Devrimci Gençlik dergisi çıkalı üç yıl oldu. Dergi çıkmadan önce de oportünistiler. Ancak henüz berraklaşmamış görüşlere sahip olanlar geçen zaman içinde ilerlediler. Devrimci Gençlik oportünizminin tarihi, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin adım adım inkarının tarihinden ibarettir. Bu inkar derecesi ve yöntemleri günlük politika tarafından belirlenmiş, savunulan oportünist tezler şiddetli tepkilerle karşılaştıkları oranda değiştirilmiş ve yumuşatılmıştır. Böylece Devrimci Gençlik, tarihinin başlangıcından itibaren günlük ortama göre şekilden şekile girmiş, oportünist bile olsa açık ve kendi içinde tutarlı bir teoriyi savunamamıştır. 1971 hareketinin yarattığı büyük sempatiyi kendi oportünist amaçları doğrultusunda kullanabilmek için teoride Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunan DG oportünizmi, pratikte ise devrimci stratejiyle ilgisi bulunmayan bir çalışma tarzını hayata uygulamıştır.
Devrimci Gençlik, isim değiştirip de Devrimci Yol olduğunda oportünist teorinin formülasyonunda yeni adımlar attı. Aslında D. Yol, bu konudaki adımları daha geç atmayı, daha tutarlı görünebilecek bir oportünist teori formülasyonuna gitmeyi tercih ederdi. Ancak ülkemizde derinleşen kriz ve yükselen sınıflar mücadelesinin zorlaması ve en az bunlar kadar önemli olan devrimci çizgimizin gelişmesi sonucu, henüz teorik temellerini yeterince oturtamadan, neyi nasıl inkar edeceğini gereğince tespit edemeden oportünist teorisini açıklamak zorunda kaldı. D. Yol bildirgesinde oldukça detaylı biçimde açıklanan bu teori, hemen ardından kendi saflarından da olmak üzere şiddetli eleştiri ve tepkilerle karşılaştı. Bu durumlarda D. Yol'un taktiği bellidir. Ortamı yumuşatmak, tepkileri zayıflatmak ve oportünist yüzünü daha uzun süre saklayabilmek için bazı açıklamalara girişir. D. Yol ilginç bir oportünisttir. Daima kendi yazdıklarını yorumlamak zorunda kalmıştır. Bu yorumlama günlük politikanın gereklerine göre çeşitli biçimler alır. 1971 öncesinde çok kullanılan bir deyimle, D. Yol, "sıkışınca en usta şark dansözlerine taş çıkartırcasına kıvırtmaya başlar". Burada D. Yol'un kendi yazılarının aslında nasıl yorumlanması gerektiği üzerine yazdıklarının tümünü incelemek olanaksızdır. Çünkü her konuda D. Yol aynı yöntemlere başvurmaktadır. Biz sadece D. Yol oportünizminin gerçek yüzünü tüm açıklığıyla ortaya koyacak 1971 hareketinin değerlendirilmesi ve çalışma tarzı anlayışı üzerinde duracağız.
1) 1971 HAREKETİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
D. Yol oportünizminin 1971 pratiğini nasıl değerlendirdiğinin incelenmesi iki yönden önem taşır. Birincisi, D. Yol 1971 hareketinin yarattığı büyük sempatiyi kendi oportünist amaçları doğrultusunda kullanmak amacıyla, onun ideolojisini savunuyor gözükür, ancak onu hayata uygulamaz. D. Yol, savundukları ile pratikte yaptıkları arasındaki çelişki büyüdükçe bir başka yönteme baş vurur. 1971 pratiğini daha da geliştirerek hayata uygulamak yerine 1971 pratiğini kendine uydurmaya çalışır. Böylece D. Yol, "Kesintisiz Devrim II-III"de yeterince açık biçimde ifade edilen THKP-C'nin silahlı mücadeleyi başlatma kararını kendince yorumlar. Aslında yapılanların Kesintisiz Devrim II-III'de açıklandığı gibi olmadığını, başka türlü olduğunu açıklamaya çalışır. D. Yol Bildirgesi'nde şöyle denir:
yapılanmasında önemli zaaflar varken açık ve yoğun bir baskı döneminin içine girildi. Kazanılmış mevzilerin savaşsız terkedilmemesi ve bu gibi başlıca politik sebeplerle 12 Martın kanlı saldırganlığına karşı savaşmak zorunda kalındı." (DY Bildirgesi, s: 35)
Bu ifadede açık olan nokta, THKP-C'nin 1971'de harekete geçmesinin temel nedeni olarak 12 Mart'ın saldırganlığı karşısında kazanılmış mevzileri savaşsız terketmemek olduğunun gösterilmesidir. D. Yol'a göre, THKP-C 1971'de 12 Mart'ın kanlı saldırganlığına karşı savaşmak zorunda kalmıştır, yani 1971 hareketi faşizme karşı bir direniş eylemidir. THKP-C'nin 1971 eylemini faşizme karşı direnişe indirgemek onu tüm muhtevasından ayırmak demektir. THKP-C, I. Erim hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmak ve emperyalizmin ülkemizdeki yeni oyununu bozmak amacıyla harekete geçmiştir.
Eyleminin ilkelerini Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi doğrultusunda tespit etmiştir. Halbuki faşizme karşı direnmek için Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunmak zorunlu değildir.
Böylece THKP-C'nin eylemleriyle ideolojisi arasındaki bağı kopartan D. Yol, silahlı propagandayı da temel mücadele biçimi olmaktan çıkartarak zaman zaman kullanılabilecek taktik bir mücadeleye indirger. D. Yol 1971 hareketinin faşizme karşı bir direniş eylemi olduğunu ve silahlı propagandanın da faşizme karşı direniş için kullanılan yalnız 71 dönemine özgü taktik bir mücadele yöntemi olduğunu kendine göre kanıtlamak için Kesintisiz Devrim II-III'den şunu aktarır:
böyle, bütün legal yolların tıkanmasından, emekçi kitlelere karşı tenkil politikasının en gaddar bir şekilde sürdürülmesinden dolayı, kitlelerle diyalog kurmanın ve onları devrim saflarına çekmenin temel mücadele biçimi silahlı propagandadır." (Bildirge, s: 36) (Altını DY çizmiştir)
Kesintisiz Devrim II-III'ün içinden işine gelen yeri alarak onu tahrif eden, altını da çizerek "bütün legal yolların tıkanmasından dolayı" silahlı propagandanın kullanıldığını söyleyen D. Yol, böylece silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olduğunu inkar eder.
Bunları o dönemde yayınlanan "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve Devrimci Gençlik Oportünizmi" başlıklı bildirilerde açıkladık. D. Yol bu bildirilere yaklaşık bir yıl sonra 17 ve 18. sayılarında cevap verdi. Anlaşılan ancak bir yılda D. Yol'un bildirgesinde sergilenen oportünizme nasıl bir kılıf bulabileceklerine karar verdiler. Gerçi D. Yol 3. sayıdan itibaren, maskesini alaşağı ederek oportünist çehresini açığa çıkartan bildirilerimize sözde cevaplar vermeye çalışıyordu. Bu cevapların niteliği yine eskiden olduğu gibi D. Yol'un sıkışınca kendi yazdıklarını yorumlamasından ibaretti. Bu cevapların özü, "biz öyle demek istemedik... Bu kötü niyetli kişiler bu konularda polemik yapmak istiyorlar ve bizi yanlış anlıyorlar" biçiminde ifade edilebilir. D. Yol şöyle demek istemektedir aslında: "THKP-C'nin eylemleriyle yarattığı büyük sempatiyi oportünist amaçlarım için ve pasifize edebilmek amacıyla kullanmak istiyorum. Siz ise bana anlayış göstermiyorsunuz. Kötü niyetlisiniz."
D. Yol'un 17. sayıya kadar olan sözde cevaplarını burada incelemeye ne zaman vardır, ne de gerek.
"Cephe" teorik bir yayın organıdır ve belirli bir seviyenin altına düşmemesi gerekir.
