KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1996
"Türkiye Solu'nda 'THKP-C Mirası' Tartışması
Kesin Bir Biçimde Sona Erdi, Miras Sahibindedir."
(Devrimci Sol Dergisi 30 Mart Özel Sayısı)
Kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS' nin yıllardır sürdürdüğü iddiaların başında, her zaman THKP-C'nin "mirascısı" olma gelmiştir. Yıllar boyu THKP-C'nin izleyicisi olduğunu, onu temsil ettiğini söylemelerine karşın, DY'nin tüm teorik tahlillerinin ve oportünist örgütlenme anlayışının "aktivist" bir biçimi olmaktan öteye gidememiştir. Bu öylesine açık bir gerçek haline gelmiştir ki, DS, hemen her durumda DY'ci bir mantığın izleyicisi olarak popülizmin, pragmatizmin "aktif" bir unsuru olarak günümüze ulaşmıştır. Kendisini DHKP-C olarak ayrı bir örgütlenme içinde tanımlayabilmek için gerekli olan "ayrı" bir teorik belirlemeye, kendilerine belli bir nitelik veren ve bu yolla "başkalarından" farklılıklarını sergileyen politik bir perspektife hiç bir zaman sahip olmamışlardır. Onların tüm pratik ve örgütsel faaliyetlerine yön veren, DY'nin 1974-78 yılları arasındaki faaliyetleri ve 1978 başında yayınlanan DY Bildirgesi olmuştur. DY'nin faaliyetlerinde ifadesini bulan ve çıkardıkları dergilerinde yazılan hemen herşey, bugün DS tarafından "pratiğe" geçirilmektedir. Ve DS' nin tüm teorik ve pratik "tutarlılığı" da, bu yöndeki faaliyetlerinde gösterdikleri "kararlılık" olarak ortaya çıkmaktadır.
Bugün "Devrimci Yol" dergisinin herhangi bir sayısı açılıp bakıldığında, karşılaşılan her şey, DS'nin dergilerinde neredeyse bire bir biçimde görülmektedir. DY'nin "DSB"lerinin, DS'nin "SDB"leriyle olan benzeşliğinden tutun da, devrimci propaganda ile reklamcılık mesleği arasında kurulmuş olan ilişkiye kadar, herşey DY çizgisinin DS tarafından yaşatıldığını ve sürdürüldüğünü göstermektedir.
"Halkın Demokratik Muhalefet Meclisini Örgütleyelim" diyerek 1996 yılında DS, DY' nin "Demokrat" dergisinde yaptıkları "Muhalefet Meclisleri" çağrılarının unutulmuşluğu koşullarında kendilerini "farklı" olarak sunabildiklerini; ülkemizde bir "iç savaş sürecinin yaşanmakta" olduğuna ilişkin soyut belirlemelerinin, DY'nin ünlü "iç savaş" tespitlerinin unutulmuşluğu koşullarında "yeni" olabileceğini; DS'nin tamamladıklarını söyledikleri "partileşme süreci"nin, DY'nin 1974-80 arasında devrimci unsurları pasifize edebilmek amacıyla uydurdukları tespit olduğunu, ülkemizin yakın tarihini bilen herkesin kolayca görebileceği gerçeklerdir.
Ancak DS'nin DY'den aldığı "miras" sadece bunlarla sınırlı değildir. Bu mirasın en önemli pratik yanı, kendi dışındaki herkesi görmezlikten gelmek, kendilerini herşeyin üstünde tutmak ve kendilerinden başka hiçbir devrimci örütlenmenin olmadığını ve olamayacağını her fırsatta yinelemek ve kendi ilişkilerine bunu sürekli olarak empoze etmek şeklinde ortaya çıkar. DY'nin ortaya koyduğu ideolojik-politik belirlemelerin ötesinde kendilerine ait tek bir belirlemeye sahip olmayan DS, DY'nin "aktivist" biçimi olarak, onun pratik sürdürücüsü olmuştur.
