KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1998
Öncü Savaşı ve Halk Savaşında
Gerilla Savaşının
Stratejik Sorunları
Herşeyden önce, gerilla savaşı, diğer savaş biçimleri gibi (hareketli savaş, mevzii savaş, barikat savaşı vb.) bir savaş biçimidir. Yani askeri savaşı sürdürmenin bir biçimidir. Bu niteliği ile gerilla savaşı, savaşın amacına ulaşmanın araçlarından birisidir. Böylece, gerilla savaşının stratejik ve taktik sorunları, herşeyden önce, savaşın amacına göre biçimlenir.
Ancak, "savaş, politikanın başka araçlarla bir devamıdır", öyle ise, "savaşın amacı politik niteliktedir", dolayısıyla gerilla savaşının stratejik ve taktik sorunları da "bu politik niteliğe göre biçimlenir" tek başına eksiktir, ve eksik olduğu için de yanlıştır.
Savaş, yani askeri savaş, politik amaçların bir aracı olması yanında, kendi başına ele alındığında, politik amaca ulaşmak için kullanılan bir araç olarak, kendine özgü amaçları vardır. Bu amaçlar, savaşın, yani askeri savaşın amaçları olarak ortaya çıkar.
Clausewitz, savaşın amacını şöyle ortaya koymaktadır:
"Savaş, düşmanı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet eylemidir... Her şey her zaman için tek bir amaca, yani düşmanı yenmek, onu silahsızlandırmak amacına yönelecektir... Bu nedenle, düşmanın askeri güçlerinin imha edilmesi gerekir; yani onları, savaşı sürdürmeye mecalleri kalmayacak bir hale getirmek gerekir." [1*]
Savaşa başvurmaktan beklenilen amaç, yani politik amaç, düşman güçlerinin imha edilmesi eyleminin sınırlarını belirleyen temel niteliktir. Clausewitz'in belirttiği gibi, savaşın, askeri savaşın amacı olarak ortaya çıkan düşman güçlerinin imhası eylemi, düşmanı savaşı sürdürmeye güçleri yetmeyecek bir hale getirmeyle sınırlanır. Bu bağlamda, savaşın politik amacının boyutları, imha edilecek düşman güçlerinin düzeyini belirler. Bir başka deyişle, sınırlı politik amaçlar, sınırlı sayıdaki düşman gücünün imha edilmesiyle ulaşılabilir amaçlar olarak karşımıza çıkar.
Devletler arası savaşlarda sıkça görüleceği gibi, ortaya çıkan savaş durumlarında, kimi zaman çok küçük bir kaç askeri harekât, politik amacın gerçekleştirilmesi için yeterli olabilmektedir. Örneğin, geçmiş dönemlerde İngiliz donanmasının belirli ülkelerin karasularına gönderilmesi ve donanmanın toplarının tehdidiyle "barış" yapılması gibi. Arjantin ile İngiltere arasında başlayan Falkland (Marvinas) Adaları üzerindeki çatışma, sınırlı politik amaçlara bir başka örnektir.
Böyle durumlarda, savaş, devletlerin tüm silahlı güçleriyle savaşa girdikleri ve sonuç olarak taraflardan birinin silahlı güçlerinin imhasıyla sonuçlanan bir noktaya gelinmeden sona erer. Bu durum, savaşta, başarının, zaferin olanaklı bulunmaması ya da bu zafer için ödenmesi gereken bedelin pahalı olması durumuyla bağlantılıdır. Böyle durumlarda, savaş eylemi, sınırlı hedefler içinde ve sınırlı bir süreyi kapsar. Dolayısıyla, düşman güçlerinin imha edilmesi amacı, sınırlı bir yere ve değere sahiptir. Bu yer, düşmanın ulaşmak istediği politik amaç ile savaşın gerektirdiği bedel arasındaki denge tarafından belirlenir.
Öyle durumlar ortaya çıkabilir ki, savaşan taraflardan birisi için, savaşı sürdürmek, çok daha büyük bedellerin ödenmesine neden olabilecektir ve böylece, mevcut savaşın amacının ötesinde sonuçlar ortaya çıkabilecektir. Devletler arası savaşlarda sıkça çıkan bu durum, savaşan devletlerin, bizzat bu savaş içinde kendi güçlerini tüketmeleri sonucu, savaş dışındaki güçlerin kendi üzerlerinde egemenlik kurmaları için uygun bir ortam yaratır. Böyle durumlarda, savaşan taraflar ya da taraflardan birisi, mevcut savaşın politik amacını kabul etmek zorunda kalarak "barış" yapılabilir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerindeki ikili ya da üçlü savaşlar (Balkan Savaşı gibi) bu tür durumlar için örnek olarak gösterilebilir. Aynı şekilde, 1919-1922 yılları arasında süren Anadolu kurtuluş savaşında, Ankara hükümeti ile değişik emperyalist ülkeler arasında yapılan "barış" anlaşmaları, sınırlı politik amaçlara ulaşamak için sınırlı askeri harekâtlar düzenlemeye yönelik örnekler içermektedir.
Örneğin, 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara hükümetinin Fransız emperyalistleri ile yaptığı "barış" anlaşması, Fransız işgal bölgelerindeki sınırlı askeri harekâtlar ve silahlı direnişlerle sağlanmıştır. Bu süreçte gerçekleştirilen en önemli askeri harekât, Pozantı Fransız garnizonunun kuşatılması olmuştur. Fransızların bu kuşatmayı kırabilmek için yolladığı birlikler Gülek boğazında durdurulmuştur. [2*] Bunun üzerine Fransa, Ankara hükümetine 20 günlük bir ateş-kes önermiş ve bu kabul edilmiştir. Daha sonraki aylarda Fransız ordusunun karşı harekâtları başarılı olamayınca, "barış" anlaşması yapılmış ve Fransızlar, Adana ve Antep bölgesini tek etmişlerdir.
Anadolu savaşında ortaya çıkan bu "barış" durumu, askeri savaşta düşman güçlerinin imha edilmesiyle değil, tümüyle Fransız emperyalizminin I. yeniden paylaşım savaşından yeni çıkmış bir güç olarak, sömürgelerde meydana gelebilecek olası bir ayaklanmaya karşı bölgedeki (özellikle Suriye'deki) güçlerini koruma amacından doğmuştur. Bir başka deyişle, Fransız emperyalizmi, Adana ve Antep bölgesinde sürdürecekleri savaşta, gerek zaferi olası görmediklerinden, gerekse ödeyecekleri bedel (Suriye'nin yitirilmesi) kendilerine pahalıya malolacağından "barış" yapmak durumunda kalmışlardır.
Benzer bir durum, 1871 Paris Komününün kuruluşunda da ortaya çıkmıştır.
19 Temmuz 1870'de başlayan Fransa-Prusya savaşı, 2 Eylül 1870'de Fransız ordusunun yenilmesiyle sonuçlanmış ve İmparator Napoléon III ve komutanları teslim olmuştur. Ancak imparatorun tutsak düşmesiyle birlikte 4 Eylül 1870'de Fransa'da cumhuriyet ilan edilmiş ve Ulusal Savunma Hükümeti kurulmuştur. Bunun üzerine Prusya (Almanya) Fransa'ya "barış" anlaşması imzalatamamıştır.
18 Mart 1871'de Paris proletaryasının ayaklanmasıyla Paris Komününün kurulmasının ertesi günü, Bismarck, Fransız imparatorunu serbest bırakmıştır. Versaillesci Ulusal Savunma Hükümeti, Paris Komününü yokedebilmek için Bismarck'la görüşmeye tam yetkili bir temsilciler heyeti göndermiş ve "barış" anlaşması karşılığı olarak Paris Komününe karşı kullanılmak üzere Almanya'da tutsak olan Fransız askerlerinin serbest bırakılmasını önermişlerdir.
Bundan sonraki gelişmeleri Marks şöyle anlatıyor:
"Bu yetkin tam yetkili temsilciler çifti Frankfurt'a varır varmaz, kaba Bismarck onları hemen şu buyurucu seçenek ile karşıladı: 'Ya imparatorluğun yeniden kurulması, ya da benim barış koşullarımın koşulsuz kabulü!' Bu koşullar, savaş zarar ödentilerinin ödenmesi vadelerinin bir kısaltılmasını, ve Bismarck kendini Fransa'da işlerin gidişinden hoşnut sayıncaya değin, Paris istihkâmlarının Prusya birlikleri tarafından sürekli işgalini içeriyorlardı; böylece Prusya, Fransa'nın iç işlerinde yüce hakem olarak tanınmış bulunuyordu! Buna karşılık, Paris'in yokedilmesi için, tutsak bonapartçı orduyu özgür bırakmayı ve imparator Wilhelm'in ordularının doğrudan yardımını öneriyordu. Zarar ödentisinin ilk taksidinin ödenmesini Paris'in 'yatıştırılması'na bağlayarak, iyi niyetinin güvencesini de veriyordu. Thiers ve tam yetkili temsilcileri, böyle bir yemi elbette açgözlülük ile yuttular. Barış antlaşmasını 10 Mayıs günü imzaladılar, ve 18 Mayıs günü antlaşmayı Versailles Meclisine onaylattılar." [3*]
Ve Fransız savaş tutsaklarının Paris'e gelişinden bir süre sonra, 28 Mayıs 1871'de Paris Komünü yenildi.