"Cephe"nin sayfalarını D. Yol'un safsatalarıyla fazlaca doldurmak tamamen gereksizdir. Bu nedenle hem uzun, hem de kendi içinde bütünsellik gösteren 17. ve 18. sayılardaki değerlendirmeleri inceleyeceğiz.
hareketi ne '12 Mart faşist muhtırasal darbesi ile başlamış'tır, ne de 12 Mart yenilgisine karşı tepki olarak ortaya konulan eylemler olarak..."
D. Yol diğer oportünist fraksiyonları eleştirirken böyle diyor ve biraz yukarda da KSD'yi 1971 hareketini direniş olarak tanımlamasından ötürü eleştiriyor. (DY, Sayı: 17, s: 10) Gerçekten de yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali D. Yol, bir yıl kadar önce kendisinin savunduğu şeyleri şimdi başkaları savunuyor diye eleştiriyor. Sadece bu örnek bile D. Yol'un hangi ölçüde ilke istikrarına sahip olduğunu gösterir. Oportünizmde ilke istikrarı yoktur.
THKP-C'nin 1971'de harekete geçmesi konusunda ise şöyle denir:
hareketinin devrim ve mücadele anlayışı, izlediği siyasi çizgi doğrudur. 1971 dönemindeki koşullarda silahlı mücadeleyi başlatma kararı alması da hareketin bütün eksikliklerine rağmen zorunlu idi." (DY, Sayı: 18, s: 10)
D. Yol savaşa başlamanın neden zorunlu olduğunu ise şöyle açıklar:
sonra ülkemizdeki sınıflar mücadelesinin hızla keskinleşmesi ve oligarşinin bilinen koşullar içinde halka ve devrimci harekete yönelik saldırılarının gündeme gelmesi, Devrimci Hareketin silahlı mücadelenin başlatılmasına yönelmesini (bütün eksikliklere rağmen) zorunlu kılmıştır. Hatta, Mahir Çayan bu konuda geç kalındığını da ifade etmiştir. Tabiatıyla, başlatılan mücadele, onun ideolojik tespitlerinin; halk savaşının ancak öncü savaşı aşamasından geçerek başarıya ulaşabileceği şeklindeki ideolojik doğrultusunun bir sonucudur. Bu tespitler olmasa öncü savaşı kapsamına girecek şekilde silahlı mücadele başlatılamazdı! Ama 12 Mart ortamı sözkonusu olmasa idi, silahlı mücadelenin daha sonraki bir dönemde başlatılması da sözkonusu olabilirdi. Ne varki somut siyasi koşulların süratle 12 Mart'a doğru tırmanmaya başlaması, o koşullar altında mücadelenin başlatılmasını zorunlu hale getirmiştir." (DY, Sayı: 18, s: 10)
D. Yol özünde burada da bir yıl önce çıkan bildirgede yazılanlardan farklı birşey getirmemektedir. Sadece farklı birşey söyleniyor izlenimini yaratabilmek için konu biraz daha karışık hale getirilmiştir.
THKP-C'nin 1970 sonlarında silahlı mücadeleyi başlatmak kararı bulunmadığı bir gerçektir. THKP-C'nin gerekli hazırlıkları tamamlayamadan gelişen sınıflar mücadelesi sonucu harekete geçmek zorunda kaldığı da bir gerçektir. İşte D. Yol'un yeni tahrifatı da burada ortaya çıkar. Ülkede bu dönemde ne olmuştur ve THKP-C neye karşı harekete geçmek zorunda kalmıştır?
D. Yol'a göre, sınıflar mücadelesinin hızla keskinleşmesi ve oligarşinin halka ve devrimcilere yönelik saldırılarının gündeme gelmesi sonucu devrimci hareket silahlı mücadeleyi başlatmak zorunda kalmıştır. Bu değerlendirme THKP-C'nin pratiğini açıkca tahrif etmektir.
THKP-C 1971 Şubat ayı içinde de bazı eylemler yapmış olmakla birlikte örgütü kitlelere tanıtan, onu ülke çapında savaşçı bir örgüt yapan tüm eylemler 12 Mart muhtırasından sonra olmuştur. Bunun nedenlerinin doğru kavranması THKP-C'nin eylemlerinin muhtevasının anlaşılması bakımından esastır.
12 Mart muhtırası iki amaçla verildi:
Birincisi, sömürücü emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazi (ve özellikle sanayi burjuvazisi) lehine düzenleyecek reformları gerçekleştirmektir. (Toprak reformu, aracı-tefecinin tasfiyesi vb.)
İkincisi, gelişen devrimci mücadeleyi ezmektir. Ancak ülkemizdeki tekelci burjuvazi kendi iç dinamiğiyle değil de, baştan emperyalizm ile bütünleşmiş olarak geliştiğinden bu sarı reformları, diğer sömürücü sınıfların muhalefetini bastırarak tek başına gerçekleştirebilecek güçte değildir.
kapitalizm öncesi sınıf ve zümrelerin sömürüyü disipline etmeye yönelik 'reformlara' karşı tepkilerini, emperyalizmin ve yerli tekelci-
burjuvazinin saf iktidarı olan I. Erim Hükümeti, 'ilerici, Atatürkçü, reformist' görünüm altında, küçük-burjuva aydın çevrelerin desteğini alarak, bu çevreleri bu zümreler üzerinde baskı unsuru olarak kullanıp, kırmaya çalışmıştır. Ve ilk dönemde, en radikal küçük-
burjuva kanadının bile bu konuda desteğini almayı da başarmıştır." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 361)
Bu dönemde oligarşinin halka ve devrimcilere yönelik saldırısının artması beklenemez, çünkü I. Erim hükümeti "ilerici, reformist" olduğunu ispatlamaya çalışarak kendisine destek sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla D. Yol'un iddiasının aksine THKP-C 12 Mart' ın kanlı saldırganlığına karşı harekete geçmek zorunda kalmamıştır.
1971'de I. Erim hükümetinin gerçek yüzünün açığa çıkartılarak, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin kademeli planının bozulması tarihsel bir görevdi. Ve THKP-C (yapısındaki eksikliklere rağmen) bu tarihsel görevi yerine getirmek için harekete geçmiştir. (Ortada bir zorunluluk vardır, ancak bunun temeli D. Yol'un tespit ettiği gibi faşizmin saldırganlığına dayanmamaktadır.)
propaganda, I. Erim Hükümetinin gerçek yüzünü ve emellerini, oligarşinin en gerici, en azgın ve terörist yönetimi olduğunu açığa çıkarmıştır. Böylece, Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçi yerli burjuvazinin oyununu alt üst ederek, maskesini alaşağı etmiş, kademeli planını bozmuştur. 'İlerici, reformist, Atatürkçü' görünümü altındaki açık faşizmin erken doğum yapmasını sağlayarak, küçük-
burjuva aydın çevreler de dahil olmak üzere kamuoyunun gözlerini açtı.
Bugün, aşağı yukarı bütün küçük-
burjuva devrimci aydınları I. Erim Hükümetinin niteliğini açıkça anlamış bulunmaktadırlar." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 361)
Görüldüğü gibi D. Yol THKP-C eyleminin özünü tahrif etmektedir. Ona göre, THKP-C faşizme erken doğum yaptırtmak için harekete geçmemiş, tersine devrimcilere ve kitlelere saldıran faşizme karşı direnmiştir.
Bizler bir yıl kadar önce "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve Devrimci Gençlik Oportünizmi" başlıklı bildiride şöyle demiştik:
kazanılmış mevzileri savaşsız terketmemek ve bu gibi politik sebeplerle değil, I. Erim hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmak için harekete geçmiştir. 12 Martın kanlı saldırganlığına karşı harekete geçmemiş, onun eylemleri sonucu faşizm erken doğum yaptığı için kanlı saldırganlık başlamıştır."
