İdeolojik ve politik düzeyde zor ve karmakarışık bir süreçten geçiliyor. İster 12 Eylül askeri darbesiyle başlatılsın, ister Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığıyla yaşanan "şok"la başlatılsın, içinden geçilen süreç, her türlü ideolojik ve politik değerlerin, kavrayışların, ilkelerin bir yana bırakılması, kavramların içeriklerinin boşaltılması, insanların tarih bilgilerinin silinmesi ve tarih bilincinin tümüyle bir yana atılmasıyla nitelenebilir.
Dün, yani devrimci mücadelenin geliştiği ve yükseldiği dönemde bir değere, anlama ve içeriğe sahip olan bir kavram, terim ya da ilke, bugün önemsiz, belirsiz ve anlamsız hale gelebilmiştir.
Marksist-Leninistler için olduğu kadar, düzen içi partiler için bile olumsuz bir anlama sahip olan, "fırsatçılık" karşılığı olarak kullanılan "oportünist" sözcüğü (terimi), nasıl ki "aklını kullan, fırsatlardan yararlan" şeklinde bir pragmatist anlayışın olumlamasına sahip olmuşsa, siyasal ilkeler de benzer biçimde pragmatizmin "yararlı olan şey doğrudur" sloganıyla yer değiştirmiştir.
İcazet, yani bir yerlerden izin, onay ya da yetki belgesi almak, siyasette güdümlü, bağımlı ve üstüörtük çıkarlara hizmet etmek için oluşturulmuş siyasal hareketler ve partiler için kullanılan olumsuz bir sıfat iken, günümüzde sözcüğün en sıradan anlamıyla, "yasal süreçlere katılmak için yasal izin" olarak mevcut yasalara bağlı partiler oluşturmak şeklinde algılanır olmuştur. Böyle olunca da, "icazetli siyaset" ya da eski söylemdeki "icazetli sosyalistler" anlamsızlaşmış ve yasal (legal) siyasal partilerin yasaların gerektirdiği yasal prosedürü yerine getirmeleriyle ortaya çıkan yasal tüzel kişilik "izni" olarak sunulabilmiştir.
Özellikle yeni yetişen sol/devrimci kuşak, "icazet"li siyasetin, mevcut düzenin devlet gücünün (isterseniz buna "derin devlet" de diyebilirsiniz) kendi çıkarlarına hizmet edecek siyasal hareketler ortaya çıkarması ve onların gelişmesi için gerekli olanakları sağlaması olduğunu bilmeksizin, legal (yasal) çalışma yapma olarak da algılayabilmişlerdir.
Oysa "icazet", mevcut düzen için özel bir tehlike oluşturmayan, düzenin koyduğu kurallara ve yasalara uygun hareket etmeyi kabul etmiş olan ya da düzenin özel amaçları için oluşturulan siyasal partiler ve örgütlenmeler için, gerektiğinde yasaları bile görmezlikten gelerek faaliyetlerine izin ve onay verilmesidir.
Bu yönüyle "icazetli sosyalistler" tanımı, düzenin yasalarına tam olarak bağlı, bu yasaları hiçbir biçimde aşmayı düşünmeyen, dolayısıyla da sosyalist hareketi düzenin yasaları çerçevesinde tutmayı amaçlayan kişi ve örgütleri tanımlar.
Kendine ve örgütlenmeye böyle bir misyon biçen, ama aynı zamanda kendisini ve örgütünü "sosyalist" ilan eden "icazetli sosyalistler", her durumda devrimci mücadelenin mevcut düzeni yıkmaya yönelik tarihsel hareketini durdurmayı hedefler. Bu yönüyle de "muvazaa"lıdır, "muvazaa"yla kurulmuştur. Mevcut düzenin egemen sınıflarıyla ve onun siyasal gücüyle, doğrudan ya da dolaylı, resmi ya da gayrı-resmi görüşmeler yaparak, kendilerinin "tehlike" arz etmediklerine onları ikna ederek siyasal faaliyetleri için "icazet" almaları ile "danışıklı dövüş" (muvazaa) çoğu durumda iç içe geçmiştir.