Paris Komününün de açık biçimde gösterdiği gibi, savaşan taraflardan birisi, kendisini bekleyen daha büyük bir tehlike karşısında, "barış" yapmak zorunda kalabilmekte, dolayısıyla savaş sona ermektedir. Böylece, savaşta imha amacı sınırlı bir yere sahip olmaktadır.
"Düşman güçlerine karşı yöneltilen saldırı, niyetimiz bu güçleri tümden imha edinceye kadar ilk darbemizi bir dizi başka darbelerle izlemek mi, yoksa düşmanın kendine güvenini sarsmak ve üstünlüğümüzü ona kabul ettirerek geleceğinden endişe duymasını sağlamak mı olduğuna göre, değişik şekiller alacaktır. Eğer niyetimiz bu ikincisi ise, silahlı kuvvetlerinin imhasına biçeceğimiz paha bu ihtiyacın sınırlarını aşmayacaktır. Aynı şekilde, düşmanın bozguna uğratılmasını hedef almadığı takdirde, eyaletlerin fethi de çok başka bir biçim alacaktır. Eğer istediğimiz bu bozgunu sağlamaksa, en etkin eylem düşman kaynaklarının imhası olacak ve eyaletlerinin fethi bunun sadece bir sonucu olmak niteliğini taşıyacaktır. Düşman kuvvetleri bozguna uğratılmadıkça eyaletlerinin fethi hiç bir işe yaramayacak, hatta zararlı olacaktır. Buna karşılık, düşman kuvvetlerini yenilgiye uğratmak istemediğimiz, ve düşmanın da kaderi tayin edecek kanlı bir savaşı istemek şöyle dursun, tersine bundan çekindiğine inandığımız takdirde, savunması zayıf ya da hiç savunmasız bir eyaleti ele geçirmek tek başına bir avantaj teşkil edecek, savaşın genel sonucu bakımından düşmanda kuşkular yarattığı ölçüde barışa doğru daha kısa bir yol sayılabilecektir." [4*]
Devrimci savaşlar, içerdiği kesin politik amaç tarafından belirlendiğinden, düşman güçlerinin imha edilmesi amacı, tarihte görülen tüm savaşlardan farklı bir durum yaratır. İster ulusal kurtuluş savaşı olsun, ister halk kurtuluş savaşı olsun, belirli bir ülke sınırları içersinde taraflardan birisinin mutlak egemenliği ile sonuçlanmak durumunda olduğu için, düşman güçlerinin imhası, tüm savaşlardan çok daha öndedir. Devrimci savaşlarda zafer, düşman güçlerinin tümüyle ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşeceği için, imha savaşı birincil dereceden rol oynar. Bu açıdan, imha savaşı, sadece karşı-devrimci güçlerin imhası olarak değil, aynı zamanda devrimci güçlerin karşı-devrim tarafından topyekün imhası olarak da karşımıza çıkar. Devrimci savaşların bu niteliği, onun sınıfsal niteliği ve politik iktidarın ele geçirilmesi amacıyla çakışır.
"Her devrimin temel meselesi iktidar meselesidir ve her savaşın temel meselesi de düşman silahlı kuvvetlerinin yokedilmesi meselesidir. Savaşımız devrimci bir savaştır ve iktidarın ele geçirilmesi için mücadele biçimi olarak devrimci savaştan yararlanıyoruz. Bu savaş, düşman silahlı kuvvetlerinin yokedilmesi, düşman iktidarının parçalanması ve halk iktidarının kurulması sorununu çözümlemeyi amaçlar. Halk savaşımızda, iktidarın ele geçirilmesi açısından kitlesel ayaklanmalarla, düşman ordularını yoketmeyi amaçlayan halk silahlı kuvvetlerinin savaşçı eylemini düzenliyoruz. Farklı somut şartlarda, düşman iktidarının parçalanması ve çeşitli kademelerde halk iktidarının kurulması düşmana saldırmak ve onu yoketmek için yeni olanaklar yaratılmasını amaçlar. Diğer yandan, iktidarı ele geçirmek, yeni güçler ve üsler yaratmak açısından ayaklanan kitleleri desteklemek için düşmanı yoketmek zorunludur." [5*]
Bugüne kadarki tüm devrimci mücadelelerin tarihinin açık biçimde gösterdiği gibi, hiçbir egemen sınıf, kendi egemenliğinden kendiliğinden vazgeçmemiştir. 1789 Fransız Devriminin gösterdiği gibi, devrim, kimi durumlarda egemen sınıfların salt askeri güçlerinin değil, aynı zamanda bizzat kendilerinin topyekün imha edilmesiyle sonuçlanmak durumundadır. 1789 Fransız Devrimindeki "terör dönemi" olarak adlandırılan dönemde "giyotin"le feodal aristokrasinin idam edilmesi, devrimci savaşın şiddetinin boyutları açısından tipik bir örnektir. Daha sonraki tarihlerde, burjuvazinin proletaryanın devrimci mücadelesi karşısında ortaya koyduğu sınırsız şiddet ve katliam örnekleri, devrimci savaşlarda imha eylemlerinin ne denli kaçınılmaz olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur.
Bu nedenlerden dolayı, devrimci savaşta, düşman güçlerinin imhası, yani imha savaşı, tüm savaşlardan çok daha kapsamlı ve mutlaktır. Devrimci savaşın zaferi, ülke sınırları içindeki tüm düşman silahlı güçlerinin imha edilmesi ve silahsızlandırılması (teslim alınması) ile olanaklıdır. Bunun dışındaki hiçbir sonuç, devrimin zaferini sağlayamayacaktır ve her sonuç, görüntüsel ve geçici durumlar olarak ortaya çıkacaktır.
Devrimci politik amaçların niteliğinden kaynaklanan bu durum, kaçınılmaz olarak, devrimci savaşın "sınırlı" ya da "sınırlandırılmış" bir politik amaç için kullanılmasını olanaksızlaştırır. Bunun tersi her düşünce ve pratik, kaçınılmaz olarak devrimci savaşı yozlaştırır ve bozar. Bu durumda ise, devrimci savaşın zaferinden söz edilemez. Dünya devrimci pratiğinde ortaya çıkan "uzlaşmacılık", devrim saflarında ortaya çıkan yozlaşmanın ve bozulmanın bir ürünü olmuştur.
Mao Zedung, devrimci savaşta kesin bir biçimde ortaya çıkan savaşın bu amacını, "kendini koruma ve düşmanı imha etmek" olarak ortaya koyar. Ve tüm savaş strateji ve taktikleri, bu amaca ulaşmak için planlanır ve tüm savaş biçimleri bu amaca ulaşmak için kullanılır.
İşte gerilla savaşının, devrimci savaşta ortaya çıkardığı strateji sorunları, savaşın (askeri savaşın) bu amacıyla bağlantılıdır.
Gerek I. ve II. bunalım döneminin ulusal kurtuluş savaşlarında, gerekse III. bunalım döneminin halk kurtuluş savaşlarında, politik amaç, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin yenilgiye uğratılması ve iktidarın ele geçirilmesidir. Bu politik amaca ulaşmak için, silahlı emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı silahlı bir savaş yürütülmek zorundadır. Silahlı karşı-devrim, ancak silahlı bir devrim tarafından yenilgiye uğratılabilir. Bunun için, halkın silahlandırılması, yani halk ordusunun kurulması şarttır. Ve ancak bu halk ordusu aracılığıyla ve halk ordusunun savaşıyla, emperyalist ordular yenilgiye uğratılabilir. İşte Mao Zedung'un formüle ettiği Halk Savaşı teorisi, bu savaşın teorisidir.
Halk savaşı, maddi ve teknik olarak güçlü bir düşmana karşı, mutlak politik ve moral üstünlüğe sahip olan halkların savaşıdır. Bu nedenden dolayı, Halk Savaşı, maddi ve teknik olarak güçlü düşmanı yenmenin askeri sanatıdır. Düşmanın maddi üstünlüğü, onun ekonomik ve askeri güçlerinin üstünlüğü olarak ortaya çıkar. Düşmanın askeri güçleri ise, askerlerden, savaş araçlarından ve askeri üslerinden (garnizonlar, karargâhlar, karakollar, kışlalar vb.) oluşur. Düşmanın maddi üstünlüğünün alt edilebilinmesi iki yönlü bir eylemi gerektirir: Düşman güçlerini yıpratarak zayıflatmak ve kendi güçlerimizi geliştirmek. Kendi güçlerini geliştiren devrim güçleri, düşmanı yıpratarak zayıflatır ve aradaki güç dengesini devrim lehine çevirir. Bu andan itibaren, maddi olarak güçlü devrim güçleri, düşmanı karşı-saldırı ile yenilgiye uğratır.
