Yukardaki fotoğraf 1 Mayıs 2012 günü çekilmiştir. Çok açık biçimde 1 Mayıs’ın nasıl “saydam”laştığını ve “sarılaştırıldığı”nı göstermektedir.
Fotoğrafın ön sırasında, ellerinde rengarenk pankartlarla saf tutmuş olan “300 bin” kişiden
[1*] oluşan “kitle” bulunmaktadır. Fotoğrafın ortasında, iki tarafından vinçlerin kaldırdığı ve üzerinde “
1 Mayıs 77 Suçluları Yargılansın”yazılı “saydam” (şeffaf) “dev” bir pankart asılıdır. “Saydam” pankartın arkasında ise, bir siluet gibi, “kitle”yi izleyen ve her an müdahaleye hazır polis kıtaları bulunmaktadır.
İşte “saydam”laşan 1 Mayıs’ın fotoğrafta görünen ahvalinin yazılı ifadesi bu kadardır.
Hiçbir sol söyleme uymayan “
1 Mayıs 77 Suçluları Yargılansın” sözlerinin yer aldığı “dev pankartı” kimin hazırladığı ise meçhuldür. “Medya”nın kısa süren “ilgisi” sırasında, bu “dev pankart”ın, Atatürk heykelinin “mal ve can güvenliğini korumak” amacıyla polis tarafından hazırlatıldığı ve asıldığı söylenmişse de, ne “miting organizasyon komitesi”nce, ne de bir başka “yetkili” tarafından yalanlanmamıştır. Böylece 2012’nin 1 Mayıs’ı, sadece “sarı 1 Mayıs” olarak tarihe geçmekle kalmamış, aynı zamanda “saydam dev işçi pankartı”nın polis tarafından yaptırılıp, astırıldığı 1 Mayıs olarak da tarihe geçmiştir.
Kurtuluş Cephesi’nin 1 Mayıs Bildirisi’nde olacak olanlar şöyle ifade edilmiştir:
“1 Mayıs, yasal “tatil günü” ilan edildi.
1 Mayıs, bayramlaştırıldı.
1 Mayıs, her türlü icazet arayışlarının ve siyaset manevralarının aracı olarak kullanıldı.
1 Mayıs, her cinsten ve her ‘renkten’ insan ‘kütlesi’nin meydanlara çıktığı, halay çektiği, eğlendiği şenlik havasına sokuldu.
1 Mayıs, İŞÇİ SINIFININ BİRLİK, DAYANIŞMA ve MÜCADELE günü olmaktan çıkartılarak evcilleştirildi.
Şimdi 1 Mayıs, ‘sol kitle’nin (iğrenç bir ifadeyle) ‘gazının alındığı’ bir güne dönüştürülmektedir.
Sıradan bir “bahar bayramı şenliği” görünümünde rutinleştirilmeye çalışılmaktadır.
İşçi sınıfının kendisi-için sınıf olma mücadelesinde önemli bir aşamayı ifade eden 1 Mayıs, her cinsten ve her “renk”ten kesimlerin kendi özel ve özgün sorunlarını öne çıkardıkları ‘serbest meydan’a dönüştürülmektedir.”
Ve böyle de oldu.
1 Mayıs kızıllığını yitirdi, renk cümbüşü altında sarılaştı.
1 Mayıs saydamlaşıp sarılaşırken, geçen yılkinden çok daha az katılımın olduğu da bir gerçektir. Her ne kadar “1 Mayıs Meydanı”nda “organizatörler” “500 bin” kişiden söz etseler de, “sol medya” 300, olmadı 400… bu da yetmez 500 bin” kişiden söz etse de, meydanın üçte biri “saydam dev pankart”ın arkasına gizlenmiş polisler tarafından işgal edilmiştir. Geriye kalan kesiminde ise, sadece “meraktan” Taksim’e çıkmış, “merakını” giderdikten sonra meydandan uzaklaşmış insanların bolca bulunmasına karşın, “profesyonel protestocular”, “konser örgütleme komiteleri”, “umudun ordusu” diye yeri göğü inleten, “görselliğiyle göz kamaştıran”, “rap rap uygun adım yürüyen” “tek tip sancak ekibi”, “anti-kapitalist müslümanlar”, feministler, eşcinseller, ellerine geçirdikleri kağıt ya da kartonlara yazdıkları “sloganlar”la kendilerini meydana atmış her türden “mağdurlar”, her fırsatta “halaya durmak” için yanıp tutuşan ve bu amaçla yanlarında “profesyonel davulcu ve zurnacı” taşıyan kesimler “kütle”yi oluşturmuşlardır.