Bildiriden bu alıntıyı aktaran D. Yol buna şöyle cevap verir:
satırların arkasından D. Yol'a karşı sunturlu bir küfür savurmayı da ihmal etmeyen bu ileri zekalı 'şaşkın ördek' şimdi nerede ve hangi işlerle iştigal ettiğini bilemediğimizden bunu bir tarafa bırakıp geçelim..." (DY, Sayı: 18, s: 12)
Gerçekten de tam D. Yol'un seviyesine uygun bir cevap (!). Aslında D. Yol, pekçok konuda olduğu gibi, bu konuda da bize cevap veremez; çünkü maskesi indirilmiş ve gerçek yüzü açığa çıkartılmıştır.
D. Yol THKP-C'nin eylemlerinin esas siyasal muhtevasını yok ederek onu faşizme karşı bir direniş eylemine indirger. D. Yol'un bu çarpıtmayı yapmasının iki nedeni vardır:
Birincisi, önceden de açıklandığı gibi, 1971 hareketini sürdürmeye niyeti olmayan D. Yol oportünist çehresini gizleyebilmek amacıyla 71 hareketini kendine uydurmaya çalışır. Aslında I. Erim hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmak ve faşizme erken doğum yaptırmak için değil de, faşist saldırganlığa karşı savaşıldığını THKP-C'ye ve M. Çayan'a öğretir.
D. Yol, böylece THKP-C'nin eylemleriyle kendisinin bugün yaptıkları ve faşizme karşı direniş olduğunu iddia ettiği şeyler arasında bir uyum kurar.
İkincisi, 1971 hareketinden hareketle öncü savaşı ve silahlı propagandanın özünü inkardır. D. Yol'a göre 1971'de faşizmin kanlı saldırganlığına karşı harekete geçilmiştir (yani 71 eylemleri özünde faşizme karşı direniştir). Diğer yandan D. Yol, 1971'de verilen silahlı mücadelenin öncü savaşı kapsamına girdiğini de söyler, yani 71 eylemleri silahlı propaganda niteliği taşımaktadır. D. Yol böylece öncü savaşını faşizme karşı bir direniş eylemine indirger; öncü savaşını askeri bir mücadele olarak ele alır. Esasen D. Yol da aynı şeyi söylemektedir:
"... proletarya partisinin yürüttüğü bir askeri mücadele biçimi olan öncü savaşının..." (DY, Sayı: 17, s: 11)
Keza aynı şekilde,
"Halk savaşının ilk aşaması öncü savaşı aşamasından geçecektir; öncü savaşı, halk savaşının ilk evresinde geçilecek bir mücadele biçimidir. Bir devrim stratejisi değil, bir taktik evredir." (DY, Sayı: 17, s: 12)
Böylece D. Yol öncü savaşının esas muhtevasını değiştirerek onu inkar eder. Burada öncü savaşı ve silahlı propaganda üzerine uzun açıklamalara girişecek değiliz. D. Yol'un Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni inkar ettiğini anlamak için şu kadarı yeterlidir.
Halk Savaşı, III. bunalım döneminin özellikleri sonucu öncü savaşı temeli üzerinde yükselir.
halk savaşı ile zafere erişecektir. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi, içinde yaşadığımız tarihsel durum ve ülkemizin özelliklerinden dolayı halk savaşı öncü savaşı aşamasından geçecektir." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s 374)
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi halk savaşı stratejisidir ve şöyle tanımlanır:
silahlı propagandayı temel, öteki politik, ekonomik ve demokratik mücadele biçimlerini bu temel mücadele biçimine tabi olarak ele alan devrimci stratejiye Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 344)
Öncü savaşı Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin III. bunalım dönemi ülkelerindeki ilk aşamasıdır. Dolayısıyla öncü savaşı askeri bir mücadele biçimi veya genel olarak bir mücadele biçimi değildir. Mücadele biçimlerinin silahlı propaganda temel, diğerleri tali ve silahlı propagandaya göre biçimlenmek üzere diyalektik bir bütünlük içinde ele alınması demektir. Bu nedenle öncü savaşı taktik değil, stratejik bir evredir. Halk savaşının her ülkenin somut şartlarından doğan ara aşamaları (veya taktik evreleri) önceden tespit edilemezler. Bunlar savaşın gelişimi içinde ortaya çıkarlar. Öncü savaşı ise, herşeyden önce genel bir dünya tahliline dayanır (emperyalizmin III. bunalım dönemi). Emperyalizm tahlilinden hareketle tespit edilen ve özellikleri belirlenen bir evrenin halk savaşının herhangi bir taktik aşaması olamayacağı yeterince açıktır.
Öncü savaşının temel fonksiyonu III. bunalım döneminin geribıraktırılmış ülkelerinde oligarşinin baskısıyla kitlelerin mevcut düzene karşı tepkileri arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozarak, kitlelerin tepkilerini açığa çıkartmaktır. D. Yol öncü savaşının bu temel fonksiyonundan hiç bahsetmez. Aslında D. Yol'un suni denge konusunda ne düşündüğü de belli değildir. Suni denge olgusunu kabul etseydi eğer, temel fonksiyonu suni dengeyi bozmak olan öncü savaşını askeri bir mücadele veya taktik bir evre olarak kabul edemezdi.
Öncü savaşını askeri bir mücadeleye indirgeyen D. Yol'un silahlı propaganda konusunda hiçbir görüşünün bulunmaması da doğaldır. Ve açıktır ki, D. Yol, silahlı propagandayı politik bir mücadele olarak kabul etmemekte ve siyasi gerçeklerin açıklanmasında temel bir yöntem olarak görmemektedir. Bu en açık şekilde 71 hareketinin değerlendirilmesinde ortaya çıkar.
D. Yol, Kesintisiz Devrim II-III'de açıklanan silahlı propagandanın I. Erim hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmasından hiç bahsetmemekte ve tersine bu konuda D. Yol silahlı saldırganlığa karşı harekete geçildiğini savunmaktadır. Bu konu D. Yol'un silahlı propaganda ve öncü savaşını inkarı ile yakından ilgilidir. D. Yol, 1971'de silahlı propaganda ile siyasi bir gerçeğin açıklandığını kabul etmemektedir. Dolayısıyla silahlı propaganda politik bir mücadele biçimi olarak kabul edilmemekte ve sonuç olarak da öncü savaşı askeri bir mücadele düzeyine indirgenmektedir. Böylece asıl muhtevasından soyutlanan ve ne olduğu belirsiz kavramlar haline getirilen öncü savaşı ve silahlı propaganda sadece belirli bazı kısa dönemlerde (örneğin 12 Mart dönemi gibi) kullanılabilecek mücadele biçimleri durumuna indirgenirler.
D. Yol bunun aksini iddia ediyor ve
"Bizim söylediklerimizden, öncü savaşı ve silahlı propaganda sadece 12 Mart sonrası durumlar için geçerlidir gibi bir sonuç çıkartılması da söz konusu olamaz." (DY, Sayı: 18, s: 12) diyorlar. Sizin söylediklerinizden hangi sonuçların çıkartılması gerektiğini biz gayet iyi biliyoruz baylar, bu konudaki yorumlarınıza da hiç ama hiç ihtiyacımız yok!
2- ÇALIŞMA TARZI VE DİRENİŞ KOMİTELERİ
Devrimci çizgi ile herçeşit oportünizm arasındaki farklılık çalışma tarzı anlayışında en açık biçimiyle ortaya çıkar. Çalışma tarzı, teoride savunulanların pratikte ne ölçüde uygulandığının açık göstergesidir. Bizler de burada çalışma tarzı anlayışından hareketle gerçekte D. Yol'un teoride neyi savunduğunu açıklayacağız. Bundan önce konumuz ile yakından ilgili olan II. ve III. bunalım dönemlerinin sömürge ve geri-bıraktırılmış ülkelerinde halk savaşının gelişimini kısaca incelemek gerekir.