İşte Halk Savaşının askeri sanatı, bu sürecin askeri savaş çizgisidir. Mao'nun açık biçimde belirttiği ve Çin, Vietnam ve diğer devrimci savaşlarla tanıtlandığı gibi, bu savaş uzun bir savaştır; dolayısıyla tüm strateji ve taktikler savaşın uzunluğuna göre belirlenir. Daha tam deyişle, Halk Savaşı, devrimci güçlerin, düşmanın maddi ve teknik üstünlüğünü hesaba katarak, savaşı bilinçli olarak uzatmalarının savaşıdır. Uzatılmış savaş olarak Halk Savaşı çizgisi, stratejik düzeyde, her türlü çabuk sonuçlu savaş anlayışını dıştalar. Halk Savaşında, zaman unsuru, düşman güçlerinin zayıflatılması ve devrim güçlerinin geliştirilmesi için kullanılır. Bu açıdan, zaman unsuru, yani savaşın bilinçli olarak uzatılması, devrim güçlerinin gelişmesinin temel koşuludur.
Uzatılmış bir savaş (uzun savaş), her koşul altında, savaşan tarafların yıpranmasına ve savaş güçlerinin zayıflamasına yol açar. Bu açıdan, savaşın uzatılmışlığı, savaşan tüm güçler üzerinde benzer etkide bulunur. Bir başka deyişle, uzatılmış savaş, Halk Savaşı olarak kendiliğinden tek yönlü sonuçlar ortaya çıkarmaz. Genel kural olarak, uzatılmış bir savaşta, maddi güçleri daha fazla olan taraf daha az yıpranır. Bu yüzden, Halk Savaşında, düşman güçlerinin salt savaşın uzatılmasıyla yıpranmasını beklemek, maddi olarak daha zayıf durumda olan devrim güçlerinin yıpranmasına kapıyı açık bırakmak anlamına gelir. Bu nedenle, Halk Savaşında, düşman güçlerinin imha edilmesi amacına yönelik askeri harekâtlar ve taktikler uygulanırken, halk güçlerinin gelişmesi için gerekli önlemler alınır. Mao'nun sözünü ettiği "kendini koruma ve düşman güçlerini imha etme" bu çerçevede biçimlenir.
Halk Savaşında (tüm savaşlarda olduğu gibi), "kendini koruma", askeri harekâtlarda gereksiz insan ve malzeme kayıplarının önüne geçilmesidir. "Kendini koruma", bu yönüyle, askeri harekâtlarda ve taktiklerde "maceracılık"tan uzak kalınmasını, taktik planda başarının kesin olmadığı durumlarda muharebeye girmekten kaçınılmasını vb.ni içerir. Halk Savaşındaki tüm askeri harekâtlar ve taktikler, bu durumu gözeterek planlanır ve gerçekleştirilir. Ancak bu, düşmanla çatışmaktan uzak durulması demek değildir. Amiyane bilgi ya da savaş gerçeğinden uzak hayalcilik ve kendini beğenmişlik, bu ilkeyi bozar ve yozlaştırır. "Kendini koruma" ile "düşman güçlerini imha etme" arasındaki diyalektik ilişkiyi kavramayan bu ilkel ve şekilci bakış açıları, düşmanla çatışmaktan uzak durarak salt varolmayı, elde belli bir silahlı güç bulundurmayı bir amaç haline getirir. Bu bakış açısı, zaman unsurunun tek yönlü gelişeceğine ve ara sıra gerçekleştirilecek askeri harekâtlarla düşmanın yıpranıp zayıflayacağına umut bağlar. Dolayısıyla "düşman güçlerinin imha edilmesi" için gerekli harekâtlardan uzak kalır. Onun için tek şey önemlidir: Elde belli bir silahlı gücün bulunması. Ve bu bakış açısı, elinde bulunan silahlı güç aracılığıyla, belirli bir bölgedeki üstünlüğünü sürdürmeyi amaçlar. Sonuç ise, düşman tarafından tecrit edilmiş ve kendi içinde yozlaşmaya başlamış bir silahlı güçtür. Emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinde sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde, merkezi otoritenin güçlü olmaması nedeniyle böyle bir silahlı güç görece uzun süre varlığını sürdürebilmişse de, sonal olarak savaşın zaferle sonuçlanmasını sağlayamamıştır. Kolombiya'da ortaya çıktığı gibi, Amazon ormanlarının içine çekilen Kızıl Siyasi İktidarın parçalanmış silahlı güçleri, zaman içinde yozlaşmış ve çeteleşmişler ve uzun dönemde kokain tüccarlarının silahlı korumaları haline gelmişlerdir.
Halk Savaşında kendi gücümüzü korurken, aynı zamanda ve birlikte, düşman güçlerinin imha edilmesi şarttır. Ve bütün sorun, bu iki amacın gerçekleşmesi için uygun bir savaş biçiminin yürütülmesi ve sürdürülmesidir. İşte bu savaş biçimi, Halk Savaşının ilk aşamasında gerilla savaşı olarak ortaya çıkar.
Tüm Halk Savaşları pratiğinin açık biçimde tanıtladığı gibi, maddi ve teknik olarak güçlü düşmanı kesin yenilgiye uğratabilmek için, düşmandan daha güçlü hale gelmek ve bu güçle nihai darbeyi indirmek gereklidir. Bu ise, düşmanın ordusuna karşı halk ordusunun çıkarılması ve halk ordusunun düşmandan daha güçlü bir hale gelmesi demektir. Bir başka deyişle, Halk Savaşının zaferi, devrimin düzenli ordusunun karşı-saldırısıyla gerçekleşecektir. Halk Savaşının bu aşamaya ulaşabilmesi için, yani düzenli ordu savaşının temel savaş biçimi haline geldiği evreye ulaşabilmek için uygun savaş biçimleri bulunmak ve yürütülmek zorundadır. İşte gerilla savaşı, bu amaca ulaşmanın bir aracı olarak ortaya çıkar.
"... savaşın aslı ya da amacı, kendini korumak, düşmanı imha etmektir. Bu amaca ulaşmak için, hareketli, mevzii ve gerilla savaşı gibi üç tip savaş bulunduğu ve bunların etkinlik dereceleri de farklı olduğu için, yıpratma savaşı ile imha savaşı arasında da fark büyüktür.
Önce de belirttiğimiz gibi, savaşın aslı ya da amacı, düşmana karşı verilen bu savaş hem yıpratma ve hem de imha savaşıdır. Bu neden böyledir? Çünkü düşman, gücünden sonuna kadar yararlanıyor ve stratejik üstünlüğü ve stratejik inisiyatifi elinde bulunduruyor. Bu yüzden, biz, imha seferleri ve muharebeleri vermedikçe, onun gücünü hızla azaltamayız; üstünlüğünü ve inisiyatifini kıramayız. Bizim, hala zaaflarımız var ve stratejik aşağı durumdan ve edilginlikten hala kurtulamadık. Bu sebeple, imha seferleri ve muharebeleri vermedikçe, iç ve uluslararası durumumuzu düzeltmek ve elverişsiz durumumuzu değiştirmek için zaman kazanamayız. İmha seferleri, stratejik yıpratma hedefine ulaşmanın bir yoludur. Bu bakımdan, imha savaşı yıpratma savaşıdır. Çin, imha yoluyla yıpratma yöntemi kullanarak uzatmalı bir savaş verebilir.
Ancak stratejik yıpratma amacına, yıpratma seferleriyle de ulaşılabilir. Genellikle, hareketli savaş imha; mevzii savaş yıpratma; gerilla savaşı ise bu iki görevi de aynı zamanda yerine getirir. Bu üç savaş çeşidi, böylece, birbirinden ayrılmış olur. Bu yönden, imha savaşı, yıpratma savaşından farklıdır. Yıpratma seferleri, uzatmalı savaşta ikinci derecededir, ama gereklidir.
Teorik bakımdan ve Çin'in gereksinmeleri yönünden düşmanın kuvvetlerini geniş ölçüde tüketme stratejik hedefine ulaşmak için, Çin savunma aşaması önce hareketli savaşı ve kısmen de gerilla savaşını ve imha işini yerine getirmekle kalmamalı, ama (kendisi de ikincil savaş şekli olmakla beraber) mevzii savaş ve kısmen de gerilla savaşıyla yıpratma görevini de yerine getirmelidir. Durgunluk (denge) aşamasında ise, düşman kuvvetlerini daha da geniş ölçüde tüketmek için gerilla savaşıyla ve hareketli savaşlarla imha ve yıpratma işini sürdürmeliyiz. Bütün bunların amacı savaşı uzatmak, kuvvetler dengesini yavaş yavaş değiştirmek, karşı-saldırı için gerekli koşulları hazırlamaktır. Stratejik karşısaldırı sırasında ise, imha yoluyla yıpratma yöntemini kullanmayı sürdürerek, düşmanı ülkeden sürüp atmanın koşulları yerine getirilecektir." [6*]
İşte bu nedenlerden dolayı, gerilla savaşı, Halk Savaşında (uzatmalı savaşta), ilk dönemde düşman güçlerini zayıflatmanın (imha ve yıpratma eylemleri ile) temel biçimi olarak ortaya çıkar.
