Bu durumda bilimsel gerçeklerin bilinmesi 'amaç'a ters düşeceği için çeşitli 'rivayet' ve 'tahrifatlar'a yönelerek, TDAS-I'e ve dolayısıyla örgütümüze karşı bir içgüdüsel tepki oluşturmak, önyargılar yaratmak peşinde koşmuştu. 'DY' nin sözde kabul eder göründüğü Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni özde ve pratikte nasıl reddettiğinin nesnel ölçütü ancak TDAS-I'de bulunabilinirdi.
İşte tarihsel gerçekler bunlardır. Bu durumda ve bu amaçlarla hareket edildiğinde, ister istemez kaynak göstermeksizin ileri-geri konuşmak, rivayetler ileri sürmek pekâlâ mümkündür. Zaten TDAS-I illegal bir yayındır ve her yerde, örneğin gazete bayilerinde bulunmaz. İllegal bir yayınla legal basında polemiğe girmek ise oldukça 'kullanışlı' bir 'yol' olarak görünebilir. Tabi bunun Marksizm-Leninizmle nasıl bağdaştırılacağı yapanların sorunudur. Elbette herkesin legal olanaklardan yararlanmaya hakkı vardır. Hiç kimseye legal olanakları hangi amaçlarla kullanacağını bizler söyleyemeyiz.
Evet, TDAS-I'de de, diğer yazılarımızda da açıkça ortaya koyduğumuz gibi evrim ve devrim aşamalarının tespiti, doğrudan devrimci mücadelenin sürdürülüş tarzına ilişkin veriler sağlar, sonuçlar doğurur. Evrim ya da devrim aşamasında olunmasına bağlı olarak devrimci örgüt çalışma tarzını ve örgütlenme anlayışını biçimlendirir. Bu nedenledir ki Mahir yoldaş, 'Kesintisiz Devrim II-IIIde, konu başlığı olarak 'Evrim-Devrim Aşamaları ve Çalışma Tarzı'nı seçmiştir.
Ama bunlar ayrıdır, evrim-devrim aşamaları, çalışma tarzı iç içe geçtiği için evrim-devrim aşamaları iç içe geçtiği ileri sürülüyor demek ayrıdır.
Mahir yoldaşın açıkça ortaya koyduğu gibi, evrim ve devrim aşamalarının belirlenmesi ne tesadüflere bağlıdır, ne de kişilerin subjektif istemlerine. Evrim ve devrim aşamalarının belirlenmesinde kullanılan ölçüt (emperyalist aşamada) kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı ile milli krizdir. Bunların varlığına ya da yokluğuna, sürekli ya da kesikli oluşuna göre bir ülkedeki devrimci mücadele sürecinin evrim ve devrim aşamaları tespit edilir. Ve doğal olarak bu tespitler bir kez yapıldı mıydı, artık sorun içinde bulunulan aşamaya uygun çalışma tarzını ve örgütlenme anlayışını formüle etmek ve pratiğe geçirmek halini alır. Evrim ve devrim aşamalarına ilişkin aynı belirlemeye sahip olan örgütlerin, farklı çalışma tarzına sahip olmaları durumunda, ideolojik tartışmalar her zaman bu son konu üzerinde yoğunlaşır.
Biz, evrim ve devrim aşamalarının bizim gibi emperyalist hegemonya altındaki ülkelerde iç içe geçtiğini tespit edenlerle, bir başka deyişle bu nesnelliği kabul edenlerle ilişkimizde, her zaman farklılıkların, pratikte çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı düzeyinde ortaya çıktığını dikkate aldık. Sözde Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni kabul edip, pratikte bundan yan çizenlere, her zaman nesnel gerçeklere uygun olan teorik değerlendirmeye göre hareket etmelerini ya da açıkça 'kopuş'u ortaya koymalarını söylediğimizde, bunları dikkate aldık. İşte bu bağlamda 1977 yılında 'Devrimci' Gençlik dergisi etrafında toplananlara (henüz 'DY'a dönüşmemişken) şunları söyledik:
'Devrimci' Gençlik oportünizmi Kesintisiz Devrim II-III'deki tüm bu temel tespitleri reddederek Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'yle ilgisi olmayan bir çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı savunur.' [2*]
Gerçeğin ölçütü pratiktir.
Bu gerçekler ortadayken legal bir dergi olan 'YÇ' deki yazıda rivayet edilenleri anlamak zor olmaktadır. Acaba 'YÇ'deki yazı kendisini 'DY'nin devamı, 'mirası'nın sahibi olarak görmekte ve buna uygun olarak TDAS-I'le 'hesap' görmeye mi kalkışmaktadır? Bunu bilemiyoruz. Ama 'rivayete' dayalı bir 'eleştiri'yaparken bile, insan özenli olmalıdır ki, 'rivayet'i okuyanlar 'gerçek' sansınlar! Bunu yazıda bulmak da olanaksızdır.
Bir yandan 'Acil'e maledilerek Mahir yoldaşın 'mücadele biçimleri arasındaki bağlantıyı da hiç bir yerde iç içe olarak belirtmemiştir' [3*] diyeceksiniz, sonra da 'bilindiği gibi yeni sömürge ülkelerde ... evrim dönemi çalışma tarzı da belirli bir ağırlık kazanmakta, bu anlamda mücadele biçimleri arasındaki iç içelik sözkonusu olur' [4*] tespiti yapacaksınız. Bu 'olmaz'!
Evet, TDAS-I'i istedikleri yerde ve zamanda bulabilme olanakları yoktur. Ama rivayete dayalı eleştiri yapmak için bu bile mazeret olamaz. 'DY' nin yıllar önce kullandığı yöntemlerin 'YÇ'de görülmesinin nedenlerini bilemiyoruz, ama doğru yöntemi bulmalarında sayısız yarar vardır."
İşte böylesine bir geçmişe sahip bir konuda DS yeniden birşeyler yazma gereği duymuştur. Şubat 1995'de böyle bir gereksinme duymasının temelinde, şüphesiz, "dönüştükleri" parti-cephenin, THKP-C'den temelden farklı olduğunun ve THKP-C çizgisinden kesinkes kopuş demek olduğunun kendi kitlesi tarafından görülmesini engellemek yatmaktadır. Görünüşte, THKP-C'nin teorik belirlemelerinde temel bir öneme sahip olan evrim-devrim aşamaları ve suni denge konusunda birşeyler söyleyerek, hâlâ aynı çizgide oldukları imajını vermek istemektedirler. Ama üç dergi sayfasını geçmeyen yazı okunduğunda görülecektir ki, sadece THKP-C çizgisinden kopulmakla kalınmayıp, ulaşılabilecek en son sınırda bir teorisizleşme söz konusudur.
Şimdi kendilerinin yazış-sunuş sırasına göre bu teorisizleşmeyi ele alalım:
"Dünyada bugüne kadar gerçekleşen devrimlere baktığımızda, devrim süreci boyunca her birinin izlediği strateji ve taktiklerin farklı farklı olduğu görülür. Hiçbir devrim, başka bir devrimin aynısı değildir. Farklı devrimler, o devrimlerin gerçekleştiği ülkeye, genel M-L ilkeler ışığında nesnel koşullarının somut tahlilinden kaynaklanan stratejilere ve farklı taktiklere sahiptir.
Başarıya ulaşmış hiçbir devrim, bir diğerini kopya ederek olmamıştır. Bir başka deyişle, dünya devrim tarihinde şablonculuk kendine yer bulamamıştır." (abç) [5*]
İlk bakışta, hemen herkesin bildiği genel sözler söyleniyormuş gibi görünen bu ifadelerin içerdiği bilisizlik, "M-L"den, "nesnel koşulların somut tahlilinden" söz edilmesiyle çelişmektedir. Ancak bunlar bizi ilgilendirmemektedir. Bizi ilgilendiren, bu belirlemelerin, Marksizm-Leninizmin evrensel belirlemeleriyle ne denli çakıştığıdır. İşte aynı konuda Mahir Çayan yoldaşın 1971 yılında yazdıkları:
"Leninizmin dünyanın yarı-sömürge ve sömürge ülkeler için öngördügü devrim teorisi, işçi sınıfının önderliğinde köylü ordusunun halk savaşıyla kırlardan şehirleri kuşatması teorisidir.