Yıllar boyu, hemen her yerde ve koşulda, THKP-C/HDÖ'ni "görmezlikten" gelen, "aceleciler" diye "küçümseyen", "dogmatik"likle suçlayan DY, bugün aynı söylem ve "görmezlik" içinde DS tarafından pratikte sürdürülmektedir.
İşte 30 Mart'la ilgili olarak yayınladıkları "görüşler"inde, THKP-C'nin nasıl olup da DHKP-C haline dönüştüğünü ve bu dönüşümün ideolojik-politik nedenlerini ortaya koyamayan DS, DY'nin mirascısı olarak karşımıza çıkmaktadır. "Şuna ters düşermiyim" türünden "kaygıları" taşımamak gerektiğini söyleyen DS'nin, DY'nin mirascısı olarak, kaçınılmaz bir biçimde THKP-C'nin "miras"ına sahiplenmesi doğal görülecektir.
Diyorlar ki, "THKP-C kökenli bir iki grup (üç değil) vardır bugün; ama THKP-C ideolojisini görüşlerini ne kadar ve nasıl savundukları belirsizdir. Ortama göre bir o yana, bir bu yana savrulmakta, THKP-C düşüncesiyle hiç ilgisi olmayan bir çizgide varolma savaşı vermektedirler. Ve THKP-C mirasına değil sahip çıkacak, bunun tartışmasını yürütecek durumdan bile uzaktırlar." [*]
İşte DYvari bir değerlendirme.
İddia edilebilmektedir ki, THKP-C kökenli "bir iki grup" kalmıştır günümüzde ve onlarda THKP-C "düşüncesiyle hiç ilgisi olma"yıp, "bunun tartışmasını bile yürütecek durumdan bile uzaktırlar"!
DY'nin yıllar boyu sürdürdüğü inkarcılığın, kendini herkesten üstün ve büyük görme hastalığının tüm pratik sonuçlarını yaşamış bir örgüt olarak THKP-C/HDÖ, bu türden iddialara sadece gülüp geçecek kadar uzun bir örgütsel pratiğe sahiptir. Ancak DS, sözlerini bunlarla sınırlamamıştır. Bulduğu her fırsatta (tıpkı DY gibi) ve her yerde, THKP-C/HDÖ'ne söz söylemekten kendilerini alamaktadırlar. İşte bu yazıyı kaleme almamızın nedeni olan da bu fırsatçılıkları ve karşıtlıklarını açıkca, ideolojikpolitik bir eleştiri ile değil de, derginin satır aralarına yerleştirdikleri sözlerle yapma alışkanlığı olmaktadır.
Şöyle diyorlar:
"6 Mayıs'da darağaçlarında halklarına bağlılıklarını haykıran Deniz'lerden, halkımızın isyancı geleneğinin taşıyıcısı olarak dağlara çıkma cesaretini gösteren Sinan Cemgil'lere; Kaypakkaya'lardan bu çizgide kavgayı sürdüren Süleyman Cihan'lara, Baba Erdoğan'lara; tüm yetersiz teorik kavrayışlarına rağmen THKP-C izleyicileri olarak halkımızın kurtuluşu için şehit odüşen İlker Akman'lardan Zeki Yumurtacı' lara, Tamer Arda'lardan Ağadede Sarıkaya'lara ... Hepsi şehitlerimizdir." [**]
İşte "Halkımızın kurtuluşu ve özgürlüğü için toprağa düşen herkes şehidimizdir" sözüyle başlayarak, olumlu denilebilecek bir devrimci tutum sergilemeye çalışan DS'nin, aynı satırların içersine sıkıştırdığı "tüm yetersiz teorik kavrayışlarına rağmen" sözleriyle THKP-C/HDÖ'ne yönelik "içtenlik"leriyle ilişki kurabilmek için herkesin (kendileri başta olmak üzere) mantıklarını zorlamaları gerekmektedir.
