Suruç katliamıyla birlikte “kendi güvenliğimizi kendimiz alacağız” ya da “özsavunmayı kendimiz sağlayacağız” şeklinde bir söylem gelişti. Bu söylemin çıkış noktası, Suruç katliamını gerçekleştiren “intihar bombacısı” IŞİD’linin “devlet” tarafından engellenmediği, “halkın güvenliği”nden sorumlu “devletin” halkın güvenliğini sağlayamadığıdır. Böylece devletin kitlenin güvenliğini sağlayamadığı koşullarda kitlenin kendisini koruması gerektiği sonucuna ulaşıldı.
Suruç katliamından sonra, biraz tarih, dünya, savaş vb. konularda bilgisi olan hemen herkesin “özsavunma” olarak bildiği “kendi güvenliğini kendinin sağlaması” söylemini ilk dile getiren Hatip Dicle oldu.
Hatip Dicle, 21 Temmuz’da şunları söyledi: “Suruç’taki olay bize şunu dayatıyor. Halk olarak güvenliğimizi kendimiz almak durumundayız. Özsavunmamızı kendimiz sağlamak durumdayız. Bu ille de sadece silahlı olmak zorunda değil, özsavunma halkın örgütlülüğü demektir. Her mahallemizde her sokağımızda kim giriyor, kim çıkıyor, kurumlarımıza kimler giriyor kimler çıkıyor hepsini takip edeceğiz. Kendi güvenliğimizi kendimiz almak durumdayız.”
Ardından Selahattin Demirtaş da aynı konuya girerek, “Artık halkımızın kendi güvenliğini almak durumunda. Tüm il ve ilçe teşkilatlarımız kendi güvenlik tedbirlerini almalıdır” dedi.
Ve daha bu konuşmaların (deyim yerindeyse) “mürekkebi” kurumadan, ilk “icraat” Van’ın Başkale ilçesinden geldi.
Gazetelere göre, Başkale’de “Belediye zabıta ekipleri ile HDP ve DBP’li yöneticiler güvenlik önlemi aldı”. Haberin devamında, HDP ilçe eşbaşkanı’nın, “halkımızın güvenliğini sağlamak için tedbir alıyoruz. Bu yüzden belediye zabıta ekipleri ve HDP ile DBP yöneticilerimizi cami önlerinde görevlendirdik. Halkımız güven içinde Cuma namazını kılsın.” dediği aktarılıyordu.
Böylece “kendi güvenliğimizi kendimiz alacağız” söylemi daha ilk günden “karikatürize” edilmiştir.
Konu hakkında biraz daha bilgisi olanlar ya da konuya biraz daha ciddi yaklaşanlar ise, sorunun “özsavunma” olduğunu söylediler.
Mustafa Karasu, “IŞİD her tarafta saldırıyor. Halk savunmasız kalıyor... Bugün Suruç’ta, yarın başka yerde saldırı olacaktır. Kürt halkının acilen kendisini yönetecek, öz savunmasını sağlayacak bir örgütlemeye ihtiyaç duyduğu ortaya çıkmıştır. Kürt halkı kendi savunmasını AKP’nin insafına bırakamaz. AKP’nin insafına bırakmak, çetelerin insafına bırakmaktır.” derken, bir başkası “özsavunma”nın A. Öcalan’ın “konsepti” olduğunu söyleyerek konuyu daha da öznelleştirdi.[1*]
Atılım gazetesinde yazan bir üçüncü şahıs, “DAİŞ faşizmine karşı savaş”tan söz ederek “özsavunma”yı şöyle tanımladı: “Özsavunma, ferdi/ailevi/semt esaslı güvenlik olduğu için savunmaya dairdir, merkezi yapısı esnek bir nefsi müdafaa hattıdır ve her aşamasını halk, mesela ferdi araçlar ve nöbetlerle doğrudan örgütler. Yakın tehlike altındaki kesimler buna ne kadar erken yönelirlerse muhtemel kayıplarını o oranda azaltırlar.”[2*]
PKK’nin “teorik yayın organı” Serxwebûn’da yayınlanan bir yazıda ise “özsavunma” şöyle tanımlanmaktadır:
“Öz savunma veya meşru savunma diyelim, her canlının kendini savunmasını, korumasını ifade eden bir durumdur. Canlı olarak var olmanın üç temel öğesinden birini oluşturuyor. Beslenme ve üremenin yanında üçüncü öğe olan güvenlik ve korunmadır. Bunun için kendini savunma önemlidir. Yoksa kendini savunmazsan nasıl koruyacaksın, güvenliğini nasıl sağlayacaksın. Öz savunma demek güvenliğini sağlamak demektir. Özünü, kendini savunmaktır. Bu canlılar için en doğal hak olarak görülüyor. Devredilemez, reddedilemez en temel canlı olma hakkı, insan için de en temel insan hakkı, en meşru haktır. Onun için buna meşru savunma hakkı da deniliyor. Öz savunma, meşru savunma kapsamında değerlendirilen bir duruştur.”