Halk Savaşında temel savaş biçimi olarak belirli bir süre yürütülen gerilla savaşı, amiyane bilgi sahiplerinin sandığının aksine, salt "vur-kaç" tekil eylemlerinden oluşmaz. Gerilla savaşı, bütünsel stratejinin bir parçası olarak, stratejik yıpratma amacına ulaşmak için yürütülür. Bu nedenle, kendi içinde değişik ve stratejik plan çerçevesinde bir dizi harekâtı içerir. Belirli bir stratejik plan çerçevesinde gerçekleştirilmeyen tekil gerilla eylemleri, kendi içinde "başarı" oluştursa da, stratejik amaca (yıpratma amacı, yani maddi olarak güçlü düşmanın zayıflatılması amacı) ulaşılmasını sağlayamaz. İşte Halk Savaşında gerilla savaşının stratejik sorunları, bu çerçeve içinde ortaya çıkar.
"... bizim Japonlara karşı verdiğimiz gerilla savaşı, aslında küçük ölçüde değil, büyük ölçüde bir savaştır. Stratejik savunma, stratejik saldırı vb. gibi bir dizi sorunun ortaya çıkmasının nedeni de budur. Savaşın uzatmalı olması ve insafsız bir hal alması, gerilla savaşının birçok olağanüstü görevler yüklenmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Üs bölgeleri, gerilla savaşının hareketli bir savaş biçiminde gelişmesi vb. gibi problemler ortaya çıkmıştır. Bütün bu gerekçelerden ötürü, Japonlara karşı Çin'in giriştiği gerilla savaşı, taktiğin sınırlarını aşarak stratejinin kapısını zorlamaya başlamıştır; bu savaş, artık, strateji açısından bir incelemeyi gerektirmektedir." [7*]
Mao, bu stratejik bakış açısıyla gerilla savaşının stratejik sorunlarını şöyle özetler:
1- Savunma içinde saldırıyı yönetirken, inisiyatifin, esnekliğin ve planlamanın; uzatmalı savaşta çabuk sonuçlu muharebelerin, ve iç cephe harekâtında dış cephe harekâtının kullanılması;
2- Düzenli savaşla koordinasyon;
3- Üs bölgelerinin kurulması;
4- Stratejik savunma ve stratejik saldırı;
5- Gerilla savaşının hareketli savaş haline gelişmesi; ve
6- Doğru bir komuta ilişkisi.
Halk Savaşında yürütülen gerilla savaşı, böylesine stratejik nitelikte bir savaş biçimi olarak ortaya çıkar. Bu savaş biçiminin amacı, düşmanın güçlerini imha ederek ve yıpratarak zayıflatmaktır. Amiyane askeri bilgiye sahip olanlar için söylersek, Halk Savaşında gerilla savaşı, bir yandan düşman askeri güçlerine karşı yok etmek için saldırılar yöneltirken, diğer yandan onu taciz edici ve belirli bir mevzide sürekli kalmaya zorlayıcı eylemler düzenler. Düşman güçlerinin imha edilmesi, stratejik düzeyde düşmanın zayıflatılmasını getirirken, taktik planda gerilla güçlerinin arazi üzerindeki etkinliğini artırır ve genişletir. Düşmanın gerillanın yıpratma eylemleriyle yüzyüze bırakılması ise, onun belirli merkezlerde toplanmasını sağlayarak, aynı sonucu yaratır.
Gerilla savaşının bu temelde sürdürülmesine paralel olarak, gerillanın etkinlik alanının artması ve genişlemesi, gerilla bölgelerinin ve giderek gerilla üs bölgelerinin ortaya çıkmasını sağlar. Gerilla üs bölgeleri, düzenli ordunun hareketlarıyla birlikte, giderek kurtarılmış bölgeler haline getirilir ve devrim güçlerinin iktidarı parça parça almaları olanaklı hale gelir.
Halk Savaşında sürdürülen gerilla savaşının en temel sorunlarından birisi böylece ortaya çıkar: gerilla bölgeleri ve gerilla üsleri.
"Öyleyse, bu gerilla üs bölgeleri nedir? Bunlar, gerilla kuvvetlerinin stratejik görevlerini yerine getirmede, kendilerini koruma ve genişletmede, düşmanı imha ve ülkeden sürüp çıkartma amaçlarına ulaşmada dayandıkları stratejik üslerdir. Bu stratejik üsler olmaksızın, stratejik görevlerimizi yerine getirmede ya da savaşın amacına ulaşmada güvenebileceğimiz hiç bir şey yok demektir." [8*]
Amiyane askeri bilgi sahiplerinin sandığı gibi, gerilla bölgeleri ve gerilla üsleri, "gerillaların dolaştığı ve konakladığı" yerler değildir. Bir başka deyişle, gerilla savaşı, Mao'nun sözleriyle, "avare dolaşan asi" tipinde bir savaş biçimi değildir. Dolayısıyla, gerilla üsleri olmaksızın stratejik görevlerini yerine getiremez. Mao, gerilla üs bölgelerinin kurulmasını şöyle ortaya koyar:
"Gerilla savaşı başladığı sırada, gerillalar bu yerleri bütünüyle işgal edemediler, yalnızca sık sık baskınlar yapabildiler. Buralar, gerillalar oradayken onların, gerillalar gidince de kukla yönetimin söz geçirdiği bölgelerdi; bundan dolayı, buralara gerilla üsleri değil, gerilla bölgeleri demek daha doğrudur. Bu gibi gerilla bölgeleri, gerilla savaşına özgü bazı dönemlerden geçtikten sonra üs bölgeleri halini alacaklardır. Yani, çok sayıda düşman birlikleri burada imha edildiği ya da yenildiği, kukla yönetim yok edildiği, halk yığınları harekete geçirildiği, Japonlara karşı kitle örgütleri kurulduğu, yerel silahlı halk kuvvetleri geliştirildiği ve Japonlara karşı olan bir politik iktidar kurulduğu zaman, buralar üs bölgeleri olacaktır. Üs bölgelerimizin büyümesi ile, kurulmuş olan üslere bu gibi bölgelerin katılmasını kastediyoruz." (abç) [9*]
Sözün özü, Halk Savaşında yürütülen gerilla savaşı, gerilla bölgelerinden gerilla üs bölgelerine ve gerilla üs bölgelerinden kurtarılmış bölgelere doğru gelişen bir sürecin savaş biçimidir. Doğal olarak böyle bir savaş biçimi, salt gerillaların belirli bir bölgede bulunmaları ve zaman zaman eylemler yapmaları olarak tanımlanamaz ve bu şekilde asla stratejik amaca ulaşılamaz.
Vietnam Halk Savaşından bir kaç örnek vererek konuyu somutlayabiliriz.
1960 yılında Güney Vietnam'da başlatılan gerilla savaşının ilk büyük saldırısı 31 Ekim 1964'de gerçekleştirilmiştir. Gerillalar, bu tarihte, Amerikan B-57 bombardıman uçaklarının konuşlandığı Bien Hoa hava üssüne saldırmışlardır. Tüm saldırı 15 dakika sürmüş ve Amerikan resmi açıklamalarına göre 20'si B-57 bombardıman uçağı olmak üzere 27 savaş uçağı imha edilmiştir. (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi açıklamasına göre ise, 21 B-57 bombardıman uçağı, 11 Skyraider avcı uçağı, 1 U-2 casus uçağı ve 3 helikopter imha edilmiştir.) Bu saldırı, "askerlik tarihinin kaydettiği en büyük 'hava saldırısı'" olarak ifade edilmektedir.
1968 yılında gerçekleştirilen ünlü Tet saldırısında kısa bir süre önce yapılan Amerikan resmi açıklamalarına göre, "düşmanca olmayan hareketler" yüzünden 877 Amerikan uçağı ile 777 helikopler Güney Vietnam'da kaybedilmiştir. Bunlar, Amerikan sözcüsünün açıkladığı "komünist saldırılar sonucu yerde yok edilen uçak ve helikopterleri de içeren" sayılardır. Aynı açıklamada, Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin 222 uçak ve 465 helikopter düşürdüğü resmen açıklanmıştır.
30-31 Ocak 1968 tarihinde gerçekleştirilen Tet saldırısı, 950 kilometrelik bir cephe hattı boyunca gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıda, bölgedeki 140 kentin büyük bir bölümü ele geçirilmiştir. Bunlar arasında, Güney Vietnam' ın 40 il merkezinden 37'si ve yüz kadar bölge merkezi bulunmaktadır. Saldırı hedefleri arasında, Saygon ordusunun 4 ayrı bölge karargâhının hepsi, 11 tümen karargâhının 8'i, 15 alay karargahı ve iki Amerikan karargâhı bulunmaktadır. Saygon şehir merkezinde saldırıya geçilen 18 önemli hedef arasında ise, ABD büyükelçiliği, ABD-Saygon Silahlı Kuvvetler Komutanlığı karargâhı, Güney Vietnam Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Saygon radyo istasyonu bulunuyordu. Güney Vietnam' daki 14 ana hava üssünün 11'inin içinde bulunduğu 30 havaalanına saldırılmış ve 1500 uçak ve helikopter imha edilmiştir.
