"Küba halkının, Batista diktatörlüğüne karşı silahlı zaferi, sadece, tüm dünya gazetelerinin yazdığı gibi destansı bir zafer olmakla kalmamış, Latin Amerika halk kitlelerinin davranışlarıyla ilgili eski dogmaları da yıkmıştır. Bu devrim bir halkın, gerilla savaşıyla, kendisini ezen bir yönetimden kurtulabileceğini elle tutulur, gözle görülür biçimde kanıtlamıştır.
Küba devriminin:
1. Halk güçlerinin düzenli orduya karşı savaşı kazanabileceğini,
2. Devrim yapmak için tüm koşulların biraraya gelmesini beklemenin her zaman gerekli olmadığını, ayaklanma odağının bunları yaratabileceğini,
3. Azgelişmiş Amerika'da, silahlı savaşın temel alanının kır olması gerektiğini kanıtlayarak, Amerika'da devrimci hareketlerin mekanizmasında üç temel değişim meydana getirdiğini düşünüyoruz.
İlk iki madde, hareketsizliklerini profesyonel ordulara karşı birşey yapılamayacağı gibi bahanelerle haklı çıkarmaya çalışan devrimcilerin ya da sözde-devrimcilerin, mekanik biçimde bütün nesnel ve öznel koşulların biraraya gelmesini bekleyen, bunları hızlandırmayı düşünmeyenlerin bozgunculuklarına karşıdır." (Che Guevara)
"Bizim savaşımız, geri bir ekonomi ve fazla büyük olmayan yüzölçüme ve nüfusa sahip eski sömürge ve yarı-feodal bir ülkenin halkının, fakat bunun yanında yabancı saldırılara karşı yüzyıllardır mücadele deneyimi olan ve yeni bir sistemi -halk demokrasisini ve sosyalizmi- inşa eden ve geniş topraklara ve nüfusa sahip, büyük ekonomik ve askeri potansiyeli, modern silah ve teknolojisi olan, sayı ve teçhizat bakımından üstün, saldırgan emperyalist ordulara karşı savaşmayı ve bozguna uğratmayı bilen yiğit, zeki, dirençli ve becerikli bir halkın ulusal kurtuluş savaşıdır." (Giap)
1991 sonrasında (Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında), özellikle de Amerikan emperyalizminin diğer emperyalist ülkelerle birlikte gerçekleştirdiği 1991 Körfez Savaşı'yla yeni bir teori geliştirildi. Bu teoriye göre, en gelişmiş teknolojik silahlara sahip olan Amerikan emperyalizminin askeri gücü karşısında "eskisi gibi" silahlı mücadele yürütülmesi ve "eski" Halk Savaşı teorisiyle zafere ulaşılması olanaksızdır.
Bu teorinin tüm dayanağı, 1991 Körfez Savaşı'nda Amerikan emperyalizminin CNN aracılığıyla sergilenen "en yeni ve sofistike" silahlara sahip olmasıdır. O dönemin sözcükleriyle, binlerce kilometre öteden ateşlenen "akıllı roketler"le "nokta hedefler" kolayca imha edilebilmekte, hareket eden tüm cisimler uydular aracılığıyla izlenmekte ve belirlenmektedir. Böyle bir askeri güce sahip olan Amerikan emperyalizmine karşı askeri bir savaşı kazanmak olanaksızdır.
Doğal olarak Amerikan emperyalizminin en son teknoloji ürünü silahları karşısında silahlı mücadelenin başarı kazanabilmesinin olanaksız olduğu bir kez kabul edildikten sonra, "barışçıl" mücadele biçimleri ve bunun zorunlu bir önkoşulu olarak yasal faaliyet tek yol olarak ortaya çıkartılmaktadır.
Bu teori ve iddialar karşısında, Küba ve Vietnam'da yürütülen silahlı mücadelenin kazandığı zaferlere ilişkin olarak yapılan her atıf ise, çoğu zaman "çağ değişti" söylemi ile bir yana itilmiştir. Dolayısıyla bu dönemin yeni devrimci kuşağı, bu teoriyi ve iddiaları "gerçek" kabul ederek, tümüyle yasalcı ve barışçıl bir mücadele alanına yönlendirilmiştir. Yasal ya da yasadışı yapılan mitinglerde, "korsan eylemler"de polisle meydana gelen çatışmalar, "molotoflama" eylemleri ise, yürütülen faaliyetin yasalcı ve barışçı olmadığının kanıtı olarak sunulup benimsetilirken, savaş, askeri savaş gerçekleri Amerikan emperyalizminin yenilmezliğinin mutlaklığı içinde bir yana itilmiştir.