Halk savaşı, Giap'ın tanımıyla, maddi üstünlüğü olan düşmana karşı mutlak siyasi üstünlüğün sağlandığı şartlarda verilir. (Giap: Halk Savaşının Askeri Sanatı, s: 183) Mutlak siyasi üstünlük ise, sömürücü sınıfların gerçek yüzünün açığa çıkması, yönetimlerinin varlığını kendi kanunlarıyla bile haklı gösteremez hale gelmesi, tüm meşruluğunu kaybetmesidir.
II. bunalım döneminin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde (Çin, Vietnam vb.) ülke açık işgal altındadır. Bu nedenle emperyalist düşmanın ve onunla işbirliği yapan yerli ortaklarının yüzü açıkca ortadadır. Ülkede emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine karşı yer yer kendiliğinden kitle ayaklanmaları olmaktadır. Emperyalizm ve ona sırtını dayamış yerli işbirlikçilerin yönetimi meşru görünmekten çok uzaktır (gerçek yüzü ortadadır). Kitlelerin açıkca sömürücü ve işgalci olan bu yönetime karşı tepkilerini açığa çıkartmak diye bir sorun yoktur; çünkü bu tepki yer yer kendiliğinden patlamalar biçiminde ortaya çıkmaktadır. Vietnam devriminin önündeki görev, kitlelerin zaten açığa çıkmış bu tepkilerini kanalize etmek ve örgütlemektir. Bu nedenle, parti, kitlelerin içinde uzun süreli politik kitle çalışmasına girer. (Bu çalışmanın kapsamının açıklanması konusunda Bkz. "Öncü Savaşı ve KSD' nin Eleştirisi")
III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerinde ise, gizli işgal ve emperyalizmle bütünleşmiş merkezi oligarşik yönetimin gücünü tüm ülkeye yayması sonucu halk kitlelerinin mevcut düzene karşı tepkileri pasifize edilmiş; kitlelerin düzene karşı tepkileri ile oligarşinin baskısı arasında güçlü bir suni denge kurulmuştur. Böylece geri-bıraktırılmış ülkelerin devrimcileri aynı süre içinde birbirleriyle yakından ilgili ikili bir görevi yerine getirmek zorundadır: Kitlelerin mevcut düzene karşı tepkilerini açığa çıkartmak (mevcut düzene karşı aktif eylem haline döştürmek, yani suni dengeyi bozmak) ve açığa çıkartılan bu tepkiyi kanalize etmek, bilinçlendirmek ve örgütlemek.
III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerinde uzun süreli halk savaşının ilk aşamasının öncü savaşı olması, temelde bu güçlü suni denge olgusundan kaynaklanır. Suni dengenin bozulması, oligarşinin siyasal tecritine bağlıdır, oligarşinin göründüğü kadar güçlü olmadığı, onun sömürücü sınıfların terörist yönetimi olduğu açığa çıkartıldıkça, siyasal gerçekler açıklandıkça, suni denge bozulacak ve kitlelerin düzene karşı tepkileri açığa çıkacaktır.
Öncü savaşının amacı, suni dengeyi bozmak ve oligarşiyi siyasal olarak tecrit ederek halk savaşının şartlarını hazırlamaktır. Bu sürecin temel mücadele biçimi silahlı propagandadır.
ile halkın düzene karşı memnuniyetsizlik ve genellikle bilinçsiz tepkileri arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozmanın, kitleleri devrim saflarına çekmenin temel mücadele metodu silahlı propagandadır." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 342)
Şimdi D. Yol'un ülkemizdeki durum ve direniş komiteleri üzerine neler getirdiğini görelim:
ülkemizdeki silahlı faşist güçlerle devrimci halk güçleri arasındaki çatışma, bir iç savaş sürecini derinleştiren bir doğrultuda gelişiyor. (...)
Faşist güçlerin halk yığınlarını yıldırmaya yönelik saldırıları, geniş halk yığınları arasında bir savunma ihtiyacının doğmasına neden olmakta, çatışmanın genişleyip yaygınlaşması anti-
faşist bir dayanışma eğiliminin doğmasına ve gelişmesine neden olmaktadır. Direniş komiteleri bu eğilimin devrimci bir doğrultuya kanalize edilmesi, bağımsız bir devrimci hareketin halk iktidarını hedefleyecek şekilde ve tüm anti- faşist halk güçlerinin birleşik devrimci savaşının örgütlendirilmesi doğrultusunda kavranılmasının bir gereği olarak ortaya çıkmıştır." (DY, Sayı: 13, s: 11)
D. Yol burada açıkca suni denge olgusunu inkar etmektedir. Faşist güçlerin halk yığınlarını yıldırmaya yönelik saldırıları oligarşinin kitle pasifikasyonunun bir parçasıdır. Faşist saldırılar, halk kitlelerinin mevcut düzene karşı tepkilerinin pasifize edilmesinde oligarşinin resmi vurucu gücü yerine sivil vurucu gücünü kullanmasıyla tezgahlanır. D. Yol'a göre, silahlı faşist güçlerle devrimci halk güçleri arasındaki çatışma bir iç savaş doğrultusunda gelişmektedir. Buradan hemen çıkartılabilecek sonuç, oligarşinin kitlelerin kendiliğinden gelme mücadelesi sonucu artık suni dengeyi koruyamaz hale geldiğidir. Suni denge bozulduğuna, halk kitlelerinin düzene karşı tepkileri de açığa çıktığına göre, bu durumda öncü savaşı tüm fonksiyonlarını kaybeder. O zaman devrimcilerin karşısındaki görev, suni dengeyi bozmak ve kitlelerin mevcut düzene karşı tepkilerini açığa çıkartmak değildir; kitlelerin zaten açığa çıkmış olan tepkilerini kanalize etmek ve örgütlemektir. Direniş komiteleri de halk kitlelerinin düzene karşı açığa çıkmış tepkilerini örgütleme araçlarıdır.
Görüldüğü gibi, D. Yol, çalışma tarzı anlayışında suni dengeyi ve buna bağlı olarak da öncü savaşını ve silahlı propagandayı inkar etmektedir. Böylece D. Yol, III. bunalım döneminin değişen şartları içinde yöntem değiştiren oportünizmin ince bir taktiğini kullanır. Dünya ve ülke tahlillerini yaparken, III. bunalım döneminin özelliklerini hesaba katar, ancak çalışma tarzında bu özellikleri unutur. III. bunalım döneminin özelliklerinden doğan suni denge, öncü savaşı ve silahlı propagandayı reddeder; bunların yerine II. bunalım döneminde geçerli olan çalışma tarzı ve örgüt anlayışını savunur. Direniş komitelerinin (fonksiyonları incelendiğinde) bu durum daha da açıkça ortaya çıkar:
komiteleri en geniş anlamda, devrimci halk iktidarının birer nüveleri olarak kavranmak ve bu doğrultuda derinleştirilip, geliştirilmelidir." (DY, Sayı: 13, s: 11)
"... ve direniş komitelerinin en geniş anlamıyla, halk iktidarının birer nüveleri-çekirdekleri olarak ele alınması gerektiği fikrini ileri sürmüştük. Soruna bu şekildeki bir yaklaşım, beraberinde direniş komitelerinin halk cephesinin veya cephesel örgütlenmenin birer örgütsel-alt birimi olarak, halk komiteleri olarak ele alınmasını da gerekli kılıyordu." (DY, Sayı: 16, s: 8)
M. Çayan ise bu konuda şöyle der:
düzene karşı memnuniyetsizlik ve kıpırdanmalarının eyleme dönüşmesi için, önce inandırıcı olmalıyız. Söylediklerimizi bizzat eylemimizle onlara göstermeliyiz. Devrimciler herşeyden önce bir yandan kitlelere, hakim sınıfların baskı örgütünün, yüzyıllardır kafalarında şekillendiği gibi olmadığını, aslında çürük ve kof olduğunu, onun bütün gücünün yaygara, gözdağı ve demagojiden ibaret olduğunu askeri eylemleri ile göstermelidirler. Öte yandan, kitleleri devrimci propagandaya açık hale getirebilmek ve bu yolla devrimci bilinci onlara götürüp onları devrim saflarına çekmek için, askeri eylemlerin üzerine oturmuş propagandayı işlemelidirler." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 364)
M. Çayan burada kitleleri mevcut düzene karşı tepkilerinin açığa çıkartılmasından ve açığa çıkartılan bu tepkinin bilinçlendirilip örgütlendirilmesinden ve bunun nasıl yapılacağından bahsetmektedir. D. Yol'a göre ise, bunlara gerek yoktur. Ülkemizdeki faşist güçlerle devrimci halk güçleri arasındaki çatışma mevcut düzene karşı tepkileri kendiliğinden mücadele içinde açığa çıkarmıştır. (yani memnuniyetsizlik ve kıpırdanmalar eyleme dönüşmüş, suni denge bozulmuştur.) D. Yol'a göre yapılması gereken zaten açığa çıkmış olan bu tepkiyi bilinçlendirmek ve örgütlemektir (direniş komitelerinin fonksiyonu da budur zaten).
