Aşağıda aktaracağımız sözler, bir “illegal” örgütün legal mücadeleye ilişkin “teknik”ler üzerine bir yazısından “cımbızlanarak” alınmıştır.
“Eylem sahamızda düşman hareketini hesaba katacak bir planlamamız olmalıdır. Eylem karargahımız, bölgenin bütün ayrıntılarını, giriş-çıkışlarını, düşmanın hareket tarzını hesaba katacak bir saha çalışması yapıp sonuçlar çıkarmalıdır. Teknik hazırlıklarımızı önceden tamamlayıp, özellikle temel rol oynayacak yoldaşların görev tanımlarını net biçimde yapmalıyız. Düşmanı yanıltma ve beklemediği noktalardan saldırma taktiklerini daha yoğun kullanmalıyız. Düşman araçlarını sistemli biçimde kullandığı durumlarda avantajlıdır, fakat biz onun sistemini bozduğumuz anda dezavantajlı olacaktır. Tarihte yenilmez kabul edilen Roma İmparatorluğunu yenilgiye uğratan Hunların lideri Atilla ‘İlk oku rakibinin beklediği yönden fırlat, onu düşüncesinin doğru olduğuna inandır ve sonra beklemediği noktadan saldır’ demektedir.
Lenin, 1905 Aralık ayaklanması için ‘Biz barikatları kurmayı tartışırken, kitleler çoktan barikatları kurmuşlardı. Biz silah kullanmayı tartışırken, kitleler çoktan barikat başında silahla çatışıyorlardı’ der. Ayaklanmada yenilginin temel nedenlerinden biri de savunmada kalınmasıdır.
Lenin bu durumu ‘Ayaklanmada çarpışmanın örgütü hareketli ve esnek olmalıdır’ sözleriyle ifade eder. Büyük ayaklanmalar hazırlayıp, önderlik etme iddiasına sahibiz, öyleyse tüm eylemlere bu görüş açısıyla hazırlanmalıyız. Düşman, teknik olarak üstün daha donanımlı olabilir. Bu, onu yalnızca görece avantajlı kılar. Bizim esas gücümüz haklı mücadelemiz ve bunun temeli olan kitleler. Elbette sınırsız özgür düşünme, yaratıcılığımızdan kaynağını alacak taktik zenginliğimiz. Her alanda geniş kitleleri örgütlemeli, somut görevler vermeliyiz. Düşmanın bize yöneleceği her sokak, her eylem onun için bilinmezlerle ve risklerle dolu birer kabusa dönüşebilir. Kullandığımız bir biçime karşı tedbir alırken, biz onu da boşa çıkaracak bir başka biçimle karşısına çıkabiliriz. Bizim sınırsızlığımız, özgür düşünüşümüz düşmanın esaretine dönüşebilir.” [1*]
Buraya “cımbızlayarak” aktardığımız sözlere baktığımızda, ortada bir “savaş”, daha tam bir ifadeyle askeri savaş olduğu ve bu “savaş”ın da bir silahlı ayaklanma olduğu izlenimi doğmaktadır. Lenin’e yapılan “göndermeler” bu “izlenimi” pekiştirdiği gibi, Mao ve Giap’ın halk savaşına ilişkin yaptıkları saptamalar da bunu göstermektedir. Yukarda aktardığımız yazının içinde geçen “eşitsiz ve teknik açıdan düşmanın avantajlı olduğu bir savaştayız”, “Düşman, teknik olarak üstün daha donanımlı olabilir” vb. sözlere baktığımızda, en yalın biçimiyle, Giap’ın, “halk savaşı”nın “maddi ve teknik olarak üstün bir düşmana karşı” küçük bir ulusun savaşı olarak tanımlamasıyla benzeştiği “izlenimi” ortaya çıkmaktadır.