15 Nisan’da Bakırköy’de, kendi saymacalarına göre, “350 bin” kişinin katıldığı Zülfü Livaneli ve Grup Yorum’un “Bağımsız Türkiye Konseri”nin “hızıyla” “konser örgütleme komiteleri”ni “1 Mayıs komiteleri”ne dönüştürek meydana 500 bin kişi getirmekten söz edenler, sıra 1 Mayıs günü meydanda “kaç kişi” olduğunu söylemeye gelince topu başka yere atmışlardır. Daha on yıl önce “saymaca timleri” örgütleyerek, hangi grubun kaç kişiyle 1 Mayıs’a katıldığının çetelesini tutanların artık “çetele” tutmaktan vazgeçmiş görünmeleri de bir “inkişaf” olarak kabul edilebilir. Hatta on yıl öncesinin “temsili gerillaları”nın zamanla “tek tip merasim taburu”na ve bugün “sancak ekibi”ne dönüşmesi de kendileri için bir “inkişaf” sayılmalıdır. Ama gerçekler ile inançlar arasında ayrım yapılamadığı sürece bu “inkişaf” gibi görünenler de çok kolaylıkla anlamsızlaşabilmektedir.
Şöyle yazıyor “
Yürüyüş” dergisi:
“Kitleselliği bakımından. DİSK’in açıklamalarına göre 1 milyona yakın kişi katıldı. Yine herkesin ortak değerlendirmesi bugüne kadar yapılan en kitlesel 1 Mayıs kutlamaları oldu.” (Sayı: 316, s. 4.)
“Halk Cephesi’nden DUYURULUR! Kortej görevlilerinin yaptığı sayım sonucu 2012 1 Mayıs’ında kortejimizde yürüyen kitlenin toplamı 36 bin olarak tespit edilmiştir.” (Sayı: 316, s. 4.)[2*]
Yine de 2012 1 Mayıs’ının “gözdesi” ve “gündem belirleyici”si “anti-kapitalist müslümanlar” olmuştur. “Mülk Allahındır” pankartı açarak, mülkiyeti her şeyin başına ve temeline koyanların, her türlü mülkiyetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir sınıfla nasıl bir “ortaklaşalığı” olabileceği de çok açıktır. “Ama olsun, yeter ki meydan dolsun”!
Bu “ahval ve şerait” altında, 1 Mayıs günü ve akşamından itibaren “legalist sol”, “sol aydınlar” vs. vs. “homurdanmaya” başladı. Böyle 1 Mayıs olmazdı. SİP-TKP’li bir “yazar”a göre, bu 1 Mayıs, “Rio Karnavalı”na benzemişti. Tüm “homurdananlar”ın ortak paydası ise, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününün, her cinsten ve her renkten insanların ya da grupların “protesto günü”ne dönüştüğüydü.
Bunların yanında ve bir ölçüde “dışında” gibi görünen “
Yürüyüş dergisi” kesimi (ya da kendilerinin söylemekten çok hoşlandıkları ifadeyle “halk cepheliler”) ise, yukarda da ifade ettiğimiz gibi, 1 Mayıs öncesinde ortaya attıkları “iddia”larına sahip çıktılar. Her ne kadar kendi “konser örgütleme komiteleri”yle
Zülfü Livaneli-Grup Yorum konserine topladıklarını iddia ettikleri “350 bin” sayısını aşarak 500 bin kişiyi “meydana” getireceklerini söyleseler de, “1 milyonluk kitle”nin “katılımı” da “onların sayesinde” olmuş gibi kabul edilip geçilmelidir.
Ellerinde tuttukları “kızıl bayraklar”a bakarak 2012 1 Mayıs’ının “kıpkızıl” olduğunu söyleyenler şüphesiz olacaktır. Ancak “saydam” ve “sarı” 1 Mayıs olduğu gerçeği de ortada durmaktadır.