Bu anlamda Kesintisiz Devrim II-III ve onu savunan bizler D. Yol ile çok farklı lisanlarda konuşmaktayız. Geniş halk kitlelerinin örgütlenmesinde kullanılacak örgüt biçimlerinin kurulması, halk iktidarının nüvelerinin kurulması, ancak suni dengenin bozularak geniş halk kitlelerinin düzene karşı tepkilerinin açığa çıkartılması sonucu gündeme gelir.
D. Yol, öncü savaşının sonucu olarak gündeme gelecek bir olguyu bugün savunmakla öncü savaşını inkar ettiğini açıkca ortaya koymaktadır. D. Yol'un yaptığı geriye kalan tüm tespitler bu yanlış çıkış noktasından kaynaklanır.
Şimdi bu tespitlerden hareket eden D. Yol' un pratikteki çalışma tarzını inceleyelim:
Kitlelerin bilinçlendirilmesi, örgütlenmesi ve devrim yoluna çekilmesi, kapsamlı bir siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının yürütülmesini gerektirir. Siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının amacı, kitleleri siyasal olarak eğitmektir. Bu bütün devrimlerin değişmez şartıdır. Değişen, siyasal gerçekleri açıklama kampanyasının nasıl ve hangi yöntem temel alınarak yürütüleceğidir. III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerinde siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı silahlı propagandadır.
propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. Silahlı propaganda, halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de, bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin herşeyden önce yaygara, gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 342)
M. Çayan burada temel olarak silahlı propaganda ile siyasi gerçeklerin açıklanmasından (örneğin I. Erim hükümetinin gerçek yüzünün açığa çıkartılması gibi) ve kitlelere oligarşinin gücünün mutlak olmadığının, oligarşinin tüm gücüne rağmen kendisine karşı devrimci bir alternatifin doğuşunu engellemekten aciz olduğunun gösterilmesinden (psikolojik yıpratma) bahseder. Esasen siyasi gerçeklerin açıklanması ile oligarşinin görüldüğü kadar güçlü olmadığının gösterilmesi birbirinden ayrı şeyler değildir. Siyasi gerçekleri açıklama kampanyasında temel olarak kullanılan yöntemin niteliği sonucu psikolojik yıpratma unsuru daima mevcuttur. Örneğin THKP-C'nin eylemleriyle I. Erim hükümetinin gerçek yüzü açığa çıkartılmış ve bu siyasi gerçeği açıklarken de kitlelere, emperyalizme ve oligarşiye vurulabileceğini ve oligarşinin de bunu önlemekten aciz olduğunu göstererek, onu psikolojik olarak yıpratmıştır.
Silahlı propaganda, kitlelere politik hedef gösteren, siyasi gerçekleri açıklayan, oligarşinin görüldüğü kadar güçlü olmadığını gösteren eylemlerin yapılması ve bu temel üzerinde yükselen her türlü propaganda, siyasi eğitim ve bilinçlendirmeyi içerir.
Bu temel mücadele biçimidir. Ekonomik-demokratik ve diğer politik mücadele biçimleri, bu alanda yapılan eylemler ve bu temel üzerinde yükselen her türlü propaganda, siyasi eğitim ve bilinçlendirme ise talidir ve silahlı propagandaya tabidir.
İşte silahlı propagandayı temel, diğer ekonomik-demokratik ve politik mücadele biçimlerini ise silahlı propagandaya tabi olarak ele alan devrimci stratejiye Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir. III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerinde Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin ilk aşaması da öncü savaşıdır. İşte öncü savaşının muhtevası budur. (D. Yol'a göre ise, öncü savaşı, proletarya partisinin yürüttüğü askeri bir mücadele biçimidir.)
D. Yol, farklı devrim anlayışından (suni denge ve öncü savaşının inkarı) hareket ettiğinden farklı bir çalışma tarzı anlayışına sahiptir:
komiteleri çalışması, en geniş kitle çalışmaları içerisindeki en dar kadro çalışmalarının temel alınması ilkesi doğrultusunda ve bu ilkenin hayata geçirilmesi mücadelesi olarak görülmelidir." (DY, Sayı: 13, s: 11)
"En geniş kitle çalışmaları içerisinde en dar kadro çalışması" özünde boş bir kavramdır. Tüm siyasi gruplar, çalışmalarını en geniş kitleye yaymak ve en iyi kadroları yetiştirmek için gayret sarfederler. Sadece devrimciler değil, AP, CHP, MHP de kendi siyasi görüşleriyle ilgili olarak aynı çalışmayı yaparlar.
Suni denge olgusunu ve öncü savaşını reddeden D. Yol, en geniş kitleler içinde yapılan çalışma ile kitlelerin günlük taleplerinden hareketle onlara siyasi gerçeklerin açıklanmasını, bu taleplerden hareketle kitlelerin örgütlenmesini, eyleme sokulmasını ve kadrolaşmayı savunmaktadır. Bu çalışma içindeki kadroların emperyalizme ve oligarşiye vurarak siyasi gerçekleri açıklamaları, oligarşinin görüldüğü kadar güçlü olmadığını göstererek kitlelerin mevcut düzene karşı tepkilerini açığa çıkartmaları söz konusu olamaz. Bu çalışma içindeki kadrolar, kitlelerin hak ve istemlerinden hareketle çeşitli çalışmalar ve eylemler yaparlar.
D. Yol'un 13. sayısında "Devrimci Yol taraftarlarının kampanya değerlendirme çalışmaları" başlığı altında çeşitli illerden gelen çalışma raporları yayınlanmıştır. D. Yol'un çalışma tarzı anlayışını, direniş komitelerinin ne olduğunu anlamak için bu raporların incelenmesi büyük önem taşır.
Raporlardan her biri iki kısma ayrılabilir: Direniş kampanyası sırasında yapılanlar ve yapılamayanlar (yani eksiklikler). Öz olarak tüm çalışma aynı olduğundan biz sadece birkaç ilin değerlendirme raporlarını inceleyeceğiz.
zulme ve pahalılığa karşı mücadele kampanyası doğrultusunda, bildiri dağıtmak, afiş asmak, yazılama yapmak, kahve ve ev toplantıları düzenlemek, koşullar elverirse korsan mitingler koymak, D. Yol'un özel sayılarını satmak, bez afişler ve duvar gazeteleri asmak vb.idi.
Yaptığımız bu çalışmalarımızın yanı sıra daha önce planlayıp da yapamadığımız bir takım işler de vardır. Bunlardan belli başlıları şunlar: Yeterince özel sayılardan satamadık, tapladığımız bağışlar yetersiz, korsan miting koyamadık (ki bunun ortamı yoktu), bütün ili kapsayan bir bildiri dağıtamadık, duvar gazeteleri ve bez afiş asma işini yapamadık, çalışmalarımızı daha fazla alana yayamadık." (Gaziantep kampanya değerlendirmesi)
"Hayata geçirdiğimiz çalışmalar:
- Faşizmi ve hayat pahalılığını teşhir eden yazı yazıldı. Çok miktarda zamları ve hayat pahalılığını ve alevi-sünni çatışmasını hedef alan bildiri dağıtıldı.
