1) Osmanlı Devleti’nin özellikle Arap çoğunlukla meskûn olup 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzalanması sırasında hasım orduların işgali altında kalan kısımların geleceği, halkın serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek gerektiğinden adı geçen mütareke hattının içinde ve dışında din, ırk bakımından birleşik olan, birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakârlık hisleriyle dolu, etnik ve sosyal haklarıyla çevre şartlarına tam uyum gösteren Osmanlı-İslâm ekseriyetinin oturduğu kısımların tamamı hakikaten veya hüküm yoluyla, hiçbir sebeple birbirlerinden ayrılamaz bir bütündür.
2) Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda halkoylaması ile Anavatana katılmış olan üç il için (Elviye-i Selase/Kars, Ardahan ve Batum) gerektiğinde tekrar serbestçe halk oylamasına başvurulmasını kabul ederiz.
3) Türkiye barışına bırakılan Batı Trakya’nın hukuki durumunun saptanması da orada oturanların tam bir serbestlik içinde beyan edecekleri oylarıyla belirlenmelidir.
4) İslâm Halifeliğinin ve Osmanlı saltanatının başkenti ve Osmanlı Hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin emniyeti her türlü tehlikeden uzak kalmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla, Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticaret ve ulaşımına açık olması hakkında bizimle diğer ilgili bütün devletlerin birlikte verecekleri karar geçerli olacaktır.
5) İtilaf Devletleri ile hasımları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma esasları çerçevesinde, azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın aynı haklardan yararlanmaları şartıyla bizce de kabul edilecektir.
6) Millî ve İktisadî gelişmemizin imkân dahilinde gelişmesi ve daha çağdaş bir düzenli yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bir bağımsızlığa ve serbestliğe ihtiyacımız vardır. Bu hayatımızın ve geleceğimizin ana şartıdır. Bu sebeple siyasî, adli ve malî vesair gelişmemize engel olacak kayıtlara karşıyız. Gerçekleşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bunlara aykırı olmayacaktır. [28 Ocak 1920]
Yukardaki altı maddeden oluşan metin, Türkiye tarihinde “Misak-ı Milli”, yani “Ulusal Ant” olarak bilinen metindir.
Kimin tarafından, nerede ve nasıl yazıldığı tam olarak bilinmeyen bu metne ilişkin rivayetlere göre, ilk kez 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın “gizli oturumu”n-da kabul edilmiştir. 17 Şubat 1920 tarihinde “kamuoyuna” açıklanmıştır. Diğer bir ifadeyle, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı tarihten sekiz ay sonra, Erzurum Kongresi’nden beş ay sonra ve Sivas Kongresi’nden dört ay sonra “hazırlanmış” ve yayınlanmıştır. Mustafa Kemal’in “
Nu-tuk”unda (“
Söylev”) ifade ettiği gibi, bu metin (
Misak-ı Milli), Anadolu hareketinin amaç ve hedeflerini ortaya koyan “kısa program”dır.
Bu “kısa program”ın hazırlanmasının
nedeni ise, 12 Şubat 1920 tarihinde Osmanlı
devletinin ve Osmanlı
topraklarının geleceğini belirlemek üzere İngiltere, Fransa ve İtalya başbakanları düzeyinde gerçekleştirilen
Londra Konferansı’dır.
Londra Konferansı öncesinde hazırlanan “kısa program”, yani
Misak-ı Milli, temel olarak Ankara’nın (
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) “
kırmızı çizgileri”ni ortaya koymuştur. Bu yönüyle Misak-ı Milli metni, Londra Konferansı’nda bir araya gelen “İtilaf Güçleri”nin çizeceği “sınırlara” karşı kendi “
kabul edilebilir sınırları”nı ilan etmiştir.
Misak-ı Milli, temel olarak Ankara’nın görüşlerini ifade etmişse de, teknik olarak, Londra Konferansı’na karşı İstanbul hükümetinin ve Meclis-i Mebusan’ın bildirgesi (“beyanname”) olarak tasarlanmıştır. “
Nu-tuk”ta bu bildirgenin “mahiyeti” şöyle açıklanmaktadır:
“Bu bildirgeye temel olacak önemli noktalar, Sıvas Genel Kongresi Bildirgesi ve Tüzüğünde vardır. Orada, gelecekteki sınırlar, devlet ve milletin bağımsızlığı, azınlıkların hakları, yardımın, milletçe, nasıl anlaşıldığı konuları açıkça belirtilmiştir. Böyle bir bildige, şimdiden düzenlenir ve Meclis açıldıktan ve çoğunluk grubu ile görüşüldükten sonra duyurulur. Uygun olan budur.”[1*]
Görüldüğü gibi,
Misak-ı Milli, gerçekte Sivas Kongresi’nde alınan kararların bir özeti durumundadır.
Yukarda belirttiğimiz gibi,
Misak-ı Milli’nin özü
devletin sınırlarına ilişkindir. Bu sınırlar, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın yapıldığı tarihteki Osmanlı devletinin
askeri sınırlarıdır.