Pek çok sol yapılanma, geçmiş 1 Mayıs’lardaki çatışmaları ve direnişleri anımsatarak, bu yılın 1 Mayıs’ının bir “kazanım” olduğunu söylemeye çalışmaktadırlar. “Kazanım” olduğu için de, ne kadar “saydam”laştırılırsa “saydam”laştırılsın, ne kadar “sarı”laştırılırsa “sarı”laştırılsın, bu “kazanılmış” 1 Mayıs’a katılmayı bir “görev” saymaktadırlar. Böylece yozlaşan, festival havasına dönüşen, kısacası “sarı”laşan 1 Mayıs’ı meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Gerçek gerçektir. Ortada bir “meydan”, meydan”ın ortasında iki vinç ve iki vincin “göndere çektiği” saydam bir pankart:
1 Mayıs 77 Suçluları Yargılansın!
İster sayınız 36 bin kişi olsun, ister katılım 1 milyon kişi olsun, bu saydam pankartın “slogan”ının gölgesi altında (ve buna sessiz kalarak ya da hiç önemsemeyerek) 1 Mayıs “kutlaması” yapmalarının “mantıklı” bir açıklaması yoktur. Tıpkı “12 Eylül mahkemesi” önünde halay çekip, AKP’nin hukuk dışı şov mahkemesini “kutsayanlar” gibi.
Herkesin artık “ezbere” bildiği gibi, solun 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin temel talebi ve bunu ifade eden sloganı, “katliamın sorumlularından
hesap sorulması” sloganı olmuştur. Bugün, bu sloganın yerini “
suçlular yargılansın” almıştır (ya da aldırtılmıştır).
Burada açık biçimde bir “suçlular”dan ve bunların “yargılanması”ndan söz edilmektedir. “Suçlular” tartışma konusu olduğu gibi, düzenin ve özellikle AKP’nin hukuk dışı “yargı”sının “adilliğinden” söz etmek bile olanaksızdır. Buna rağmen bu “pankart” altında toplanılabilmiş ve halaya durulmuştur.
Hemen akla 1 Mayıs öncesinde Halil Berktay’ın 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin yaptığı “saptama” gelmektedir:
“TKP ve DİSK, Maocuları Taksim’e sokmama kararı almıştı. Maocular barikata tosladı, ateş açıldı, izdiham oldu. Otel ve Sular İdaresi çatısından ateş açıldığı palavradır. Polis araçlarından da ateş açılmadı. Sol kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı.”
Solda olduğunu düşünen herkes, Halil Berktay’ın bu “durup dururken” yaptığı açıklamaya tepki gösterdi. Hemen herkes Halil Berktay’ın böyle bir “çıkışı” neden şimdi yaptığını tartışmaya başladı. Ortak kanı, Halil Berktay’ın bir “fitili” ateşlediği ve arkasından 1 Mayıs 1977’nin “suçluları”na yönelik bir “özel yetkili savcılık” tarafından operasyon başlatılacağı oldu.
Böylece 2012 1 Mayıs’ında Taksim’e dikilen saydam “pankart”ın sırrı da ortaya çıktı.
1 Mayıs 1977 katliamının “sorumlusu” solun kendisiydi, öyle ise “suçlu” onlardı. Doğal olarak da onlardan “hesap” sorulacaktır!
Açıklamayı yapan Halil Berktay’dır. Yani yıllarca Doğu Perinçek’in yanında “siyaset yapmış” birisidir. Eğer 1 Mayıs 1977’nin “suçlusu” “maoistler” ise, açıktır ki, bu “maoistler” Doğu Perinçek grubu olacaktır. Bugün Doğu Perinçek “I. Ergenekon davası”nın “baş” sanıklarından birisidir. Demek ki (denilecektir), askeri darbeleri meşrulaştırmak amacıyla “tertipler” yapan “Ergenekon terör örgütü” 1 Mayıs 1977 katliamının da “suçlusu”dur!
Elbette “baş suçlu” Doğu Perinçek “tayfası” olsa da, “tali failler” de TKP ve DİSK olmaktadır. Özel yetkili savcılar 1 Mayıs meydanındaki “saydam pankart”ın talimatına uyarak “soruşturma” açtıklarında tüm bu “baş ve tali failler” sorgulanacak, gözaltına alınacak ve “yargı”lanacaktır.