Şüphesiz “özsavunma”ya ilişkin çok daha naif öneriler ve söylemler de olmuştur. Örneğin, kadınlara yönelik şiddet karşısında “özsavunma komiteleri erkek şiddetini azaltır” söylemleri geliştirilmiştir.
Bütün bu sözlerden ve söylemlerden gerçek bir özsavunmaya ilişkin “ortak” bir şeyler bulmak pek de kolay değildir. Bir insanın (kadın ya da erkek) kendisini koruması “özsavunma” olarak tanımlandığında, doğal olarak doğadaki pek çok canlının bir tehlike karşısında “kendisini koruması” da pekala “özsavunma” olarak tanımlanabilir. Bu kargaşa ve karmaşanın ortadan kaldırılabilmesi için, herşeyden önce “özsavunma” kavramının tarihteki, özellikle de devrimci savaş tarihindeki yerini doğru ve tam olarak ortaya koymak gerekir.
SİLAHLI ÖZSAVUNMA
“Özsavunma”, pek çok sözcük gibi, tek başına nitelik belirleyici değildir. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, doğadaki tüm canlıların bir tehlike karşısında kendisini koruması çok kolaylıkla “özsavunma” olarak adlandırılabilir. Ama marksist-leninist yazında “özsavunma” kavramı, doğrudan halk savaşlarıyla birlikte kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Bu haliyle “özsavunma”, devrimci halk kitlelerinin silahlı saldırganlara karşı kendisini
silahla korumaları demektir. En gelişkin örneği Vietnam halk savaşında ortaya çıkmıştır.
Giap şöyle yazar:
“Halk savaşı vermek için, silahlı güçler, ana kuvvet birlikleri, bölgesel birlikler, milis ve özsavunma (self-defense) birliklerini içeren uygun örgütlenme biçimlerine sahip olmalıdır. Ana kuvvet birlikleri, ülkenin herhangi bir yerindeki çarpışmalarda kullanılabilen hareketli birliklerdir. Bölgesel birlikler, bölgedeki silahlı mücadelenin dayanağıdır. Milis ve özsavunma birlikleri, üretim faaliyetini sürdüren emekçi halkın yaygın yarı-silahlı güçleridir ve üslerdeki halk iktidarının temel aracıdır.” (Halk Savaşının Askeri Sanatı.)
Vietnam halk savaşında özsavunma, doğrudan
üs bölgeleri ve
kurtarılmış bölgelerle ilgili bir olgudur ve
silahlı bir örgütlenme tarzıdır. Ancak bu silahlı ya da yarı-silahlı örgütlenmeler, “ana kuvvet birlikleri”ne, yani düzenli orduya ve “bölgesel birlikler”e, yani hareketli birliklere dayanır. Diğer bir ifadeyle, halk silahlı güçlerinin bir parçasını oluşturan “özsavunma birlikleri”
kurtarılmış bölgelerdeki halkın örgütlenmesidir. Bu yönüyle de kurtarılmış bölgelerdeki halk iktidarının örgütlenmesinin bir parçasıdır. “Özsavunma birlikleri”
kurtarılmış bölgeler (ya da üs bölgeleri) olmaksızın hiçbir değere sahip değildir.
Giap, aynı yazısında “
gizli özsavunma birlikleri”nden söz eder. Bu “gizli” özsavunma birlikleri, Vietnam somutunda gerilla savaşının ve hareketli savaşın bir parçasıdır. Gizli olarak örgütlenen özsavunma birlikleri, gerillaların ya da bölgesel birliklerin harekâtlarına katılan ve kimi durumlarda doğrudan gerillaya dönüşen birliklerdir. Vietnam’da genel ve yerel silahlı ayaklanma öncesinde oluşturulan “gizli özsavunma birlikleri” ise, silahlı ayaklanmanın hazırlık aşamasına ilişkin bir örgütlenme olmuştur.