“Mütareke akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hakim bulunuyordu. Bu hudud İskenderun Körfezi cenubundan, Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü cenubundan Fırat Nehri’ne mülaki olur. Oradan Deyri-zor’a iner, badehu şarka temdid edilerek Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtiva eder. Bu hudud ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anasırı ile meskun aksam-ı vatanımızı tahdid eder. Bunun cenup aksamında Arapça mütekellim dindaşlarımız vardır. Bu hudut dahilinde kalan aksamı memalikimiz camia-i Osmaniyeden lâyenfek bir kül olarak kabul edilmiştir.”[2*]
Böylece
Misak-ı Milli’de yer alan sınırlar, ateşkes anlaşması yapıldığı tarihte, “ordumuz tarafından silahla müdafaa olunan” sınırlar olarak saptanmaktadır.
Her ne kadar “ordumuz tarafından silahla müdafaa olunan” sınırlardan söz edilmişse de,
Misak-ı Milli’nin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, İstanbul “İtilaf Güçleri” tarafından işgal edilirken, Güney “sınırları” Fransa ve İngiltere tarafından geçilmiştir. Fransızlar İskenderun, Adana, Maraş ve Antep bölgesini işgal ederek “ordumuz tarafından silahla müdafaa olunan” sınırları geçerken, İngilizler Musul bölgesini işgal etmiştir.
Londra Konferansı’ndan sonra imzalanan Sevr Anlaşması’nda (10 Ağustos 1920) bu “kırmızı çizgiler” (“sınır çizgileri”) tümüyle bir yana bırakılmış ve Osmanlı topraklarının paylaşılmasına gidilmiştir. Bu açıdan Misak-ı Milli’de belirlenen “sınırlar”, Lozan Konferansı’nda (11 Kasım 1922-24 Temmuz 1923) esas olarak “müzakere” edilmiştir.
Lozan Konferansı’nda yoğun biçimde tartışılan “yeni kurulacak Türk devletinin sınırları” sorununun odak noktasını Trakya-Rumeli sınırları ve Boğazlar “sorunu” oluşturmuştur. Mustafa Kemal’in çizdiği, “ordumuz tarafından silahla müdafaa olunan” Güney sınırlarının bir bölümü (İskenderun hattı), 20 Ekim 1921’de Fransa’yla imzalanan Ankara Anmaşması’yla saptanırken, Musul-Kerkük-Süleymaniye bölgesi Lozan’-da çözümlenememiş ve İngiltere ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelere bırakılmıştır.
19 Mayıs 1924’te Türkiye ile İngiltere arasında İstanbul Konferansı düzenlenerek, genel ifadesiyle, “Musul sorunu”nun müzakeresine başlanmıştır.
Türkiye, “Musul”un
Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu tezini savunurken, İngiltere bu tezi kabul etmemiştir. Bunun üzerine “Musul sorunu”nun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesine karar verilmiştir. 16 Aralık 1925’te Milletler Cemiyeti, Musul bölgesinin Irak’a bırakılmasına karar vermiştir. Türkiye bu kararı tanımadığını ilan etmiştir. Böylece başa dönülerek, Türkiye ile İngiltere arasında “müzakereler” yeniden başlamıştır.
5 Haziran 1926’da Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayla, Türkiye, 25 yıl boyunca Musul petrol gelirlerinin %10’una karşılık Musul’un Irak’a bırakılmasını kabul etmiştir.
Böylece
Misak-ı Milli olarak sunulan, gerçekte Erzurum ve özellikle Sivas Kongre kararlarında belirlenen “devlet sınırları sorunu” nihai olarak bitmiş ve Türkiye Cumhu-riyeti’nin bugünkü sınır çizgileri oluşturulmuştur.
Bugün A. Öcalan’ın gündeme getirdiği Misak-ı Milli konusu, tümüyle Osmanlı devletinin ve Türkiye’nin “devlet sınırları”na ilişkindir.
“Devlet sınırları”na ilişkin bir olgunun ve belirlemenin, “biz her türlü ulusal devlete karşıyız” diyen, devlet sınırlarının “değişmesine karşı olduğunu” her fırsatta yineleyen A. Öcalan’ın
Misak-ı Milli’den, yani “devlet sınırları”ndan söz etmesi, üstelik bugünkü “devlet sınırları”nın “
Misak-i Milli’ye aykırı olarak” oluşturulduğunu söylemesi, sadece bir çelişki değil, basit bir demagojiden başka bir şey değildir. “Zamanın ruhu”na uygun olan bu demagoji, “neo-osmanlıcılar”ın yayılmacı ve fetihçi duygularını okşasa da, devlet sınırlarının askeri güçlere dayandığı ve askeri güçlerle belirlendiği gerçeğini değiştiremez.
Devlet sınırları, bir devletin ekonomik, toplumsal, siyasal, hukuksal ve askeri egemenliğinin sınırlarıdır. Devlet sınırları olmaksızın egemenlikten söz etmek olanaksızdır. Ve bu devlet, ulusal/milli devlettir.
Misak-ı Milli de, yeni bir “milli devlet”in (“Türkiye devleti”) egemenlik alanının (“hakimiyet-i milliye”nin) kuruluş aşamasındaki ifadesidir.
Dipnot
[1*] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt I, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul 1969, s.356.
[2*] Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt III, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul 1969, s.1186/ Belge 220.