Haluk Gerger, legal sol söylemle ifade edersek, ülkemizde ender bulunan namuslu, onurlu, dürüst bilimadamlarından birisidir. 12 Eylül askeri darbesi sonrasında üniversiteden uzaklaştırılan Haluk Gerger, Kürt ulusal hareketine sempatiyle yaklaşan ve bu bağlamda insan hakları savunucusu olarak cezaevinde yatan birkaç bilimadamından birisidir. Yine Şubat 1999 sonrasında PKK'nin tasfiye sürecinde, kendi sözleriyle ifade edersek, "yeni süreçte, rejime yönelik eleştirileri bile 'yük' kabul edilen" Haluk Gerger "'yük' sayıldığı yerlerde durmayan bir yoldaş" olarak Kürt yazınından dışlanmıştır.
Bu dışlanma, kendi uzmanlık alanı olan uluslararası ilişkilere daha fazla yönelmesini getirmiştir. Yeni Dünya Düzeni ve Amerikan emperyalizmi üzerine değişik makaleler kaleme almış, tebliğler sunmuş ve konuşmalar yapmıştır. Bu bağlamdaki çalışmalarını "Kan Tadı - Belgelerle ABD'nin Kara Kitabı" ile kitaplaştırmıştır.
Bir tanıtım yazısında kitap hakkında şunlar yazılmıştır: "Emperyalist terör saldırısı karşısında insanlık büyük bir çaresizlik ve korku içinde. Şiddet, savaş, çatışmalarla örülmüş bir dünyada yaşıyoruz. Huzur ve refah içinde tek bir toplum gösterilemez bugün. Üstelik krizler ve çatışmalar yaygınlaşma eğilimi gösteriyor. Tüm bunları anlayabilmek için tarih sayfalarına dönmek gerekir. Herkesin kafasındaki 'şimdi ne olacak' sorusuna Araştırmacı-yazar Dr. Haluk Gerger, çıkardığı son kitabıyla yanıt veriyor." "Herkesin kafasındaki 'şimdi ne olacak' sorusu"na yanıt getirdiği söylenen 526 sayfalık "Belgelerle ABD'nin Kara Kitabı"nın arka kapağında ise şunlar yazılıdır: "1898 yılında Washington Post gazetesinde yer alan 'Ormanda kanın tadı gibi insanların ağzında da imparatorluğun tadı var' sözünden hareketle 'Kan Tadı' adını alan kitap, kuruluşundan günümüze ABD'nin kanlı tarihini mercek altına alıyor.
John Steinbeck'ten Roosvelt'e, Lewis Sinclair'den Bush'a, Truman'dan Marlon Brando'ya, CIA belgelerinden Kongre tutanaklarına, gazete yazılarından televizyon programlarına uzanan sayısız belge..." Her ne kadar kitapların arka kapaklarındaki "tanıtım yazı"larının yayınevleri tarafından yazıldığı ileri sürülse de, yazarın bunda hiçbir sorumluluğu olmadığı iddia edilse de, "bilimadamı" Haluk Gerger'in "sayısız belge"ler içeren "yapıt"ının böylesine "popülist" bir tanıtım yazısıyla yayınlanması kitabın ilk talihsizliği olarak kabul edilebilir.
Okuyucuya, "Amerika'yı anlamak" görevi yükleyen Haluk Gerger kitabın önsözünde şöyle yazmaktadır: "Bu kitap günlük kaygılardan hareketle düşünüldü ama onları aşmaya da kurgulandı; dolayısıyla da tarihsel bir perspektif esas alınarak yazıldı."[1*] Böylece "günlük kaygılardan hareket" eden Haluk Gerger, köşe yazarlarının güncellik uğruna düştüğü durumdan kurtuluşu, "kurgu"da bulmuştur. Eğer Haluk Gerger'in "kurgu"dan anladığı "montaj" ise, yaptığı tüm iş, kendi sözcükleriyle, "ele alınan zaman diliminde ve dönemin aktörlerince yazılmış yazıların"[2*] birbirine eklenmesinden ibarettir. Yok eğer "kurgu"dan anladığı "spekülasyon" ise, yapılan tümüyle spekülatif bilgi üretmekten ibarettir. Her iki durumda da kitabın "bilimselliği" konjonktürel olaylara kurban edilmiş olacaktır.
Genel olarak alındığında, "Kan Tadı"nın "tarihsel perspektifi", Brittanica Ansiklopedi yayınlarının çıkarmış olduğu "The Annals of America" ile Howard Zinn'in "A People's History of the United States: 1492-Present"ın perspektifinden ibarettir. Kitabın büyük bir bölümü bu kitapların Türkçe "tercümesi" gibidir.[3*] Ancak kitabı bilimsellikten uzaklaştıran sadece kurgusalcılığı ve belli bir dünya görüşüne uygun olarak yazılmış kitapları kaynak alması değildir. Bu kaynaklarda yer aldığı söylenen "belgeler", doğruluğu araştırılmaksızın ve yazarlarının öznel yorumlarıyla birlikte aktarılmıştır. Bu açıdan ele alındığında denilebilir ki, Haluk Gerger'in kitabı, Howard Zinn'in bakış açısıyla ve "A People's History of the United States: 1492-Present"ın planıyla kaleme alınmıştır. Aradaki boşluklar ise Brittanica'nın 22 ciltlik "Amerikan Yıllığı"yla doldurulmuştur.
Bu nedenle, kitabın amacı, "Amerika'yı anlamak" için anlatmak haline dönüşmüştür. Üstelik Amerikalıların dili ve söylemleriyle. Buna rağmen Haluk Gerger yine de ülkemizin tarihinden, dilinden ve terminolojisinden uzak kalmamaya çalışır: "Amerikan emperyalizmi, dışımızdaki bir olgu değil, içimizdeki bir süreçtir, yapıdır, kurumlar ve kişilikler bütünüdür. Türkiye kapitalizminin ta kendisidir. İsterseniz, dışımızdaki bir saldırganlık değil, içimizdeki bir işgalci de diyebiliriz. Ne var ki, onu salt bir işgalci olarak görmek, içsel mekanizmalarla organik bütünlüğünü gözden kaçırmak yanıltıcı olabilir. Amerikan emperyalizmi, hükmünü, bütün boyutlarıyla Türkiye kapitalizmi aracılığıyla, onunla bütünleşmiş bir biçimde icra ediyor. İşbirlikçiler ne kadar dışsalsa, ABD de o kadar dışsaldır, ya da ABD ne kadar içselse işbirlikçileri de o kadar içseldir."[4*] İşte kurgusal kitabın kurgusal bilgisi ülkemizin tarihinden gelen dil ve terminolojiyle böyle kurgulanmıştır.