- Korsan kahve toplantıları düzenlendi. Köy toplantıları düzenlendi. (Köy toplantılarında hedeflenen amaca ulaşılamadı.) Özellikle Kurban bayramında kurban derileri devrimci harekete bağış olarak toplanırken, bu faşizmi ve hayat pahalılığını teşhir etmekte ve siyasi çalışmaya bir araç olarak kullanıldı.
Yapmak isteyip de yapamadığımız ise, faşizm ve pahalılık konusunda bir konferans veya panel düzenlemekti.
Erzincan'daki faşizme ve hayat pahalılığına karşı mücadele kampanyası ile ilgili çalışmalar kısaca böyle özetlenebilir."
"Kampanyanın başladığı günden bugüne kadar kampanyayla ilgili bildiri ve el ilanlarını ev ev dağıttık. Dikmen'in en kenar mahallesine kadar bu yayınlar devrimciler tarafından ulaştırıldı. Afiş, pul, duvar gazeteleri sokak sokak asıldı." (Ankara Dikmen Kampanya Değerlendirmesi)
Görüldüğü gibi, D. Yol, siyasi gerçeklerin açıklanmasında, kitlelerin devrim saflarına çekilmesinde, kitleleri günlük talepleri etrafında örgütleyerek siyasi hedefe yönlendirmeyi, yani klâsik politik kitle çalışmasını temel almaktadır. Bu çalışmanın niteliğine de uygun olarak, bildiri, toplantı, afişleme, yazı yazma vb. gibi faaliyetlerde bulunmakta ve gerektiğinde bu çalışmayı desteklemek için bazı eylemler yapmaktadır.
M. Çayan bu çalışma tarzını uluslararası pasifizmin ve revizyonizmin çalışma tarzı olarak mahkum eder ve şöyle der:
hak ve özgürlüklerin kullanılamadığı -
rafa kaldırıldığı-
daha doğru bir deyişle oligarşi tarafından kullanılmasına "izin" verilmediği, ordusu, polisi ve diğer güçleri ile emekçi kitlelere tam bir tenkil politikasının izlendiği bütün geri-
bıraktırılmış ülkelerde, bu tip klâsik "kitle çalışması" ile ekonomik ve demokratik mücadeleyi, politik mücadeleye dönüştürmek isteyen örgütler, düşmanın askeri üstünlüğü ve baskısı karşısında, güçsüzlüğe düşecekler, giderek de iyice sağa kayacaklardır.
Bu yol "oligarşik diktatörlük ile halktan gelen baskı arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozacak yerde onu devam ettirecektir." (Che)
Evet, devam ettirecektir. Elbette bu yoldan gidildiğinde de görünüşte bazı ilerlemeler olacaktır. Ancak bu yolun savunucuları, giderek başlangıçta savaşçı niteliklere sahip olsalar bile, bu niteliklerini kaybedecek, yozlaşacak ve giderek bürokratlaşacaklardır. Yitirilen devrimci öz ve de pasifize edilmiş beş-
on emekçi; işte bu görüşün yolu basitleştirilince budur." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 339-340)
D. Yol'un da sonunda varacağı yer budur.
Bütün bunlardan sonra oportünist çehrelerini gizlemek isteyen bazı aklı evveller, direniş komiteleri ve bu konuda yapılan çalışmanın taktik bir mesele olduğunu söyleyebilirler. Durum hiç de böyle değildir. Direniş komiteleri D. Yol'a göre, "halk iktidarının nüveleri" olacaktır. Bu tüm devrim ve çalışma tarzı anlayışını yansıtan stratejik bir tesbittir. Ve bunu gerçekleştirmek için uygulanan çalışma tarzı da bellidir.
Buraya kadar D. Yol'un (iddialarının aksine) öncü savaşı ve silahlı propagandayı savunmadığını gördük. Şimdi onun çalışma tarzı anlayışından hareketle gerçekte neyi savunduğunu açıklamak gerekir.
D. Yol, öz olarak, II. bunalım döneminin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde geçerli olan, öncü savaşı aşamasından geçmeyen halk savaşını savunmaktadır. Açık işgalin olduğu, yarı-feodal ekonominin hakim bulunduğu ülkelerde, önceden de açıklandığı gibi, zaten yer yer kendiliğinden ayaklanan kitlelerin mevcut düzene karşı tepkilerini açığa çıkartmak diye bir sorun yoktur. Yapılması gereken, varolan tepkinin siyasi çalışma ile bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesidir. Klâsik olarak adlandırılabilecek olan ve öncü savaşı aşamasından geçmeyen II. bunalım dönemi ülkeleri halk savaşında, siyasi çalışma olgunlaştığında ve şartlar da elverişli olduğunda küçük bir silahlı grubun eylemleri geniş halk kitlelerini kısa sürede harekete geçirir. Kurtarılmış bölgelerde kızıl politik iktidar kurulur ve önceden bu bölgelerde inşa edilen devrimci kurumlar, devrimci iktidarın organları haline gelirler. D. Yol'da direniş komitelerinin geleceğini bu yönde görür.
demokratik halk devrimi uzun ve dolambaçlı bir halk savaşından geçerek gerçekleşecektir ve iktidar bütün ülkede, bir anda değil, parça parça elde edilecektir. Faşizme karşı mücadelenin, halkın demokratik iktidarını gerçekleştirme doğrultusunda bir devrim sorunu olarak kavranılması, halk iktidar organlarının yaratılması zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir... İşte, direniş komitelerinin bu şekilde, en geniş anlamıyla halk iktidar organlarının birer nüvesi olarak kavranılmasının gereği, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Direniş komitelerinin böyle bir anlayışla kavranılarak, bu doğrultuda mücadele edilmesi herşeyden önce, devrimci mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için zorunlu olan, demokratik halk iktidarının asıl anlamını vurgulaması, halkın kendi iktidarı kavramını ve merkezi otoriteye bir alternatif yaratılması zorunluluğunu somutlaması açılarından önem taşımaktadır." (DY, Sayı: 16, s: 9)
Suni denge olgusunun inkarı sonucu, III. bunalım döneminde kitlelerin düzene karşı tepkileri zaten açığa çıkmış kabul edildiğinden siyasi çalışma ile bu tepkinin yönlendirilmesi, bu çalışma içinde merkezi otoriteye bir alternatif olacak halk iktidar organlarının yaratılması ve şartlar elverişli olduğunda da "proletarya partisinin yürüttüğü bir askeri mücadele biçimi olan öncü savaşı" ile kitleleri ayaklandırmak. D. Yol'un kısaca savunduğu gerçek görüşü budur. Aslında emperyalizmin III. bunalım dönemi ülkelerinde halk savaşı, ancak öncü savaşı temeli üzerinde yükselebileceğinden, D. Yol, öncü savaşını inkar ederek aslında halk savaşını da inkar etmektedir. D. Yol, III. bunalım döneminde değişen şartlar sonucu yöntem değiştiren oportünizmin ince bir taktiğini kullanmaktadır. Halk savaşını açıkca değil de, onun üzerinde yükseleceği temelin (öncü savaşı) muhtevasını değiştirerek, onu askeri bir mücadeleye indirgeyerek inkar etmektedir. Bu anlamda D. Yol'un savunduğu görüşle, halk savaşını dillerinden düşürmeyen, ancak öncü savaşını kabul etmemeleri sonucu revizyonist çalışma içine gömülmüş ve başta KSD olmak üzere diğer oportünist grupların görüşleri arasında özde hiçbir fark yoktur. Teoride birbirine küfür eden bu gruplar, pratikte ise öz olarak aynı şeyleri yapmaktadır.