Yine aynı yazının bir yerinde “sokak” ve “barikat” tekniklerinden söz edilirken, “Kürdistan’da kullanılmak üzere tasarlanan tanklar”dan söz edilerek şunlar söylenir: “Piyasaya ilk sürüldüğünde kurşun geçirmezliğinden tutalım da, tona varan patlayıcıdan dahi etkilenmeyeceği methiyeleri dizilmiş, askerlerin en korunaklı aracı olarak sunulmuştu. Üzerinden ay geçmeden PKK’nin yaptığı sabotaj eylemiyle nasıl savrulup parçalandığını izlemiştik.” şeklindeki “örnekleme” de aynı “izlenimi” daha da pekiştirmektedir.
Oysa “yazı” tümüyle kitle gösterileri ve bunlara yönelik TOMA’lı, gaz bombalı polis müdahalesine ve bu müdahaleler karşısında (özellikle Toma’larla) ne yapılması gerektiğine ilişkindir. Sözcüğün tam anlamıyla, ortada bir toplantı ve yürüyüş “yasası” kapsamında bir kitle (ya da protesto) eylemi ve buna karşı polisin kullandığı yöntemler söz konusudur.
“Gaz bombası, TOMA, basınçlı su, plastik mermi, cop, akrep-panzer tipi hızlı araçlar, gözaltı, tutuklama ve ateşli silahlar düşmanın kitle eylemlerini bastırma araçlarıdır.
Bizim silahlarımız ise molotof, taş, sapan, havai fişek ve farklı biçimlerde kurduğumuz barikatlar.
Eşitsiz ve teknik açıdan düşmanın avantajlı olduğu bir savaştayız. Düşmanı boşa çıkarmak için onun silahlarını gerçekten tanımalı ve sürekli olarak gelişimini, değişimini takip edecek bir örgütlenmeye sahip olmalıyız. TOMA’lar, yaygın ve etkili kullanılan bir araca dönüşmüştür. Beş farklı tipi bulunuyor. Tanıtımında yer alan bilgiler ise şöyle, ön cam ve koruma kafesi, kurşun geçirmez cam ve kaplama, barikat yıkmak için buldozer özelliği, patlasa da ilerleyen Run-Flat lastikleri, eylemciyi yanından uzaklaştırmak için ön ve arkadan gaz sıkma, kendi kendini söndürebilme özelliği. Görünüşe göre TOMA yenilmez, asla devre dışı bırakılamaz güç ve yetenekte.” (agy)
“Burjuvazi, psikolojik savaş yoluyla kitleleri sindirmek istemektedir. TOMA’lara ilişkin anlatılan bu sistemler elbette var. Ancak bu onu ne yenilmez ne de devre dışı bırakılmaz kılar. Farklı eylemlerde darbelediğimiz, su sıkmasını önlediğimiz, ya da iş makinesi ile kovaladığımız olumlu pratiklerimiz oldu. Bu deneyimler üzerine çalışarak daha etkili hale getirebiliriz.” (agy)
Durum böyle olmakla birlikte (ki “olumlu pratiklerimiz” denilen olay Gezi Direnişi sırasında Dolmabahçe’de meydana gelen çatışmalara ilişkindir), “yazı”nın giriş ve sonuç bölümlerine bakıldığında ortada gerçek bir savaş (askeri savaş) ve bir “silahlı ayaklanma” durumunun olduğu sanılabilmektedir.
Durum “silahlı ayaklanma” gibi bir şey olunca da, kaçınılmaz olarak
barikat savaşının bir parçası olarak ortaya çıkan gerilla savaşı “teknikleri” kullanılmadan olamaz!
Biraz uzun olmakla birlikte bu “teknikler”e ilişkin yazılanları aktaralım:
“Uygun noktalara kuracağımız barikatları, sadece düşman araçlarını devre dışı bırakmak üzere hazırlayabiliriz. Bu noktada barikatları sabotaj yöntemleriyle birleştirmeliyiz. En olanaksız kaldığımız hallerde barikata ısıyla birlikte patlayacak çakmak, çakmak gazı, sprey kutuları koyup uzaktan atacağımız bir molotofla yanmasını ve patlamalarını sağlayabiliriz.