Olgu: Ülkemizde emperyalizm içsel bir olgudur.
Kurgu: "yapıdır, kurumdur ve kişilikler bütünüdür".
Olgu: Ülkemiz emperyalizmin işgali altındadır. (Gizli işgal)
Kurgu: "salt işgalci değildir, içsel mekanizmalarla organik bütünlüğe sahiptir".
Olgu: Ülkemizdeki kapitalizm, kendi iç dinamiği ile değil, yukardan aşağıya geliştirilmiştir. Dolayısıyla yerli tekelci burjuvazi, daha baştan, çekirdek halindeyken emperyalizmle bütünleşerek gelişmiştir.
Kurgu: "Amerikan emperyalizmi, hükmünü, bütün boyutlarıyla Türkiye kapitalizmi aracılığıyla, onunla bütünleşmiş bir biçimde icra eder".
Haluk Gerger kitabının önsözünde yaptığı bu kurgusallıkla, sanki 1980'lerde Yalçın Küçük'ün rolüne soyunmuş görünmektedir. Yalçın Küçük gibi, THKP-C'nin emperyalizm tahlilini çağrıştıran sözler söyler, sonra da temelden farklı görüşleri okuyucuya empoze etmeye çalışır. "Türkiye ABD ilişkilerinin bir boyutuna daha değinmek gerekiyor. O da, ülkedeki ABD varlığıyla halkın ilişkisidir, karşılıklı etkileşimidir, daha doğrusu bunların halka yansımasıdır. Uzun bir analiz yapmadan sonuç olarak bu konuda denebilir ki, uzun bir süre içinde, çok yönlü ekonomik, politik, ideolojik, kültürel mekanizmalarla dayatılmış bu ilişki, halk açısından artık kendi dinamiklerine kavuşmuştur, yani sürdürülebilir bir nitelik kazanmıştır."[5*] Bize "Amerika'yı anlamak" gerektiği öğüdü veren Haluk Gerger, "uzun bir analiz yapmadan sonuç olarak", Türkiye halkı Amerikan emperyalizminin safına geçmiştir demektedir. Ama ne yazık ki Haluk Gerger, içinde yaşadığı, dostluk ettiği, bilimci konuşmalar yaptığı küçük-burjuva aydınları ile halkı karıştırmaktadır. "Herkesin kendine göre bir nedeni olabiliyor ama sonuçta halk, bu ilişkinin vurguladığımız anlamıyla ve biçimiyle sürmesine pasif ortaklık ediyor... Bu böyle, çünkü insanlar ABD ile düzen arasındaki organik bağların ayırdındalar."[6*] derken, içinde yaşanılan dünyanın bilincinde ("ayırdında") olan, dolayısıyla emperyalizmin "pasif" işbirlikçisi olan küçük-burjuvaları halk zannettiği açıktır.
Eğer devrim kitlelerin eseriyse, kitleler halk ise, Haluk Gerger'in, içinde yaşanılan koşullarda devrimden yana bir umudu olmadığı görülmektedir. Ama yine de, ne olur ne olmaz diyerek devrimci mücadeleye kılavuzluk etmekten de kendini alıkoyamamıştır: "Kapitalizmle emperyalizm arasındaki bağ, ikisine birlikte bağlılığı kaçınılmaz kılıyor, ya da, aynı anlama gelmek üzere, birinden kurtulmak, ikisine karşı birlikte mücadele etmeyi gerektiriyor. Kapitalizm çerçevesinde, hele onun en temel kurumlarına dayanarak Amerikan emperyalizmine karşı çıkmak, olsa olsa, bir aldatmacadır.
Burjuva milliyetçiliğiyle değil, anti-kapitalist sosyalist yurtseverlikle emperyalizme gerçekten karşı çıkılabilir; bu da aynı zamanda Türkiye kapitalizmine, düzene bütünlüklü, topyekun, devrimci bir karşı çıkıştır elbette."[7*] (abç) "Türkiye kapitalizmi" ile bütünleşmiş Amerikan emperyalizmine karşı "antikapitalist sosyalist yurtsever" bir çizgide "devrimci karşı çıkış" programı yapan Haluk Gerger, "kapitalizmin çerçevesinde, hele onun en temel kurumlarına dayanarak Amerikan emperyalizmine karşı çıkan"ları da "burjuva milliyetçisi" ilan etmektedir.
Burada yine söz, dönüp dolaşıp "halk" denilen küçük-burjuva aydınlarına gelmektedir. Onlara demektedir ki, Amerikan emperyalizmine karşı ordu vb. kurumlara dayanarak mücadele edilemez, mücadele "antikapitalist sosyalist yurtsever topyekün devrimci bir karşı çıkış"tan geçmektedir.
Şüphesiz Marksist-Leninist görüşlerle az çok tanışıklığı olan herkesin kolayca anımsayacağı gibi, anti-emperyalist sosyalist mücadele ya da sadece anti-kapitalist mücadele tanımları sol yayınlarda sıkça kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Aynı şekilde emperyalizme karşı milliyetçilik tabanında mücadeleden ya da enternasyonalizm ve yurtseverlik tabanında mücadeleden de söz edilir. Ama Haluk "hoca" öylesine kurgusallığa kapılmıştır ki, tüm bunların eklektik bir toplamını "devrimci karşı çıkış"ın niteliği haline getirmiştir. Böylece kendisini sol'da gören ya da sol örgütlerden birinde yer alan her kişi bu eklektik belirlemede kendilerinden birşeyler bulacaktır.
Haluk "hoca" bilmek ya da araştırma yapmak zorundadır ki, anti-kapitalist mücadele ile sosyalist mücadele bir ve aynı şeydir. "Anti-kapitalist sosyalist" deyimi, eğer bellek kaybından ileri gelmiyorsa, bazı eski "sol" küçük-burjuva aydını gibi, Haluk "hoca"nın da SBKP'nin modern revizyonist çizgisinin haldeki bir savunucusu olarak varolmaya çalıştığını göstermektedir. Bu bağlamda "anti-kapitalist sosyalist" deyimi ile kastedilen revizyonist ve troçkist "aşamasız devrim" ise, emperyalizm hakkında 526 sayfa kitap yazmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu durumda, Haluk "hoca"nın yapması gereken Türkiye kapitalizmi hakkında kitap yazmaktır.