Bu dönemde, silahlı mücadele ise, herhangi bir stratejik plana ve rotaya bağlı olmayan tekil eylemler düzeyine indirgendiğinden, sadece "devrimci kararlılığın", cesaretin ve aktivizmin göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle, legalizmin (yasalcılığın) pasifizmine karşı bir alternatif olarak sunulmuştur. Ancak ideolojik-politik çizgi ve buna bağlı olarak tanımlanmış devrim stratejisi mevcut olmadığından, Amerikan emperyalizminin yenilmezliğine dayanan teori, tek teori olarak varolmaya devam etmiştir.
1 Mayıs'ta kimin kaç metre büyüklüğünde pankart taşıdığı, kaç tane sopalı "militana" sahip olduğu, ne kadar "temsili gerilla" yürüttüğü etrafında dönen tüm "ideolojik-politik ayrışmalar ve tartışmalar", bu tek teoriyi daha da kökleştirmiştir.
Buna rağmen, dağlarda dolaşan gerilla fotoğraflarıyla, köy düğünlerinde "gerilla halayı" çekerek sürdürülen "silahlı mücadele" ya da "halk savaşı", Karadeniz "gerillaları", Dersim "gerillaları" propagandaları arasında "maoizm" tartışmalarıyla hiç bir stratejik plana ve rotaya bağlı olmaksızın aylarca ve hatta yıllarca sürdürülmüştür. Gerçekleştirilen birkaç "muhbir" cezalandırma eylemleri ile birkaç karakol saldırısı ise, sadece basit bir propaganda (reklam) aracı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, buralarda meydana gelen başarısızlıklar, arka plandaki tek teoriye dönüşleri kaçınılmaz hale getirmiştir.
Bugünün söylemiyle ifade edersek, bu tür "primitif" silahlı mücadelenin Amerikan emperyalizminin "sofistik" askeri gücünü yenemeyeceği, gün geçtikçe daha fazla kabul görür hale gelmiştir.
1991 Körfez Savaşı'nın görüntüleri daha henüz zihinlerden silinmemişken başlayan Yugoslavya "operasyonu" ve bu "operasyon"da kullanılan "en son teknoloji harikası" "radara yakalanmayan uçaklar", bir kez daha Amerikan emperyalizminin askeri gücünün yenilemeyeceğinin kanıtı olarak görülmüştür. Özellikle II. yeniden paylaşım savaşında Nazilere karşı Balkanların en büyük gerilla savaşını yürütmüş bir ülke olan Yugoslavya'nın bu askeri güç karşısında çaresiz kalması ve Milosoviç'in "ağır bombardıman"a teslim olması, neredeyse Amerikan emperyalizminin "yenilemezliği"ni sabit bir fikir haline getirmiştir.
2001 yılındaki Afganistan "operasyonu" ve Taliban güçlerinin birkaç gün içinde dağılması, Amerikan emperyalizminin "yenilemezliği"nin yanına "karşı konulamazlık" sıfatının da eklenmesini getirmiştir.
Ve 20 Mart günü başlayan Irak saldırısına gelinen süreçte Amerikan emperyalizminin sahip olduğu askeri teknolojisi ve silahlara ilişkin yapılan yoğun propagandalar böylesi uygun bir zemin üzerinde yükselmiştir. Bu nedenle, Amerikan emperyalizminin Irak'a saldırısını bekleyen herkes, bunun birkaç gün içinde biteceğine inanır hale gelmiştir.
Bugünün sözleriyle "sonuç olarak yenileceği kesin olan Saddam'ın" Amerikan ve İngiliz güçlerine karşı gösterdiği "direniş", insanları şaşırtmış, borsaları altüst etmiştir.
Burada, bu "direnişin" nasıl gerçekleştiğini irdelemeyeceğiz. Bizim üzerinde durmak istediğimiz konu, Amerikan emperyalizminin "yenilmezliği" teorisi ve buna dayanak olarak gösterilen bugünkü Amerikan emperyalizminin askeri teknolojisi ve silahlarının, daha dün Vietnam'da yenilen Amerikan emperyalizminin askeri teknoloji ve silahlarından çok farklı olmadığı ve sorunun özünün emperyalizme karşı kurtuluş savaşının askeri savaş stratejisi temelinde yürütülmesi gerektiğidir.
Büyük "medyatik" propagandayla tanıtılan Amerikan emperyalizminin "II. Körfez Savaşı" silahları şöyle sıralanmaktadır:
Kara kuvvetleri.