Giap, “
Halk Savaşı, Halk Ordusu” kitabında (gizli) özsavunma birliklerine dayanan gelişmeyi şöyle anlatır:
“Vietnam halkının silahlı gücü olarak halk ordusu ulusal kurtuluş savaşının alevleri içinde doğdu ve gelişti. Bu ordunun rüşeym hali, 1930-1931’de devrimin yükselişi sırasında, birkaç aylığına iktidarı ele geçirmeyi başaran Nghe An Sovyetleri tarafından kurulan, özsavunma (self-defense) birlikleriydi.”[3*]
Kısacası, Vietnam Halk Savaşı’nda “özsavunma” her durumda silahlı özsavunmadır ve doğrudan kurtarılmış bölgelerin oluşturulmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir örgütlenme tarzıdır.
Che, Giap’ın “
Halk Savaşı, Halk Ordusu” kitabına yazdığı
önsözde bu durumu şöyle özetler:
“Özsavunma, bütünün özel niteliğe sahip küçük bir parçasından başka bir şey değildir. Bir özsavunma bölgesini, kendi başına bir bütün olarak, yani halk güçlerinin, diğer bölgeler işe karışmadan düşman saldırısına karşı kendilerini savunmaya çalıştıkları bir bölge olarak düşünmek kesinkes olanaksızdır. Böyle bir durumda, gerilla savaşı, diğer bir deyişle halk savaşının ilk aşamasına hemen geçilmedikçe, foko, tecrit edilecek, köşeye sıkışacak ve yenilecektir.”
Latin-Amerika’daki gerilla savaşı yazınında ise, “özsavunma” kavramı doğrudan “
silahlı özsavunma” olarak yer alır.
Latin-Amerika’da “silahlı özsavunma”nın temel örgütlenme tarzı olduğu ilk yer Kolombiya olmuştur.
Kolombiya’daki “silahlı özsavunma”, liberaller ile muhafazakarlar arasında başlayan iktidar savaşının (iç savaş) yarattığı “Şiddet” (
La Violencia) döneminde kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bu iç savaş ortamında gelişen şiddet hareketleri, insanların kendilerini korumaları yönünde silahlı örgütlenmelere yol açmıştır. Bu dönemde Kolombiya’nın feodal yapısı içinde hemen hemen her kasabada, her köyde birden çok silahlı güç ortaya çıkmıştır. Bu silahlı güçlerin merkezi bir yapısı ve komuta sistemi olmamıştır. Bu güçlerin tek amacı, kendilerine karşı olanlara karşı şiddet kullanmak ve kendilerine yönelik şiddete karşı kendilerini korumak olmuştur. (Beş yıl süren “
La Violencia” döneminde 200 bin kişi yaşamını yitirmiştir.)
Ancak örgütlü, planlı ve düzenli bir “silahlı özsavunma” hareketi 1950’lerin sonlarına doğru ortaya çıkan “
bağımsız cumhuriyetler”le birlikte başlamıştır. Bu “bağımsız cumhuriyetler” iç savaş sürecinde (1948-1953) ortaya çıkan birbirinden bağımsız silahlı güçlerin oluşturduğu yerel iktidarlar niteliğine sahiptir. Kitlelerin kendiliğinden hareketini örgütleyen Kolombiya Komünist Partisi (CCP), başta Marquetalia bölgesi olmak üzere, ülkenin değişik yerlerinde “kızıl cumhuriyetler” oluşturmuştur.
Bu “cumhuriyetler”, iç savaşın ve feodal yapının yarattığı bölünmüşlük ve parçalanmışlık içinde 1958-1964 yılları arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Amerikan emperyalizminin doğrudan müdahalesi sonucu liberaller ile muhafazakarlar arasında uzlaşma sağlanması ve buna paralel olarak merkezi otoritenin (Bogota) güçlendirilmesiyle birlikte “bağımsız cumhuriyetler”e yönelik askeri saldırılar başlamıştır. 1964 yılında Marquetalia Cumhuriyeti’ne yönelik başlatılan yoğun askeri saldırı sonucunda Kolombiya ordusunun Marquetalia’ya girmesiyle birlikte “bağımsız cumhuriyetler” dönemi sona ermiştir. Diğer bir ifadeyle, “bağımsız cumhuriyetler” ve “köylü özsavunma bölgeleri” Kolombiya ordusu tarafından işgal edilmiştir.