"Yurtseverlik"e gelirsek.
Haluk Gerger, bir "anti-kapitalist sosyalistin" ayrıca yurtsever olmasını ya da yurtseverin sosyalist olmasını düşünmektedir. Eğer söylemek istediği, "anti-kapitalist sosyalist"lerin fazla enternasyonalist oldukları, emperyalizme karşı mücadelede biraz yurtsever olmaları gerektiği ise, bunun adresi, anti-emperyalist mücadeleyi reddeden, anti-kapitalist mücadelenin onu da içerdiğini söyleyen SBKP izleyicisi revizyonistler olmaktadır.[8*] Yok eğer Haluk Gerger'in "anti-kapitalist sosyalist"e eklediği yurtseverlikten kastettiği, PKK söylemindeki "yurtseverler" ise, bunun adresi de Kürt milliyetçiliği olmaktadır.
Kurgusal bilgi, nereye ait olduğu ve nasıl oluştuğu bir yana bırakılarak her türden olgunun istenilen amaca uygun olarak kurgulanması ise, Haluk Gerger'in yaptığı da bundan başka birşey değildir.
Bu kurgusal görüşleriyle okuyucuya "Amerika'yı anlamak" gerektiğini söyleyerek ABD tarihini anlatmaya girişen Haluk Gerger, ABD kapitalizminin gelişimini Kapital'e dayandırarak şöyle açıklar: "... kolonilerde toprak herkese yetecek kadar bol ve ucuz ya da parasız olduğundan sermayenin işgücü gereksiniminin karşılanması sorun olur. Herşeyden önce, koloniye gelen göçmen, ya hiç işçilik yapmadan ya da kısa bir süre yapıp biraz para biriktirdikten sonra, toprak alır ve kendi özel mülkiyeti olan üretim aracı üzerinde işleyen özgür üretici olur. Böylece de sermaye hem işçi bulmakta zorlanır, hem de yedek işgücü yaratamadığından var olan işçiye de fazla ücret ödemek zorunda kalır. İşçi çalıştırmayan, emeği sömüremeyen sermaye de çürür, yiter gider elbette. Üstelik, pek çok gereksinimini kendisi üreten çiftçi, iç pazarın sermaye açısından güçlenmesini de önler, pazar daralır, üretim düşük taleple karşılaşır. Bunun için, toprağın sayıca az özel ellerde toplanması, kamu malı olanın pahalıya satılması, böylece de işçilerin işçi kalmaya mecbur edilmesi gerekir. (Bkz. Karl Marks, Capital.., s. 716-724) İşte İç Savaş sonunda da böyle oldu ve kapitalistlerin işgücü pazarıyla rezervi böyle genişletildi."[9*] Haluk Gerger'in ABD'deki işçi pazarının genişlemesine ilişkin (üstelik Marks'ı tanık göstererek) yazdıklarına Marks, "Bay Wakefield'in ilkel birikim yöntemi" demektedir: "İngiliz hükümetinin, Bay Wakefield'in özellikle sömürgelerde kullanılmak üzere önerdiği bu 'ilkel birikim' yöntemini yıllardır kullanmış olması, çok karakteristiktir. Uğranılan başarısızlık, kuşkusuz, Sir Robert Peel'in Banka Yasası kadar tam ve kesindi. Göç akını, yalnızca İngiliz sömürgelerinden Birleşik Devletler'e çevrilmiş oldu. Bu arada, Avrupa'da, kapitalist üretimdeki gelişme, artan hükümet baskısıyla birlikte Wakefield'in önerisini gereksiz duruma getirdi. Bir yandan, yıllar yılı Amerika'ya yönelen büyük ve bitip tükenmez insan seli, Birleşik Devletler'in doğu kesiminde, ardında kalıcı bir tortu bıraktı; Avrupa'dan gelen göç dalgası, buradaki emek pazarına, batıya doğru olan göç akınının alıp götürebileceğinden fazla insan getiriyordu. Öte yandan, Amerikan iç savaşı muazzam bir ulusal borç getirmiş ve onunla birlikte vergi baskısı arttığı gibi, aşağılık bir mali aristokrasi doğmuş, demiryollarının, madenlerin vb. sömürülmesi için spekülatör şirketler büyük parçalar halinde kamu topraklarını yağmalamış, kısacası, çok hızlı bir sermaye merkezileşmesi olmuştur. Böylece, bu büyük cumhuriyet, göçmen işçiler için vaadedilen toprak olmaktan çıkmıştır."[10*] Görüleceği gibi, Haluk Gerger'in bize anlattığı "Amerika" ile gerçek Amerika birbirinden farklıdır. Üstelik Amerikan işçi hareketinin tarihini belirleyen bir farklılıktır bu.
Ancak Haluk Gerger'in bu yanılgısı basit bir okuma hatası olarak kabul edilemez. Kitabında "Kapitalizm, Tekelleşme ve Emperyalizm" bölümünde şöyle yazmaktadır: "Tekeller, ... öteki tekellerle baş edebilmek, artan büyüme ve buna bağlı sermaye ihtiyacını karşılamak için yeni pazar hakimiyeti peşinde koşarlar. Bu dinamiğin bir başka sonucu da, bilinen hammadde kaynaklarıyla, olası kaynaklar üzerinde kesin hakimiyet kurma zorunluluğunun ortaya çıkmasıdır. Bu arada içerde rantabl olmayan sermaye fazlasının da daha kârlı alanlar bulmak üzere ihracı gündeme gelir. Dışarıya açılma gereksinimi, ticaret yollarının, alanlarının, pazarlarının, giderek başka ülkelerin denetimini zorunlu hale getirir. İhracat için talep yaratma, geleneksel pazarların, hayat tarzlarının ve kültürlerin yıkıma uğratılarak 'uyumlu' hale getirilmesi bir başka temel strateji olarak ortaya çıkar."[11*] (abç) Görüldüğü gibi, Haluk Gerger'e göre, tekeller, "sermaye ihtiyacını karşılamak için" yeni pazarlar peşinde koşarken, aynı zamanda hammadde kaynakları üzerinde hakimiyet kurma zorunluluğu ile karşılaşırlar. Sermaye ihracı ise, "içerde rantabl olmayan sermaye fazlası" için gereklidir.