Görüldüğü gibi, Vietnam Halk Savaşı, başlangıçtan itibaren düşmanı imha etmeye ve nihayi zaferi kazanmaya yönelik bir saldırı düşüncesiyle sürdürülmüştür.
Burada altı önemle çizilmesi gereken bir nokta ortaya çıkmaktadır: Halk Savaşı, maddi ve teknik olarak güçlü emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı zafer kazanmanın savaşıdır. Ve bu savaş, düşmandan politik ve moral üstünlüğün elegeçirildiği koşullarda verilebilir. Böyle bir durumda, Halk Savaşının verilebilinmesi için, üç tür silahlı güç (az ya da çok güçlü) bulunması şarttır: Düzenli birlikler, bölgesel birlikler ve yerel gerilla birlikleri. Bu üç tür silahlı güç olmaksızın ve bu üç silahlı gücün karşılıklı eşgüdümü ve harekâtları olmaksızın, Halk Savaşının sürdürülmesi olanaksızdır.
Giap, bu durumu şöyle belirtir:
"Halk savaşı verebilmek için, silahlı kuvvetler; ana kuvvet birlikleri, bölgesel birlikler, milis ve kendini koruma birlikleri şeklinde uygun örgütlenme biçimlerine sahip olmalıdır. Ana kuvvet birlikleri, ülkenin herhangi bir yerinde çarpışmalarda kullanılabilecek olan, hareketli birliklerdir. Bölgesel birlikler, bölgedeki silahlı mücadelenin dayanağını teşkil eder. Milis ve kendini koruma birlikleri, üretim faliyetine devam eden ve üslerdeki halk iktidarının temel cihazı olan, halkın yaygın yarı-silahlı kuvvetidir." [10*]
Giap, Vietnam Halk Savaşı pratiğinde savaşı yönetme tarzlarının temel kurallarını şöyle özetler:
1) Bütün alanlarda bütün halkın savaşını yürütmek, silahlı kuvvetlerle siyasi kuvvetleri, silahlı mücadeleyle siyasi mücadeleyi, silahlı ayaklanmayla devrimci savaşı birleştirmek.
2) Kırsal bölgelere yerleşmek, Halk Savaşını kırsal ve kentsel bölgelerde aynı zamanda sürdürmek, üç stratejik bölgede, yani dağlarda, ovalarda ve şehirlerde uygun biçimlerde düşmana karşı saldırıları sıkıca geliştirmek ve düzenlemek.
3) Silahlı ayaklanma ve devrimci savaşta saldırı stratejisi düşüncesine dayanmak.
4) Uzun süreli bir savaş stratejisi uygulamak ve aynı zamanda daha büyük zaferler kazanmak için en uygun anı yaratmaya uğraşmak ve düşmandan hızlı davranmak.
5) Düşman birliklerinin imhası ile halk iktidarının ele geçirilip sürdürülmesini birleştirmek; düşman güçlerini yoketmek, kendi güçlerimizi geliştirmek ve artırmak, savaş içinde kendimizi güçlendirmek.
Gerek Mao, gerekse Giap, Halk Savaşının askeri sanatında "kendi gücünü koruma ve düşmanı imha etme" ilkesinin altını önemle çizerler. Giap, bu gerçeği, "Saldırı düşüncesi, Vietnam devrimci savaş ve stratejisinin ideolojik temelidir" diyerek, Halk Savaşının askeri sanatının temel düşüncesini açık biçimde ortaya koyar.
Bu nedenden dolayı, bu koşullar olmaksızın (politik ve moral üstünlük ile üç tür silahlı güç) ve buna uygun bir askeri savaş çizgisi izlenmeksizin, Halk Savaşının verildiğini iddia etmek ve de Halk Savaşına ilişkin taktikleri "uygulamak" sözkonusu olamaz. Ülkemiz somutunda görüldüğü gibi, bu koşulların olmadığı ortamda Halk Savaşı "vermekten" söz edilebilmektedir. Bu iddia sahipleri, kendilerini nasıl tanımlamış olurlarsa olsunlar, sözcüğün tam anlamıyla Halk Savaşıyla uzaktan yakından ilgileri yoktur. Dolayısıyla, bunların ortaya koydukları olumsuzluklar ya da başarısızlıklar, hiçbir biçimde Halk Savaşı çizgisinin "geçersizliği"nin kanıtı olarak gösterilemezler.
Emperyalizmin III. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Öncü Savaşını kavrayamayan her türden anlayış, kaçınılmaz olarak Halk Savaşı çizgisini terketmek zorundadır. Geçmiş dönemde TİKKO saflarında ortaya çıkan bölünmeler (ve günümüzde kendilerini MLKP olarak örgütleyenler) ile TDKP'nin evrimi bunu açık biçimde sergilemiştir.
Bir kez daha yinelersek, Halk Savaşı çizgisi, maddi ve teknik olarak güçlü bir düşmana karşı, politik ve moral üstünlüğe sahip zayıf halk güçlerinin savaşı olarak, nesnel ve öznel koşullara sahiptir. Bu koşullar olmaksızın yürütülen silahlı mücadele, hiçbir biçimde Halk Savaşı olarak değerlendirilemez. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, PKK pratiğinde açık bir biçimde görüldüğü gibi, kendi öz gücünün dışındaki güçlere bel bağlamak ve bu güçler aracılığıyla "barış"a ulaşmak şeklindeki teslimiyetçiliktir.
Yine PKK pratiğinin gösterdiği gibi, Halk Savaşı, kişisel ya da öznel bir tercih değildir. Herhangi bir öznel ya da kişisel tercihle, "biz halk savaşı veriyoruz" demekle Halk Savaşı verilemez. Emperyalizmin III. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerini kavramayan ve herşeyi elde belirli sayıda silahlı bir gücün bulunmasından ibaret sanan anlayış, öznel niyeti ne olursa olsun, nesnel olarak bu dönemin ilişki ve çelişkilerinin sınırlamaları içinde kalmak zorundadır.
Emperyalizmin III. bunalım döneminde, gerek emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin uygulanması, gerekse bunun sonucu olarak geri-bıraktırılmış ülkelerde merkezi otoritenin güçlendirilmesi nedeniyle, devrim güçlerinin mutlak siyasi üstünlüğü ele geçirmeleri ve buna bağlı olarak Halk Savaşını yürütmeleri, eski dönemlerden daha farklı bir rota izlenilmesini gerektirmektedir.
Devrim güçlerinin politik ve moral üstünlüğü ele geçirebilmeleri için, yerel düzeyde değil, ülke çapında halkın tepkileri ile oligarşi arasında kurulmuş olan suni dengenin bozulması şarttır. Suni dengeyi bozma yönündeki savaş, aynı zamanda Halk Savaşının verilebilmesi için gerekli koşulların yaratılması savaşıdır. Bu boyutu ile, Öncü Savaşı, Halk Savaşının verilebilme koşullarını oluşturmak durumundadır. Nesnel olarak suni dengenin bozulması yanında, öznel olarak Halk Savaşının verilebilmesi için gerekli üç tip silahlı güç, Öncü Savaşı süreci içinde oluşturulmak zorundadır. Ve ancak bu koşullar oluşturulduktan sonra, Halk Savaşı çizgisinin askeri strateji ve taktiklerinin yürütülmesinden söz edilebilinir. Ve yine Halk Savaşının askeri strateji ve taktikleri yürütüldüğü sürece, Halk Savaşının gelişmesi ve zafere ulaşması kaçınılmaz olur.
Ülkemiz solunda, hemen her dönemde bu gerçekler bir yana itilmiş ve öznel tercihlerle devrim mücadelesi yürütülmeye çalışılmıştır. Özellikle 1984 sonrasında PKK'nin yürüttüğü silahlı mücadele sonrasında, ülkemiz solunda yukarda ortaya koyduğumuz devrimci saptamalar bir kalemde yok varsayılmıştır. Kimilerine göre, PKK pratiği ile suni denge diye bir olgu kalmamıştır! Dolayısıyla yapılması gereken, belirli sayıda silahlanmış kişilerin "dağlara" çıkartılmasından ibarettir! Gerisi bu silahlanmış kişilerin (adı "gerilla" olan silahlanmış kişilerin) gerçekleştirecekleri silahlı eylemlere kalmaktadır!
Ancak, aradan geçen zaman, tüm iddiaların aksine, ilk dönemlerde sağlanan gelişmenin duraksadığını ve giderek gerilediğini göstermiştir. 1990'lara yaklaşırken PKK'nin üst üste aldığı "kurtarılmış bölgelerin" yakında oluşturulacağı yönündeki "kararlar", 1993'de "stratejik denge aşamasındayız" değerlendirmeleri vb. anımsandığında, gelişmenin ne yönde olduğunu ve bundan sonra ne yönde olacağını anlamak fazlaca zor olmayacaktır.