D. Yol'a göre ise, bizimle KSD'nin görüşleri arasında çeşitli konularda tam bir paralellik vardır. (DY, Sayı: 17) Anlaşılan D. Yol açığa çıkartılan oportünist yüzünü gizleyebilimek için ne yapacağını şaşırmıştır. Bizler, KSD ile ayrı şeyleri söylüyoruz ve ayrı şeyler yapıyoruz. Sizler ise, başta KSD olmak üzere çeşitli oportünist gruplarla ayrı şeyler söylüyorsunuz, ancak aynı şeyleri yapıyorsunuz. Bu durumda aradaki farkı açıklamak için D. Yol'un şöyle demesi gerekecektir: Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz D. Yol'uz!
SONSÖZ YERİNE
Bu sırada D. Yol'un 19. sayısı elimize geçti. Gerçek yüzünün artık gizlenemeyecek şekilde açığa çıkmasından D. Yol o kadar telaşlanmıştır ki, tüm orta sayfayı bir yıl önce yayınlanan ve bildirgeyi eleştiren "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve Devrimci Gençlik Oportünizmi" başlıklı bildirimizin eleştirisine ayırmış. Bu ise, bir yıl önce D. Yol Bildirgesi üzerine yazdıklarımızın zaman içinde doğrulandığının açık bir göstergesidir. D. Yol'un ukalaca eleştiri ifadesini bir yana bırakarak "eleştirileri"ni gözden geçirelim.
D. Yol, zorunlu olarak oportünizmini en açık biçimde sergilediği 1971 hareketinin değerlendirilmesinden yola çıkmak zorundadır. Bu nedenle önce bildiriden aşağıdaki pasajı aktarır:
örgüt içinden doğduğu süreci yansıtır. THKP-
C, 1965-
71 Dev-
Genç hareketinden doğdu. Dev-
Genç'in kitlelerin ekonomik-
demokratik mücadelesi içinden doğan THKP-
C bu yapıyı kaçınılmaz olarak bünyesinde taşımış ve bu yapı da daha üst düzeyde bir mücadelenin gereklerini karşılayamamıştır. Ayrıca doğru devrimci ideolojiye süreç içinde ulaşılması (1970 sonbaharı) ve silahlı propagandıanın gereklerine uygun biçimde yapıyı düzenlemek için de fazla zamanın bulunmamasının sonucu THKP-
C yetersiz bir örgütsel yapı ile harekete geçmek zorunda kaldı... (Bugün) bunu yapmaya çalışmak THKP-
C'nin yenilgisine neden olan zaafları daha büyük boyutlarda tekrarlamaktır."
Daha bir alıntıyı bile doğru dürüst aktarmaktan aciz olan D. Yol, daha sonra bizim de "71'de harekete geçilmek zorunda kalındı" ifademizden hareketle, bu konuda kendisinden farklı birşey getirmediğimizi söylemektedir. D. Yol, tüm oportünistler gibi, sorunun özüne inmek yerine kelimelerle oynamaktadır. Önceden açıklandığı gibi, önemli olan THKP-C'nin ne için harekete geçmek zorunda kaldığıdır. D. Yol'a göre, bu zorunluluk faşizme karşı direnmek gereğidir. Gerçekte ise, Kesintisiz Devrim II-III'de açıklandığı gibi, I. Erim hükümetinin gerçek yüzünü açığa çıkartmak, faşizme erken doğum yaptırılarak emperyalizmin ülkemizdeki oyununu bozmak amacıyla harekete geçmek zorunda kalınmıştır. Bu iki farklı tespitin ayrı devrim ve çalışma tarzı anlayışından doğduğu yeterince açıklandığından bu konu üzerinde tekrar durmayacağız.
D. Yol "eleştirilere" devam eder:
Dev-
Genç mücadelesi içinden çıktığı için ve bu nedenle yapısı silahlı propagandaya yeterince uymadığından yenildiği ileri sürülüyor. 'Yenilgiye neden olan zaafları tekrar etmemek için Dev-
Genç mücadelesine benzer bir süreçten geçmemek gerekiyor' muş! Bu gibi bakış açılarının arkasında, yenilgiyi, 12 Mart sonrasında silahlı mücadeleyi sürdüren unsurların (Dev-
Genç içinden çıktığı için) bilinen-polisce tanınan kişiler olmalarına, bu yüzden yakalanmış olmalarına bağlayan, yani bir polisiye olay olarak gören bir dar-
görüşlülük yatıyor."
Böyle bir değerlendirmeyi, ancak legalitenin bataklığında kulaç atan, oligarşinin koyduğu sınırlar içinde çalışan ve dolayısıyla kafası da ona göre şekillenen D. Yol yapabilirdi. Sorun birkaç kişinin deşifre olması değildir. Silahlı mücadeleyi sürdüren unsurlar polisce bilinmeselerdi bile, 1971'de farklı bir sonuca ulaşılmayacaktı. D. Yol silahlı propagandayı politik değil de askeri bir mücadele olarak ele aldığından, bazı unsurların bilinmemesiyle 1971'de mücadelenin başarıya ulaşacağını savunduğumuzu düşünmeye kafa yapısı olarak müsaittir.
Her örgüt içinden doğduğu süreci yansıtır. Bir örgütün karakterini kaçınılmaz olarak belirleyen şey, onun eyleminin muhtevasıdır. Yani örgütün yapısı, onun faaliyetine göre oluşur. Örneğin, direniş komitelerini oluşturmaya çalışan D. Yol, bu amaçla kitleler içinde klâsik politik kitle çalışmasına girişecek ve kitlelerin ekonomik-demokratik mücadelesini siyasi mücadeleye dönüştürmeye çalışacaktır. Bu amaçla toplantılar düzenlenecek, bildiri, afiş vb. dağıtılacaktır. Bu çalışmayı temel alan örgüt, kadrolarını bu alanlarda mevzilendirecektir.
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunan bir örgüt ise, öncelikle çeşitli bölgelerde kitlelerle dar, ancak sağlam bağlar kurmaya çalışır. Bu bağlar, ileride eylemleriyle sesini duyuracak örgütün kitle içindeki yayılma noktaları olacaktır. Bu gerçekleştirildikten sonra devrimci örgüt, mevcut durum tahlili sonucu belirlenen mevcut siyasi ortamın öne çıkardığı hedeflere vurarak harekete geçer. Eylemin nedenlerini kitlelere kendi propaganda araçlarıyla (bildiri vb.) açıklar. Bu eylemler temeli üzerinde yükselen her türlü bilinçlendirme, siyasi eğitim ve propaganda ile ve kitleler içinde önceden sağlanmış dar ancak sağlam bağlar vasıtasıyla kitleler arasında yayılmaya çalışır. Bu yöntemi temel alan, çalışma tarzını Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejiisi'nin gereklerine göre düzenleyen örgüt, kadrolarını da buna göre mevzilendirir.
Örgüt anlayışı, devrim ve çalışma tarzı anlayışından doğar. Farklı devrim anlayışlarına sahip olanlar farklı bir çalışma tarzını hayata geçireceklerdir ve bunun sonucunda da farklı örgütler oluşacaktır. Görüldüğü gibi, sorun, temelinde bu unsurların bilinmesiyle değil, doğrudan temel mücadele yöntemi tarafından belirlenen örgütsel yapı ile ilgilidir.
1965-71 döneminde devrimci teori, pratik içinde ağır ağır ilerlenerek bulundu. M. Çayan'ın ifadesiyle,
"... doğru çizgiyi ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik." (Bütün Yazılar, s: 309) Bu dönemde doğru devrimci teori bilinmediğinden mevcut tek devrimci örgüt olan Dev-Genç'in mücadelesinde belirli bir sistem yoktu ve kendiliğindencilik hakimdi. Doğru devrimci teoriye 1970 sonlarında ulaşılabildi. THKP-C, Dev-Genç'in içinden doğduğundan, bu örgütün kendiliğindenci mücadelesinin doğurduğu yapıyı da zorunlu olarak bünyesine taşıdı. Bünyesindeki zaafları atamadan da, açıklanan nedenlersonucu harekete geçmek zorunda kaldı. Ve mevcut yapısı silahlı propagandanın gereklerini yerine getiremediğinden dolayı da yenildi.