Bu duruma göre, tekeller, bir yandan artan büyümeye bağlı olarak ortaya çıkan "sermaye ihtiyacı" içindeyken, diğer yandan "rantabl olmayan sermaye fazlasına" sahiptirler. Bu durumda, tekellerin "dışarıya açılma gereksinimi", dışarda "rantabl sermaye" bulmak ve içerde "rantabl olmayan sermaye fazlasına" dışarda "rantabl alan" bulmak için ihraç etmek olarak ortaya çıkmaktadır. Buradan çıkan sonuç, tekellerin içerde "rantabl olmayan sermaye fazlasına" sahipken "rantabl sermaye"ye sahip olmadıklarıdır. Demek ki sermaye ihracı, dışardan "rantabl sermaye" sağlamak ve içerde "rantabl olmayan sermaye fazlasına" rantabilite kazandırmak olmaktadır.
Oysa ki, bugüne kadar tekelci kapitalizm üzerine yapılmış tüm araştırmalar, gelişmiş kapitalist ülkelerde muazzam bir "sermaye fazlası" olduğunu gösteriyordu. Dolayısıyla "Kapitalizm, kapitalizm olarak kaldıkça, sermaye fazlası, belli bir ülkede yığınların yaşam düzeyini yükseltmeye değil -çünkü bu durumda kapitalistlerin kazançlarında bir azalma sözkonusudur-, dış ülkelere, geri kalmış ülkelere sermaye ihracı yoluyla, bu kârları artırmaya yönelirler."[12*] diye bilinirdi. Bu araştırmalarda "rantabl" sorunu, "kârları artırma" sorunundan başka bir anlama gelmezdi. Ama Haluk Gerger'in son kitabı tüm bu bilgileri altüst etmektedir!
Aynı altüst ediş, "ihracat için talep yaratma"da da ortaya çıkar.
Kitapta, "ihracat"a ilişkin özel bir belirleme yapılmadığından, bu sözcükle ne anlatıldığı belirsiz bırakılmıştır. Ancak "ihracat için talep yaratma" tanımının ekonomideki karşılığı "metalar için talep yaratma" olarak yer aldığından, Haluk Gerger'in "ihracat" sözcüğü ile "meta ihracatı"ndan söz ettiği sonucunu çıkartmak yanlış olmayacaktır. Bu durumda, tekelci kapitalizmin, "ihracat için talep yaratma" çabası "temel strateji" olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa ki, emperyalizmin ayırıcı özelliği "meta ihracı" değil, "sermaye ihracı"dır. Dolayısıyla bir "temel strateji"den söz edilecekse, bu da, "sermaye ihracı" için sözkonusudur.
Diğer yandan, emperyalizmin "geleneksel pazarların, hayat tarzlarının ve kültürlerin yıkıma uğratılarak 'uyumlu' hale" getirmesini "bir başka temel strateji" olarak tanımlaması, hem sermaye ihracının ne olduğunu anlamamak, hem de kapitalizm tarafından tasfiye edilen geri üretim ilişkileri karşısında gözyaşı dökmek anlamına gelmektedir. "İhraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde, kapitalizmin gelişmesini etkiler, hızlandırır. Böylece, sermaye ihracı, ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da, bunun, bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı."[13*] Sermaye ihracının dünya çapında kapitalizmi geliştirmesi, hiç şüphesiz feodal pazarları, feodal hayat tarzlarını ve feodal kültürleri yıkıma uğratır. Burada hayıflanılacak, üzüntü duyulacak ya da husumet gösterilecek herhangi bir durum yoktur. "İthal edilmiş sermaye, yeni açılmış ülkelerdeki uzlaşmaz karşıtlıkları iyice derinleştirir; ulusal bilinçleri uyanmakta olan halklarda, o çağrısız konuklara karşı büyüyen direnmeyi uyarır; bu direnme, kolayca, yabancı sermayeye karşı tehlikeli birtakım önlemlere dönüşebilir. Eski toplumsal ilişkiler temelden değişikliğe uğrar; 'tarihin kenarında kalmış uluslar'ın binlerce yıldan beri süregelen tarımsal yalnızlıkları bozulur; onlar da kapitalist girdaba sürüklenirler. Bizzat kapitalizm, yavaş yavaş, boyuneğmiş toplumlara kurtuluşun yollarını ve araçlarını hazırlar. Ve bu toplumlar, bir zamanlar, Avrupa uluslarının en yüce amacı olan bu amaca, ekonomik ve kültürel özgürlüğün bir aracı olarak, birleşmiş ulusal bir devlet kurmaya doğru yönelirler. Bu bağımsızlık hareketi, Avrupa sermayesini, en değerli ve en umut veren sömürü alanlarında tehdit etmektedir ve Avrupa sermayesi, ancak askeri güçlerini durmaksızın artırmak yoluyla egemenliğini koruyabilmektedir."[14*] Haluk Gerger'in "temel strateji" olarak adlandırdığı ise, emperyalist sömürge politikasından başka birşey değildir. Bu sömürge politikası, "herhangi bir kapitalist devletçe elkonmamış bölgelere kolayca yayılan sömürge politikasından, tamamıyla paylaşılmış yeryüzü topraklarının, tekellerin mülkiyetine geçmesi için uygulanan sömürge politikasına geçiş"[15*] demektir.
Diyebiliriz ki, Haluk Gerger'in emperyalizme, emperyalist sömürüye karşı duyduğu tepki, onu, kapitalizmin feodal üretim ilişkilerini ve buna bağlı üstyapıyı tasfiye etmesine tepki duymaya yöneltmiştir. Duygusallık olarak tanımlayabileceğimiz bu yöneliş bilimsel olmadığı gibi, emperyalizmin niteliğinin kavranılmasına da hizmet etmemektedir.