Biz, hiçbir sömürge ve yarı-sömürge ülkenin, kıtanın veya bölgenin Leninizmin bu evrensel ilkesini geçersiz kılabilecek kendine özgü şartlar taşıdığını kabul etmiyoruz.
Mahalli, tarihi gelenek, görenek veya üretici güçlerin gelişme seviyesi sadece Leninizmin evrensel devrim teorisinin taktiklerine yön verecek unsurlardır. Bu farklılıklar, her ülkenin devrim stratejisinin kendine özgü ara aşamalarının niteliklerini biçimlendirirler." (abç) [6*]
Görüldüğü gibi Mahir Çayan yoldaş, sömürge ve yarı-sömünge ülkelerin devrimlerinde ara aşamaların, taktiklerin farklılığını ortaya koyarken, emperyalist zincirin aynı halkasında bulunan ülkelerin kendine özgü stratejisinden söz etmez. Emperyalist hegemonya altında bulunan ülkelerin devrim stratejilerinin ortak yanları ile her ülkenin kendine özgü koşulları tarafından belirlenen taktikler ve ara aşamalara sahip olması hiç de bilinmeyen bir şey değildir. En bilinen ifadeyle söylersek, emperyalist hegemonya altındaki ülkeler devriminde Halk Savaşı zorunlu bir duraktır. Ancak her ülkenin kendine özgü koşulları ve emperyalizmin bunalım dönemlerindeki farklılıklar, bu savaşın ara aşamalarında farklılıklar yaratır. Bu bağlamda, ülkemizdeki Halk Savaşının taktikleri ve ara aşamaları, ne Çin Halk Savaşına, ne Vietnam Halk Savaşına, ne de Küba Devrimi'ne benzemeyecektir. Ve bir şablonculuktan söz edilme durumu varsa, bu da bu devrimlerin ve halk savaşlarının bire bir tüm emperyalist hegemonya altındaki ülkelerde olacağını ileri sürülmesi durumunda vardır. İşte ülkemizde Çin Halk Savaşını, tüm taktik ve ara aşamalarıyla savunan "Maocu" kesimler, bu şablonculuğun somutluğunu oluştururlar.
Ancak kendilerine "Maocu" diyenlerin Çin Devrimi'ni mekanik bir biçimde ülkemize aktarmalarına karşı çıkmak ve eleştirmek başka bir şeydir, emperyalist hegemonya altındaki ülkelerin her birinin kendine özgü stratejiye sahip olmaları gerektiğini söylemek ayrı birşeydir. DS'nin teorik düzeyi bunlar arasındaki farklılıkları anlayamayacak kadar yüzeysel kalmaktadır.
Şüphesiz, DS bunları söylerken hiçbir amacı olmadığını da söyleyemeyiz. DS'nin Marksizm-Leninizmle hiçbir ilgisi olmayan bu "kendine özgü strateji" söylemi, kendisinin kendine özgü "dönüşümü" ile ilgilidir. Bu nedenle, "kendine özgü strateji" ortaya koymak durumundadır ve şimdilik "ısınma turları" atılmaktadır. Yani, kendi kadrolarını ve sempatizanlarını, "kendine özgü strateji"ye hazırlamak durumundadır. Bu amaçla, Marksizm-Leninizmin evrensel ilkelerini, "genel M-L ilkeler" diyerek tahrif etmekden de başka bir çıkışı yoktur. Çünkü bu ülkede ve bu dünyada Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi diye bir gerçek vardır ve bu stratejiyi savunanlar da, bu stratejinin emperyalist hegemonya altındaki tüm geri-bıraktırılmış ülkelerde geçerli olduğunu söylemektedirler. DS'nin kurtulmaya çalıştığı da bu stratejidir. Ve yazının devamında da bunu ifade etmekten geri durmamışlardır:
"Bugün ülkemizde devrim yolunu belirlemede temel bir öneme sahip olan evrim-devrim aşamalarının, bizim ülke koşullarımıza uygun olarak yorumlanması ve yeni-sömürge ülkelerin bir orijinalitesi olan suni dene olgusunu da bu bakış açısıyla ele alıp değerlendirmek zorunludur." (abç) [7*]
Evet, "bugün" DS'nin kendi önüne koyduğu görev, evrim-devrim aşamaları ile suni denge olgusunu "bizim ülke koşullarımıza uygun olarak yorumlamak" ve "değerlendirmek" olduğuna göre, Mahir Çayan yoldaşın yukardaki sözlerini yok varsaymak kaçınılmazdır. Kendilerinin THKP-C'den geldikleriyle övünen DS' nin evrim-devrim aşamaları ve suni denge konularını sanki bir başka ülkenin devrimcilerinden duymuşlar gibi bir tutuma girmesi, oldukça ilginçtir.
Hemen herkesin en çok bildiği bir gerçek varsa, bu da, evrim-devrim aşamaları ve suni denge kavramlarının THKP-C'nin ideolojik-teorik belirlemelerinde temel bir yere sahip olduğu ve Mahir Çayan yoldaş tarafından ilk kez bir bütün olarak ortaya konulduğudur. Kesintisiz Devrim II-III'ün tarihsel önemi ve değeri de buradan gelmektedir. Ve DS teorisyenleri dışında herkes bilmektedir ki, bu teorik belirlemeler, tahliller bu ülkede yapılmıştır.
Ama DS'nin tüm bu gerçekleri yok varsaymasının açık bir nedeni vardır: Tarih, kendileri ile başlamıştır ve herşey kendilerine özgü olacaktır. Ve tüm yazıya bakılacak olursa, Kesintisiz Devrim II-III'den hiç söz edilmediği, bunun yerine sürekli olarak "Haklıyız Kazanacağız"dan alıntılar yapıldığı görülecektir. Ama unuttukları tek gerçek, Kesintisiz Devrim II-III'ü ne kadar kendi kadroları ve sempatizanları için yok varsaysalar da, onun ülkemiz devrim teorisine damgasını vurmuş olduğudur. T'yi D yapmakla bu gerçek ortadan kaldırılamaz.
Gelelim, "bizim ülke koşullarına uygun olarak yorumlanması"nı yaptıkları evrim-devrim aşamalarına.
DS, sözü geçen yazısında, "emperyalizm döneminde evrim-devrim aşamalarının genel karakteristik özellikleri" alt başlığı altında şunları söylemektedir:
"Devrim tarihi sınıflar mücadelesinin tarihidir. Devrimleri, devrim stratejilerini belirleyen şey, ülkelere özgü nesnel koşullardır." [8*]
Okuyucu hemen düşünecektir, öyle bir alt başlığın bu sözlerle başlaması ne demek?
Öyle kafayı yoracak birşey yoktur. Sadece daha önce ele aldığımız sözlerini bir kez de herkesin bildiği cümle kalıplarıyla bağlantılı hale getirmek istenmiştir. Ama ne yazık ki, sadece insanların kulaktan dolma bilgilerle devrimcilik yaptığını zannedenler böyle bir bağlantı yapmaya kalkabilir. Çünkü, az da olsa Marksizmle ilgilenmiş herkes bilir ki, Komünist Manifesto'nun en bilinen cümlesi şöyledir:
"Tarih (yazılı tarih), sınıf mücadelelerinin tarihidir."