Bugün doğru devrimci teori bilinmektedir ve başlangıçtan itibaren bu teorinin gerekleri doğrultusunda çalışmak gerekir. Bugün de 1965-71 dönemindeki sürecin yaşanması gerektiğini savunmak, o dönemin zaaflarını aşmak değil, bu zaafları (geçmişte olduğu gibi zorunlu olarak değil) bilinçli olarak daha da büyük boyutlarda tekrarlamaktır. D. Yol'un yaptığı budur.
D. Yol "eleştirilerine" devam ederek, bizim partiye karşı çıktığımızı, geçmişin yenilgisinin nedenini onun parti olarak örgütlenmesinde gördüğümüzü söylüyor. Bunu kim, nerede savunmuştur? D. Yol çaresizliğinden tüm oportünistlerin kullandığı bir taktiğe başvuruyor, eleştireceği teoriyi kendisi imal ediyor. Ayrıca önemli olan bir örgütün parti adını taşıyıp taşımadığı değildir; önemli olan örgütün fonksiyonlarıdır. Küba'da silahlı mücadeleyi başlatan grubun adı parti değil, 26 Temmuz Hareketi idi, ancak bir partinin tüm fonksiyonlarını yerine getiriyordu.
Bu arada D. Yol'un direniş komitelerinin fonksiyonlarıyla ilgili bir değerlendirmesi üzerinde de durmak gerekir:
bilindiği üzere 'Tupamaros' uzun süre silahlı propaganda niteliğinde görülebilecek eylemlerini başarıyla sürdürmüş ve fakat yenilgiden kurtulamamıştır. Çünkü böylesi bir örgütün öncünün eylemlerini bütün halkın silahlı eylemine dönüştürecek mekanizmaları-
bağlantı kayışları yoktur. Ve Bildirge' de söylendiği gibi bu bağlantıları taşımayan bir örgütün eylemleri başarıya ulaşamaz. Motor kendi kendine ne kadar dönerse dönsün, bu hareket makinayı harekete geçiremez." (DY, Sayı: 19, s: 11)
Öncelikle D. Yol'a TDAS'ı yeniden okumasını sağlık veririz. Kendilerinin yeni keşfettikleri Tupamaros'un pratiği üç yıl önce incelenmiş ve gereken dersler çıkartılmıştır. D. Yol, küçük motor (öncü) ile büyük motor (kitleler) arasındaki bağlantı kayışlarının, ancak direniş komiteleriyle kurulacağını ve böylece öncünün eyleminin kitleleri de harekete geçireceğini savunmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, D. Yol, bağlantı kayışları ve küçük-büyük motor ifadelerini Debray'ın Che'nin Bolivya'daki savaşını inceleyen "Che'nin Gerillası" adlı kitaptan almıştır.
Debray, silahlı propagandayı politik değil askeri de bir mücadele olarak görür. Ve askeri mücadele tek başına kitleleri harekete geçirmekte yeterli olamayacağına göre, öncünün eylemini yığınlara iletecek bağlantı kayışlarına ihtiyaç görür. Silahlı propaganda gerçek muhtevası içinde ele alındığında, yani sadece silahlı eylemi değil de, bu eylem temeli üzerinde yükselen bilinçlendirme, siyasi eğitim ve propaganda olarak ele alındığında "bağlantı kayışları" olarak ifade edilenleri de kapsamına alır. Silahlı propagandanın ayrıca "bağlantı kayışlarına" ihtiyacı yoktur, çünkü eylem temeli üzerinde yükselen bilinçlendirme, siyasi eğitim ve propaganda bunu sağlar. Örgüt eylemini kitlelere iletir. "Bağlantı kayışları"nın gereğinden bahsetmek, silahlı propagandayı politik bir mücadele olarak değil de, Debray gibi askeri bir mücadele olarak ele almak demektir.
D. Yol, bir yandan bizleri fokoculukla suçlamakta, diğer yandan da oportünizmin klâsik özelliği olan işine gelen yerden işine geleni alarak teoriler kurmakta ve Debray'ın silahlı propaganda anlayışını benimseyerek, bunun gereklerini yerine getirmek için de direniş komitelerini savunmaktadır. Bu eklektik teori sefaletiyle daha fazla uğraşmak gereksizdir!
D. Yol oportünizminin gerçek yüzü artık tamamen açığa çıkmıştır. 1971 hareketine olan büyük sempatiyi kendi oportünist amaçları için kullanmayı hedefleyen politikaları iflas etmiştir. Bu durum her geçen gün biraz daha fazla açığa çıkmaktadır. Devrimci Gençlik'in oportünist çehresi ve bugün ulaştığı nokta üç yıl önce Türkiye Devriminin Acil Sorunları'nda şöyle açıklanmıştı:
savaşını kabul eder; ancak uygulamada kitlelerin büyük birimler halinde örgütlemeyi temel alır. Böylece teoride kabul ettiği öncü savaşını pratikte reddetmiş olur."
O tarihte henüz Devrimci Gençlik dergisi bile yayınlanmaya başlamamıştı. Buna rağmen, o dönemde bizler Devrimci Gençlik'in ekonomik-demokratik mücadeleye gömüldüğünü, bu tali mücadele alanana temel bir önem verdiğini görerek, D. Yol'un bugün vardığı yeri o zamandan görebildik. Temel hata, tali bir mücadele alanında şu ya da bu hatanın yapılması değil, bizzat bu alanın temel alınmış olmasıdır.
Bu nedenle bugün D. Yol'un gerçek yüzünü gören samimi unsurların önünde üç yol vardır:
Birincisi, yine ekonomik-demokratik mücadele alanını temel olarak bütün diğer çalışmaların hareket noktası alarak bu alanı seçmek. Bu yolu izlemek, zorunlu olarak D. Yol' un bugün bulunduğu yere ulaşmaktan başka sonuç vermez.
İkincisi, öncü savaşını askeri bir bakış açısından ele almaktır. Bu durum ise, yine ekonomik-demokratik mücadele alanının temel alınmasını ve buradan kadroların "çekilerek" daha üst düzeyde bir mücadelenin yürütülebileceğini zannetmek demektir. Bu durumda mevcut yapı eklektik bir bünyeye sahip olur ve varlığını fazlaca sürdüremez. Tüm yapı değil de, yapının küçük bir bölümü temel mücadele biçimine göre düzenlenmiştir. Bu ise, kaçınılmaz olarak silahlı propagandayı askeri bir eylem olarak ele alan bakış açısına götürür.
Üçüncüsü, öncü savaşının doğru yorumlanmasından hareketle devrimci saflarda toplanmaktır.
D. Yol'un bugünkü yöneticileri tüm bunlara karşılık ideolojik bir cevap getirmekten acizdirler. Her zamanki yöntemleri olan karalama ve spekülasyonu geçerli tek çare olarak görmektedirler. 1971'de THKP-C bir darbe yediğinde, silahlı mücadeleye karşı olan veya lafta evet deyip de, pratikte birşey yapmayan pasifistler çok sevinirlerdi. Şimdi bunların yerini D. Yol almıştır. Mahir Çayan'ın bunlar için söyledikleri bugün de geçerliliğini korumaktadır:
yaptığı bütün iş, ideolojik mücadele paravanası altında, emperyalizm ve oligarşiye karşı, halkın devrimci savaşını sürdüren devrimcileri eleştirmek, onlara kara çalmaya çalışmak, silahlı propagandanın sağladığı sempatiyi, kafaları bulandırarak dağıtmaya çalışmaktır. Oportünizmin emperyalizmin soldaki uzantısı olması esprisi budur." (Mahir Çayan: Bütün Yazılar, s: 341)