- M1A1 Abrams tankı
- M2A3 Bradley tankı
- M6 Bradley zırhlı aracı
- Humvee çok işlevli stinger aracı
- M109A6 Paladin zırhlı top
- M270 füze sistemi
- Patriot füze sistemi
- Avenger jipleri
- M16A2 makineli tüfek
- M4/M4A1 Karabina makineli tüfek
- M203 roket atıcı
- M249 ağır makineli tüfek
- M60E3 ağır makineli tüfek
Hava kuvvetleri:
- B-52H ağır bombardıman uçağı
- F117/A Hayalet uçak
- SH-60 Sea Hawk helikopter
- AH-64 Apache helikopter
- UH-60 Black Hawk helikopter
- CH-47 Chinook helikopter
- AH-1W Super Cobra helikopter
Sıralanan bu silahların yanında laser güdümlü Tomahawk füzeleri, BLU-82 Daisy Cutter bombaları Amerikan emperyalizminin "yenilmezliği"nin "hi-tech" silahları olarak sunulmuştur.
Amerikan "medyası"nın o çok sevdiği "Shock and Awe" bombardımanının en etkili araçları olan B-52'ler ve Tomahawk füzeleri yanında sergilenen F117/A Hayalet uçakları, F/A-18 Hornet uçakları, değişik seride yırtıcı hayvan ve "vahşi" kızılderili kabile adlarıyla tanımlanan helikopterler (Apaçi, Komançi, Şinok, Kara Şahin, Süper Kobra, Deniz Şahini) "karşı konulamaz" ve "yenilmez" Amerikan armadasının güçleri olarak gösterilmiştir. Bunlara eklenen BLU-82 Daisy Cutter ve MoAB (Bombaların Anası), "shock and awe"in ne denli büyük olduğunu dünya kamuoyuna tanıtlarken "e-bomb" hazırda bekletilmektedir.[1*] Oysa ki, BLU-82 Daisy Cutter denilen bombalar, ilk kez 21 Mart 1970'de "Commando Vault" adıyla Vietnam'da kullanılmıştır. Bugün Amerikan "medyası"nın "şok ve dehşet" için kullanıldığı reklamını yaptığı BLU-82 "Commando Vault" Vietnam'da helikopterlerin inişlerini sağlamak amacıyla arazinin "temizlenmesi" için kullanılmıştır. BLU-82 Daisy Cutter, Afganistan'da Taliban güçlerini korkutmak için (ki onlar da dünyanın heryerindeki insanlar gibi Amerikan emperyalizminin modern silahları karşısında durulamayacağına inanıyorlardı) sadece gösteri amaçlı olarak kullanılmıştır. Afganistan'ın Tora Bora bölgesinde "El Kaide mağralarına" karşı yürütülen operasyonlarda görüldüğü gibi, hiç bir etkiye sahip değildir. "Askeri uzmanlar"ın ifadesiyle söylersek, asıl işlevi belli bir arazideki mayınları temizleyerek bölgeyi güvenli hale getirmek olan BLU-82 Daisy Cutter'ın bu işe yaramadığı görülmüş, dolayısıyla sadece psikolojik amaçlarla kullanılmaktadır.
Amerikan "medyası"nın "şok ve dehşet" bombardımanının en büyük silahı olarak ilan edilen B-52'ler ise, ilk kez 1961 Mayıs ayında Amerikan ordusunun "envanter"ine geçmiş ve 1965 sonrasında Vietnam'da yoğun biçimde kullanılmıştır. Bu tarihte tümü 102 adet olan B-52'lerin 31 tanesi Vietnam tarafından düşürülmüştür. (Bugün Amerika'nın elindeki B-52 sayısı 94 tanedir.)
Yugoslavya "operasyonu" öncesinde büyük reklamı yapılan "radara yakalanmayan" F117/A Hayalet uçakları ise, bu "operasyon" da uçaksavarlar tarafından düşürülmüştür.
Böylece, Amerikan emperyalizminin "şok ve dehşet" verici silahlarından geriye, sadece "psikolojik savaş"ın unsuru olan "medyatik" propaganda kalmıştır.