İşte teorisizliğin ve kendine birşeyler vehmetmenin en tipik durumu. Sanki Marks-Engels, sınıf mücadelelerinin tarihini, devrim tarihi olarak tanımlamayı düşünememişler!
Ama teorisizlik bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Yukardaki alıntı hemen şöyle devam etmektedir:
"Çünkü devrim, sınıfların iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve şekillenen belirli nesnel koşullarda gerçekleşir. Bu koşulların varlığı ya da yokluğu esas alınarak, toplumların gelişim ve değişim süreci, evrim ve devrim aşamaları olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak bir üretim tarzından diğerine geçiş ve yeni üretim tarzının egemenliği; ancak, eski üretim tarzını ayakta tutan devletin yeni sınıflarca yıkılması ya da devleti ele geçirmesiyle olanaklıdır. Mevcut devlet mekanizmasını parçalayarak yeni üretim ilişkilerini yaratacak olan sınıfların devrimin maddi koşulları üzerinde etken olabilecek iradeleri, aynı zamanda yeni toplumun da inşasını sağlayacaktır. Bu irade ve bunun tespit ettiği strateji doğrultusunda yürütülecek mücadele Marksist devrim teorisinin volanterist (iradeci) yönünü oluşturur. Bu volanterist yanın öznesi proletarya partisidir." (abç) [9*]
Sadece bu sözlerdeki yanlışlıkları, çarpıklıkları ve bilisizlikleri düzeltmek için sayfalar dolusu yazı yazmak gerekir. Ama bunlara gerek yoktur. DS, kulaktan dolma bilgilerle devrim teorisini öğrenen ve Özal döneminin "imaj-maker"leriyle şekillenen bir toplumda, kendine "özgü" yol oluşturmak istemektedir. Bu açıdan, Marksist-Leninist belirlemelerin kulakta yaptığı çağrıştırmalara dayanarak, kendi kadrolarını ve sempatizanlarını belirli bir söylemden (THKP-C terminolojisinden) ve tarihten uzaklaştırmak istemektedir. Bu nedenle yazılanların, tekil olarak doğru ya da yanlışlığı kendileri için önem taşımamaktadır. Ama yine de, bizler, bu söylemin doğru ifade ve belirlemesini ortaya koyalım:
"Marksist devrim teorisi hem determinist hem de volantiristtir (iradecidir). Bu ikili yön diyalektik bir bütün oluşturmaktadır. Devrimin olabilmesi için maddi bir temelin varlığı şarttır. Üretici güçler devrim için gerekli olan (belli bir) seviyede olursa devrim olabilir. Bu anlamda Marksist devrim teorisi, deterministtir. Fakat sadece devrimin zaferi için üretici güçlerin belli bir seviyede olması, objektif şartların olgun olması yetmez. Devrimin zaferi için ihtilâlci insiyatif de gereklidir. Bu anlamda da Marksist devrim teorisi volantiristtir.
Proletaryanın yönetimi ele geçirebilmesi için, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin arasındaki çelişkinin antagonizma kazanması, son haddine ulaşması gerekmektedir. (Devrim kavramı, burada proletarya devrimi veya proletaryanın hegemonyasında demokratik devrim anlamında kullanılmaktadır.) Proletarya, daha doğrusu öncü müfrezesi bu zıtlığı çözümlemek için devrimci sınıfları kendi tarafına çekerek, ileriye fırlar, karşı tarafın baskı ve cebrini devrimci şiddet ile bertaraf edip, eski devlet mekanizmasını parçalayarak, kendi politik hegemonyasını (Sosyalist devrimde proletarya diktatoryasını; demokratik devrimde ise halk diktatoryasını kurar.) kurarak, kendi iktidarına uygun alt yapı düzenlemelerine geçerek, sınıfsız topluma kadar devrimi sürekli kılar...
Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukardan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir." [10*]
İşte Mahir Çayan yoldaşın Kesintisiz Devrim-I'de ortaya koyduğu belirlemeler böyledir.
Görüleceği gibi, devrim, DS'nin yazdığı gibi, "sınıfların iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve şekillenen belirli nesnel koşullarda" gerçekleşir demek, hiçbirşey söylememek demektir. Tüm Marksist-Leninistlerin bildiği gibi, bu nesnel koşullar, "belirli"dir ve "üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin antagonizma kazanması" şeklinde tanımlanır. Bu tanımlama, Marksizmin en temel belirlemelerinden birisidir:
"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka birşey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder." [11*]
İşte Marksizm-Leninizmin böylesine geniş ve kapsamlı bir bilimsel temele sahip belirlemeleri, DS'nin yazısında ifade ettiği gibi, kendi içinde hiçbir anlamı olmayan, sadece birkaç sözcüğü birbirine benzeyen birşeylere indirgenmesi, belki de ülkemiz devriminin bir orijinalitesi olmak durumundadır. Öyle ki, Marks'ın yukarda aktardığımız en bilinen ve Marksizmin en temel belirleme ve kavramlarını içeren sözlerin bir yana bırakılıp, "yeni üretim ilişkilerini yaratacak olan sınıflar"dan bile söz edilebilmektedir. Bütün bunları, kendini "dönüştüğü" ve "marksist-leninist" olduğunu iddia ettiği bir parti söyleminde ifade edilebilmekte ve "inceleme/araştırma" adı altında yayınlanabilmektedir.
Şüphesiz sürekli okuyucu, bunca değerlendirmenin yeterli olduğunu, konunun anlaşıldığını düşünebilir. Ancak ülkemizdeki teorik keşmekeşi, kavram kargaşasını bile aratan böylesine bir teorisizleşme ve ideolojisizleşme ortamında, konuya devam etmek, aynı zamanda devrimci bir sorumluluk gereğidir.
Evet, yazının devamında, DS, evrim ve devrim dönemlerini tanımlamaktadır.
"Bunlardan evrim dönemini toplumun istikrarlı ve kararlı bir görünüme sahip olduğu, sınıflar arası ilişkilerin belli yasa ve kurallar içerisinde dengelendiği, yine sınıflar arası çelişkilerin şiddetli çatışmalara yol açacak kadar keskinleşmediği bir süreç olarak nitelendirebiliriz. Bu sürece 'görece bir dinginlik', 'barışçıllık' damgasını vurur." (abç) [12*]
"Devrim döneminde ise, ne toplumsal istikrardan, ne 'dinginlikten', ne de 'barışçıllık'tan söz edilebilir. Devrim döneminde sınıflar arasındaki nispi farklılık gösteren 'denge' durumu bozulmuş, bunun yerini şiddetli çatışmalar almıştır. Yani görece bir 'denge' değil, tam tersine bir dengesizlik söz konusudur." [13*]
Görüldügü gibi, DS, evrim aşamasının (ya da döneminin) koşullarını ortaya koymaya çalışmaktadır. Yani, belirli bir toplumsal koşullar altında ne zaman evrim aşamasında olunur, ne zaman devrim aşamasında olunur sorusunu yanıtlama çabası içindedir. Bu açıdan, "toplumun istikrarı"ndan, "sınıflar arası ilişkiler"den, bu ilişkilerin "dengelenmesi"nden söz etmektedir.Bakın bunları Mahir yoldaş nasıl ele almaktadır:
"Marks ve Engels, proletaryanın devrimci mücadelesini evrim ve devrim aşamaları olmak üzere iki aşamada formüle ederler.
Her iki aşamada da proletaryanın devrimci taktikleri değişiktir...
Evrim ve devrim aşamalarını belirleyen etkenler nelerdir? Devrim konakları tesadüflere mi bağlıdır? Değildir elbette. Devrimlerin bir yasası vardır. Marks ve Engels devrim aşamasını devrimci buhrana bağlamaktadırlar. (Proletaryanın bilinç ve örgüt seviyesinin de devrim için yeterli olması şarttır.)