Hayır! Devrimci olgunluk ile bağdaşmayan, devrimci eleştiri ve değerlendirme ile ilgisi olmayan bu türden "satır arası" konuşma hastalığı, ülkemiz solunda DY tarafından yıllar boyu canla başla sürdürülmüş su katılmamış bir oportünistliktir. Herkesin kendi düşüncelerine göre belli değerlendirmeye sahip olması kadar doğal elbette hiçbir şey olamaz. Ancak böylesine satır aralarına sıkıştırılmış sözlerle yapılmak istenen, belli bir kitleyi "belli birşeye" karşı koşullandırmaktan başka birşey değildir. DS, kendi kitlesini, ilişkilerini, sempatizanlarını elbette kendi bildiği gibi eğitmekte, bilgilendirmekte özgürdür. Ancak satır aralarına sıkıştırılmış belli bir "düşmanlık" duygusu oluşturabilecek bu türden değerlendirmeler, ifadelerle koşullanmış bir kitle, ilişki ya da sempatizan, ne DY'ye yaramıştır, ne de DS'ye yarayacaktır.
Elbette iddia edebilirsiniz, kendinizin "yeterli teorik kavrayışa" sahip olduğunuzu; her türlü "tartışmayı yürütecek durumda bile" olduğunuzu. Ve söylenildiği gibi, THKP-C'nin "mirası sahibinde" olduğunu da yazabilirsiniz ve üstelik bunlara kendiniz de inanabilirsiniz. Bunlar üzerinde elbette konuşulabilir, tartışılabilir. Halkın Devrimci Öncüleri, kendisini THKP-C'nin "mirascısı" olarak hiçbir zaman görmediği için, kendisini bu tür sözlerin ve iddiaların muhatabı olarak almamıştır. Çünkü Halkın Devrimci Öncüleri, kamu-oyunda bilinen adıyla "Acilciler" olarak, her zaman THKP-C'nin bizzatihi kendisi olduğunun bilinciyle hareket etmiş ve tüm örgütsel faaliyetini başlangıçtan itibaren buna göre düzenlemiştir.
Ancak her dönemde, THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisini benimsemiş ve bu yönde faaliyet yürütmek için kendi çerçevesinde örgütlenmeye çalışmış kesimlere karşı devrimci sorumluluk içinde olmuş bir örgüt olarak, aynı zamanda Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'nin kurucularına ve önderi Mahir Çayan yoldaşa karşı tarihsel sorumluluğu gereğince, her zaman örgütsel açıklamalarında HDÖ adını THKP-C adının yanında bir ayraçla belirtmiştir. Tüm bunlara rağmen, DY oportünistleri, dergilerinin satır aralarında, derneklerde, öğrenci hareketi içinde THKP-C/HDÖ'ne karşı kampanyalar yürütmüş, örgütün "kendileri dışındaki THKP-C'lileri yok saydığı" propagandasını yapmışlardır. Bir süre "apartman devrimciliği" yapılıyor diye demagojiler yürütülmüş, Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I broşürümüz "risale" adıyla küçümsenmeye, değersizleştirilmeye çalışılmıştır. "Günümüz 1971 koşullarından farklıdır" diyerek, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin savunulmasını ve pratiğe geçirilmesini "dogmatizm" olarak lanse eden DY, yine de her zaman THKP-C/HDÖ'nin varlığını kendilerinin varlığı için birinci dereceden "tehlike" olarak görmüştür.
Tüm bu DY uygulamalarını DS'nin pratiğinde ve dergilerinde görmek, elbette şaşırtıcı değildir. Ancak aynı söylemlerin, kendi pratiklerine bakmadan yinelenmesi ve yinelenmenin sürdürülmesi ve de sürdürmekte ısrar edilmesi, ister istemez "ne oluyor" sorusunun sorulmasını gerektirmektedir. Daha birkaç yıl önce "kuruluş kongresi"nde DY'nin "apartman devrimciliği" söyleminin yeniden gündeme getirilmesi DS için bir talihsizlik olmuştur. Ancak bu talihsizliklerini sürdürmüşler ve bundan birkaç ay önce yinelemekte sakınca görmemişlerdir.