Bu gelişmenin nedeninin, A. Öcalan'ın son yıllar içinde söylediği gibi, "savaşı TC'nin öğrenmesi"yle hiçbir ilişkisi yoktur. PKK pratiğinin tüm gerçekliği, uygun koşullar altında ("elverişli konjonktür") başlatılan silahlı mücadelenin, Öncü Savaşının başlangıç aşamasının sorunlarının görece kolay ve hızla çözülebileceğinden ibarettir. Ama aynı pratiğin gösterdiği diğer gerçek, Öncü Savaşının başlangıç aşamasının sorunlarının çözülmesinin tek başına yeterli olmadığı ve bu andan itibaren tüm sorunun Halk Savaşını başlatmanın koşullarını yaratmaya yönelik olarak Öncü Savaşının sürdürülmesi gerektiğidir. Gerilla savaşının stratejik sorunları, bu gerçeği en açık biçimde ortaya koymaktadır ve Öncü Savaşında yürütülen gerilla savaşının stratejik sorunları ile Halk Savaşında yürütülen gerilla savaşının stratejik sorunları arasındaki farklar, doğru bir çizginin izlenilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu iki farklı aşamanın gerilla savaşının stratejik sorunları, birbirine karıştırılamaz.
Halk Savaşında yürütülen gerilla savaşı açısından büyük bir yere sahip olan gerilla üs bölgeleri sorunu (stratejik sorun), gerilla güçlerinin lojistik sorunu olarak ortaya çıkar. Çin ve Vietnam Halk Savaşı pratiğinin gösterdiği gibi, bu sorun, emperyalizmin değişik bunalım dönemlerinde değişik özelliklere sahip bulunmaktadır. Çin gibi yarı-feodal ve eski-sömürge bir ülkede gerilla üs bölgeleri ve bu bağlamda lojistik, "kapalı üretim birimleri"nin varlığını esas alırken; Vietnam gibi, Amerikan emperyalizminin doğrudan savaşa girdiği bir ülkede "gizli siyasi ve askeri üsler"e dayanmak durumunda kalmıştır. Merkezi otoritenin güçlü olduğu, haberleşme ve ulaşımın ülkeyi bir ağ gibi sardığı ve emperyalizmin kontur-gerilla taktiklerinin geliştiği bir evrede, gerilla savaşının bu stratejik sorunu daha farklı çözümlenmek zorundadır. Bu gelişmeleri hesaba katmaksızın, Çin ya da Vietnam Halk Savaşı pratiğinden alınan örneklerle "gerilla üs bölgeleri" ya da "kurtarılmış bölgeler" yaratmaya çalışmak, güçlerin gereksiz yere tüketilmesine neden olacaktır.
Bu sorunlar, emperyalizmin III. bunalım döneminin ilişki ve çelişkileri içinde Öncü Savaşı anlayışı çerçevesinde çözümlenmek zorundadır. Doğal olarak, Öncü Savaşının belirli bir aşamasından itibaren, gerek suni dengenin bozulmasının yaratacağı siyasal gelişmelerle, gerekse merkezi otoritenin yönetimsel mekanizmasına ve ulaşım ve haberleşme ağına yönelik sistemli bir harekatlar dizisi ile gerilla savaşının stratejik lojistik sorunu çözümlenmek durumundadır. Burada temel amaç, Halk Savaşının verilebilinmesi koşullarını yaratmak bağlamında, gerilla üs bölgelerinin oluşturulması için elverişli bir zeminin yaratılmasıdır. Öncü Savaşının ilk aşamalarında karşı karşıya olunan lojistik sorunu ile Öncü Savaşının geliştiği ve Halk Savaşına dönüşmeye yöneldiği evredeki lojistik sorunu bir ve aynı olmayacaktır. Öncü Savaşının ilk aşamalarında ortaya çıkan lojistik sorunu, doğrudan hareketli gerilla birliği/birliklerinin lojistik sorunu olarak ortaya çıkarken, diğer aşamalarda bu sorun, gerilla savaşının sürdürülmesi ve geliştirilmesi, yani Öncü Savaşının Halk Savaşına dönüşümünün sağlanmasının sorunu olarak ortaya çıkar.
Amiyane bir askeri bakış açısına göre, gerilla savaşının lojistik sorunu ile bir ya da birkaç gerilla birliğinin lojistik sorunu, nitel olarak değil, nicel olarak birbirinden farklıdır. Bu bakış açısına göre, "gerillalara" gerekli yiyecek, içecek, giyecek ve askeri malzemenin belirli aralıklarla ulaştırılması, tüm lojistik sorunun çözümlenmesi olarak görünür. Bu amaçla, ister kentlerden, ister kırsal alanların herhangi bir yerinden yahutta "açık sınır"lar aracılığıyla bu gereksinmelerin ulaştırılması ve buna ilişkin mekanizmaların kurulması yeterli görülür. Ancak PKK pratiğinin açık biçimde gösterdiği gibi, sorun, belirli bir gerilla bölgesindeki "gerillaların" lojistik sorunundan çıkıp, gerilla savaşının lojistik sorununa dönüştüğü evrede, tüm bu mekanizmalar yetersiz kalacaktır. Şemdin Sakık olayında görüldüğü gibi, "silah istedin verdik, adam istedin verdik, para istedin verdik" denilerek, gerilla savaşının lojistik sorunları çözülememektedir.
Baştan beri belirttiğimiz gibi, gerilla savaşının stratejik bir sorunu olarak lojistik sorunu, gerilla üs bölgeleri sorunudur ve bu sorun, ancak Halk Savaşının verilebilinmesi için gerekli koşullar ortaya çıktığında tam ve gerçek anlamda "gerilla üs bölgelerinin kurulması" sorunu olarak belirginleşir. Öncü Savaşı aşamasında, bu sorun, Halk Savaşının verilebilinmesi için gerekli koşulların yaratılması bağlamında ele alınmak ve bu çerçevede "gerilla üs bölgelerinin kurulması"na yönelik olarak çözülmek zorundadır. Mao'nun deyişiyle, "Gerilla bölgeleri, gerilla savaşına özgü bazı dönemlerden geçtikten sonra üs bölgeleri halini alacaklardır. Yani, çok sayıda düşman birlikleri burada imha edildiği ya da yenildiği, kukla yönetim yok edildiği, halk yığınları harekete geçirildiği, Japonlara karşı kitle örgütleri kurulduğu, yerel silahlı halk kuvvetleri geliştirildiği ve Japonlara karşı olan bir politik iktidar kurulduğu zaman, buralar üs bölgeleri olacaktır." Böylece, gerilla savaşının bu stratejik sorunu, gerek askeri, gerekse politik görevlerin yerine getirilmesiyle çözümlenebilir niteliktedir.
Gerilla bölgelerindeki düşman güçleri imha edilmeksizin, bu bölgelerdeki devlet mekanizması parçalanmaksızın, parçalanan devlet mekanizmasının yerine devrimci yönetim mekanizması geçirilmeksizin ve bunları gerçekleştirecek olan halk kitleleri bilinçlendirilip örgütlenmeksizin, gerilla savaşının geliştirilmesi olanaksızdır.
Tüm bu gerçeklere rağmen, yine de, dünya devrimci pratiğinin "açık sınır" yoluyla lojistik sorunlarını çözdüğü ileri sürülebilir ve Vietnam, Küba, Nikaragua buna örnek olarak gösterilebilir. Keza Afganistan'daki karşı-devrimcilerin Pakistan'daki kamplar aracılığıyla lojistik sorunlarını çözdükleri örnek olarak gösterilebilir.
Herşeyden önce Küba ve Nikaragua pratiğinde görülen "açık sınır" (Meksika ve Küba), Öncü Savaşının başlangıç aşamasının sorunları çerçevesinde ortaya çıkmıştır ve tüm amacı ülke içinde gerilla savaşının başlatılmasına ve üs bölgelerininin oluşturulmasına yöneliktir. Vietnam'da ise, "açık sınır" (Çin), benzer tarzda, ama Halk Savaşının başlatılması amacıyla kısa bir süre kullanılmıştır. Tüm bu pratikler, orta ve uzun dönemde "açık sınır" yoluyla gerilla savaşının stratejik lojistik sorununun çözülemeyeceğini göstermiştir.
Afganistan olayında ise (ki Nikaragua'da kontralar aynı durumdaydılar), karşı-devrimci güçlerin emperyalizmin doğrudan sağladığı lojistik destek ile savaşı sürdürmelerine dayanan bir "açık sınır" olayıdır. İleri haberleşme ve iletişim araçlarının kullanılmasıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan bu lojistik destek, hiçbir biçimde devrimci güçler tarafından uygulanamaz ve uygulanması düşünülemez.
Diyebiliriz ki, Öncü Savaşının ilk iki evresinde gerilla birliklerinin lojistik sorunu ile daha sonraki evreleri ile Halk Savaşında ortaya çıkan gerilla savaşının lojistik sorunları birbirinden farklı niteliktedir ve farklı biçimlerde çözümlenmek zorundadır.