Devrimci bunalım kavramı uzun süre Marks ve Engels'de açık ve net bir kavram niteliğine sahip olamamıştır. Devrimci bunalım kavramının bu bulanık durumundan dolayı, Marks ve Engels 1848 ihtilâllerinde yanılmışlardır.
Bilimsel sosyalizmde devrimci buhran programı, ekonomik buhran, sosyal buhran, siyasi buhran ve sürekli buhran gibi çeşitli unsurları ihtiva etmektedir.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, bilimsel sosyalizmde bu buhranlar teorisi, Kapital'e kadar oldukça bulanıktır. Marks ve Engels, Manifesto'da 'Dönem dönem ortaya çıkamalarıyla burjuva toplumunun varlığını her an daha büyük tehlikeye düşüren ticari buhranları anmak yeter' demektedirler. Bu ekonomik buhranlar, her defasında tehlikesi daha da artan, burjuva ekonomisinin hayatının sonuna kadar devam edecek olan kalp krizleridir. Bu buhranlar aynı zamanda sosyal buhranları da yaratırlar. Fakat bir devrimin olabilmesi için bu iki buhranın varlığı yetmez; devrimin objektif şartının olgun olabilmesi için, ekonomik buhranın yanında, sosyal bunalımın derinleşmesi ve burjuva yönetimini alaşağı etmeyi sağlayacak politik buhranın varolması şarttır. (Böyle bir politik bunranın olması da, sosyal bunalımın derinleşmesi ve ekonomik bunalımın varlığına bağlıdır.)
Eğer bu üç bunalım bu şekilde son haddine ulaşmazsa, devrim olamaz. (Devrim için, devrimin objektif şartının olgunlaşması şarttır.)" [14*]
Görüldüğü gibi, evrim ve devrim aşamalarını belirleyen koşullar, doğrudan ekonomik, sosyal ve siyasal bunalımlarla ilgilidir ve bu üç bunalımın birleşerek, tek bir bunalım haline gelmesi durumunda devrim aşamasında olunduğundan söz edilebilir. Lenin, bu durumu "milli kriz" olarak tanımlamıştır.
Emperyalist aşamada, kapitalizmin sürekli ve genel bunalıma girmesiyle birlikte, sistemin bütününde devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmasına paralel olarak, Marksizm-Leninizmin bu konudaki belirlemeleri de gelişmiş ve derinleşmiştir. Lenin, bu koşullar altında, kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasını bularak, devrimin zamandaş olmayacağını, dolayısıyla her ülkenin kendi milli krizini yaşaması gerektiğini saptamıştır. Bu bağlamda, evrim ve devrim aşamaları, kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlar çağında, tek tek ülkelere bu bunalımın yansımasıyla ortaya çıkan milli krize göre belirlenmek durumundadır. Dolayısıyla, evrim-devrim aşamaları, yani devrimci mücadele, milli krizin ortaya çıkışına göre belirlenmekte ve proletarya partisi de bu koşullara bağlı olarak kendi taktiklerini belirlemektedir.
Bu noktada, milli krizin varlığı ya da yokluğu koşullarında ülkelerin durumlarının nasıl olduğu sorusu araştırılacak olursa, ortaya her ülkenin kendi sosyo-ekonomik yapısının değerlendirilmesiyle saptanan durumlar söz konusu olur. Ama bunlar devrim mücadelesinin aşamaları olan evrim ve devrim aşamaları ile karıştırılamaz. Bunlar sadece devrim durumuna ilişkin konulardır ve evrim ve devrim aşamaları, bunun üzerinde yükselen üst belirlemelerdir.
Böylesine açık ve net olarak ortaya konulmuş bir konunun, DS yazısında sıradanlaştırılması ve anlamsızlaştırılmasını bir yana bırakırsak, geriye milli kriz ve devrim durumuna ilişkin söyledikleri kalacaktır. Yani, "toplumsal istikrar", "sınıflar arası ilişkilerin belli yasa ve kurallar içersinde dengelenmesi", sınıflar arasında "şiddetli çatışmalar"ın olmaması ve bu bağlamda "sınıflar arası çelişkilerin" o kadar "keskinleşme"mesiyle belirlenen bir dönem söz konusudur ve doğal olarak böyle bir dönemde proletarya partisinin çalışma tarzı evrim aşaması çalışma tarzı olacaktır, yani Almanca konuşma gündemde bulunacaktır.
İşte konu bu kadar yalındır. Ama gerçekten bugün dünyada DS'nin nitelendirebildiği gibi bir toplumsal yapı mevcut mudur? DS'nin yanıtlamak zorunda olduğu bir soru da budur.
Eğer, serbest rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme, yani emperyalizme dönüşmesiyle birlikte, kapitalizm sürekli ve genel bir bunalıma girmişse; ve bu bunalımın varlığı sosyalist devrimin nesnel koşullarının, sistemin bütününde mevcut olması anlamına geliyorsa, "toplumun istikrarlı ve kararlı bir görünüme sahip olması" nasıl olanaklı olmaktadır? Sınıflar arası ilişkiler "belli yasa ve kurallar içersinde" nasıl "dengelenmektedir"? "Sınıflar arası çelişkiler" nasıl olup da "keskinleşme"mektedir? "Görece bir dinginlik", yani bir başka döneme ya da koşullara göre bir hareketsizlik, durağanlık nasıl ortaya çıkmaktadır? Ve nasıl olup da "barışçıllık" bu topluma damgasını vurmaktadır?
"Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz" yazısında toplum, sınıflar, sınıf hareketleri ve denge durumu şöyle ortaya konulmuştur:
"Toplum, sınıflardan oluşmaktadır ve toplumdaki her sınıf, üretimin belirlediği üretim ilişkileri içinde hareket halindedir. Toplumdaki her sınıfın hareketi birbirine bağıntılıdır ve bir dengenin oluşması yönünde hareket eder. Toplumdaki her sınıfın hareketi, tüm toplumun canlı organizması içinde toplumun genel hareket dinamiğini oluşturur. Sınıflar arası çelişkiler, toplumun genel hareket yasasını çizerler.
'Her bir hareket denge yönünde çaba gösterir, bir bütün olarak hareket, her dengeyi ortadan kaldırır.' [15*]
Toplumda sınıfların bağıntılı hareketi, üretimin gelişme seviyesine uygun düşecek şekilde dengeler oluştururlar, ancak toplumsal hareketin genel dinamiği, bu dengeleri parçalar ve toplum sürekli olarak yeni dengelere ulaşmak yönünde hareket eder. Toplumun genel hareketini çizerken oluşturduğu denge durumlarına, 'barış' dönemleri, ya da evrim dönemleri adı verilir. Toplumların evriminde, toplumsal denge durumları, sınıflar arası çelişmelerin ve sınıflar arası hareketlerin, toplumun genel hareket çizgisine uygun düştükleri zaman vardır. Bu durumlarda toplumun genel hareketinin (ki bu hareketi belirleyen üretici güçlerdir) lokomotifi olan sınıfın çekişi (ya da bu sınıfın hareketi) diğer sınıfların o sınıfa (çekici sınıfa) karşı olan hareketlerine (tepkilerine) üstündür. Toplumsal dengelerin oluştuğu bir toplumda, dengeleri oluşturan temel belirleyici, toplumun genel hareketinin (ki buna toplumun iktisadi evriminin hareketi de diyebiliriz), toplumun hakim sınıfının hareketiyle uygunluk göstermesidir. Aksi durumlarda ise, toplumsal dengeden söz etmek yerine, toplumsal dengesizlikten söz etmek daha doğru olacaktır. Ve bu anlamda olarak da bu tür denge durumlarına 'suni denge' demek yanlış olmayacaktır. Eğer bir toplumda suni dengenin varlığından söz ediyorsak, o toplumdaki genel hareketin hakim sınıfın hareketiyle temel çelişmesinden öte, antagonizmaya varma durumunun olduğunu da ifade ediyoruz demektir.