Marquetalia’da “köylü özsavunma birlikleri”nin düşmanın askeri üstünlüğü karşısında etkisiz kalışı, daha da önemlisi “bağımsız cumhuriyet”te yaşayan halkın (merkezi bir askeri güç olmadığından) korunamayacağının ortaya çıkması üzerine CCP elde kalan silahlı güçlerle gerilla savaşına yönelmiştir.
Latin-Amerika tarihinde “silahlı özsavunma”yı teorize eden ve
stratejik bir çizgi haline ilk (ve son) getiren Peru’da troçkist Hugo Blanco olmuştur. Hugo Blanco’nun stratejik çizgisi, kendi terminolojisiyle söylersek, köylüleri “sendikalar” içersinde (“köylü sendikaları”) örgütlemek
[4*] ve örgütlenme belli bir düzeye ulaştığında toprak işgalleri vb. eylemlerle kırsal alanlarda “ikili iktidar”lar yaratmaktır. “Köylü sendikaları”nda örgütlenen köylüler, “silahlı özsavunma” birlikleri (“milis”) oluşturarak, toprakları işgal edecek ve işgal edilen yerler de, yine bu “silahlı özsavunma” birlikleri tarafından korunacaktır.
Troçkist Hugo Blanco’nun “köylü sendikaları” ve “köylü milisleri” “stratejisi”, oligarşinin askeri güçleriyle savaşacak bir silahlı güç olmaksızın “silahlı özsavunma” birlikleriyle
ayaklanarak kırlarda “kurtarılmış bölgeler” yaratmayı hedeflemiştir. Ancak Hugo Blanco’nun “köylü sendikaları” örgütleme çalışması daha henüz silahlanma aşamasına geçmeden Peru ordusunun operasyonlarına maruz kalmış ve çok kısa sürede dağıtılmıştır.
Hugo Blanco, daha sonraki yıllarda kendi çizgisi ile Küba Devrimi’yle özdeşleşen gerilla savaşı çizgisi arasındaki farkı şöyle ortaya koyar:
“Temel soru şudur: Kırlarda ikili gücün var olabileceğine inanıyor musunuz? Eğer inanmıyorsanız gerilladan, inanıyorsanız milisten yanasınız demektir.”
Böylece devrimci strateji sorunu,
genel bir silahlı mücadele söyleminin çok daha ötesine geçmiştir. Sorun, yaşanılan koşullarda,
belli bölgelerde halk kitlelerinin ayaklanmasına dayanarak kurtarılmış bölgelerin yaratılıp yaratılamayacağı ve bu kurtarılmış bölgelere dayanarak adım adım iktidarın feth edilip edilmeyeceğidir.
Yaşanılan koşullar, eski feodalizmin egemen olduğu koşullardan çok farklıdır. Feodalizmin egemen olduğu dönemde merkezi otorite zayıf ve yer yer parçalanmış olduğundan (Mao’nun sözleriyle “beyaz rejimin savaş halinde olması”), köylü kitlelerinin kendiliğinden ya da örgütlü ayaklanmaları sonucunda belli bölgeler kurtarılabiliniyordu.
[5*] Ama emperyalizmin III. bunalım döneminde bütün bunlar değişmiştir.
Mahir Çayan yoldaş bu değişimi şöyle ortaya koyar:
“Merkezi devlet aygıtı, geçmiş döneme kıyasla çok güçlenmiş ve ittifak projeleri, ikili anlaşmalar, askeri pakt ilişkileri ile oligarşik devlet cihazı, devrimci iç savaş dikkate alınarak militarize edilmiştir.
Ülke içinde pazarın genişlemesine paralel olarak şehirleşme, haberleşme ve ulaşım çok gelişmiş ve ülkeyi ağ gibi sarmıştır. Eski dönemlerdeki halkın üzerindeki zayıf feodal denetim –emperyalizmin fiili durumu bütün ülke çapında değil ticari merkezlerde ve ana haberleşme yerlerindeydi– yerini, çok daha güçlü oligarşik devlet otoritesine bırakmıştır. Oligarşik devletin ordusu, polisi ve de her çeşit pasifikasyon ve propaganda araçları ülkenin her köşesinde egemenliğini kurmuştur.