Kara kuvvetlerinde ise, Irak savaşı öncesinde ve savaşta en çok reklamı yapılan, televizyonlarda hızlı hareketi ile "gözleri kamaştıran" silah olarak M1A1 Abrams tankları öne çıkartılmıştır. 105 ve 120 mm'lik toplara sahip olan M1A1 Abrams tankları, İsrail' in "imha edilemez" denilen ve geçen ay Filistinliler tarafından imha edilerek bu ünvanını yitiren Merkava tanklarının "en moderni"dir. Sovyetler Birliği'nin T-72 tanklarına karşı 1980 yılında üretilmiştir. "I. Körfez Savaşı"nda 1.800 M1A1 Abrams tank yer almıştır.
Bugün herkesin çok iyi gördüğü gibi, ister M1A1 Abrams tankları olsun, ister diğer zırhlı araçlar olsun, "normal" bir savaşta kolayca imha edilebilmektedir ve gerilla savaşında ise (Türk ordusunun da çok iyi bildiği gibi) hiç bir değere sahip değildir.
Böylece Amerikan emperyalistlerinin "yenilmez armadası"nın elinde sadece, psikolojik propaganda ve değişik yırtıcı hayvan ve "vahşi" kızılderili kabile adlarıyla tanımlanan helikopterler ile M16'lı "rambo" askerler kalmaktadır. Bunların gücünün ise, "bataklığa" saplandıklarında ne hale geldiğini Vietnam yeterince göstermiştir.
İşte Amerikan emperyalizminin bugün dünya çapında büyük propagandasını yaptığı askeri teknolojisi ve silahları bunlardır. Amerikan emperyalizmi, bu propagandayla "kuvvetini göstermek"tedir. Güncel ifadelerle, yapılan "psikolojik savaş"tır. Dolayısıyla, ulaşmak istedikleri amaç, "üstün" askeri gücünü göstererek, buna karşı savaşılamayacağı düşüncesini yaygınlaştırmak ve pekiştirmektir. Bunu başarabildiği oranda, elindeki askeri güçlere karşı direnme ortaya çıkmayacağı için, "kuvvet gösterisi" yoluyla kendi çıkarlarını kolayca yerine getirebileceğini hesaplamaktadır.
Şüphesiz tüm bu hesaplar yapılırken, Amerikan emperyalizminin ve "medya"sının en büyük korkusu, kendilerine karşı Vietnam'da olduğu gibi geniş bir gerilla savaşının yürütülmesidir. Onlar bütün bu modern ve "en son teknoloji harikası" silahlarının gerilla savaşı karşısında hiçbir etkiye sahip olmadığını çok iyi bilmektedirler. İşte bu nedenden dolayı, Yugoslavya "operasyonu"nda, II. paylaşım savaşında büyük başarı gösteren Yugoslav partizanları onların korkulu rüyası olduğu gibi, Afganistan'da Taliban güçlerinin başlatacakları bir gerilla savaşının da kendilerini bir "batağa" saplayacağından korkmuşlardır.
Bugün Irak savaşında emperyalist "medya"nın ve onun yerli işbirlikçilerinin, "Saddam'ın askerleri sivil elbiseler giyerek vur-kaç saldırıları yapıyorlar" yakarışlarının ardında yatan korku, gerilla savaşı karşısında modern donanımın ve teknik silahların hiç bir işe yaramaz oluşudur.
Yaşlı köylünün tüfeği ile düşürdüğü Apachi helikopteri, kendi kendine patlayan toplar, birbirini vuran "koalisyon güçleri", Saddam'ın "roketleri" diye İngiliz uçaklarını düşüren Patriot füzeleri, "yüksek teknolojinin" (Hi-Tech) nasıl bir şey olduğu konusunda da şüpheler yaratmaya yetmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken ikinci nokta, sürdürülen emperyalist propagandanın diğer bir hedefinin, gerilla savaşından çok, iktidarın ele geçirildiği koşullarda iktidarın elde tutulup tutulamayacağı konusunda şüpheler uyandırmayı amaçlamasıdır. Denilmek istenmektedir ki, gerilla savaşıyla iktidarı ele geçirseniz dahi, Amerikan emperyalizminin "yüksek teknolojisi", bu iktidarı çok kısa sürede yıkabilecektir. Dolayısıyla, yıkılacak bir iktidar için savaşmaya, "kan dökmeye" gerek yoktur!
Bu propaganda, anti-emperyalist devrimci iktidarın gerekli ekonomik kaynaklara sahip olamayacağı, dolayısıyla ekonominin çok daha kötü hale geleceği, devrimci iktidar koşullarında ülkenin daha da yoksullaşacağı propagandasına paralel olarak yürütülmektedir.