Unutulmamalıdır ki, 'her denge ancak bağıntılı ve geçicidir.' [16*]" [17*]
Görüldüğü gibi, DS'nin söylediği "sınıflar arası ilişkilerin belli yasa ve kurallar içersinde dengelenmesi" değil, toplumsal denge söz konusudur. Emperyalist aşamada, emperyalist metropollerdeki toplumsal dengelerle, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki toplumsal dengeler aynı değildir. Ancak bu farklılık, ülkelerdeki üretici güçlerin gelişme seviyesine ve buna uygun düşecek biçimdeki iktidarı elinde tutan sınıfın diğer sınıfları siyasal olarak yedeklemesine göre biçimlenir. Emperyalist metropollerde, finanskapital, elinde tuttuğu ekonomik gücü kullanarak, diğer sınıf ve tabakaları kendisine yedekleyebilmektedir. Bunun en tipik ifadesi, emperyalist sömürüyle geri-bıraktırılmış ülkelerden elde edilen kârlardır ve bunları kullanarak diğer sınıf ve tabakaları kendisine yedekleyebilmektedir. Emperyalist metropollerde ortaya çıkartılan "işçi aristokrasisi" bunun açık görüngüsüdür. (Ancak finans-kapital ekonomik gücünü sürekli olarak kullanamaz. Özellikle sistemin bütününde ortaya çıkan ekonomik buhranlar ve bunların giderek şiddetlenmesi, elindeki ekonomik gücü, diğer sınıf ve tabakaları yedeklemekte kullanmasını kesintiye uğratır. Böyle dönemlerde, kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı derinleşmeye yönelir ve milli kriz yönünde gelişir. Bu da devrim durumunu ortaya çıkarır. Ancak bizim gibi ülkelerden farklı olarak, bu durum sürekli değil, kesintilidir. Bu nedenle de, emperyalist ülkelerde evrim ve devrim aşamaları birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılır.)
DS'nin "sınıflar arası ilişkilerin belli yasa ve kurallar içersinde dengelenme"sinden söz etmesi toplumsal ilişkileri, yalın hukuk ilişkileri ile açıklamaktan başka bir anlamı yoktur.DS'nin "Kurtuluş"undaki "inceleme/araştırma" yazısını okumaya devam edildikçe, yukarda ortaya koyduğumuz türden bir dizi bilisizlik, teorisizlik sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bunlardan birisi de, devrim durumuna ilişkin şu sözlerde görülmektedir:
"Devrimi yaratacak olan koşulları genel olarak bu çerçeve içine oturtabiliriz. Ancak böylesi koşulların var olduğu her yerde ve her zaman bu durum kesinkes devrim ile sonuçlanmayabilir. Dünyanın hiçbir yerinde devrimler kendiliğinden gerçekleşmemiştir. Bir ülkedeki ya da toplumdaki değişim sürecenin hangi noktada olduğunun tespit edilmesi, proletarya partisinin somut görevlerinde, slogan ve taktiklerinde, mücadele yöntemlerinde buna uygun değişiklikler yapılarak toplumsal dönüşümün önünde kitleleri yönlendirmesi devrimci dönüşümde tayin edici olur." [18*]
Evet, "her devrim durumu, devrime yol açmaz" (Lenin). Ancak devrim durumunun devrime yol açması için DS'nin ortaya koydukarı da birşey ifade etmez. Bakalım bu durumu Lenin nasıl ifade etmektedir:
"Bir devrim durumu olmadan devrimin mümkün olamayacağı Marksistler için tartışma götürmez bir gerçektir. Ayrıca, her devrim durumu da devrime götürmez. Genel olarak, bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç önemli belirtiyi ileri sürersek, her halde yanılmış olmayız:
1) Egemen sınıflar için değişikliğe gitmeden egemenliği sürdürmek mümkün olmazsa; 'üst sınıflar' arasında şu ya da bu biçimde bir buhran, egemen sınıfın politikasında baskı altındaki sınıfların hoşnutsuzluğuna ve parlamasına yolaçacak bir çatlamaya götüren bir buhran ortaya çıkarsa. Bir devrimin olması için, genellikle 'alt sınfların eski biçimde yaşamak istememesi' yeterli değildir. 'Üst sınıfların eski biçimde yaşayamayacak durumda' bulunması da gereklidir.
2) Baskı altındaki sınıfların sıkıntısı ve ihtiyacı, olağandan daha öteye varmışsa..
3) Yukardaki nedenlerin bir sonucu olarak, 'barış zamanında' kendilerinin soyulmasına hiç ses çıkarmadan razı olan, ama sıkıntılı zamanlarda hem buhranın her türlü koşullarında, hem de bizzat 'üst sınıflar' tarafından bağımsız tarihi eyleme itilen yığınların etkinliğinde önemli bir artış varsa.
İradenin dışındaki bu objektif değişiklikler olmaksızın, yalnız tek tek gruplar ve partiler değil, tek tek sınıflar da, genel bir kural olarak, devrim yapamazlar. Bu objektif değişikliklerin hepsine birden devrim durumu denir ... Her devrim durumu, devrim olmasını sağlamaz. Bir devrim ancak, yukarıda belirtilen objektif değişikliklerin yanında subjektif bir değişikliğin de, yani bir buhran döneminde bile itilip düşürülmedikçe hiçbir vakit yıkılmayan eski hükümeti yıkacak (ya da yerinden uzaklaştıracak) kadar güçlü bir devrimci sınıfın devrimci yığın mücadelesi vermeye yetenekli olması halinde çıkabilir." (abç) [19*]
Görüldüğü gibi, DS, Lenin'le "aynı görüşte" bulunmamaktadır. Kendilerine göre, devrim durumunun bir devrime yol açabilmesi için, "proletarya partisinin" yapacakları "tayin edici"dir. Tabi burada kastettikleri de yine kendileri olmaktadır. Bu açıdan kendileri, "ülkemiz emekçi halklarını özgür ve sömürüsüz bir düzende yaşatmak iddiasında"dırlar. [20*] Sanırsınız ki, karşınızda seçim propagandası yapan ve seçmene çeşitli vaatlerde bulunan bir legal parti var. DS'nin "iddiası", yani, "ülkemizin emekçi halkları"na vaat ettikleri, "özgür ve sömürüsüz bir düzende yaşatmak". Oysa, devrim kitlelerin eseridir ve bir devrimin olabilmesi için, yukarda sayılan koşulların yanında, kitlelerin bilinçli ve örgütlü olarak devrim mücadelesine katılmalarıyla olanaklıdır. Yoksa, siz kim olursanız olun, kitleleri "yaşatmak" durumunda değilsiniz, onlar yaşayacakları düzeni kurmak durumundadırlar.
Ama DS'nin Lenin'le "aynı görüşte" olmadığı sadece bunla da sınırlı değildir.
Onlara göre, "Devrimci durum esas olarak ilk iki veriyle karakterize olur. Üçüncüsü bunlar tarafından belirlenen sonuçtur." [21*]
Söz konusu olan Lenin'in devrim durumuna ilişkin yaptığı ve yukarda aktardığımız değerlendirmesidir. Deniliyor ki, devrim durumu birinci ve ikinci verilerle, yani "üsttekilerin" eskisi gibi yönetemedikleri ve "alttakiler" in eskisi gibi yönetilmek istemedikleri durum ile bu sınıfların "sıkıntı ve ihtiyacı"nın olağandan daha öteye varması ile "karakterize" olur. Üçüncüsü, yani "alttakiler"in, "üsttekiler" tarafından "bağımsız tarihi bir eyleme itilmesi"yle kitlelerin hareketliliğinde önemli artış olması, devrim durumunu "esas olarak" karakterize eden "veri" değilmiş. Hem zaten Lenin, üçüncüsü için, "yukardaki nedenlerin bir sonucu olarak" demiyor mu?
