"Çok iyi bir operasyon oldu,
herkes kazandı!"
(Kemal Derviş, 19 Haziran 2001)
22 Şubat sabahı, adı konulmamış, oranı belirlenmemiş bir devalüasyonla başlayan yeni dönem, Kemal Derviş'iyle, "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"yla, İMF'ye verilen "Niyet Mektubu" ve "Ek Niyet Mektubu"yla, "Takas"la, "iç borç çevirebilme olanakları"yla, Telekom "krizleri"yle vb. süregiderken "siyasi istikrar", "güven" ve "inanç" söylemleriyle ve "program hedeflerinin revizyonu" haberleriyle beş ayı geride bırakmıştır.
22 Şubat günü 685.391 lira olan Merkez Bankası'nın dolar kuru, 18 Temmuz 2001 günü "serbest piyasa"da 1.590.000'e yükselmiş ve yapılan müdahaleler sonucunda dolar kuru 1.300.000'ler seviyesine çekilmiştir.
Şubat 2001 sonu itibariyle 45 katrilyon 427 trilyon lira olan iç borç miktarı, Temmuz 2001 başında 90 katrilyon 332 trilyon liraya yükselmiştir. Yani son dört ay içinde iç borçlar 44 katrilyon 905 trilyon lira artmıştır.
Bu iç borçların 78 katrilyon 35 trilyon liralık kısmı tahvil ve 12 katrilyon 296 trilyonluk kısmı bono durumundadır.[1*] Tahvillerin 25 katrilyon 400 trilyon liralık bölümü nakit, 52 katrilyon 635 trilyonluk bölümü ise "nakit dışı", yani kamu bankalarına verilen "kağıt"tan oluşmaktadır. Böylece Temmuz 2001 itibariyle iç borçların 37 katrilyon 697 trilyonluk bölümü nakit para olurken, kalan 52 katrilyon 635 trilyon lira iç borç devletin kendi bankalarına, yani kamu bankalarına verdiği "kağıt"lardan oluşmaktadır.
Aynı dönem içinde iç borçlar için, anapara olarak 42 katrilyon 560 trilyon ve faiz olarak 12 katrilyon 705 trilyon ödenmiştir. Son altı ay içinde yapılan iç borç ödemelerinin (anapara ve faiz olarak) toplamı 55 katrilyon 266 trilyona ulaşmıştır. Bu borç ödemelerine karşılık olarak, hazine, 96 katrilyon 472 trilyon liralık yeni borçlanmaya gitmiştir. 38 katrilyon 406 trilyon liralık "nakit" borçlanmada faiz oranları ortalama %90'lar seviyesinde gerçekleşmiştir.
2001 Şubat Sonrası İç Borçlanma İhaleleri |
|
Yıllık
Bileşik Faiz (%) |
Toplam Miktar
Milyar TL |
20.02.2001 |
144,23 |
2.296.263 |
20.03.2001 |
193,71 |
4.391.649 |
03.04.2001 |
150,00 |
1.482.688 |
10.04.2001 |
148,06 |
794.091 |
17.04.2001 |
119,89 |
1.203.620 |
24.04.2001 |
110,83 |
253.049 |
24.04.2001 |
107,80 |
1.130.393 |
01.05.2001 |
93,28 |
848.843 |
08.05.2001 |
89,91 |
957.700 |
15.05.2001 |
89,78 |
884.976 |
22.05.2001 |
75,00 |
1.936.967 |
22.05.2001 |
72,37 |
1.072.010 |
29.05.2001 |
79,98 |
10.593 |
05.06.2001 |
83,50 |
144.625 |
12.06.2001 |
79,90 |
190.698 |
19.06.2001 |
79,47 |
1.546.774 |
26.06.2001 |
92,29 |
4.413.181 |
03.07.2001 |
91,82 |
266.403 |
10.07.2001 |
95,00 |
1.190.140 |
17.07.2001 |
104,89 |
466.500 |
24.07.2001 |
91,88 |
908.599 |
Hazinenin bu iç borçlanması yanında Haziran ayının en önemli gündem maddesi ise "iç borç takası" olmuştur. 17 Haziran günü gerçekleştirilen "iç borç takası" sonucunda, 9 katrilyon 962 trilyon liralık borcun 7 katrilyonluk kısmı %14,89-14,45 faizle dolara endeksli olarak ve kalanı TL olarak 2 ila 5 yıl süreyle uzatılmıştır. Böylece yaklaşık 10 katrilyon liralık iç borç, ortalama %14,67 faizle 8 milyar 300 milyon dolarlık borca çevrilmiştir. 10 yıllık ABD hazine bonolarının faiz oranlarının %4'ler seviyesinde olduğu gözönüne alındığında, Kemal Derviş'in "takas" sonrasında yaptığı basın toplantısındaki sözleriyle ifade edersek, "Çok iyi operasyon oldu, hazine, ekonomi ve bankalar kazanmıştır"!