Haluk Gerger, bunların yanında internet alıntıcılığına, bir başka deyişle internet bilimadamlığına doğru bir adım atmış görünmektedir. Örneğin Küba'ya ilişkin yasal provokasyonları sıralayan "Northwoods Harekâtı"na ilişkin "belgenin" kaynağı 344 nolu dipnotta şöyle verilmektedir: "Chairman, The Joint Chiefs of Staff, Memorandum for the Secretary of State, 'Justification for US Military Intervention in Cuba', Washington DC, 13 Mart 1963. Georgia Washington Universitesi, Ulusal Güvenlik Arşivi (National Security Archive) web sayfasında bulunabilir: http://www.gwu.edu/~nsarchiv/news/20010430"[16*] Bu "web" adresli "belge", kitapta dört tam sayfayı doldurmaktadır. Bilimsel bir yapıttan beklenen kalıcılık açısından bakıldığında, Haluk Gerger'in kitabının kalıcılık süresi bu "belge"nin yer aldığı "web sayfası"nın kalıcılığı ile sınırlıdır. Şüphesiz kaynağın "güvenilirliği" ya da doğruluğu da, tümüyle "web sayfası" yayıncısının "iyiniyetine" bırakılmıştır. Her an silinebileceği gibi, istenildiği gibi değişiklik yapılabilecek özelliğe sahiptir.
Haluk Gerger'in internet kaynağına atıfta bulunduğu yazının en önemli özelliği ise, Amerikan emperyalizminin dezinformasyon faaliyetlerinin "teşhiri"dir. Bu "teşhir" için kullanılan kaynak ise, sadece internet kaynağı olmaktan öte, Pentagon'un binlerce "bilgi notu"ndan birisi olmasıdır.
Yine kitabın 493-494. sayfalarında "Amerikan seçkinlerinin önemli bir bölümü"nün "emperyal bir egemenlik sistemi" kurmaya "muktedir olunduğuna" inandıklarını kanıtlayan alıntıların kaynağı olarak (491 nolu dipnot) Philip S. Golup'un "Westward the Course of Empire"sı gösterilmekte ve bu kaynağın özgün metninin Le Monde Diplomatique, Eylül 2002 olduğu söylenerek http://www.MondeDiplo.com'da "bulunabilir" denilmektedir.
Kitabın 512-513. sayfalarında "Amerikan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Ulusal Güvenlik Üniversitesi yayınlarından çıkan Shock and Awe (Şok ve Dehşet) başlıklı kitabı" "internet üzerinden okumak mümkündür" denilerek http:///www.shockandawe.com" adresi verilmektedir.
Herhangi bir bilimsel yayında internet kaynaklarına atıf yapılması "önemsiz" görülebilinse bile, kaynak kitaptan yapıldığı söylenen alıntının kitabın hangi bölümünde ya da sayfasında bulunduğunun belirtilmemiş olması o denli "önemsiz" kabul edilemez. Eğer bu yapılmamışsa, ya bir kalem sürçmesi olmuştur, ya da "bilimadamı" internetin anonim kaynaklarından elde ettiği bilgiyi "bilimsel" bir görünüm altında sunmaya çalışmıştır. "Kan Tadı"nda bunlardan hangisinin olduğunu Haluk Gerger'den başkasının bilmesi de olanaksızdır.
Ancak konular burda bitmemektedir. Haluk Gerger, Amerikan "medya"sının çok sevdiği "Shock and Awe" bombardımanını "hızlı hakimiyet (radip dominance) adı verilen yeni psikolojik yöntemin dehşet ve korku yaratma tekniği"[17*] olarak değerlendirmektedir. Ve "şok ve dehşet"i (Shock and Awe) Amerikan emperyalizminin terörüyle eşdeğer kabul ederek şöyle yazmaktadır: "Emperyalizm, bugün terörü, hem de milyonlara yönelik organize devlet terörünü temel yöntem yapmış, askeri doktrinin taktik uygulamasından stratejik hedef mertebesine yükseltmiş, 'hasmın iradesini kırmak" olan klasik askeri zafer tanımıyla eşdeğer düzeyde ele alarak uygulamaya koymuştur."[18*] Haluk Gerger, askeri bir kavram olan "radip dominance" (hızlı egemenlik)'i Amerikan emperyalizminin "yeni psikolojik yöntemi" olarak sunarken, askeri alana adım atmış ve savaş teorisine girmiştir. Ve "emperyalizm"in, "terör"ü, "askeri doktrinin taktik uygulamasından stratejik hedef mertebesine yükselt"tiği sonucuna ulaşmıştır. Üstelik "hasmın iradesini kırmak"ın "klasik askeri zafer tanımı" olduğunu söyleyerek, emperyalist terörün bununla eşdeğer düzeyde olduğunu söylemektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, "klasik askeri zafer", düşmanı askeri olarak etkisiz hale getirmekten ibarettir. Düşmanı askeri olarak etkisiz hale getirmek ise, düşmanın savaşı sürdürme isteğini, iradesini yıkmak ve silahsızlandırmakla olanaklıdır. "... düşmanı bir savaş hareketi ile irademize boyun eğecek duruma getirmek istiyorsak, ya onu gerçekten silahtan tecrit etmek, ya da kendisini öyle bir tehdit altında hissedeceği bir hale getirmek gerekir. Bundan çıkan sonuç şudur ki, düşmanın silahtan tecridi veya bozguna uğratılması -adına ne dersek diyelim- askeri harekâtın amacıdır."[19*] Eğer düşmanın iradesini kırmak, dolayısıyla irademize boyun eğdirmek ya da onu "tehdit altına" almak psikolojik yöntem ise, savaşın kendisi bir bütün olarak "psikolojik yöntem" olacaktır. Eğer "terör", düşmanı "teslim olmaya ve boyun eğmeye" götüren "büyük dozda şiddet" ise, bizatihi savaşın kendisi "terör" demektir. "Savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir... Şiddet, yani fizik kuvvet (çünkü Devlet ve Kanun kavramlarının dışında manevi kuvvet diye bir şey yoktur), böylece savaşın aracı olmaktadır; ereği ise düşmana irademizi zorla kabul ettirmektir.
... savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sınırı yoktur."[20*] Böylesine sınırsız şiddeti içeren savaş, Mao'nun deyişiyle,"insanlar arasındaki karşılıklı boğazlaşma canavarı"dır. Su katılmamış küçük-burjuva hümanistleri, savaşın bu niteliğinden yola çıkarak, "savaşa hayır" der, onu lanetler.