Üç ya da dört kişilik timler kurup, genel eylemci kitlesinin dışında düşman araçlarını belli sokaklara çekip yalnızlaştırma yoluna gidebiliriz. Bu sırada sokakta konumlanan kişiler elindeki molotoflarla saldırıya geçebilir. Öte yandan, yüksekte konumlanacak bazı arkadaşlar daha etkili atışlar yapabilir. Bazı noktalarda basmalı, çekmeli tuzaklar hazırlayabiliriz.” (agy)
Gerçekte, ne bir askeri savaş, ne de silahlı ayaklanma söz konusudur. Hemen her zaman, özellikle İstanbul’un Gazi Mahallesi’nde neredeyse günlük olarak meydana gelen olaylar olmaktadır ve “yazı”nın “somutladığı” teknikler de bu olaylara ilişkindir. Böyle olmakla birlikte, bu “teknik”ler anlatılırken söylenenler tam tersi bir “izlenim” uyandırmaktadır.
İşte “illegal” bir örgütün legalizminin ortaya çıkardığı söylem budur. Bu söylem, legalizmin, özellikle de “illegal” görünümdeki legalizmin en tipik özelliğidir. Olabildiğince keskin gözükmek, yeni ve genç kuşakların “algısına” uygun şeyler söylemek bu özelliğin ayrılmaz bir parçasıdır.
MLKP, sözcüğün olabilecek tüm anlamıyla tam bir “balon” olmuştur. 1995 Mart’ındaki Gazi Olayları sonrasında ortaya çıkan boşluktan ve trajik sonuçlardan yararlanarak “büyümüş”tür. Neredeyse silahlı devrimci mücadeleye karşı legalist bir alternatif olarak gelişmiştir. Günümüzün tüm legalistleri gibi sözde bir illegal “devrimci çizgi”ye sahip olan, ama “çizgi”si ne olursa olsun alabildiğine keskin görünen ve bu keskinlik içinde Che’den “Deniz’lere, Mahir’lere, İbo’lara” sahip çıkan bir yapıdır. “Deniz’leri, Mahir’leri” ve elbette Che Guevara’yı “küçük-burjuva maceracısı” olarak gören bu “çizgi” sahipleri, “kitle ilişkileri”nde onlara hararetle sahip çıkan bir söyleme sahip olmuştur.
Bu ikiyüzlülüğe rağmen, bu söylemlerle genç kuşakların içinden bazılarını devşirebilmişlerdir.
Bu ikiyüzlü “keskinler”, aradan yıllar geçince, tüm “illegal” görünümüne, “keskin” söylemine ve arada gerçekleştirilen birkaç silahlı “eyleme” rağmen hızla gerilemeye başlamıştır.
[2*] Bu gerileme içinde hızla legalize olmuş ve legal bir parti oluşturmuştur. Bu legalizm içinde kendi varlıklarını “Kürdistan devrimi”ne bağlamışlar ve bu yolla ayakta kalmaya çalışmışlardır.
Önemli olan keskin bir söylemle ortaya konulan “teknik”ler değildir. Bu “teknik”ler, hemen her durumda mahallelerde (özellikle İstanbul’da) yapılan kitle gösterilerinde kullanılan tekniklerdir. Burada dikkat edilmesi gereken yan, sokak gösterilerinde kullanılabilecek “teknik”lerin bir savaş, ayaklanma “teknikleri” gibi sunulması ve yapılanların bir savaşta, bir silahlı ayaklanmada yapılıyormuş gibi gösterilmesidir.
Marksizm-leninizmin bilinmesi bir yana, dünya devrimci mücadele tarihinin bile bilinmediği ya da keskin söylemlerle çarpıtıldığı bir süreçte, böylesi keskinlikler, belki birkaç içten ve kararlı insanı boş hayallerle aldatmayı sağlasa bile, her durumda tehlikeli sonuçlara gebedir.