Ama Lenin, çok açık biçimde diyor ki, "Bu objektif değişikliklerin hepsine birden devrim durumu denir." Gerisi sadece laftır.
Ancak DS' nin böylesi bir "değişikliğe" gerçekten gereksinmesi vardır. Çünkü onlar revizyonist ve oportünistlerin THKP-C'nin devrim durumu ve milli kriz değerlendirmelerine yönelik saldırı ve tahrifatlarına yanıt bulamamıştır. Yapabildiği tek şey, Lenin'i "gereksiz karakterler"le devrim durumunu tanımladığını söylemek olmuştur.
Yıllardır sürdürdükleri bu tutumu, "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve YÇ'nin Fırsatçılığı" yazısında şöyle değerlendirmiştik:
"YÇ'deki yazıda bu bütünselliğin ortadan kaldırılması, Lenin'in adı geçen yazısındaki devrim durumu tespitinin 'esas olarak ilk iki veriyle' belirlendiğini söylemek 'küçük' bir düzeltmedir. Ama bunun nedeni vardır. Revizyonistler ve oportünistler legal bir dergi olan 'YÇ'yi, 'legal platformlarda' Lenin'in klâsik tanımını öne çıkararak sıkıştırmaktadırlar. Ve özellikle de üçüncü belirti burada özel önem kazanmaktadır. Revizyonistler sormaktadırlar: Madem ülkemizde milli kriz bulunmaktadır, öyleyse 'kitlelerin faaliyetlerinde oldukça büyük bir artış' olması gerekmez mi?
Oysa sorun milli krizin olgun olup olmamasıyla ilintilidir ve III. bunalım döneminde geri-bıraktırılmış ülkelerdeki suni denge olgusuyla birlikte ele alınmadığı sürece anlaşılamaz. 'YÇ'deki yazı devrim durumu ile devrimci bunalım teorisi arasında bir ilinti bulamadığı için, 'çözüm'ü Lenin'de 'fazlalık' bulmakta aramıştır." [22*]
DS, Lenin'in devrim durumu belirlemelerinde "fazlalık" bulmak yerine, Mahir yoldaşın Kesintisiz Devrim II-III'ü okuma zahmetine katlansaydı, şu belirlemelerin var olduğunu görecekti:
"Özetle söylersek, emperyalist hegemonya altındaki bütün geri-bıraktırılmış ülkelerde milli kriz, tam anlamı ile olgunlaşmış olmasa bile mevcuttur. Bu ise devrim durumunun sürekli olarak var olması, evrim ve devrim aşamalarını iç içe girmesi, bir başka deyişle silahlı eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir...
Bu devrimci değerlendirmeye karşı çıkış, sadece ülkemizin pasifistlerine özgü değildir. Emperyalist hegemonya altında olan bütün geri-bıraktırılmış ülkelerin solundaki pasifistlerin şiddetle karşı çıktıkları bir değerlendirmedir bu.
Meselenin özü de budur. Gerilla savaşına karşı olan (lafta evet deyip de, pratikte karşı olanlar da dahil) bütün geri-bıraktırılmış ülkelerin pasifistleri Lenin'in klâsik tanımına dört elle sarılırlar. Meselenin, zaman ve mekan mefhumlarının ışığında bu devrimci konuş tarzı, onlara göre maceracılıktır, anarşizmdir, fokoculuktur. vs.
Gerekçe, ülkede Lenin'in klâsik tanımına uygun bir milli kriz mevcut değildir." [23*]
Ve Mahir yoldaş bu belirlemelerinden sonra Cezayir KP'sinin sekreteri Beşir Hacı Ali' nin özeleştirisine yer vererek şöyle der:
"İşte, iş işten geçtikten sonra pasifizmin trajik günah çıkarması!"
Sözün özü, DS, kendi bilisizliği ve teorisizliği içinde Lenin'de fazlalık bularak birşeylere yanıt bulmada onca ısrarlı olmamalıdır. Yoksa THKP-C'den geldikleri sözüne inandıracak kimseyi bir süre sonra bulamayabilirler.
Baştan beri söylediğimiz gibi, DS sürekli olarak evrim ve devrim aşamalarına ilişkin konuları sığlaştırmakta ve tahrif etmektedir. İşte bunlardan birisi daha:
"Evrim aşamasının nerede bitip, devrim aşamasının nerede başladığını tespit etmek fiili olarak imkansızdır. Bu durumu kabaca şöyle formüle edebiliriz: Yeni ve yarı sömürge ülkelerde, birincisi, devrim aşaması oldukça uzun bir aşamadır; ikincisi, evrim ve devrim aşamaları iç içe geçmiştir." (abç) [24*]
DS'nin önce belirleyip, sonra "kabaca" "formüle" ettiği belirlemenin ilk kaynağı olan Kesintisiz Devrim II-III'de şöyle özetlenmektedir:
"Bu tip ülkelerde (geri-bıraktırılmış ülkelerde) devrim aşaması kısa bir aşama değil, oldukça uzun bir aşamadır. Evrim aşamasının nerede bittiğini, devrim aşamasının ise nerede başladığını tespit etmek fiilen imkansızdır. Her iki aşama iç içe girmiştir."
İşte Mahir yoldaşın belirlemesi ve DS'nin birinci bölümü için söylediği "kabaca" nitelemesi! Değerlendirmesini THKP-C çizgisini savunduklarını iddia edenlere bırakıyoruz.
Tüm bu kabalıklarıyla DS "inceleme/araştırma"ya devam etmiştir.
"Konumuz itibariyle emperyalizmin 3. bunalım döneminin yeni sömürge ülke koşullarını ele alacağız. Ekonominin temel özelliği kendi kendine yeterli olmayan çarpık kapitalist bir nitelikte olmasıdır. Altyapıdan yoksundur. Geri teknoloji, yetersiz verimlilik, yüksek maliyet ve düşük ücret sonucu iç pazar daralır. Bu koşullarda egemen sınıflar tarafından sağlanan cılız bir sermaye birikimi zaten yetersiz olduğu gibi, bunun da büyük bir kısmı emperyalist-kapitalist ülkelere akar." [25*]
Eğer bütün bunların sol bir yayında yer almadığını bilsek, kendimizi TÜSİAD raporu okuyor sanırdık. S. Sabancı'nın hiç ağzından düşürmediği sözler DS tarafından bir tahlil gibi sunulmuştur: altyapı yoksunluğu, geri teknoloji, düşük verimlilik, yüksek maliyet...
Bir de buna "kendi kendine yeterli olma"yı eklemek gerekiyor. Ve o zaman kendinizi milli burjuvazinin yerine koymaktan başka bir seçeneğiniz kalmaz. Ki milli burjuvazi de, emperyalizmin III. bunalım döneminde geri-bıraktırılmış ülkelerde sözü bile edilemeyecek bir kesim olduğunu da biliyorsanız, yaptığınız tahlilin hiçbir değeri kalmayacaktır.
İdeolojik konulardaki bilisizliğine bir de ekonomi-politiği eklemekte sakınca görmeyen DS, öncelikle bu sözlerinin anlamlarını açıklaması gerekir. Çünkü Marksist ekonomi-politikde altyapı, siyasal üst yapının üstünde yükseldiği temel anlamında kullanılır. Ancak burjuva ekonomi-politiğinde ve onun da makro ölçekte değerlendirmesinde altyapı ile, kapitalist üretimin yürütülebilmesi için gerekli ulaşım, enerji vb. alanlar kastedilir. Son dönemin "özelleştirme" propagandasında devlete biçilen rolün de, bu alt yapı tesislerini kurmak olarak ifade edildiğini, sanırız bilmeyen de yoktur.