Marksist-Leninistler ise, savaşın politikanın başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) bir devamı olduğunu kabul ederler. Dolayısıyla savaşın olduğu yerde şiddet, şiddetin olduğu yerde dehşet ve korku vardır. Ancak, "... biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz."[21*] Bu nedenlerden dolayı, emperyalist savaşları "terör" olarak nitelemek ve buradan çıkarak tüm savaşların yalın bir "terör" olduğu düşüncesini yaymak küçük-burjuva pasifizminden başka birşey değildir.
Haluk Gerger'in emperyalizmin "yeni psikolojik yöntemi" olarak ilan ettiği "hızlı egemenlik" ("rapid dominance") anlayışına gelirsek. Amerikan emperyalizminin "hızlı egemenlik" peşinde koşmasının nedeni, savaşları hızla sonuçlandırmak istemesindendir. ("Çabuk sonuçlu savaş") Bu da, Vietnam halk savaşından çıkardığı derstir. Uzayan her savaş Amerikan emperyalizminin savaş gücünü zayıflatmakta ve giderek savaşamaz hale getirmektedir. Bir başka deyişle, uzatılmış ya da uzun savaş, Amerikan güçlerinin savaşma azmini ve iradesini kırmaktadır. Bu nedenden dolayı, onlar, savaşın olabildiğince kısa sürede sonuçlandırılmasından yanadırlar. Bundan çıkan sonuç ise, emperyalizme karşı savaşan halkların uzatılmış bir savaş yolunu tercih etmeleri gerektiğidir. Bu ise, yıpratma savaşıdır. Clausewitz'in tanımıyla yıpratma savaşı, uzun süren bir harekât aracılığı ile düşmanın maddi kuvvetlerinin ve iradesinin giderek tükenmesidir. Amerikan emperyalizminin "asimetrik savaş" dediği savaştır bu. Bu savaşta esas olan düşmandan daha uzun süre dayanmaktır.[22*] Haluk "hoca", Amerikan emperyalizminin kısa sürede zafer elde etme amacını ("rapid dominance") "büyük dozda şiddet" ("terör") uygulaması olarak tanımlarken, aynı zamanda uzatılmış bir savaşın daha uzun süreli "büyük dozda şiddet"e yol açacağı yargısı oluşturmaktadır.
Haluk "hoca" bununla da yetinmez. Böylesine "büyük dozda şiddet" uygulayan, "hızlı hakimiyet" peşinde koşan Amerikan emperyalizminin Amerikan toplumu ile özdeş olduğunu ilan eder. "Boyutlarında ve tepkilerinde aşırı, abartılı; şiddet hastası bir yapı. Bağrında küçük adacıklar halinde çok sayıda farklılıklar, olumluluklar, umut tomurcukları taşısa da, dünyanın en dindar, en şoven, en militarist, tutucu ummanı Amerikan toplumu. Politik görevleri, kampanya fonlarının cenderesinde, fiilen parayla satılan bir demokrasi; halkın çok büyük bölümü bastırılmış, kandırılmış, tümüyle dışlanmış, kurulmuş oy robotları. Hayat, onmilyonlarcası için, tüketim tufanı,şiddet sarmalı, hamburger-Cola salgını, borçları ödeme kaygısı, maddi manevi ayakta kalma kavgası. Zengini kıyıcı, ana medyası, resmi tarihi, eğitim sistemi, propaganda aygıtı, siyaset sınıfı hile ve desise ustası. Sanatı hokuspokus ve yanılsamalar makinası, yöneticileri yalan ustası. Ekonomisi sömürü çarkı, yabancılaşma-meta-kâr üreten, emek öğüten, insan tüketen emme basma tulumbası. Geçmişi sabıkalı, günümüzde sakıncalı, görünür geleceğinde ölüm dansı yapan felaket tanrıçası...
Ve başta kendini, dünyayı boğan, kendisinin mutlak haklılığına, doğruluğuna, iyiliğine, üstünlüğüne olan sorgusuz sualsız, kendini beğenmiş, ırkçı, cahil, kaba, hastalıklı saplantısı."[23*] Böylesine toplumu ile özdeşleşmiş saldırganlığı "anlama"mızı sağlayan Haluk Gerger, bunun karşısında ne yapmak gerektiğini ise şöyle ifade eder: "Asıl mesele belki de, Amerika'yı kendinden, içindeki şeytandan kurtarmak; kâr maksimizasyonuyla bile tatmini olanaksız sömürü dürtüsünden, yerlerin ve göklerin ve ruhların efendisi olma tutkusundan, obur ihtiraslarından...
Karşımızda, yapısal olarak bir şiddet abidesi, öznelliği ve ideolojik yönelişiyle de bir put var.
Zaman, insanı alçaltan devası anıtları parçalamak, kendisine tapınmaya tutsaklaştırılan putları kırmak zamanı olmalı..."[24*] Böylece 526 sayfalık "Kan Tadı" biterken, her türden savaşın "terör" olduğunu, Amerikan emperyalizmi ile Amerikan toplumunun özdeş olduğunu öğreten Haluk Gerger, "durumdan vazife çıkararak", Amerika'yı Amerikalılardan kurtarma görevini okuyucunun omuzlarına yükler.[25*] Üstelik Amerikan toplumunu "dünyanın en dindar, en şoven, en militarist, tutucu ummanı" faşist bir toplum olarak ilan ederek yapar bu görevlendirmeyi. Böylece Amerikan emperyalizmi değil, bir bütün olarak Amerikan toplumu dünya halklarının baş düşmanı haline getirilir.
Böylece ilk sayfalarında küçük-burjuva hümanizmi ile başlayan kitap, küçük-burjuva pasifizmine yelken açtıktan sonra, küçük-burjuva anarşizmi ile sonlanmaktadır.
Hayır Haluk "hoca"!
Bu, işçi sınıfının ve ezilen halkların savaşıdır. Bu savaş haklı bir savaştır. İnsanlığın her türlü sömürüden, şiddetten kurtuluşunu amaçlayan bir savaştır. Bu savaşın baş hedefi, Amerikan emperyalizmi ve onun ekonomik, politik ve askeri savaş mekanizmasıdır. Amerikan toplumunu oluşturan insanlar nedenli "kendini beğenmiş, ırkçı, cahil, kaba, hastalıklı saplantı" sahibi olurlarsa olsunlar, işçi sınıfının ve ezilen halkların emperyalizme karşı savaşının düşmanları değillerdir. Bu ayrımı görmeyenler, göremeyenler, Amerikan emperyalizminin gücü karşısında çaresiz, güçsüz ve korkak küçük-burjuva aydınlarıdır. Bu küçük-burjuva aydınları Noam Chomsky, Howard Zinn gibi neo-anarşistlere öykünseler de, işçi sınıfının ve ezilen halkların bu entelektüel anarşist Amerikalılardan öğrenecekleri hiç bir şey yoktur.