Son dönemde özellikle Gazi Mahallesi’nde ortaya çıkan birkaç eli silahlı “maskeli”lerin çevrede ve olayları izleyenler arasında yarattığı “sempati” gözönüne alındığında, MLKP’nin bu keskin söyleminin nedeni de kolayca anlaşılabilir. (Bu durumu bildiklerinden kendi insanlarını da “kukuletalı” maskelerle ve hatta yer yer “pompalı” silahlarla donatmaya yönelmişlerdir.)
Herhangi bir “meşru” (ve hatta düzenin yasallığı içinde olan) bir kitle gösterisine polisin müdahalesi karşısında gösterilecek kitlesel direniş, hiç tartışmasız, kitlenin savaşkanlığını ve moralini yükselten bir durumdur. Bu kitlesel karşı duruşlarda polisin kullandığı taktik ve tekniklere karşı yöntemler geliştirilmesi de gereklidir. Ancak bu direnişleri, karşı duruşları ortada gerçek bir savaş ya da bir silahlı ayaklanma durumunun “olguları”ymışcasına göstermek, bir yanıyla gerçeğin açık bir çarpıtılması olsa bile, kitlelerin gücünü aşan, onları devletin silahlı güçleriyle karşı karşıya getirebilecek olan bir yanılsama üretilmesine yol açar.
Bugün, özellikle Gazi Mahallesi’nde sıkça görülmeye başlanan birkaç silahlı “maskeli”yle görünüşte kitlenin “güvenliğini” sağladığı izlenimi uyandırılmaktadır. Daha başka bir ifadeyle, bu birkaç silahlı “maskeli”, “silahla kontrol altına alınan” bir “kitle gösterisi” düzenlendiği havası oluşturmaktadır.
Herşeyden önce bu “silahlı-maskeli” birkaç kişinin varlığı, “silahla kontrol alınan bir kitle gösterisi” değildir. Devletin silahlı güçlerinin niteliği, boyutları ve silah kullanma kapasitesi burada hiçbir biçimde gözönüne alınmadığı gibi, içinde yaşanılan koşulların ne olduğu da hesaba katılmamaktadır.
Bugün bir iç savaş girişimi ülke çapında pratiğe geçirilmiştir. Uçakların, zırhlı araçların, bombaların vb. kullanıldığı bir iç savaş ortamı bulunmaktadır. Böyle bir ortamda birkaç silahlı-maskeli “kitle koruyucusu” işlevsiz olduğu kadar, silah kullanıldığı koşullarda kitle katliamına bile yol açabilecek özelliklere sahiptir. Ama çok daha önemlisi, herhangi bir kitle gösterisinde ortaya çıkan bir çatışma durumunun, bir “savaş” durumu, bir “silahlı ayaklanma” durumu olarak gösterilmesi ve kitlelere böyle “algı”latılmasıdır. Geçmişte Küçük Armutlu’da ortaya çıkan “kurtarılmış bölge” olayı unutulmamalıdır. Ve yine Gezi Direnişi’nin son günlerinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim Meydanı’ndaki bayrakları “bu paçavraları kaldırın” talimatıyla ortaya çıkan “temizlik” durumu da unutulmamalıdır.
Silahlı devrimci mücadele ile kitle ilişkisi doğrudan doğruya gerilla savaşı temelinde kurulan ve kurulması gereken bir ilişkidir. Gerilla savaşı gelişmemişken, sadece keskinlik ve ajitasyon uğruna kitleleri yanıltarak bir “savaş” havası varmışçasına hareket etmek kitle katliamlarına yol açmaktan başka sonuç vermeyecektir. Bu da kitlenin tümüyle oligarşinin silahlı güçlerinin insafına terk edilmesi demektir.