Aynı şekilde verimlilik, maliyet, ücret gibi burjuva ekonomi-politiğinin makro ve mikro ölçekteki değerlendirme kavramlarıyla varılacak fazla da bir yer yoktur. Örneğin, DS'nin ifade ettiği gibi, eğer "iç pazarın daralması" nın nedenlerinden birisi "yüksek maliyet" ise, buna yol açan unsur, TÜSİAD'ın dediği gibi, işçi ücretlerinin yüksekliğidir. Verimlilik ise, kapitalist anlamda, bir işçinin ücreti değişmeksizin aynı işgününde daha fazla üretim yapmasıdır. Eğer DS'nin iddia ettiği gibi, düşük verimlilik, iç pazarı daraltıyor ve bunun sonucu olarak da çarpıklık çıkıyorsa, çözüm, verimliliği artırmaktan geçer. Aynı şekilde verimliliği artırmanın diğer bir aracı da, işçinin kullandığı aletleri, makineleri yenilemek, yani daha ileri bir teknolojiye ulaştırmaktır. Bu ise, işçinin emek yoğunluğunu artırmanın bir aracıdır ve sonuçta daha fazla artı-değer üretilir. Yani işçilerin sömürü oranı yükselir.
Gelelim, "bu koşullarda" "egemen sınıflar tarafından sağlanan cılız bir sermaye birikimi"ne ve bunun emperyalist-kapitalist ülkelere "akma"sına.
Herkesin bildiği ve DS'nin de bilebileceği gibi, emperyalizm, sermaye ihracı demektir. Dolayısıyla, emperyalist dönemde, emperyalist-kapitalist ülkelerin, emperyalist hegemonya altındaki ülkelerdeki egemen sınıflar tarafından sağlanan "cılız bir sermaye birikimi"ni kendi ülkesine "aktarması", emperyalizm olgusuyla temelden çelişir. Söz konusu olan, emperyalist ülkelerin, (kendimizi III. bunalım dönemiyle sınırladığımızdan) geri-bıraktırılmış ülkelerden kârları kendi ülkelerine aktarmalarıdır. Bu ise, yerli sermaye birikiminin sağlanamaması, milli bir burjuva sınıfının gelişememesi demektir. III. bunalım döneminde emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle yukardan aşağıya kapitalizmi geliştirmesi (kendi çıkarlarına göre) ve buna paralel olarak baştan kendisi ile bütünleşmiş işbirlikçi-tekelci bir burjuvaziyi yaratması temel olgulardandır.
Bütün bunları bir yana bırakarak, milli burjuvazi bağlamında ve burjuva ekonomi-politiğin kavramlarını kullanarak ekonomik tahlil yapmak, sanırız DS'ye hiçbir şey getirmeyecektir. Bu söylemin milli burjuvazi bağlamında ve millici bir çizgide emperyalist hegemonyanın eleştirilmesinin söylemi olduğunu bilmemesi de pek fazla önemli değildir. Ancak böylesine bir söylemle yapılacak bir anti-emperyalist propagandanın, salt milli burjuvazinin ideolojisini yaymak anlamına geleceği (ki ülkemizde tam anlamıyla böylesine bir burjuva kesimi bulunmamaktadır) ve günümüzde bu türden bir söylem kullanan şeriatçıların güçlenmesine yarayacağı unutulmamalıdır. DS'nin bu tür şeyleri kulaktan dolma ve "medya"dan duyma yoluyla yazdıkları görülmektedir. Öyle ki, aynı sayıdaki yazının dört sütün ötesinde şunları yazabilmişlerdir:
"İşbirlikçi tekelci burjuvazinin geliştirdiği kapitalist altyapı, oligarşinin ülkenin her tarafını denetim altına alabilmesini sağlarken, gelişen propaganda araçları da faşist ideolojinin en geniş bir biçimde kitlelere yayılarak onların şartlanmasını da beraberinde getirmiştir." (abç) [26*]
İşte dört sütunda gelişen "altyapı"!
Ama DS "altyapı"yı dört sütunda geliştirmekle birlikte, bunu işbirlikçi-tekelci burjuvaziye ait bir sonuç olarak da göstermekten kaçınmamıştır. Oysa yine herkesin çok iyi bildiği gibi, ülkemizdeki kapitalizm yukardan aşağıya geliştirilmiş ve bu geliştirmenin temelinde emperyalizm ve onun yeni-sömürgecilik yöntemleri yatmaktadır. Dolayısıyla "kapitalist altyapı"yı işbirlikçi-tekelci burjuvazinin geliştirdiğini söyleyebilmek için, emperyalizm olgusunu görmezlikten gelmek gerekir. Bu da tümüyle yanlıştır.
Ve gelelim "nispi refah" kavramına.
"Kapitalist pazarın genişlemesi ve toplumsal üretimin artmasıyla, eski sömürgecilik dönemi ve yeni dönemdeki koşulların kıyaslanması nispi refah kavramının içeriğini oluşturur. Buradaki nispilik, görece bir anlamdadır." (abç) [27*]
Bakın Mahir Çayan yoldaş Kesintisiz Devrim II-III'de bunları nasıl tahlil etmiş:
"Kısaca özetlediğimiz bu yeni-sömürgecilik metodu, bir yandan emperyalizmin ülkeye iyice yerleşmesi (yani emperyalizmin sadece dışsal bir olgu değil, aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmesi) sonucunu doğururken, öte yandan geri-bıraktırılmış ülkelerde, geçmiş dönemlere kıyasla, izafi olarak -feodalizmin etkin olduğu, eski-sömürgecilik dönemine kıyasla- belli ölçülerde pazarın genişlemesine paralel olarak toplumsal üretim ve nispi refahı artırmıştır." [28*]
Görüldüğü gibi, DS'nin nispi refahtan da pek birşey anladığı yoktur. Kendilerine göre, "nispi refah kavramının içeriği", "koşulların kıyaslanması"dır. Oysa tek gerçek, koşulların "kıyaslanması" değil, bizatihi koşulların kendisidir. Ve Mahir yoldaş da, bu bağlamda koşulların dünü ve bugünü ile nasıl değiştiğini ifade etmektedir. (Burada yazıda geçen "nispilik, görece bir anlamdadır" sözündeki bilisizliği eklemek gerekmektedir. Bunlar, ülkemizde yaygın olan Türkçe kullanımındaki çarpıklıklarda olduğu gibi, "imkan ve koşullar" söyleminden başka birşey ifade etmeyen bir sözdür. Nispi ile izafi (göreli ile görece), birbirine geçişli ve küçük nüans farklılıkları içeren sözcükler olması, "inceleme/araştırma" yazılarında bile boş sözler söylenmesine katkıda bulunabilmektedir.)
Mahir yoldaşın da açık biçimde belirttiği gibi, emperyalist üretim ilişkilerinin gelişmesi, ülke içinde toplumsal üretimin artmasını ve buna bağlı olarak nispi bir refah ortaya çıkarmıştır. Ancak bu durum, ülkemiz somutunda ele alacak olursak 1957 dünya ekonomik buhranına kadar etkili olmuştur. 1950'lerde DP'nin tüm popülitesinin temelinde de bu nispi refah olgusu yatmaktadır. (O dönem için en çok söylenen sözün, "çarık yerine ayakkabı giyildiği" olduğunu anımsatalım.)