Hazine 10 katrilyonluk iç borcu 8 milyar 300 milyon dolarla değiştirerek ve üstüne dolar bazında %14,67 faiz vererek "kazanmış"tır! Bu "takas"la, hazine, 2001 yılının son altı ayında %14,67 ortalama faiz oranıyla 1 milyar 218 milyon dolar faiz yükü altına girerken, gelecek iki yıl boyunca 4 milyar dolar faiz ödemek zorunda olacaktır.
Ekonomi "kazanmıştır"! "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın sözleriyle ifade edersek, "takas" yapılırken 2001 yılı sonu itibariyle doların 1.068.806 lira olacağı öngörülmüştü. Ve "takas"ın birinci ayı dolarken, dolar 1.590.000'lere çıkmıştır. Böylece, dolara endeksli iç borç takası sonucunda 10 katrilyon liralık borç 13 katrilyon 200 trilyon liraya çıkmıştır. Buna, altı ay için 2 katrilyon (1,2 milyar dolar) tutan faiz eklendiğinde, ekonominin altı aylık "kazancı" 5 katrilyon 200 trilyon olmaktadır. Önümüzdeki aylar ve yıllarda doların değerinde meydana gelen her artış, ekonominin bu "kazancını" daha da artıracaktır.
İÇ BORÇLAR |
Ö d e m e l e r |
|
Anapara |
Faız |
Toplam |
Borçlanma |
Net Artıs |
Borç Stoku |
2001 OCAK |
1.600.551 |
1.168.922 |
2.769.473 |
9.608.037 |
8.007.485 |
44.428.106 |
Nakit Dışı |
155.839 |
88.397 |
244.235 |
7.388.371 |
7.232.532 |
14.222.245 |
2001 SUBAT |
4.363.897 |
2.179.778 |
6.543.675 |
5.363.279 |
999.382 |
45.427.488 |
Nakit Dışı |
1.112.806 |
551.117 |
1.663.923 |
2.359.906 |
1.247.101 |
15.469.345 |
2001 MART |
3.758.222 |
859.772 |
4.617.994 |
9.181.918 |
5.423.696 |
50.851.184 |
Nakit Dışı |
565.048 |
546.525 |
1.111.573 |
5.089.452 |
4.524.404 |
19.993.749 |
2001 NİSAN |
2.046.027 |
1.271.298 |
3.317.325 |
10.403.924 |
8.357.897 |
59.209.081 |
Nakit Dışı |
50.000 |
25.625 |
75.625 |
7.073.516 |
7.023.516 |
27.017.266 |
2001 MAYIS |
16.338.946 |
5.320.534 |
21.659.480 |
41.675.469 |
25.336.523 |
84.545.604 |
Nakit Dışı |
10.146.682 |
2.664.232 |
12.810.914 |
35.865.115 |
25.718.432 |
52.735.698 |
2001 HAZİRAN |
14.453.345 |
1.905.469 |
16.358.814 |
20.239.984 |
5.786.640 |
90.332.243 |
Nakit Dışı |
390.890 |
32.362 |
423.252 |
290.466 |
-100.424 |
52.635.273 |
2001 TOPLAM |
42.560.988 |
12.705.773 |
55.266.761 |
96.472.610 |
53.911.622 |
90.332.243 |
Nakit Dışı |
12.421.265 |
3.908.257 |
16.329.522 |
58.066.825 |
45.645.560 |
52.635.273 |
Mayıs ayı içerisinde yapılan toplam 35,9 katrilyon TL.'lık nakit dışı borçlanmanın;
- 12,8 katrilyon TL.'lık kısmı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamındaki bankalara yapılan ihraçları,
- 23,1 katrilyon TL.'lık kısmı ise Kamu bankalarına yapılan ihraçları içermektedir. |
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı verileri |
Ve bankalar "kazanmıştır". %35-40 faizle ellerinde tuttukları hazine bonolarını %100'lük bir faiz oranıyla değiştirmişlerdir.[2*] Böylece, bankalar, "takas sayesinde bilançolarındaki döviz-Türk lirası dengesini düzeltmiş"lerdir.[3*]
14 Nisan 2001 tarihinde Dünya Bankası Başkan Yardımcısı kariyerine ulaşmış bir "teknokrat" olan Kemal Derviş kamuoyuna açıkladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" metninde şunları söylüyordu:
"I. 1990-1999 DÖNEMİNDE EKONOMİDE OLUŞAN TEMEL SORUNLAR
1.Türkiye ekonomisi 1990'lı yıllardan itibaren sıklaşan aralıklarla krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Yaşanan bu krizlerde dışsal etkenlerin de rolü olmakla beraber krizlerin başlıca nedenleri: (i) sürdürülemez bir iç borç dinamiğinin oluşması ve (ii) başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki sağlıksız yapının ve diğer yapısal sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulamamış olmasıdır.