Bütün bunlara, I. ve II. genel bunalım dönemlerindekilerle kıyaslanmayacak şekilde, bu ülkelerde emperyalizmin ve oligarşinin propaganda araçlarını korkunç seviyeye getirmesini, pasifikasyon yöntemlerini geliştirmesini ve geçmiş dönemlerde milli kurtuluş savaşlarından edindiği tecrübeleri ilave etmek gerekir.
Artık geri-bıraktırılmış ülkelerdeki oligarşik devlet aygıtı, mevcut üretim ilişkilerini –buna ülkedeki kapitalizm iç dinamikle gelişmediği için, emperyalist üretim ilişkileri demek yanlış olmayacaktır– uzun bir süre koruyabilecek seviyeye gelmiş, bu ülkelerdeki halk kitlelerinin özellikle geniş emekçi yığınlarının tepkileri pasifize edilerek, bu tepkiler ile oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur. (Bu durum, pasifizmin, revizyonizmin bu ülkelerdeki maddi dayanağını teşkil etmektedir.)”[6*]
Özetlersek, halk savaşı stratejisinde “silahlı özsavunma birlikleri”, kesinkes kurtarılmış bölgelere dayanan ve kurtarılmış bölgelerin savunulmasında yer alan yarı-askeri bir örgütlenmedir. Kurtarılmış bölgeler ve bu kurtarılmış bölgeleri düşman saldırısına karşı savunacak
merkezi silahlı güçler (Giap’ın sözleriyle “üç bölümden oluşan” silahlı güçler) olmaksızın gerçekleştirilmeye çalışılacak bir “özsavunma” yaklaşımı kitle katliamından başka bir sonuç vermeyecektir.
ÖZSAVUNMANIN ÖZSAVUNUSU
Yukarda özetle ortaya koyduğumuz “silahlı özsavunma” anlayışının, kesinkes “madem
devlet bizi koruyamıyor, öyle ise kendi güvenliğimizi kendimiz sağlarız” çıkarsamasıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır.
İster Çin ve Vietnam halk savaşı pratiği ele alınsın, ister Latin-Amerika’daki devrimci strateji tartışmaları ele alınsın, her durumda “özsavunma” silahlı niteliktedir ve siyasal iktidara karşı yürütülen mücadelenin bir unsuru durumundadır. Devrimci mücadele ya da devrimci savaş, mutlak biçimde bir iktidar mücadelesidir. Bu nedenle de siyasal iktidarı elinde bulunduran sömürücü sınıflara karşı yürütülen bir mücadeledir. Siyasal iktidar, devlet gücünü kullanır. Dolayısıyla egemen sınıflara karşı yürütülen iktidar mücadelesi, her koşulda mevcut devlet aygıtının parçalanması ve yerine yeni bir devlet aygıtının geçirilmesi mücadelesidir.
Bu gerçekler ve bu gerçeklerin ifadesinde kullanılan kavramlar, ne yazık ki, basit ve yalın bir ajitasyon/propaganda söylemiyle içeriksizleştirilmektedir. Eğer bir ülkede “bir” devlet gücü varsa ve bu devlet gücünün egemenliği altında, Jean-Jacques Rousseau’nun sözüyle, “bir” toplumsal sözleşme ile bu devlete bağlı “bir” yurttaşlar topluluğu, “bir” halk topluluğu varsa, kamu düzeni ve kamu güvenliği bu
toplumsal sözleşmeye bağlı olarak bu
devlet tarafından sağlanır ve korunur. Bu devlet, kamu düzeninin bozulduğu (ya da bozulmaya yöneldiği) ve kamu güvenliğinin tehlikeye düştüğü koşullarda, halkın “onay”ını alarak
kendi güçlerini harekete geçirir. Herkesin bileceği gibi, devlet, egemen sınıfların baskı, zor aygıtıdır. Bu yüzden devletin
kendi güçlerini harekete geçirmesi, bizatihi baskı ve zor gücünü kullanması demektir. Bir yandan “devlet bizim güvenliğimizi sağlayamıyor” demek, diğer yandan devletin baskı gücünün (ordu ve polis gücü, yargı vb.) kullanılmasına karşı çıkmak, sözcüğün tam anlamıyla saçmalıktan başka bir şey değildir.