Ancak, gerek emperyalist ekonomilerin devrevi hareketi, gerekse ülkemizdeki çarpık gelişim (dış dinamikle), kaçınılmaz olarak nispi refahın kitleler üzerindeki etkisini, yani "halk kitlelerinin özellikle geniş emekçi yığınların tepkilerinin pasifize edilmesi" [29*] yönündeki etkisi ortadan kalkmıştır. Bir başka deyişle, "oligarşi ile halkın düzene karşı memnuniyetsizlik ve genellikle bilinçsiz tepkileri arasında kurulmuş olan suni denge"nin [29*] oluşumunda, nispi refah etkin bir unsur durumundayken, zaman içinde etkisini yitirmiş ve siyasal zor belirleyici konuma geçmiştir. Ancak bu dönem dönem ortaya çıkan ekonomik gelişmelerin suni dengenin sürdürülmesinde ve korunmasında kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Söz konusu olan, nispi refahın belirleyiciliği altında kurulan suni dengenin, siyasal zorla sürdürülmesi ve korunmasıdır ve ekonomik "güç", dönemsel olarak siyasal zorun bu kullanımına katkıda bulunmuştur. Bu nedenle, süreç olarak, ülkemizde, oligarşinin kitleleri kendisine yedekleyebilmesinde ekonomik "güç" ikincil unsurdur.
12 Eylül sonrasında dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak, ülkemizde uygulanan ekonomi-politikalarla iç pazarın daha da genişletilmesi hedeflenmiş ve bu amaçla emperyalist metalar pazar genişletmenin bir aracı olarak ülkeye sokulmuştur. Böylece kitlelerin tüketim gücünde önemli artışlar olmamasına rağmen, ülkede "ne ararsan bulunur" bir durum yaratılmıştır. Yapılan "vitrin" değişiklikleri ile kitlelerde yeni bir yanılsama yaratılmıştır. Bu durum, 1950'lerdekiyle aynı olmamakla birlikte, kitlelerin tepkilerinin pasifize edilmesinde siyasal zorun tamamlayıcısı bir unsur olarak kullanılmıştır. Ancak bu durum da uzun sürmemiş ve 1987'lerle birlikte, oligarşinin bu olanağı da etkisizleşmiştir. (Bunun somut sonucu ise, T. Özal'ın 1989 Yerel Seçimlerinde % 21.7 düzeyinde oy almasıdır.)
Konumuz bunlar olmadığından üzerinde daha fazla durmayacağız. Ama DS'nin kendi söylemiyle söylediklerinin dayandığını ima ettiği teorik temelleri ortaya koymakla yetineceğiz. Tabi bunu yaparken, yazıda geçen "yaşam tarzı" türünden söylemlerin "suni dengenin oluşumunda 'doğrudan ve kendiliğinden bir rol üstlenir'" [30*] belirlemelerine bağlanmasının ne denli hatalı olacağını da söylemek gerekmektedir. Ülkemizde "şükürcülük ve daha fazla tüketme çılgınlığı"ndan söz etmelerinin de, toplumsal tahlillerdeki yerini ortaya koyamadıkları sürece, sadece popülist bir ifadeden başka bir anlama gelmeyeceğini de bilmelerinde yarar vardır.
Hemen hemen benzer bir popülistlik ve kolaycılık da, sömürge tipi faşizm konusunda yapılmaktadır.
"Bu yönetim (oligarşik yönetim kastediliyor-KC) devleti faşist ilkelere göre yukardan aşağıya şekillendirmiştir. Bu tür faşizmi klasik Hitler, Mussolini vb. faşizmlerine biçimsel olarak benzetemeyiz. Bu ancak yeni sömürgecilik ve emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi esprisi içinde kavranabilecek olan sömürge tipi faşizmdir." (abç) [31*]
Bir yandan, oligarşik yönetimin devleti faşist ilkelere göre "şekillendirdiğini" söyleyeceksiniz, öte yandan da "klasik faşizmi" benzetemeyeceksiniz. Bu türden çelişik ifadelerle, değil sömürge tipi faşizmi, klâsik faşizmi bile anlatabilmek olanaksızdır. Görebildiğimiz kadarıyla, DS, son yıllarda etkin olan "Kemalizm"le ilgili kulaktan dolma bilgilerle teori yapmaya kalkmaktadır. PKK söylemindeki "Kemalizm, faşizmdir" ifadesinin devriklenmiş, ancak yerine oturtulmamış bir görüntüsü durumundadır. Oysa Mahir yoldaşın çok açık biçimde ifade ettiği gibi, ülkemizde oligarşik dikta vardır ve bu "oligarşik yönetim, rahatlıkla işçi ve emekçi kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerinin olmadığı tam bir dikta yönetimi ile ülkeyi yönetebilmektedir." Ve Mahir yoldaşın ifade ettiği gibi, "buna sömürge tipi faşizm de diyebiliriz". [32*] Kısacası, emperyalist hegemonya altındaki bir ülkede devletin biçimi söz konusudur. Yoksa bunu "faşist ilkelere göre" devletin biçimlenmesi olarak ifade etmek, bırakın sömürge tipi faşizmi açıklamayı, Marksist devlet teorisini bir yana bırakmak demektir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, DS, kulaktan dolma bilgilerle, hiçbir bilimsel gerçekliği olmayan ifadelerle ve Marksizm-Leninizmin tarihsel birikimini bir yana bırakarak kendince teori yapmaya kalkmaktadır. İçerdiği pek çok eksik ve yanlışlığına rağmen, yıllar önce kendi savunmalarında söylediklerinin bile gerisine düşmüşlerdir. "Yıllardır aynı şöyleri söylüyorsunuz, yeni birşey getirmiyorsunuz" türünden bir söylemin kurbanı olmuş gibiler. Bu açıdan, yeni şeyler söylemek uğruna, hiçbir şey söyleyememişlerdir. Bunun açık ifadesi ise, DS'de görülen teoriksizleşmedir. Bunu da son söz olarak söyledikleri, "Bütün sorun ... halkın kendi öz gücüyle ... çok güçlü gibi görünen faşist diktatörlüklerin yıkılmaz olmadığını ve onu yıkmanın hangi yolla olacağını bizzat kendi öz deneyleriyle pratik olarak kavratmakta yatıyor" [33*] ifadesinde görüyoruz. Bu da açık biçimde Öncü Savaşının terk edileceği anlamına gelmektedir.
İşte DS'nin THKP-C çizgisinden kopuşunun kaçınılmaz sonucu. Artık herşey THKP-C çizgisini savunduklarını düşünen DS'nin kadro ve sempatizanlarının "bizzat kendi öz deneyleriyle pratik olarak kavramaları"na kalmıştır.
Dipnotlar
(1*) Legal-haftalık "İşçi Hareketi", 18 Şubat 1995
(2*) THKP-C/HDÖ: Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve DG Oportünizmi-II, 1977
(3*) "Yeni" Çözüm, Sayı: 24, s: 48, 1990
(4*) "Yeni" Çözüm, agy, s: 48
(5*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı:1, s: 6, 28 Ocak 1995
(6*) Mahir Çayan: ASD'ye Açık Mektup
(7*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 1, s: 6, 28 Ocak 1995
(8*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 1, s: 6, 28 Ocak 1995
(9*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 1, s: 6, 28 Ocak 1995
(10*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I
(11*) Mark: Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s: 25
(12*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 1, s: 6
(13*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 1, s: 6
(14*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I
(15*) Engels: Doğanın Diyalektiği, s: 312
(16*) Engels: Doğanın Diyalektiği, s: 313
(17*) İlker Akman: Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz, s: 25-26, Eriş Yay.
(18*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, S: 1, s: 6
(19*) Lenin: Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s: 14-15-Bilim ve Sos. Yay. 2. Baskı
(20*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı:1, s: 6
(21*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı:1, s:6
(22*) THKP-C/HDÖ: Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve YÇ'nin Fırsatçılığı, Kurtuluş Cephesi, Sayı: 3, Kasım 1990
(23*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
(24*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, S: 2, s: 12
(25*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, S: 2, s: 12
(26*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 2, s: 13
(27*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, S: 2, s: 13
(28*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
(29*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
(30*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 2, s: 13
(31*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, S: 2, s: 13
(32*) Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
(33*) Kendilerinin legal-haftalık "Kurtuluş"u, Sayı: 2, s: 13