A. Sürdürülemez İç Borç Dinamiği
2. Kamu kesimi toplam borç stokunun (net) GSMH'ye oranı 1990 yılında yüzde 29 iken, bu oran 1999 yılı sonunda yüzde 61'e ulaşmıştır. İç borç stokundaki artış ise daha çarpıcıdır. 1990 yılında yüzde 6 olan net iç borç stokunun GSMH'ye oranı 1999 yılında (kamu bankalarının görev zararları dahil) yüzde 40,9'a çıkmıştır. 2000 yılında ise bu oran yüzde 38,8 olmuştur.
7. Yüksek maliyetli iç borçlanma ile karşılanması, faiz giderlerinin bütçe içerisindeki payını hızla artırmıştır. Nitekim, 1990 yılında toplanan her 100 liralık vergi gelirinin 32 lirası faiz ödemek için kullanılırken, 1999 yılında bu rakam 72 liraya yükselmiştir. Bu gelişmelerin sonucunda devlet eğitim, sağlık, adalet gibi asli fonksiyonlarına yeterli kaynak ayıramaz hale gelmiştir."[4*] (abç)
Görüldüğü gibi, "teknokrat" Kemal Derviş'e (ya da IMF'ye) göre, Türkiye'nin temel sorunu "sürdürülemez iç borç dinamiği"dir. Dolayısıyla, onların uygulamaya soktukları IMF "istikrar tedbirleri", ya da kendi deyişleriyle "güçlü ekonomiye geçiş programı", kendi iddialarına göre, bu "sürdürülemez iç borç dinamiği"ni "düzeltmeyi" hedeflemek durumundadır.
İddia ve hedefler bu şekilde kamuoyuna sunulmuş olmakla birlikte, "icraat", yani uygulama, çok daha farklı olmuştur.
2000 yılında 36 katrilyon seviyesindeki iç borç toplamı ("stoku"), Haziran 2001'de 90 katrilyona çıkmıştır. Dolar bazında ifade edersek, 2000 yılında 54 milyar dolar olan iç borç toplamı 78 milyar dolara yükselmiştir.[5*] 2000 yılında GSMH[6*] 201 milyar dolar iken, iç borç "stoku"nun GSMH' ya oranı %29'dur. Bu yıl Kemal Derviş'in "hedef" olarak ilan ettiği GSMH miktarı 170 milyar dolardır. İlk altı aylık iç borç toplamınının hiç artmayacağını kabul ettiğimizde, iç borçların GSMH'ya oranı %46 olmaktadır.
Benzer durum dış borçlar için de geçerlidir. 2000 yılında 116 milyar dolara ulaşan dış borç toplamının GSMH'ya oranı %57,71 iken, 2001 yılı "hedef"ine göre %65,88 olmaktadır.
Kemal Derviş'in IMF uzmanlarıyla hazırladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nda özenle seçilmiş veri ise "kamu kesimi toplam borç stoku"dur.