Şüphesiz bugün ortaya çıkan bu “saçmalık”, bu “saçmalığı” yapanların bilisizliğinden, yani cehaletinden kaynaklanmamaktadır. Suruç olayından yola çıkarak “özsavunma” söylemleri geliştirenlerin ortak özelliği,
kendilerini belli bir yasallık ile sınırlandırmış olmalarıdır. Bu yasallığın en temel unsuru,
mevcut “anayasal hukuk düzeni”dir. Bu anayasal hukuk düzeninde, kamu güvenliği doğrudan doğruya
devletin yasal ve resmi silahlı güçleri tarafından sağlanır. Bu yasallık bir kez kabul edildi miydi, kamu güvenliğinin bu devlet güçleri tarafından sağlanacağı da kabul edilmiş demektir.
Ancak söz konusu olan “özsavunma” olduğunda, devletin resmi ve yasal güçlerinin dışında bir
başka gücün kamu güvenliğini sağlayacağı kabul edilmiş demektir. Böylece mevcut devlet gücünün yanında ikinci bir güç söz konusudur. Yine söz konusu olan “silahlı” saldırılara karşı “özsavunma” ise, yani silahlı özsavunmadan söz ediliyorsa, bu durumda da ikinci güç silahlı bir güç olmak durumundadır.
Mevcut “anayasal hukuk düzeni”nin devletin resmi ve yasal silahlı güçlerinin dışında bir ikinci silahlı gücün varlığını tanıdığı durumlarda, bu ikinci silahlı güç devletin resmi ve yasal silahlı güçlerinin parçası olur. Örneğin,
köy koruyuculuğu sistemi böyle bir resmi ve yasal silahlı güçtür. Eğer ikinci silahlı güç, mevcut “anayasal hukuk düzeni” tarafından kabul edilmeyen, yani yasadışı olarak kabul edilen bir güç ise, bu durumda, ikinci silahlı gücün kamu güvenliğini sağlamaya yönelmesi, devletin resmi ve yasal silahlı güçleriyle
çatışmadan varolamaz. Bu iki karşıt gücün belli bir zamanda ve mekanda “bir arada” bulunabilme durumları da, marksist-leninist yazında “
ikili iktidar” olarak tanımlanır. “Kurtarılmış bölgeler” de bu “ikili iktidar”ın özgün bir biçimidir.
Lenin, Şubat Devrimi’nden sonra ortaya çıkan özgün durumu “ikili iktidar” olarak tanımlar. Lenin, “
İkili İktidar” yazısında açıkça ifade ettiği gibi, ikili iktidar koşullarında “kamu düzeni silahlı işçiler ve köylülerin
kendileri tarafından, silahlı halkın
kendisi tarafından korunur”.
[7*] Ancak ikili iktidarın da bir sınırı vardır.
“Hiç kuşku yok ki, bu ‘kitlenme’ uzun zaman süremez. Bir devlette iki iktidar olamaz. İkisinden biri yok olacaktır.”[8*]
Salt ajitasyon ve legalite uğruna silahlı özsavunmayı eğip bükmek bütün bu gerçekleri yok saymakla özdeştir.
Burada halk savaşı stratejisi bağlamında silahlı özsavunmanın savunulduğu, ama “legal parti” söylemi içinde bunun açıkça ifade edilemediği ileri sürülebilir. Hatta PKK’nin “devrimci halk savaşı” olarak tanımladığı çizgisinin çok açık biçimde silahlı özsavunmayı içerdiği de söylenebilir. Dahası bütün bu iddialara ve söylemlere A. Öcalan’ın yazıları tanık olarak da gösterilebilir. Ancak bu iddialara ve söylemlere yakından bakıldığında durumun hiç de böyle olmadığı kolayca görülebilecektir.
Evet, PKK’nin “barış süreci”nde sıkça bir “tehdit” aracı olarak kullandığı “devrimci halk savaşı” söyleminde olduğu kadar “demokratik özerklik” bağlamında da özsavunmadan söz edilir. Ancak A. Öcalan’ın “demokratik toplum” çerçevesindeki özsavunma ile “devrimci halk savaşı” çerçevesindeki özsavunma birbirinden farklıdır.
Klasik ve eski PKK söyleminde “devrimci halk savaşı” kavramı, doğrudan Çin ve Vietnam halk savaşlarıyla büyük ölçüde çakışır. Ancak 1995’ten itibaren PKK çizgisinde ortaya çıkan “kırılma”yla birlikte (“demokratik ekolojik toplum” söylemi) “devrimci halk savaşı” giderek bir “taktik”e dönüşmüştür. Bu nedenle halk savaşının silahlı özsavunma örgütlenmesi ile PKK’nin “öz savunma” söylemi birbiriyle örtüşmemektedir.