Bu yönüyle, emperyalist propaganda, anti-emperyalist bir iktidarın (ya da emperyalizmin çıkarına gelmeyen bir devletin) Amerikan emperyalizminin "üstün" askeri gücü karşısında dayanamayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır.
Özellikle Orta-Doğu'daki Baas iktidarlarının Sovyetler Birliği'nden aldıkları "teknolojik" silahlarla Amerikan emperyalizmine rağmen ayakta kalabildiklerini düşünenler, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında artık "yapabilecek hiç bir şey kalmadığını" düşünmeye başlamaları, bu propagandanın gücünü göstermektedir.
Böylece konu, anti-emperyalist devrimci bir iktidarın ya da emperyalizmin çıkarlarına ters düşen herhangi bir ulusal devletin Amerikan emperyalizmine karşı nasıl bir askeri savaş stratejisi izlemesi gerektiği noktasında odaklanmaktadır.
İktidarın ele geçirilmesi bir yana, iktidarın ele geçirilmesine yönelik silahlı mücadelenin henüz başlangıç sorunlarını aşamadığı bir evrede, böylesi bir konunun devrimci hareketin gündemine sokulması, somut devrimci görevlerin kolayca bir yana bırakılmasını getiren "psikolojik savaş" yönteminden başka bir şey değildir. Ancak zafere olan inancı, bilinci bulanıklaştırdığından ve hatta yok ettiğinden, emperyalizme karşı silahlı mücadelenin örgütlenmesini ve yürütülmesini de büyük ölçüde etkilemektedir. PKK olayında açıkça görüldüğü gibi, gerilla savaşı ile başarıya ulaşılabileceğine duyulan şüphe, giderek teslimiyete yol açan "diplomatik çözüm" arayışları yaratmaktadır.
Anımsanabileceği gibi, PKK, "serhıldan" dan söz etmeye başladığı dönemde, Halk Savaşının "stratejik denge" aşamasında olduklarını, kurtarılmış bölgeler yaratmaya başladıklarını ve yakın zamanda "stratejik saldırıya" geçeceklerinin propagandasına başlamıştı. Cizre, Şırnak, Lice olayları böyle bir gelişmenin örnekleri olarak kullanılıyor ve kırlardan kentlerin ele geçirilmesi noktasına geldiklerini ilan ediyorlardı.
İşte bu evrede, "karşı taraf" (kendi ifadeleriyle TC) hava gücü aracılığıyla bu gelişmeyi ezeceğini açıkça "deklare" etmiştir. Halk Savaşının hiçbir stratejik ve taktik özelliklerine aldırmayan, sadece propagandayla işleri yürütmekle yetinen PKK, bu somut açıklama karşısında şaşkınlığa düşmüştür. Kuzey Irak'tan temin edebildiği birkaç "stinger" füzesiyle bu tehdidi tehditle yanıtlamaya çalışmışsa da, karşı tarafın büyük hava gücü karşısında bunların bir şey ifade etmediğini düşünmeye başlamıştır. 1993 Mart ayında A. Öcalan'ın Talabani'yle birlikte yaptığı "tek taraflı ateş-kes" bu gelişmenin somut sonucu olmuştur.
PKK olayında olduğu gibi, düşmanın üstün ve modern askeri gücü sorunu, sadece iktidarın ele geçirildiği koşullarda değil, Halk Savaşında gerilla savaşının düzenli ordular savaşına dönüştüğü evresinde de temel sorun haline gelmektedir.
Ve bir kez daha, her şeyin başlangıcına, çıkış noktasına geri dönülmektedir.
Soru açık ve nettir: Halk Savaşı yoluyla emperyalizm yenilgiye uğratılabilir mi?