Bu durumu biraz daha açıklayabilmek için düzen partilerinden birkaç örnek verelim:
12 Eylül döneminde MDP ve HP "muvazaa"lı partiler olarak kurulmuşken, T. Özal'ın ANAP'ı askeri cuntadan "icazet" alarak faaliyete geçmiştir. Aynı şekilde AKP, Refah Partisi'nin kapatılmasıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan bir "alternatif" görünümü altında "icazetli parti" olarak kurulmuştur. Fazilet Partisinin iddiasıyla söylersek, AKP, "ABD ve İsrail'den icazet alarak siyaset yapmaktadır".
Açıktır ki, düzen partileri açısından "icazet" ve "icazetli siyaset", o partinin kendi siyasal çizgisinin hiçbir değere sahip olmadığı, tüm varoluşu ve varlığının kendisine icazet verenler tarafından belirlendiği, icazet sahiplerinin çıkarlarına hizmet etmek zorunda oldukları anlamına gelir.
Sol siyasal partiler ve hareketler için de "icazet" ve "icazetli siyaset" benzer anlamlara sahiptir. Ancak ister "sosyalist", isterse "komünist", "marksist leninist komünist" ya da "devrimci" sıfatları taşıyor olsunlar "sol", "ihtilalci sol", her durumda mevcut düzeni yıkmayı, devrim yapmayı amaçlayan bir siyasal ve sınıfsal harekettir. Bu yüzden, mevcut düzenden alabileceği bir "icazet" hiçbir biçimde söz konusu olamaz.
Eğer bir sol parti "icazet" almışsa ya da "icazet" almışçasına bir faaliyet gösteriyorsa, bunun anlamı açıktır ki, mevcut düzenin varlığını sürdürmesi yönünde faaliyet gösteriyor ve gösterecektir. Bu da, düzen yanlısı bir "sol" parti oluşturulmasıdır, sol/devrimci mücadeleyi düzen sınırlarına hapsetmek, düzeni yıkmaya yönelik içeriğini ortadan kaldırmak, hedef saptırmak, özcesi karşı-devrimin hizmetine girilmesidir.
1 Mayıs öncesinde DİSK başkanı S. Çelebi aracılığıyla AKP'yle sürdürülen "kapalı kapılar ardındaki" görüşmeler, sözcüğün tam anlamıyla 1 Mayıs'ı ve işçi sınıfı hareketini AKP'nin "güdümü" altına sokma girişimi olarak ortaya çıkmıştır.
"Konfederasyonların sözcüsü" sıfatı taşıyan S. Çelebi, ÖDP'den EMEP'e, SİP-TKP'sinden legal sol yayınlara, platformlara vs. kadar tüm "sol"un temsilcisi olarak görüşmeleri sürdürürken, 1 Mayıs'ı kendi siyasa çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için AKP'den belli bir icazet almayı amaçlamıştır.
Pragmatist kafa yapısıyla, "amaca varmak için her yol mubahtır" makyevelizmiyle baştan sona sakatlanmış bir durumda olan "legal sol"un bu "tepeden" gelen icazet arayışı, ilk anda fazlaca yadırganmamıştır.
"Fırsatlardan yararlanma" anlamında "fırsatçılık/oportünistlik" ne kadar "mantıklı" görünüyorsa, "icazet" arayışı da o kadar mantıklı görünmüştür. Ama bu "mantık"ın dışta bıraktığı, ilkelerdir, devrimci/sosyalist ilkelerdir. Hiçbir ilkeye bağlı olmaksızın, sadece fırsatlardan yararlanmayı kendisine "ilke" olarak kabul eden "sol" siyasal hareketlerin "akıllı" olarak görülebildiği ve gösterildiği bir dönemde, devrimci/sosyalist ilkelerden söz etmek hiç de "akıllı" bir iş olarak görünmemektedir.