Noam Chomsky ve Howard Zinn mantığıyla bize Amerika'yı anlatan Haluk Gerger, Amerikan emperyalizminin "korku imparatorluğu" olduğuna da inanmaktadır. Bir tebliğinde şöyle yazmaktadır: "Eskiden Amerikan saldırganlığının temelinde, nesnel olarak, kapitalizmin yasaları, emperyalizmin dinamikleri, Amerikan sermayesinin özel ihtiyaçları, öznel olarak da, güç ve korku yatmaktaydı. Bugün, nesnel dinamikler kendi koşullarında işlerken, öznel boyutta güç ve zaafiyet (ve dolayısıyla onun yarattığı öncekinden farklı korku) belirleyici olmaktadır."[26*] Böylece öğreniyoruz ki, bugün "Amerikan saldırganlığının temelinde ... güç ve korku yatmakta"dır. Dün "Amerikan saldırganlığı"nda belirleyici yan "kapitalizmin yasaları, emperyalizmin dinamikleri, Amerikan sermayesinin özel ihtiyaçları" iken, bugün "güç ve korku" olmuştur. (Ve Haluk Gerger, bu tebliğinde ortaya koyduğu saptamalarını "Kan Tadı"nda olgular dizisiyle kanıtlamaya çalışmaktadır.)
Edward Kennedy, 27 Temmuz günü Demokrat Parti kongresinde yaptığı konuşmasında şunları söylemektedir: "Bu yönetim (W. Bush yönetimi) korku yaratmıştır. Sağlık hizmetlerinin ve okul masraflarının yükselmesi korkusu, işsizlik korkusu, daha düşük ücret korkusu, sosyal güvenlik korkusu, büyük darkafalılık korkusu, seçim hilesi korkusu...
Büyük deprasyon sırasında Franklin Roosevelt şöyle diyordu: Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir Bugün diyoruz ki, korkulması gereken tek şey G. Bush'un bir dört yıl daha iş başında kalmasıdır.
Bizim mücadelemiz, zamanımızdaki, ülkemizdeki korku ve kayırmacılık politikalarına karşıdır." Görüldüğü gibi, ABD başkan adayı Kerry'nin destekçisi E. Kennedy, tıpkı Haluk Gerger gibi, W. Bush dönemini "korku politikalarının" egemenliği olarak ilan etmektedir. Ancak bu benzerlik şaşırtıcı değildir. Haluk Gerger'in "Amerika"yı anlamak için bize sunduğu kaynaklar bugün Kerry'i desteklemektedirler. Benzeşlik de, Haluk Gerger'in bu Kerry destekçilerinin perspektiflerini önsel olarak kabul etmesinin bir sonucudur. Ama bundan daha olumsuz olanı ise, Amerikan emperyalizmini ekonomik temellerinden ayırarak, onu yalın bir "saldırganlığa", tüm Amerikan toplumuna egemen olmuş bir "güç ve korku" politikasına indirgemesidir.
Lenin, Emperyalizm kitabında, emperyalizmin ekonomik temellerini açık biçimde sergilerken, emperyalizmin, "genellikle, bir şiddet ve gericilik eğilimi" olduğunu, başka ülkeleri "ilhak eğilimi" olduğunu açık biçimde belirtir.
Daha basit bir ifadeyle, emperyalizm, tekellerin dünya çapında imparatorluk kurma eğilimidir. Bu eğilim, öznel bir istem olmayıp, tekelci kapitalizmin kendi dinamikleriyle ortaya çıkan bir özelliktir. Bu da, güç demektir, şiddet demektir. Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığından sonra Amerikan emperyalizminin saldırganlığını artırması ve pervasızlaşması olgusunu, emperyalizmin ekonomik köklerinden kopartarak değerlendirmek, Haluk Gerger'in yaptığı en büyük hatadır.
Psikologlara sorulacak olursa, korku, psikolojik bir olaydır. Ama bir kapitalistin ya da bir emperyalist tekelin korkusu maddi bir olaydır. Onlar sermayelerinin değersizleşmesinden, kâr oranlarının düşmesinden, pazarları yitirmekten, tümüyle sermayelerini kaybetmekten, iflas etmekten vb. korkarlar. Maliyetlerin yükselmesinden, faiz oranlarının artmasından, piyasalardaki istikrarsızlıktan, hammadde fiyatlarının yükselmesinden vb. korkarlar. Sermaye sahibi olmanın getirdiği tüm olanakları, gücü, iktidarı ve yaşam tarzını kaybetmekten korkarlar. Bir emperyalist ülke, pazarların bir başka emperyalist ülke tarafından ele geçirilmesinden korkar. En büyük korkuları ise, kapitalist düzeni tümüyle ve sonsuza kadar ortadan kaldıracak olan sosyalist devrim korkusudur. Kısacası, bu korku zinciri sonsuza kadar uzatılabilecek kadar çoktur.
Komünist Manifesto'nun ilk satırlarında burjuvazinin korkusu ve bu korkuyla nasıl birlik oldukları şöyle yazılıdır. "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları." Ve Komünist Manifesto'nun sonunda da şunlar yazılıdır: "Komünistler, kendi görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal koşulların zorla yıkılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça ilân ediyorlar. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var.
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ, BİRLEŞİNİZ!" Öte yandan, burjuvazi aynı zamanda cüretkardır, korku nedir tanımaz. "Sermaye, kâr olmadığı zaman ya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir %10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin %20, iştahını kabartır; %50, küstahlaştırır; %100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; %300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler."[27*] Görüldüğü gibi, kapitalizm koşullarında korku ile pervasızlık ve cüret bir aradadır. Her ikisi de kapitalist üretim ilişkilerinin doğasından kaynaklanır. Bunları görmezlikten gelip, günümüzde Amerikan saldırganlığının "güç ve zaafiyet"ten kaynaklanan korkuya dayandığını söylemek, devrimci mücadelelerin güçsüzleştiği bir evrede insanları ajite etmek amacıyla söylenmiş bir söz değilse, sadece olayların dış görünüşüyle yetinmekten başka birşey değildir.[28*] Ve bilinirki, olayların görünüşü gerçekleri yansıtsaydı, bilime gerek kalmazdı ve Marks da kapitalist üretim ilişkilerini tahlil etmek için onca uğraşmazdı.