Bunlar ülkemizde çokça yaşanmıştır. Keskinlik uğruna, keskin gözükerek yeni “kadrolar” sağlama umuduyla pek çok şeyler söylenmiş ve yapılmaya çalışılmıştır. Ama hepsi sonuçsuz kalmıştır. Bütün bu söylemler ve yapılanlar bir süre sonra unutulmuş, söyleyenler ve yapanlar hiçbir özeleştiri yapmaksızın, sanki bir şey olmamışçasına varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
Hayır! Kitleler aldatılmamalıdır. Kitleler, kendi meşruiyeti içinde kendini savunma yol ve araçlarını bulmalı ve kullanmalıdırlar. Sorunumuz, kitlelerin kendi meşruiyeti içinde kendilerini nasıl savunacakları sorunu değildir. Sorun, “illegal” yapılı legalizmin yarattığı yanılsamalardır. Daha da önemlisi bu yanılsamalarda kullandıkları söylemlerdir. Önemli olan bu söylemlerin gerçek niteliğini insanlara göstermektir. Yine bilinmelidir ki, kitleler uzun süre aldatılamazlar. Er ya da geç legalizmin, oportünizmin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. Ama legalizmin, oportünizmin gerçek yüzü ortaya çıktığında bu yanılsamalara maruz kalmış insanlar sağa sola savrulmuş ve devrimcilere güvenmez hale gelmiş olacaklardır. Legalizmin gerçek yüzünün kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemenin bedeli de bu olmaktadır. Bu bedeli ödemek istemiyorsak, legalizmin, oportünizmin gerçek yüzünü teşhir etmeliyiz. Bunun yolu da, onların geliştirdikleri keskin söylemlerin niteliğini ortaya koymaktan geçer.
Dipnotlar
[1*] “Cüretle, Düşünsel ve Pratik Yaratıcılıkla Düşmanı Püskürtelim”, MLKP’nin merkezi yayın organı Partinin Sesi, Sayı: 84. Atılım gazetesinin 3 Temmuz 2015 tarihli 180. sayısında yayımlanmıştır. (Yazımız hataları “yazarına” aittir.)
[2*] MLKP’nin geçen yılın sonlarında “yaptığı” ve Temmuz ayında “kamuoyuna” açıklanan “5. Kongre”sinde alınan kararlarda “4. Kongre sonrası yaşadığı ve bütün partiyi derinden etkileyen kritik hatalar, iradesizlikler, başarısızlıklar”a ilişkin şunlar yazılıdır:
“– Gelişimini 4. Kongre kararları temelinde yönetememe,
– Parti anlayışındaki gelişmeleri pratikleştirmede, partiyi farklı işlevli ve farklı biçimli örgütler ve cepheler toplamı olarak yükseltmede irade birliği zayıflığı, tutukluk ve zikzaklar,
– Partinin politik önderlik ve politik mücadele anlayışının, tarzının uygulanmasında geriye düşüş,
– Manevi birlikte, yoldaş devrimcilik atmosferi ve ilişkilerindeki zayıflama,
– Örgütlülük düzeyinin düşüklüğü,
– Kadro politikasında, ideolojik ve siyasi bakımdan niteliksel gerilemelere uğrayanlarla uzlaşma biçimindeki, parti yaşamını şiddetle etkileyen ağır hatalar,
– Politik askeri cepheyle etkili bir politika yapmadaki başarısızlık,
– Değişik cephelerde büyük emek ve bedellerle kazanılmış kurum ve mevzilerin dağıtılışına müdahale edilmemesi, bunun sorumluluğunu taşıyan tasfiyecilerden hesap sorulmaması,
– Gençlik örgütünün ideolojik çözülüşüne ve örgütsel dağılışına seyirci kalınması.”
Bütün bunlar, MLKP’nin “4. Kongre”sinden (2009) bugüne kadar geçen sürede “balon”un nasıl patladığını sergilemektedir.