12 Eylülden günümüze kadarki sol siyasal harekette göze çarpan en temel özellik, ilkesizliktir. Geçmişte TİP, TKP, TSİP, Mihri Belli, PDA vb. "sosyalist" parti ve örgütlerin ilkesizlikleri oportünizmin açık görünümü olarak kabul edilirken, bugün "akıllı siyaset" olarak kabul edilebilmektedir.
SİP-TKP'sinden bir örnek verelim: "Sınıf mücadelesinde sembollere yer vardır, sembolizme yoktur. Sınıf mücadelesinde inat ve direnmek çok önemlidir, inatçılık ve ayak diremek anlamsızdır. Sınıf mücadelesinde geçmiş değerler ileri taşır, geçmişe takılıp kalan siyasetten düşer.
Taksim 1 Mayıs'ının tarihinde bu uçların her ikisi de vardır.
Emekçi sınıfların merkezi sayılan ülkenin en büyük kenti, İstanbul'un en merkezi alanına işçi sınıfı tarafından 1 Mayıs adının verilmesi, emekçileri ileri taşıyacak değerli bir semboldür ve bu sembolün gündemden itilmemesi için inat etmeye değer..." (Aydemir Güler, "Sol" sanal gazete, 10 Nisan 2008) SİP-TKP'si 1 Mayıs sonrasında ise şunları söylemektedir: "İşçi sınıfı hareketi, bundan sonra ‘Taksim'le sıçrama' beklentisinin yerine, güç ve kararlılık biriktirerek ‘Taksim'e sıçrama' vizyonunu geçirmelidir... O halde bu işin ‘böyle' gitmesine izin vermemek gerekir. İzin verilmezse, Taksim'e sıçranabilecek günler çok daha yakınlaşacaktır. Şimdi, umut da değil, bu gerçekçi ve çok şey vaat eden perspektife asılmanın zamanıdır." (Metin Çulhaoğlu, "Sol" sanal gazete, 3 Mayıs 2008) İşte oportünizm böylesine açık bir tutarsızlık bütünüdür. 1 Mayıs öncesinde Taksim için "birleşik, kitlesel 1 Mayıs" sloganı atılırken, 1 Mayıs'ta yaşanılan devlet terörü karşısında "gerçekçi perspektif" diyerek 1 Mayıs'ın başka alanlarda da kutlanabileceğinden söz edilmektedir.
Gerek 2007'nin 1 Mayıs'ı öncesinde, gerek bu yılın 1 Mayıs'ı öncesinde, tıpkı geçmişteki 1 Mayıslarda olduğu gibi, devletin Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs kutlamasına "icazet" vermeyeceği açıkken, en keskin, en devrimci, en sol görünebilmek uğruna "Haydi Taksim'e" sloganı atanlar kendileri değilmişçesine, şimdi "gerçekçi perspektif"-lerden söz edebilmektedirler. "Oportünizm bukalemun gibidir. Çeşitli kılıklara bürünerek sosyalist hareket içinde ortaya çıkar. Oportünizmin kılık kıyafetini o ülkenin ekonomik ve sosyal bünyesi, işçi sınıfının politik bilinç ve örgütlenme seviyesi, kısaca ülkenin içinde bulunduğu devrimci aşamanın niteliği belirler. Ancak her çeşit oportünizm proletaryanın devrimci potansiyeline inanmamaya dayanır. Genellikle sağ oportünizmin temelinde korkaklık,azimsizlik,veproletaryanındevrimcizaferineinanmamak yatar. Bu yanlarını örtmek için o, en ‘keskin' gözükmek zorundadır...