Tezgah zaten yıllardır kuruluyordu. “Ergenekon terör örgütü” söylemiyle 1965-1980 dönemindeki devrimci mücadele bir “provokasyon” olarak sunulmaya çalışılıyordu. Amaç tekti: Askeri darbe için zemin hazırlamak!
Halil Berktay bu tezgaha neredeyse son noktayı koymuştur. Bundan sonrası özel yetkili savcıların ne zaman ve nasıl harekete geçecekleridir. Eğer “sol” “akıllı” olursa, AKP’ye “sorun” çıkarmazsa, belki de bu “yargı”lama “ahirete” bırakılacaktır. Yok eğer “akıllı” olmazlarsa, özel yetkili savcıların ellerinde bir “iddia” hazırdır ve her an düğmeye basılabilir.
Sözün özü, bir taraftan 1 Mayıs “sarı”laştırılırken, diğer taraftan “sol”a, özellikle de “legalist sola” yönelik bir operasyon hazırlığı yapılmaktadır.
[3*]
Şüphesiz bu noktaya öylece gelinmemiştir. Özellikle 1995 yılındaki Gazi Mahallesi olaylarından sonra solda tedrici bir değişim ortaya çıkmıştır. Pek çok “illegal-silahlı” örgüt legalize olmaya başlamıştır. Legalizasyonla birlikte de, söylemler değişmeye başlamıştır. Her ne kadar bazı “keskin” sloganlar legal olarak da atılabilir olmuşsa da, tümüyle “koşullara ve ortama” uygun sloganlar keşfedilmiş ve “koşullara ve ortama” uygun örgütlenmelere gidilmiştir. Sözcüğün tam anlamıyla, pragmatizm solun çizgisi haline gelmiştir.
Bu öylesine bir dönüşümdür ki, dönüşenler bile nasıl dönüştüklerini fark etmemişlerdir. Örneğin yıllarca “İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir” sloganı atılırken (ve atarlarken) şimdi çok açık biçimde “İşkence yapmak şerefsizliktir” (
Yürüyüş, s. 317) “sloganı” atılabilmektedir. “Gençlik kampları”, “Hıdırellez piknikleri” vs.’ler birer “devrimci kitle örgütlenmesi” olarak sunulabilmektedir. Sınıf mücadelesi, çok yalın biçimde “açlar ve yoksullar hareketi”ne dönüştürülebilmektedir.
[4*]
Dipnotlar
[1*] Rivayet muhteliftir. Daha sonra göreceğimiz gibi, kimilerine göre sayı 1 milyondur!
[2*] Her ne kadar bu 36 bin “yürüyen kitle”, 1 milyonluk kitlenin sadece %3,6’sını oluşturuyor ve geriye kalan %96,4’lük “kitle”nin kimlerden oluştuğu bilinmiyorsa da, söylediklerini “doğruymuş gibi” kabul etmek durumundayız…
[3*] Burada okuyucu, neden “legalist sol” diye sorabilir. Ne de olsa düzen açısından baş tehlike “illegal sol”dur. Yapmaları gereken bu “illegal sol”a yönelmektir. Ancak “illegal sol” denilebilecek pek bir yapılanma kalmamıştır. Kalan ise, bizim gibi, “kendinden menkul” bir avuç insandır. Eh, böylesine “bir avuç” insana yönelik operasyon yaparak kamuoyunu etkilemek pek cazip sayılmaz. Bu nedenle “legalist sol” hedefe oturtulmuştur. Diğer ifadeyle, “illegal sol” “önemsiz bir teferruat” olunca, sıra onlara gelmiştir.
[4*] Bu konuda “öncü”lük Halkevleri’ndedir. Ancak bu “kervan”a Yürüyüş kesimi de katılmıştır. Bu kesim, 2012 1 Mayıs’ının “hedef kitlesi”ni “açlar ve yoksullar” olarak ilan etmiştir. (Yürüyüş, Sayı: 314, s. 5) Halkevleri bunun “teori”sini yaparken, Yürüyüş kesimi, işin “pragmatik” yanıyla ilgilenmektedir.