A. Öcalan şöyle söylemektedir:
“Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum…”
“
Demokratik Özerklik ve Öz Savunma” başlıklı bir yazıda da, özsavunmanın “bir güvenlik sorunu” ve “güvenliğin de toplumsal kimliğin ve varlığın yaşatılması” olduğu belirtilerek şunlar söylenmektedir:
“Doğal olarak da bu durum, devletle yetki paylaşımı içine giren özerk yönetimleri değil de, kendi farklılığını kendi iradesi ile göstermeyi esas alan toplumsal alan örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.” (İtalikler bize ait. -KC)
Halk savaşı ise, Giap’ın tanımladığı gibi, “
uzun süreli savaş stratejisi”dir. Yine Giap’ın belirttiği gibi, halk savaşı, “büyük bir gücü daha küçük bir güçle bozguna uğratma” savaşıdır.
“Askeri sanatımız, silahlı güçleri teçhizat ve teknik olarak hala zayıf olan, ama maddi olarak çok güçlü bir düşmana karşı savaşmak için ayaklanan küçük bir ulusun askeri sanatıdır. Bu, özelliği, maddi gücü moral güçle, çağdaş olanı ilkel olanla, güçlü olanı zayıf olanla, saldırgan emperyalizmin çağdaş ordularını halkın yurtseverliği ve devrimi tam olarak gerçekleştirme kararlılığıyla yenmek olan bir askeri sanattır.” (Giap)
PKK’nin en temel ve en büyük sorunu, başlangıçta benimsediği halk savaşı çizgisini zafere ulaştıramaması ve bu nedenle de bu çizgiyi terk ederek, “uzlaşma” temelinde bir başka yöne savrulmasıdır. Bu yüzden halk savaşı çizgisinin bir parçasını oluşturan “özsavunma” da boşlukta kalmış ve giderek bir biçimde “uzlaşma” siyasetine uygun olarak değiştirilmiştir.
Suruç katliamından sonra bir kez daha güncelleştirilen “özsavunma” söylemi, bugün tümüyle PKK’nin 1995 sonrasındaki “uzlaşmacı” çizgisine uygun olarak muğlaklaştırılmıştır. Doğal olarak böyle bir muğlaklık, belirsizlik içinde “özsavunma” isteyenin istediği yöne çekebileceği bir “şey” haline dönüşmüştür. Bu muğlaklık ve belirsizlik içinde PKK’nin silahlı güçleri, bir yerden sonra halk savaşı stratejisindeki özsavunmanın önkoşullarından birisi olan merkezi ve bölgesel silahlı güçlerin yerine kolayca ikame edilebilmektedir.
[9*]
Devrimci halk kitlelerini devletin resmi ya da gayrı-resmi güçlerinin saldırılarına karşı korumak, basit ve yalın biçimde bir kitle gösterisinde el ele tutuşarak “güvenlik çemberi” oluşturmak olmadığı gibi, “kazanımları korumak” adı altında “özsavunma” oluşturarak sağlanamaz.
Herşeyden önce, özsavunma, silahlı özsavunmadır. Bu da, ancak halk savaşı stratejisi çerçevesinde oluşturulabilecek bir örgütlenmedir. Bunlar unutularak ya da bir yana bırakılarak Suruç katliamı gibi bir kitlesel katliamı önlemek adına “özsavunma”dan söz etmek, kitleleri aldatmaktan ve yeni katliamlara yol açmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Dipnotlar
[1*] Nazan Üstündağ, Özgür Gündem, 24 Temmuz 2015.
[2*] Efe Dağlı, Atılım haber, 27 Temmuz 2015. Hemen ekleyelim ki, bu Atılım yazarı, devrimcilerin “ağırlıklı işi”nin “adaleti tesis etmek” olduğunu, dolayısıyla devrimcilerin “özsavunmaya yardımcı olmaları” gerektiğinden de söz etmektedir. Aynı yazar, yaklaşık bir yıl önce (29 Ağustos 2014), bu kez Rojava ve Şengal olaylarından yola çıkarak, “Özsavunma zorunluluğu” başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıda, “Bilinen anlamıyla öncü savaş mantığının, halkı basit-zayıf izleyici pozisyonuna sürükleyen sınırlı güçlerin profesyonel savaşının kalıcı direnişlere yol açma imkanını daha da yitirdiğini, bu arada yeni koşullar altında halkın bizzat katıldığı, örgütlediği savunma savaşlarının öne çıktığı”ndan söz ederek, “Şengal’e saldıranların yarın Kürt veya Alevi yoğunluklu semtlere saldırmayacaklarını kim garanti edebilir” demektedir. Bu sözlerde açık-seçik gereği yapılmayan ve sadece söylemde kalan bir “öngörü” bulunmaktadır. Ne yazık ki, bu “öngörü”yü yapan kişi, Suruç’ta katledilenlerle aynı siyasal hareketin içinde yer almaktadır.