|
1998
|
1999 |
2000 |
2001 Hedef
|
GSMH (Trilyon TL) |
53.518,3 |
78.283,0 |
125.971,0 |
182.439,0 |
GSMH (Milyar $) |
205,8 |
187,5 |
201,9 |
170,7 |
Büyüme (%) |
3,9 |
-6,1 |
6,1 |
-3,0 |
Ort. TEFE (%) |
71,8 |
53,1 |
51,4 |
50 |
Yıl Sonu TEFE (%) |
54,3 |
62,9 |
32,7 |
57,6 |
Yıl Sonu TÜFE (%) |
69,7 |
68,8 |
39,0 |
52,5 |
Ort. TÜFE (%) |
84,6 |
64,9 |
54,9 |
48,7 |
Ort. Döviz Kuru (TL/$) |
260.040 |
417.581 |
623.947 |
1.068.806 |
İhracat-FOB (Milyar $) |
27,0 |
26,5 |
27,3 |
30,3 |
İthalat-CIF (Milyar $) |
45,9 |
40,7 |
54,0 |
46,3 |
Turizm Gelirleri (Milyon $) |
7.177 |
5.203 |
7.636 |
- |
İşçi Gelirleri (Milyon $) |
5.356 |
4.529 |
4.560 |
- |
Dış Borç Faiz Ödemeleri (Milyon $) |
4.823 |
5.450 |
6.299 |
- |
Cari İşlemler Dengesi |
1.984 |
-1.360 |
-9.765 |
2.852
|
Kaynak: Maliye Bakanlığı verileri |
Merkez Bankası verilerine göre, 2000 yılında "kamu kesiminin" dış borçlarının (62 milyar dolar) GSMH'ya oranı %30,39'dur. Yukarda ifade ettiğimiz gibi, 2000 yılında "kamu kesimi"nin iç borç "stoku"nun GSMH'ya oranı %29'dur. "Kamu kesimi"nin iç ve dış borçlarının toplamı 116 milyar dolar olup, bunun GSMH'ya oranı %58'dir.
2001 yılının ilk altı ayında "kamu kesimi"nin toplam borç "stoku" 138 milyar dolar olup, Kemal Derviş'in GSMH "hedefi"ne oranı %81,1 olmaktadır. Aynı dönemde tüm borçların, yani "kamu" ve "özel" kesim dış borçları ile devlet iç borçlarının toplamı 190 milyar dolar olmuştur. Bunun "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın hedeflediği GSMH'ya oranı ise %112'dir. (Kemal Derviş'in ikinci metninde, "2000 yılı sonu itibariyle yüzde 58,4 olan kamu kesimi net borç stokunun GSMH'ye oranının 2001 yılı sonunda yüzde 78,5'e çıkması, ancak alınan tedbirlerle 2002 yılından itibaren hızla azalmaya başlayarak 2003 sonunda yüzde 64,9' a düşmesi beklenmektedir" şeklinde yeni ifadeler yer almaktadır.)
Görüldüğü gibi, IMF'nin Kemal Derviş aracılığıyla sunduğu "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nda ifade edilen, Türkiye ekonomisinin "temel sorun"u olarak sunulan "sürdürülemez iç borç dinamiği", ilk dört aylık "icraat"la daha da içinden çıkılamaz hale getirilmiştir.
Diğer yandan, tam bir ideolojik demagoji örneği olarak "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın 7. paragrafında yer alan "yüksek maliyetli iç borçlanma"nın faizleri nedeniyle "devlet", "eğitim, sağlık, adalet gibi asli fonksiyonlarına yeterli kaynak ayıramaz hale gelmiştir" denilmektedir. ("Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın ikinci metninde, iç borçlanmanın "temel nedeni Türkiye'mizde devlet ile toplum ve siyaset ile ekonomi arasındaki ilişkilerdir" denildikten sonra, "Birçok reform denemesine rağmen ekonomide ve toplumsal yaşamda 1990'lı yıllarda rant çekişmesi devam etmiştir. Siyaset, yasal çerçeveleri oluşturmak, denetim görevini yapmak, dış politikamızı ve ulusal savunma politikasını belirlemek, dar gelirliyi korumak gibi yararlı ve meşru işlevlerinin ötesinde piyasanın işlemesine ve ekonomik kararların verilmesine müdahale alışkanlığını sürdürmüştür. Özel sektör de siyasi destekle rant oluşturma çabasını terk edememiştir. Bankacılık sektöründe olsun, enerji sektöründe olsun, birçok başka sektörde olsun, yaşanan olumsuzlukların kaynağı hep bu rant elde etme çabasına odaklanmış düzendir. Bir türlü yenemediğimiz yüksek enflasyonun da temel kaynağı budur. Çok daha hızlı büyümemizi ve daha yüksek refah düzeyine hızla ulaşmamızı engelleyen de budur" denilmektedir. Böylece iç borçların sorumlusu olarak "siyaset" gösterilmektedir. Bu "Sunuş"un diğer metinde bulunmaması yapılan demagojinin ve ikiyüzlülüğün açık bir örneğidir.)