Oportünizmde ilkeistikrarı diye birşey yoktur. Düne kadar savunduğu ilkelerin niteliği kitlelerin gözünde açıklığa kavuşunca, o bu ilkeleri en ağır suçlamalarla karalar. Onun için tek şey önemlidir : ‘Herşeye rağmen proletaryanın devrimci hareketini nasıl pasifize edebilirim?' Bu eyleminde Marksist ilkeler sadece basit birer araçlardır." (Mahir Çayan, Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine) Ancak "icazet" anlayışı, "icazetli siyaset" oportünist bir siyaset olmakla birlikte, sadece oportünistlikle sınırlı değildir. "İcazetli siyaset", bir siyasal hareketin "danışıklı dövüş" (muvazaa) içinde, mücadele ediyormuş görünümü altında, bu siyasal harekete katılan kitleyi başka siyasal amaçların parçası haline getirmek, o amaçlara uygun olarak kullanmaktır. Bu nedenle, "icazet" anlayışının içinde, karşı tarafla, düşmanla gizlice anlaşma mantığı vardır. Bu nedenle "icazetli siyaset", düşmanla yapılmış gizli anlaşmaya dayanarak siyaset sahnesinde yer almaktır.
Hemen her zaman egemen sınıflar, kendi egemenliklerini koruyabilmek için, kendisine yönelik tepkileri pasifize etmeye ya da bu tepkileri kendisine zarar vermeyecek yönlere sevk etmeye çalışır. Bunun en tipik yöntemi ise, solda kendi düzenine tehlike oluşturmayan "sol" siyasal örgütlenmelere izin vererek, kitlelerin düzene karşı tepkilerini bu siyasal örgütlenmeler aracılığıyla kontrol altında tutmaktır.
Tabi burada "akıllı solcular", egemen sınıfların bu politikasını bildiklerinden, kendilerini "zararsız ve tehlikesiz" solcular olarak sunarak "icazet" alırlar, bu yönde hareket ederek, kitlelerin kendilerine yöneltilmesiyle bir güç olmayı düşlerler ve güç olduklarında da "icazetnâme"yi yırtacaklarını söylerler. Bu "kurnaz ve akıllı" solcular, devletle işbirliği yaparak, kendi dışlarındaki "tehlikeli" sol örgütlerin tasfiye edilmesini beklerler. Devrimci örgütlerin güçsüzleşmesini kendilerinin güçlenmesinin önkoşulu olarak gördükleri için, her fırsatta, devrimci örgütleri, silahlı devrimci mücadeleyi savunan örgütleri ve görüşleri "terörist, goşist, maceracı" vb. diyerek suçlarlar, "devrimci demokratlar" diye küçümserler, devletin siyasal zorunun bu örgütleri ezmek ve yok etmek için kullanılmasını isterler.
İster bilinçli, ister bilinçsiz olarak yürütülsün, her durumda "icazetli siyaset" legalizmin ayrılmaz bir özelliğidir.
Onların en büyük olumsuzluğu, egemen sınıflarla ve onun siyasal yöneticileriyle gizli anlaşma yapmalarından daha çok, mevcut düzeni topyekün yıkacak olan devrimin yasal sınırlar içinde gerçekleştirilebilir bir amaç olduğu düşüncesini yaygınlaştırmalarıdır. Onların "icazetli siyaset" yaptıkları kendi kitlesi tarafından şöyle ya da böyle görülebildiği halde, bilince yerleştirdikleri "yasallık", "yasal devrimcilik" kolayca üstesinden gelinemez bir ideolojik tahribata yol açmaktadır. Ülkemizin devrimci mücadele tarihinin de gösterdiği gibi, "icazetli sosyalistler"in saflarında yer alanlar, bir dönem sonrasında bunlarla bir yere varılamayacağını görmelerine rağmen, doğru devrimci çizgiye de yönelmemektedirler. "İcazetli siyaset"le kaybedilen sadece zaman değil, aynı zamanda güçtür de.
"İcazetli siyaset"e karşı mücadele, bir taraftan icazetin gereğini yaparken onları suç üstü yakalamak, diğer yandan "yasal devrimcilik" anlayışını yıkmaktan geçer. Burada en temel unsur, devrimci ilkelerdir. İlkelere sahip olmayan, ilkelere bağlı kalmayan hiçbir devrim hareketi başarıya ulaşamaz, "devrim eksersizi" olmaktan öteye geçemez.