Elbette birileri uyarmak zorundadır. Bu uyarıyı yapmak bize kalmaması gerektiği kanısındayız. Ancak DS, son söylemiyle, satır arası koşullandırmalarla söylemini sürdürmektedir. "Apartman devrimciliği" diye küçümsetmeye çalıştınız, yıllar boyu DY'li iken ve DY' den ayrıldıktan sonra bu sözleri sürekli yenilediniz. Ama hiçbir zaman düşünmediniz ki, sözünü etmiş olduğunuz şehir gerilla savaşıydı ve şehir gerilla savaşı vermek zorunda kaldığınızda (ki DY'nin kesinkes böyle bir amacı hiç olmamıştır) aynı duruma, üstelik sözcüğün sıradan karşılığına tam uyarcasına apartmanlarda "üsler" oluşturmak durumunda kalacağınızı ve kaldığınızı hiç düşünmediniz. DY'nin şehir gerilla savaşı ile kitle hareketlerini karşı karşıya getirerek, kitle hareketlerinin içinde bulunan unsarları, özellikle de öğrenci gençliği denetimde tutabilmek için kullandığı bu demagojinin ardılı olmak DS'nin işi olmamalıydı.
Evet, İlker'lerin, Ağadede'lerin adını anabilmek olumlu bir gelişmedir. Yıllarca DY içinde olduğunuzda ve dışına çıktığınızda görmezlikten geldiğiniz, küçümsemeye çalıştığınız onlar sadece kendi stratejik çizgilerine uygun olarak savaşmışlar ve şehit düşmüşlerdir. Ama satır aralarında üzerine vurgu yaparak, "tüm" diyerek, "yetersiz teorik kavrayışların"dan söz ettiğiniz bu devrimcilerle tek bir ideolojik-politik tartışmaya giremediğinize kendi yayınlarınız tanıktır. Söyleyebilecek tüm sözünüzün DY'nin sözlerinden öteye geçemeyeceğini sizlerde biliyorsunuz. Ancak bunlar önemli değildir. Önemli olan, satır aralarına sıkıştırılmış sözlerle kendi kitlenizi koşullandırmanızın hiçbir işe yaramayacağıdır. THKP-C/HDÖ, ne birileri var dediği için vardır; ne de yok dedikleri için yok olmuştur. Ama bundan DS'nin rahatsızlık duymasına gerek de yoktur. Onları THKP-C/HDÖ' ne katılmaya ya da THKP-C/HDÖ'nin görüşlerini benimsemeye çağıran ya da zorlayan da yoktur. Onlara söylenen, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi' ni savunduklarını söyledikleri koşullarda ve süresince, bu stratejinin doğru bir kavranışına sahip olmaları gerektiğidir. Şu an artık THKP-C ile kesin bir ayrılma durumuna gelmişlerdir. Bu noktada, artık sorun kendi örgütlenmelerinin ifadesi olacak olan ideolojik-politik görüşlerinin bütünselliğidir. Bu bağlamda ideolojik-politik çizgi tartışmaları devam edecektir. Ancak Politikleşmiş Askeri Savaş Strateji bağlamında ve bu strateji çerçevesinde bir tartışma DS için sona ermiştir. Bu nedenle kendilerinin "yeterli teorik kavrayışları"nın yazılı hale getirilmesini beklemekten başka bir yol da kalmamıştır.
Bu konuda, kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS'ye son bir şeyi anımsatalam:
THKP-C/HDÖ'ni görmezlikten gelebilirsiniz, "küçük örgüt" diye lanse edebilirsiniz, "varlığı ile yokluğu belirsiz" diye söyleyebilirsiniz, ideolojik-politik belirlemelerini "tümüyle" "yetersiz" ilan edebilirsiniz. Bilmelisiniz ki, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Halkın Devrimci Öncüleri kendi stratejik rotasında, THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisinin sürdürücüsü olarak kendi örgütsel faaliyetini sürdürmektedir. Bu devrim mücadelesidir. Bu mücadelede, devrimden başka kalıcı hiçbirşey yoktur.
Dipnotlar
(*) Akt. Legal Kurtuluş, Sayı: 37, s: 5, 23 Mart 1996
(**) Akt. Legal Kurtuluş, Sayı: 37, s: 7, 23 Mart 1996