Bu arada gözden kaçırılmaması gereken en temel yanlardan birisi de, Öncü Savaşının başlangıç evrelerinde ortaya çıkan lojistik sorununun bazı çözüm biçimlerinin ortaya çıkardığı yeni sorunlardır. Bu yeni sorunların en temel özelliği, gerilla birliklerinin (salt kır gerillaları için değil, aynı zamanda şehir gerillaları için de geçerlidir) lojistiğini sağlayan mekanizmaların doğrudan gerilla savaşının sürdürülüş tarzını ve dinamiklerini etkilemesidir ki, bu aynı zamanda sorunun ne denli önemli olduğunu da gösterir. Bir başka deyişle, gerilla bölgelerinin dışından ve dışardan sağlanan lojistik, hemen her zaman gerilla savaşının sürdürülüşü üzerinde etkide bulunur. Bu etki, salt gerekli lojistik malzemeleri zamanında sağlayamayan gerilla güçlerinin etkisizleşmesi, hareketsizleşmesi ile sınırlı bir role sahip değildir. Aynı zamanda, gerilla savaşının sürdürülüş tarzını, hedeflerini, dinamiklerini ve politik-askeri yönetimini de etkileyecek niteliktedir. Diyebiliriz ki, kimi durumlarda lojistik mekanizmayı elinde bulunduranlar, aynı zamanda gerilla savaşının politik-askeri yönetimini de belirleyebilmektedir. Politik ve askeri liderliğin birliği ilkesinin zaafa uğradığı ya da önemsenmediği her durumda, bu tür lojistik mekanizmalar, politik ve askeri yönlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrışmasına ve giderek iki yönün karşılıklı çatışmasına neden olmaktadır. Ve sonuç, lojistik mekanizmanın, tüm politik ve askeri mekanizmaların üstünde bir yere sahip olmasıdır.
Öncü Savaşında sürdürülen gerilla savaşının diğer bir stratejik sorunu ise, Halk Savaşının yürütülmesi için gerekli silahlı güçlerin oluşturulmasıdır.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, Halk Savaşının verilebilinmesi için, diğer koşulların yanında, halk silahlı güçlerinin üç tür silahlı örgütlenmesi şarttır:
1) Düzenli birlikler,
2) Bölgesel birlikler,
3) Yerel birlikler (milis ve gerilla).
Öncü Savaşında bu silahlı güçlerin örgütlenmesi sorunu, emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinde olduğu gibi, kitlelerin kendiliğinden patlama ve isyanlarının içine giren devrimcilerin bu kitleleri örgütlemesi ve biçimlendirmesi sorunu durumunda değildir. Öncü Savaşında, bu sorun, Halk Savaşının verilebilinmesinin koşullarının yaratılması çerçevesinde üç tip silahlı gücün yaratılması sorunu haline gelmiştir. Bu açıdan, Öncü Savaşının başlangıcından itibaren, savaşın planlanması ve sürdürülüşü, bu üç tip silahlı gücün yaratılmasına yönelik olmak zorundadır.
Bunun için, öncelikle, Öncü Savaşının ülke çapında sürdürülmesi zorunludur. Yerel ya da bölgesel düzeyde sınırlandırılmış bir Öncü Savaşı sözkonusu olamaz. Öncü Savaşında ülke çapında sürdürülen gerilla savaşı, üç tip silahlı örgütlenmeyi yaratacak tarzda yürütülmek zorundadır. Bu nedenle, şehir ve kır gerilla savaşı, bu amaca ulaşmak için gerekli taktikleri ve teknikleri içermek durumundadır. Böylece, bu taktik ve tekniklerin Öncü Savaşının amacına ulaşabilmesi için nasıl kullanılacağı; Öncü Savaşındaki gerilla savaşının stratejik sorunu olarak ortaya çıkar.
Öncü Savaşında, gerilla savaşı, ülke çapında yürütülmedikçe; ülke çapında yürütülen gerilla savaşında merkezi ve bölgesel silahlı güçlerin karşılıklı eşgüdümü sağlanmadıkça; bu güçlere dayanarak, şehir ve kır gerilla savaşı taktikleri uygulanmadıkça ve tüm bunlar merkezi bir stratejik yönetim tarafından yönlendirilmedikçe, stratejik sorun çözümlenemeyecektir.
Böylece, Öncü Savaşının diğer bir stratejik sorunu, yani şehir ve kır gerilla savaşı taktik ve tekniklerinin diyalektik bir ilişki içinde kullanılması sorunu ortaya çıkar.
"Bizim şehir gerilla savaşına bakışımız, doğrudan krizin milli niteliği ile suni dengenin ülke çapında olmasına dayanır. Şehir gerilla savaşı bir kaç büyük kentle sınırlı ve bu kentlerde yürütülen savaş biçimi olarak ele alınamaz. Bu savaş, gerilla savaşı tekniğine (taktiğine) uygun her şehirde yürütülebilir ve yürütülmek zorundadır. Bu nedenle, ülkemizde, hemen hemen tüm il merkezleri ile nüfusu ve alanı belli bir düzeyin üstünde olan ilçelerde şehir gerilla savaşı yürütülebilinir. Ancak tek tek il merkezlerinin ya da büyük ilçelerin kendi yerel (iç) koşulları, yapılacak eylemlerin biçimini, kullanılacak gücü belirler. İşte bu şekilde ele alınan şehir gerillası ile Öncü Savaşına başlanılmıştır. Biz bu durumu, bu ele alış tarzımızın ayırıcı özelliklerini belirtmek için, 'şehir gerilla savaşı taktikleriyle ülke çapında' eylem yapmak olarak formüle ettik.
Bu Öncü Savaşının ilk evresidir. Bu evre, ülke çapında örgütlenmiş gücün, gerilla savaşını öğrendiği, gücünü denediği, kitlelere savaşçı bir örgütün varlığının duyurulduğu, daha üst ve daha sert silahlı eylemlerin yadırganmayacağı bir ortamın yaratıldığı ve kır gerilla savaşının hazırlıklarının yoğunlaştırıldığı bir evredir. Bu evredeki gerilla eylemleri taciz ve tahrip eylemleri biçimindedir. (Günlük dilde bunlar bombalama, kurşunlama eylemleri olarak ifade edilerek sıradanlaştırılmıştır.) Eylemlerin merkezi bir harekât olarak planlanması esastır. Yerel eylemler, ancak merkezi plana uygun olarak ve iç koşulları elverişli şehirlerde yapılır. Bu evredeki silahlı eylemler, profesyonel olmayan ve yetkin bir askeri eğitimden geçmemiş herkesin gerçekleştirebileceği kadar yalın ve teknik olarak gelişkin, ama basit eylemlerdir. Eylemlerin merkezi bir harekât olarak planlanması ve senkronize (eşzamanlı) gerçekleştirilmesi nedeniyle, yarattığı etki, eylemin biçiminden bağımsızdır ve büyüktür. Geniş kesimlerin bu tür harekâtlarla askeri olarak eğitilmesi mümkün olur.
İkinci evre, gene şehir gerilla savaşı bağlamında gerçekleşir, ancak bu kez gerilla eyleminin niteliği ve niceliği artmıştır. Bu evreyi, ilk evreden ayırmak için 'kır gerilla savaşı taktikleriyle şehir gerillası' olarak tanımlıyoruz. Bu evrede, devrimci öncü eğitimini tamamlar. Ancak bu evrede, ilk evrenin eylem biçimleri terkedilmez. Taciz ve tahrip (sabotaj) temelinde şehir gerilla savaşı tekniğiyle ülke çapında eylemler sürdürülürken, devrimci öncünün merkezi gücü kır gerillası tekniği ile şehir gerilla savaşını yürütür. Bu savaş tekniği, biçim olarak 'metropol gerillası' ile benzeşlik gösterse de, amaç ve örgütlenme olarak ondan farklıdır. Bu evrede merkezi silahlı güç, daha üst ve daha sert silahlı eylemlere yönelmiştir ve şehirlerle sınırlı olarak taciz, tahrip ve imha eylemlerine girişir.
Üçüncü evre, şehir gerilla savaşından kır gerilla savaşına geçiş niteliğindedir. Bu evrede, kır gerilla savaşının hazırlıkları son kez denetimden geçirilir ve yeterli olup olmadığı sınanır (güç denemesi). Bu evre, 'şehir gerilla savaşı taktikleri ile kır gerillası' açık savaşa son hazırlık evresidir. Bu evrenin savaş tekniğini, 'şehir gerilla savaşı taktikleri ile kır gerillası' olarak tanımlıyoruz. Bu evrede de, ilk iki evredeki faaliyetler ve teknikler sürdürülür ve geliştirilir, yani şehir gerilla savaşı geliştirilmeye başlanır. Ama artık gerilla savaşı, fiilen ve resmen kırsal alanlarda da yürütülmektedir.