Halk Savaşı, "genellikle, bizden maddi olarak daha güçlü olan bir düşman üzerinde mutlak siyasi üstünlüğü sağladığımız şartlarda verilir."[2*] Maddi ve teknik olarak çok üstün düşmana karşı zayıf bir gücün savaşı olarak Halk Savaşı, gerilla savaşından düzenli ordular savaşına doğru gelişen bir savaştır. Gerilla savaşı, maddi ve teknik olarak güçlü düşmanı, uzatılmış bir savaş yoluyla yenilgiye uğratmanın ilk savaş biçimidir. Gerilla savaşı gelişerek hareketli savaşa ve oradan düzenli ordular savaşına geçerek Halk Savaşını zafere ulaştırır. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, gerilla savaşının tek başına, yani düzenli ordular savaşına dönüşmeksizin zafer kazanamayacağıdır. Halk Savaşının nihai zaferi, düşman güçlerinin düzenli ordular savaşı ile yenilgiye uğratılmasıyla gerçekleşir. Bir diğer ifadeyle, "düzenli ordular aşamasında, bütün yurt çapında yönetimi ele geçirmekten söz etmek mümkündür".[3*] Öz olarak, Halk Savaşının zaferi, maddi ve teknik olarak üstün düşman güçlerinin düzenli ordu savaşıyla yenilgiye uğratılmasıyla gerçekleşecektir. Bu aşamada zaferin kesin olduğu bilincine sahip olunduğu ölçüde, somut görev, bu aşamaya ulaşabilmek için gerilla savaşını örgütlemek ve yürütmek olmaktadır. "Ancak düzenli ordular aşamasında, bütün yurt çapında yönetimi ele geçirmekten söz etmek mümkündür. Ve biz, bugün bu aşamayı yaşadığımızı asla iddia etmiyoruz. Biz sadece halkımızın ihtilâlci savaşının bu aşamaya gelebilmesi için, gerilla savaşının şart olduğunu iddia ediyor ve bu amaçla da dövüşüyoruz."[4*] Düzenli ordular aşamasında emperyalizme karşı zafer kazanılacağı konusunda hiçbir şüphenin bulunmadığı ve Vietnam Halk Savaşı ile bunun tarihsel olarak kanıtlandığı bir dönemin üzerinden yıllar geçmiştir. Amerikan emperyalizminin "hi-tech" silahlarını sergileyen ve bunların "üstünlüğünü" gösteren yoğun propaganda, asıl olarak Halk Savaşının zaferine olan inancı, bilinci sarsmış ve giderek ortadan kaldırmıştır. Zafere olan inancın, bilincin ortadan kalktığı koşullarda, gerilla savaşının örgütlenmesi ve yürütülmesi ise, neredeyse bunun bilincine sahip bir avuç Marksist-Leninistin omuzlarına yüklenmiştir.
Bu nedenden dolayı, bir kez daha, Halk Savaşı teorisinin temellerine geri dönülmesi, Halk Savaşının zaferinin neden kaçınılmaz olduğunun bir kez daha ortaya konulması zorunlu hale gelmiştir.
Amerikan emperyalizminin Irak'a yönelik saldırgan politikaları ve nihai olarak saldırısı, modern ve teknik olarak üstün bir gücün karşısında direnilemeyeceği, bu gücün yenilemeyeceği düşüncesinin en üst boyuta ulaştığı bir dönemde yürütülmüştür. Bu nedenle, "Saddam güçlerinin" direnişi, özellikle 2.000 nüfuslu Um Kasr kasabasının günlerce ele geçirilemeyişi, dünyada "şok" etkisi yapmıştır.
Öncelikle devrimcilerin açık ve net olarak bilmesi gereken, Amerikan emperyalizminin "hi-tech" silahlarına ilişkin yapılan tüm propagandanın "psikolojik" nitelikte olduğu, kendisine karşı savaşılamayacağı düşüncesini oluşturmayı amaçladığıdır. Bu bilinç varolduğu takdirde, emperyalizme karşı silahlı mücadelenin nasıl yürütüleceği, bu savaşın strateji ve taktikleri kavranabilir ve savaş zafere ulaştırılabilir.
İkinci olarak, iktidarın alındığı koşullarda Amerikan emperyalizminin "hi-tech" silahlarına dayanan tehdit ve saldırısına karşı yürütülecek askeri savaşın stratejisi ile Halk Savaşının askeri stratejisi, birbirinden farklı olsa da, aynı temelden kaynaklanır. "Kuzey Vietnam'da halkımız ve silahlı güçler Amerikan emperyalistlerinin modern hava güçleriyle yürüttükleri imha savaşını, ülkemizde benzeri görülmemiş bir 'karadan havaya' halk savaşında bozguna uğrattılar."[5*] (Giap)
"Bu yılın (1964) ilk altı ayında, Güney'li ordu ve halk yaklaşık olarak 14.000 çarpışmada bulundu, 400 düşman karakolunu yarle bir etti, düşmanı ezerek 550'den fazla karakolunu başka yerlere nakletmek zorunda bıraktı, aralarında 500'den fazla Amerikalının da bulunduğu 42.000 düşman askerini yoketti ve esir aldı, yaklaşık olarak 30.000'ini safdışı etti. Her cinsten olmak üzere 5.000 silah, milyonlarca mermi ve el bombasını ele geçirdi, 170 tane değişik tipte uçağı düşürürken, 320 tanesine hasar verdirdi."[6*] Şüphesiz, Giap'ın bu açıklamaları, emperyalist "medya"nın yoğun propagandası ve Pentagon'un "yüksek rütbeli subaylarının" açıklamalarıyla "yalanlanmış"tır. Yıllar sonra yapılan açıklamalar, Giap'ın verdiği sayıların doğru olduğunu göstermiştir.