Son olarak Engels'in tarihte zorun (şiddetin) rolüne ilişkin yaptığı saptamayı anımsatalım: "... zorun tarihte ekonomik evrim karşısında oynadığı rol açıktır. İlkin her siyasal zor, önce toplumsal nitelikte ekonomik bir göreve dayanır ve ilkel toplulukların dağılmasının toplum üyelerini özel üreticiler durumuna dönüştürdüğü, yani onları ortak toplumsal görevlerin yöneticilerine daha da yabancı kıldığı ölçüde artar. İkinci olarak, toplumdan bağımsız kılındıktan, hizmetkar durumundan efendi durumuna geldikten sonra siyasal zor, iki yönde etkili olabilir. Ya normal ekonomik evrim yönünde; bu durumda, ikisi arasında bir çatışma yoktur, ekonomik evrim hızlanır. Ya da zor, ekonomik evrime karşı çıkar ve bu durumda, birkaç istisna dışında, ekonomik evrim karşısında her zaman yenik düşer."[29*] Bu tarihin diyalektiğidir.
[1*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 8, Mart 2004. [2*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 8, Mart 2004. [3*] Haluk Gerger, Howard Zinn'in kitabının "bir bölümünün" "Öteki Amerika" adıyla Aykırı Yayıncılık tarafından "tercüme" edildiğini belirterek, "Tercüme edilmiş bölümlere ilişkin atıflarda sadece Türkçe kitabı zikrettim. Türkçeye çevrilmemiş bölümler için İngilizce aslı kullanıldığı zaman da bunu atıf notunda belirttim" diyerek akademisyen disiplinine sahip olduğunu gösterir. [4*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 6, Mart 2004. [5*] Haluk Gerger, agk, s. 7. [6*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 7. [7*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 7. [8*] Anti-kapitalist mücadelenin anti-emperyalist mücadeleyi de içerdiği, dolayısıyla anti-kapitalist mücadeleden ayrı bir anti-emperyalist mücadelenin olamayacağını iddia eden bu modern revizyonist görüş Latin-Amerika'daki "resmi" KP'lerinin çizgisidir. [9*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 71. [10*] Karl Marks, Kapital, Cilt: I, s. 793, Ankara 1986. [11*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 77. [12*] Lenin, Emperyalizm, s. 75. [13*] Lenin, Emperyalizm, s. 78. [14*] Hilferding, Das Finanzkapital, Akt. Lenin, Emperyalizm, s. 146-147. [15*] Lenin, Emperyalizm, s. 107. [16*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 327. [17*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 512. [18*] Haluk Gerger, agk, s. 513. [19*] Clausewitz, Savaş Üzerine, s. 49, Nisan 1975. [20*] Clausewitz, agy, s. 44-45. [21*] Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 11. [22*] "Ancak mücadeleye düşmandan daha uzun süre dayanmak istiyorsak, mümkün olduğu kadar mütevazi amaçlarla yetinmek gerekir, çünkü işin niteliği gereği önemli bir hedef önemsiz bir hedefe göre daha büyük ölçüde kuvvet harcamasını gerektirir. Saptanabilecek en küçük hedef ise sadece direnmektir, yani olumlu bir amacı olmayan bir mücadeleye girmektir. Bu durumda, nispeten kuvvetli araçlara sahip olduğumuz ölçüde, sonuca daha emin bir şekilde ulaşmamız sağlanmış olacaktır. Ancak bu salt olumsuz (menfi) yolda nereye kadar gidebiliriz? Elbette tam bir hareketsizliğe kadar değil, çünkü sadece dayanmak muharebe etmek değildir. Direnme, düşman kuvvetlerinin, düşmanı niyetinden vazgeçirmeye yetecek kadar bir kısmını yok etmeye dönük bir faaliyettir." (Clausewitz, Savaş Üzerine, s. 73-74.) [23*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 518. [24*] Haluk Gerger, Kan Tadı, s. 526. [25*] Küçük-burjuva aydınlarının işçi sınıfına ve ezilen halklara bu tür görev verişleri sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bir zamanlar D. Perinçek'in halka "silahlanın, ayaklanın..." gibi çığırtkanlıkları bunun bir örneğidir. Haluk Gerger'in Toplumsal Politik Forum' un bir toplantısında söylediği şu sözler bu tutumunun yaygınlığını göstermektedir:
"... başka insanlara, komünist olmayanlara diyelim ki; 'ey insanlar, siz, devrim isteyin ki size demokrasi gelsin, barış gelsin, özgürlük gelsin'. İşçilere de demeliyiz ki; 'devrimi istemeyle de kalmayın, devrimi gerçekleştirin ki kendinizle beraber insanlığı da kurtarın'. Bu, bizim bugün emperyalist terör saldırısına karşı elimizdeki en büyük silahtır."
Mahir Çayan yoldaşın sözleriyle ifade edersek, nasıl olsa, silahlanacak, savaşacak ve devrimi yapacak olan kendileri değildir, onların "en büyük silahı", ileri-geri konuşmak, sağa-sola talimatlar vermektir. [26*] Haluk Gerger, Sol Meclis Tebliği, 2002. [27*] T. J. Dunning, akt. Marks, Kapital, Cilt: I, s. 779. [28*] Haluk Gerger'in bu yüzeyselliğinin kaynağı, Marksizmi bir toplumbilim (sosyoloji) olarak algılaması ve anlamasından ileri gelmektedir. Bu nedenledir ki kitap, Amerikan toplumunun sosyo-psikolojik irdelenmesinden öteye geçememiştir; Amerikan toplumuna ilişkin olguların kronolojik olarak basit bir dizimi olarak kalmaktadır. Bu yönüyle "Kan Tadı", Amerikan toplumunun dışsal bir gözlemci tarafından nasıl algılanabildiğini gösteren bir çalışma olarak tanımlanabilir. Kitaptan daha fazla birşey beklemek, emperyalizmin saldırgan olamayacağını düşünmek kadar anlamsız olacaktır. [29*] Engels, Anti-Dühring, s. 271, Ekim 1995.