Dördüncü evre, kır gerilla savaşının başlatılmasıdır. Daha tam deyişle, hareketli gerilla birliği bu evrede harekete geçirilir." [11*]
Tüm stratejik sorunların çözümlenebilmesinin en temel koşulu, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesidir. Bir başka deyişle, bu stratejik sorunların varlığı, önsel olarak, örgütlü bir gücü gerektirir. Bu güç olmaksızın ve bu gücün savaşı olmaksızın, Öncü Savaşının stratejik sorunlarının çözümünden söz edilemez. Bu bağlamda, Öncü Savaşında sürdürülen gerilla savaşı, politik mücadele biçiminin temel aracı olmak zorundadır. Silahlı propaganda olarak tanımlanan bu politik mücadele biçimi, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi sorunu olarak ortaya çıkar. Devrimci öncü, bir yandan kitleleri bilinçlendirip örgütleyerek gerilla savaşını geliştirmek; diğer yandan gelişen gerilla savaşının stratejik sorunlarını çözerek ilerlemek durumundadır. Yani, silahlı güç ile kitle örgütlenmesi ve kitle örgütlenmesi ile silahlı güç birlikte büyümek zorundadır. Bu da, Öncü Savaşında ortaya çıkan stratejik bir sorunu, etkinin yaratılması ile etkinin örgütlenmesi arasındaki ilişki sorununu doğurur.
Öncü Savaşı pratiğinde en sık karşılaşılan temel sorunlardan birisi de, devrimci öncünün gerçekleştirdiği silahlı eylemlerle etkiyi yaratabilmesi, ancak bunu örgütleyememesidir. Yaratılan etkinin örgütlenememesi (ya da Öncü Savaşının stratejik sorunlarını çözmeye yönelik tarzda mevzilendirilememesi), kaçınılmaz olarak, bir yandan savaşın geliştirilmesini olanaksız kılarken, diğer yandan devrimci öncünün mevcut güçlerinin zaman içinde tükenmesine yol açmaktadır. Böylece devrimci öncü bir kısır döngüye girer: Etkinin yaratılması için örgütlenme, örgütlenen gücün etkiyi yaratması için harekete geçirilmesi, etkinin yaratılması ama örgütlenilememesi sonucu mevcut güçlerin tüketilmesi, etkinin dağılması ve yeniden etkinin yaratılabilmek için örgütlenmeye gidilmesi...
Öncü Savaşında ortaya çıkan diğer bir kısır döngü ise, çoğu zaman, Öncü Savaşının stratejik sorunları bir yana bırakılarak, gerçekleştirilen bir kaç silahlı eylemle kitleler üzerinde yaratılan "etki"nin yeterli görülmesinin ürünü olmaktadır. Bu yanlış kavrayış, yerel ya da belli büyük kentlerde gerçekleştirilen tekil silahlı eylemlerin kamuoyunda yarattığı etkiyi abartmaya dayanmaktadır. Özellikle mevcut düzenin basın-yayın organlarında gerçekleştirilen bu tür silahlı eylemlere geniş yer verilmesi, bu yanlış kavrayışı beslemektedir. Böylece, gerçekleştirilen silahlı eylemin politik niteliği ve politik propagandası bir yana bırakılmakta ve tüm "etki", silahlı eylemi gerçekleştiren örgütün "gücü"nün gösterilmesi olarak algılanılmaktadır. Bunun sonucu olarak da, yaratılan etki, salt bir "gücün" gösterilmesine dayandığından, politik olarak örgütlenmesi olanaksız olan bir etki haline gelmektedir. Yapılan örgütlenme ise, aynı yanlış kavrayışın pekiştirilmesinden başka bir sonuç vermemektedir. Sonuç, belli bir "gücün" gösterilmesine yönelik olarak tekil silahlı eylemlerin gerçekleştirilmesi için örgütlenme, örgütlenen gücün tekil silahlı eylemleri gerçekleştirmek için harekete geçirilmesi, "güç" göstermeye dayanan bir "etki"nin yaratılması ama politik olarak örgütlenememesi sonucu mevcut güçlerin tüketilmesi, etkinin dağılması ve yeniden başa dönülmesi şeklinde bir kısır döngüdür.
Birinci durumda, yaratılan etkinin örgütlenilememesi belirleyici olurken; ikinci durumda, yaratılan etkinin niteliğinden dolayı politik olarak örgütlenilememesi belirleyici olmaktadır. Bu yüzden, birinci durum, Öncü Savaşının stratejik sorunları çerçevesi içinde ele alınabilir ve çözümlenebilir bir sorun yaratırken; ikinci durum, doğrudan doğruya Öncü Savaşının yanlış kavranışı ve sürüdürülüşü sorunu olarak ortaya çıkar.
Öncü Savaşının belirleyici bir yere sahip olan etkinin yaratılması ve etkinin örgütlenmesi sorunu, ilk aşamalarda etkiyi yaratan güç ile etkiyi örgütleyen gücün görece birbirinden bağımsızlaşması sorunu olarak somutlaşır. Özellikle şehir gerilla savaşının niteliğinin, silahlı propaganda çerçevesinde bir bütün oluşturan etkinin yaratılması ile etkinin örgütlenmesi süreçlerini birbirinden ayırıcı özelliğe sahip olması, bu görece bağımsızlaşmayı yaratmaktadır. Bir başka deyişle, şehir gerilla savaşının gerektirdiği kesin gizlilik ile etkinin örgütlenmesinin gerektirdiği kitlelerle açık ilişki içinde bulunulması gereği, devrimci öncüyü bu iki gücü ve görevi birbirinden ayırmaya ve bağımsızlaştırmaya zorlar. Bu da, politik ve askeri yönleri birbirinden ayrılmaya ve örgütlenen kadroların politik-askeri nitelik yerine, tek yönlü bir niteliğe sahip olmalarına yol açar. Kaçınılmaz olarak, şehir gerilla örgütlenmesinin aldığı her darbe, etkinin yaratılması sürecini kesintiye uğratır; öte yandan etkinin örgütlenmesi çalışmalarındaki kadroların tek yönlü niteliği, kayıpların yerinin doldurulmasını engeller ya da doldurulduğu sanıldığı her anda daha ağır kayıpların verilmesine neden olur. Solda egemen olan oportünizm ve revizyonizm, bu koşullar altında sağ anlayışların gelişmesi ve yayılması için uygun bir ortam oluşturduğu için, bu gelişmeler, çoğu durumda bölünmeler ve parçalanmalara neden olarak, aynı kısır döngü yönünde etkide bulunur.
1980 sonrasında ülkemizde ortaya çıkan kitle pasifikasyonunun boyutları ve bunun yaratmış olduğu ideolojisizleşme sürecinin politik-askeri nitelikteki bir örgütlenmenin uzatılmış bir savaş yürütmesi üzerindeki karşıt etkileri de eklendiğinde, ortaya çıkan sorun, başka dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde daha büyük ve kapsamlı hale gelmiştir. Bu nedenlerden dolayı, sorunun çözümünde, kadroların politik ve askeri nitelikleri her zamankinden daha büyük öneme sahiptir. Bu nitelik, savaşın uzatılmış bir savaş olduğu gerçeğinin kitleler düzeyinde bilince çıkartılması ile birlikte geliştirilmek zorundadır. Bu bağlamda, ideolojik mücadele kesinkes kazanılmak zorundadır. Bunun en temel unsurlarından birisi de, kısa dönemli devrimcilik ve kısa dönemli "güç" gösterilerinin kesinkes dışlanması ve her türden sapmayla sınır çizgilerinin net biçimde çizilmesi olmaktadır. İlkelere ve stratejik çizgiye bağlılık, her türlü kısa vadeli pratik çıkardan kesinkes arındırılmış olmalıdır. Zaferin gelecekteki tek güvencesi de budur. Ve ancak bu güvenceyle, Öncü ve Halk Savaşının stratejik sorunlarını doğru biçimde çözmek olanaklı olacaktır.
Dipnotlar
[1*] Clausewitz: Savaş Üzerine, s: 67-68
[2*] Kilikya (Adana) bölgesindeki çarpışmalar ve Pozantı Fransız garnizonunun kuşatılması harekâtı, savaş gerçeğini gösteren küçük bir örnek oluşturur. 1920 Mart ortalarında Kuvay-ı Milliye güçlerinin başına "sivil" olarak Saim Bey, Tufan Bey gibi subayların geti-rilmesiyle birlikte, ilk harekât Kozan ve Saimbeyli'nin kuşatılmasıyla başlamıştır. 28 Mart 1920'de Karaisalı ve Sofulu Fransız ileri karakolları ele geçirilmiştir. 1 Nisan 1920'de Gülek boğazındaki Fransız karakolu ve aynı hafta içinde Adana-Mersin demiryolu üzerindeki Hacıkırı karakolu, Durak tren istasyonu ele geçirilmiş ve Pozantı'daki Fransız garnizonunun kuşatılması başlatılmıştır.
[3*] Marks: Fransa'da İç Savaş, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt: II, s: 281
[4*] Clausewitz: Savaş Üzerine, s: 71-72
[5*] Giap: Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı, s: 34-39
[6*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 310
[7*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 185-186
[8*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 203
[9*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 207
[10*] Giap: Halk Savaşının Askeri Sanatı, s: 179-180
[11*] THKP-C/HDÖ: Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve Devrimci Taktiğimiz, s: 70-71, Eriş Yay.