1964-75 yılları arasında Vietnam'da 2.590. 000 Amerikan askeri görev yapmıştır. Bunlardan 58.169'ü ölmüş ve 304.000'i yaralanmıştır.
12.000 helikopter kullanılmış ve bunlar toplam 7.531.955 saat uçmuşlardır. 4.865 helikopter Vietnam kurtuluş güçleri tarafından düşürülmüştür.
Amerikan hava kuvvetleri 1.899.688 "sorti" yapmış ve 6.727.084 ton bomba atmıştır. B-52'ler 124.532 "sorti" yaparak 2.633.035 ton bomba atmış ve 18'i "düşman ateşiyle" ve 13'ü "diğer nedenlerle kaybedilmiş"tir. (Amerikanın dünya çapındaki toplam B-52 sayısı 102'dir.) "Kaybettikleri" diğer uçakların sayısı ise 3.750'dir.
Yine 1996 yılında yapılan açıklamalara göre, Vietnam'da 60.690 Avustralyalı asker savaşa girmiştir. 479 ölü ve 3.025 yaralı vermişlerdir.
Görüldüğü gibi Vietnam savaşı, açık biçimde Amerikan emperyalizminin "hi-tech" silahlarının bir işe yaramadığını göstermiştir.
Bütün sorun, Amerikan emperyalizminin "çabuk sonuçlu savaş" stratejisine karşı uzatılmış savaş stratejisi olan Halk Savaşının doğru bir biçimde kavranılması ve yürütülmesidir.
Halk Savaşının özü, maddi ve teknik olarak güçlü bir düşmana karşı, zayıf ve geri bir silahlanmaya sahip halk güçlerinin, uzatılmış savaş anlayışıyla, bir yandan düşman güçlerini zaman içinde yıpratıp zayıflatırken, diğer yandan kendi güçlerini geliştirmek ve pekiştirmektir. Bu stratejinin tüm ayrıntıları Mao ile Giap'ın yazılarında açık ve net olarak bulunmaktadır.
Okuyucu, bu somut teorik ve tarihsel bilgiye rağmen, devrimci bir öncünün yönetimi altında Halk Savaşının zafere ulaşabilmesi olanaklı olsa bile, aynı sonucun ulusal devletler tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğini de sorabilir.
Burada unutulmaması gereken, emperyalizme karşı yürütülen savaşın ulusal kurtuluş savaşı olduğudur. Ulusal kurtuluş savaşının proletaryanın ideolojik öncülüğünde yürütülmesi, zafer sonrasında kurulacak olan iktidarın niteliği ve gerçek ulusal bağımsızlığın kalıcı olarak elde edilmesi açısından önemi vardır ve bu boyutuyla halk kurtuluş savaşı özelliği taşır. Ancak, ülkemiz tarihinin de gösterdiği gibi, emperyalizme karşı yürütülen kurtuluş savaşları, sadece proletaryanın öncülüğünde verilmemiştir. Küçük-burjuva devrimci-milliyetçileri de, emperyalist açık işgal koşullarında, ulusal kurtuluş savaşına öncülük yapabilmekte ve zafere ulaştırabilmektedir. Türkiye ve Cezayir örnekleri açıktır. Burada sözünü ettiğimiz, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşının askeri savaş stratejisidir. Ulusal kurtuluş savaşında öncülük sorununun, ulusal kurtuluşun toplumsal kurtuluşu amaçlayıp amaçlamaması, savaşın belli bir evresinde emperyalizmle uzlaşmaya gidilip gidilmemesi açısından önemi vardır. Küçük-burjuva devrimci-milliyetçileri tutarlı ve toplumsal kurtuluşu hedefleyen bir anti-emperyalist mücadele yürütemezler. Ancak bu, olayın toplumsal ve siyasal yanıdır. Amerikan emperyalizminin "hi-tech" askeri gücünün yenilmesi sorunu ise, askeri savaş sorunudur ve burada sözkonusu olan ise, hangi sınıfın öncülüğünde olursa olsun, tüm ulusun bu kurtuluş savaşına katılması ve yürütmesidir. Küçük-burjuva devrimci-milliyetçilerin öncülüğünde yürütülen anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşı, çoğu zaman, savaşın belirli evrelerinde duraklamalara, bölünmelere, emperyalizmle uzlaşmaya yönelerek, tam bağımsızlıktan vazgeçmeyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle, emperyalizme karşı tutarlı ve kararlı mücadele, ancak proletaryanın öncülüğünde gerçekleştirilebilir ve ancak proletaryanın öncülüğünde zafere ulaşan kurtuluş savaşı, tam bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı sağlayabilir. Bu nedenden dolayı, proletaryanın öncülüğünde yürütülen ulusal kurtuluş savaşını, diğerlerinden ayırmak için, halk kurtuluş savaşı olarak tanımlamaktayız. Mahir Çayan yoldaşın ifade ettiği gibi, anti-emperyalist ve anti-oligarşik halk kurtuluş savaşı ile ulusal kurtuluş savaşı muhteva olarak birbirinden pek farklı değildir.
"Kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist bloğunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren"[7*] bir ülkede, yani ülkemizde, Amerikan emperyalizminin askeri gücüne bakarak, onun yenilmezliğinden söz edilmesi ise, tarih bilincinin nasıl tahrip edildiğini açıkça göstermektedir.
Irak savaşının nasıl sonuçlanacağını, "Saddam güçleri"nin ne kadar direnebileceğini bugünden söylemek olanaksızdır. Irak savaşının ilk haftası, Amerikan emperyalizminin "üstün askeri gücü"ne karşı durulabileceğini ve onun yenilebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Ancak bundan daha önemli olan ideolojik ve politik sonuç ise, Amerikan emperyalizminin pervasız askeri saldırganlığı karşısında yasalcı bakış açısıyla yapılan "savaşa hayır" mitinglerinin sıradan bir hümanist eylemden, "barış" adına tanrıya yakarmaktan başka bir anlamı olmadığının görülmesidir. Savaşı durdurmanın, savaşları ortadan kaldırmanın tek yolu, Mao'nün sözleriyle, "savaştan" geçer. Amerikan emperyalizmine karşı, dünyanın her yerinde anti-emperyalist savaşlar verilmediği sürece, "savaşa hayır" mitinglerinin bir yakarıştan, çaresizlikten başka bir anlamı olmayacaktır.
Artık tüm küçük-burjuvalar, küçük-burjuva milliyetçileri görmüşlerdir ki, Amerikan emperyalizminin yenilmezliğine dayanarak geliştirilen uzlaşma ve boyuneğme politikalarıyla bir yere varılmamaktadır. Amerikan emperyalizmi, kendisi dışında hiçbir halkın ve ulusun varlığını, onurunu, yasalarını, anayasalarını tanımadığını, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının sadece kendisi için basit bir "politik emzik" olduğunu açıkça ortaya koymuştur. İster "en demokratik" seçimle işbaşına gelmiş hükümetler olsun, ister "en demokratik" anayasaya sahip olunsun, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına ters düştüğü oranda, bir anlama ve değere sahip değildir. Sorun, Amerikan emperyalizmi tarafından bir kez daha açık biçimde ortaya konulmuştur: Ya emperyalizme topyekün boyun eğilecek, sömürgeleşme kabul edilecektir, ya da topyekün direnilecek, ulusal bağımsızlığa sahip çıkılacaktır. Üçüncü bir yol yoktur. Ulusal bağımsızlığa sahip olabilmenin tek yolu ise, anti-emperyalist kurtuluş savaşının uzatılmış bir halk savaşı çizgisiyle yürütülmesi ve zafere ulaştırılmasıdır.
[1*] "E-bomb" adı verilen "elektronik bomba", "medyaya" göre, düşmanın tüm elektronik haberleşmesini bir anda bozarak, onun komuta ve kontrol sistemini yoketmektedir. Ancak Amerikan genelkurmayı Pentagon, Irak savaşının başlamasıyla birlikte "Saddam'ın komuta ve kontrol "sistemi"ni bozmayı başaramayınca, Amerikan gazetecilerinin neden "e-bombası" kullanmadıklarını sormaları üzerine böyle bir bombanın varolmadığını söylemek zorunda kalmıştır. [2*] Giap, Halk Savaşının Askeri Sanatı, s.183. [3*] THKP Devrim Stratejisi, I No'lu Parti Bildirisi. [4*] THKP Devrim Stratejisi, I No'lu Parti Bildirisi. [5*] Giap, Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı, s. 20. [6*] Giap, Halk Savaşının Askeri Sanatı, s. 200. [7*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.