[3*] Halk Savaşının Askeri Sanatı içinde, s. 94.
[4*] Bu köylü örgütlenmesi, “hijyenik sorunlara kadar her konuda sendika içinde onları eğiterek, bölgenin sorunlarını açıklayarak, onlara kendi haklarını öğreterek, kültürel faaliyetler (okul kurarak) ve sağlık çalışmaları örgütleyerek, tıbbi müdahaleler için sağlık ocakları kurarak” gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
[5*] Mao Zedung şöyle yazmaktadır: “Toprak, savaş-ağaları arasındaki parçalanmalar ve savaşlar, beyaz rejimin iktidarını zayıflatmaktadır. Böylece küçük bölgelerde kızıl politik iktidarın kurulması için fırsatlar doğmaktadır. Ama savaş ağaları arasındaki kavga her gün sürüp gitmiyor. Beyaz rejim bir ya da birkaç bölgede geçici istikrara kavuşur kavuşmaz, egemen sınıflar, buralarda hemen kaynaşıyor ve kızıl politik iktidarı yok etmek için gerekli bütün güçleriyle yükleniyorlar. Kurulması ve sürmesi için gerekli bütün koşulların yerine getirilmediği bölgelerde Kızıl Politik İktidar, her an devrilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.” (Mao Zedung, Askeri Yazılar, s. 16.)
[6*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
[7*] Lenin, Şubat Devrimi’nden sonra ortaya çıkan “ikili iktidar” durumunu şöyle belirtir:
“Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Bu sorun kavranılmadıkça devrimde kendi rolünü bilinçli bir biçimde oynamak ve hele devrimi yönetmek söz konusu olamaz.
Devrimimizin bir ikili iktidar yaratmış bulunmak gibi büyük bir özgünlüğü var.
İkili iktidar nedir? Bir tarafta Geçici Hükümet, burjuvazinin hükümeti, diğer tarafta henüz güçsüz ve tohum durumunda olan, ama yine de gerçek, söz götürmez ve büyüyen bir varlığı olan bir başka hükümet – İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetleri...
Bu iktidar, 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır ve başlıca belirtici özellikleri de şunlardır: 1) İktidar kaynağı, bir parlamento tarafından daha önce tartışılmış ve onaylanmış bir yasa değil, ama halkın doğrudan, yerel, aşağıdan gelen girişimiyle, yaygın bir deyimi kullanmak gerekirse, doğrudan bir ‘el koyması’dır; 2) halktan ayrı ve halka karşı kurumlar olan polis ve ordunun yerine, tüm halkın doğrudan silahlanması geçmiştir; bu iktidar altında, kamu düzeni silahlı işçiler ve köylülerin kendileri tarafından, silahlı halkın kendisi tarafından korunur...” (Lenin, İkili İktidar, Toplu Yapıtlar, Cilt: 24, s. 38.)
[8*] Lenin, Devrimimizde Proletaryanın Görevleri, Toplu Yapıtlar, Cilt: 24, s. 60.
[9*] Bir kez daha anımsatalım: “Halk savaşı, genel olarak, bizden maddi olarak güçlü olan bir düşman üzerinde mutlak siyasal üstünlüğü sağladığımız koşullarda verilir... Halk savaşı vermek için, silahlı güçler, ana kuvvet birlikleri, bölgesel birlikler, milis ve özsavunma birliklerini içeren uygun örgütlenme biçimlerine sahip olmalıdır. Ana kuvvet birlikleri, ülkenin herhangi bir yerindeki çarpışmalarda kullanılabilen hareketli birliklerdir. Bölgesel birlikler, bölgedeki silahlı mücadelenin dayanağıdır. Milis ve özsavunma birlikleri, üretim faaliyetini sürdüren emekçi halkın yaygın yarı-silahlı güçleridir ve üslerdeki halk iktidarının temel aracıdır.” (Giap)