Bu IMF-Kemal Derviş demagojisinin dayanağı ise, "1990 yılında toplanan her 100 liralık vergi gelirinin 32 lirası faiz ödemek için kullanılırken, 1999 yılında bu rakam 72 liraya yükselmesi" olmaktadır. Bir başka deyişle, IMF-Kemal Derviş iddiasına göre, 1999 yılında vergi gelirlerinin %72'si iç borçların faizlerini ödemek için kullanıldığından, "devlet" "asli fonksiyonlarını" yerine getiremez hale gelmiştir ve onlar bu durumdan "devlet"i kurtaracaklardır!
(Milyar TL) |
1990 |
1998 |
1999 |
2000 |
Ocak-Haz.
2001 |
2001 Hedefi
|
Harcamalar |
68.355 |
15.614.441 |
28.084.685 |
46.602.627 |
31.031.574 |
78.999.962 |
Personel |
26.465 |
3.871.005 |
6.911.927 |
9.982.149 |
6.509.172 |
14.630.000 |
Yatırım |
9.882 |
999.320 |
1.544.427 |
2.472.317 |
975.368 |
3.749.629 |
Borç Faizi |
13.966 |
6.176.595 |
10.720.840 |
20.439.862 |
15.741.332 |
41.268.400 |
Vergi Gelirleri |
45.399 |
9.228.596 |
14.802.280 |
26.514.127 |
16.560.761 |
37.710.000 |
Bütçe Dengesi |
-11.782 |
-3.803.376 |
-9.151.620 |
-12.846.190 |
-8.103.743 |
-29.699.962 |
Faiz Dışı Denge |
2.184 |
2.373.219 |
1.569.220 |
7.593.672 |
7.637.589 |
11.568.438
|
Kaynak: Maliye Bakanlığı, 2001 Konsolide Bütçe Aylık Gerçekleşmeler ve 1990-2000 Konsolide Bütçe |
Haziran ayı itibariyle 2001 yılında gerçekleşen faiz ödemeleri toplamı 15 katrilyon 741 trilyon olmuştur. Bunun 14 katrilyon 241 trilyonu iç borçların faizlerine aittir. Aynı dönemde toplam vergi geliri 16 katrilyon 560 trilyon olarak gerçekleşmiştir. Bu durumda, IMF-Kemal Derviş söylemiyle ifade edersek, 2001 yılının ilk altı ayında her 100 liralık vergi gelirinin 95 lirası faiz ödemelerine gitmiştir. Öte yandan, kendi hazırladıkları bütçeye göre, 2001 yılında 37,7 katrilyon vergi geliri öngörmüşler ve faiz ödemeleri için belirledikleri "hedef" ise 41,2 katrilyondur. Bir başka deyişle, Kemal Derviş tarafından sunulan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nda ülkenin en temel sorunu olarak ortaya konulan iç borç "dinamiği", bütçe belgelerinde her 100 liralık vergiye karşılık 110 lira ödemeyi planlamıştır. Böylece "devlet", IMF-Kemal Derviş demagojisine göre, 2000 yılında vergi gelirlerinin %72'sini faiz ödemelerinde kullanarak "asli görevlerine yeterli kaynak ayıramaz hale gelmiş"ken, 2001 yılında vergi gelirlerine oranla %110 faiz ödemekle ne hale gelebileceği ortada kalmaktadır.
Sayısal verilerin gösterdiği tek gerçek, "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın tüm öngördüklerinin 14 Nisan'dan Temmuz ayına kadar geçen sürede geçersiz hale geldiğidir.[7*]
Gerçekte ise, gerek IMF, gerekse "ekonomi aktörleri" nedenlerin, öngörülerin ve hedeflerin "gerçekçi olmadığı"nı çok iyi bilmektedirler. Yapılan, sadece halkı birşeylere inandırmaktır. Onların yapmak istedikleri tek şey, halkta "herşeyin düzeleceği" düşüncesini oluşturmak ve böylece gelişen olaylara tepki göstermesini engellemektir. "Medyatik" tarzda ifade edersek, ekonominin içinde bulunduğu durumun asıl sorumlusu "siyasiler"dir ve "IMF ile Kemal Derviş bizi bundan kurtaracaktır" düşüncesi oluşturulmaktadır.
Yukarda sayılarla ortaya koyduğumuz gibi, yapılan ilk icraatların amacı "iç borçların çevrilebilirliğini sağlamak" ve Şubat Krizi'nde "sıkıntıya düşen" büyük bankaları kurtarmaktır. Ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, Aralık 1999'da IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasının gerekleri 14 ay boyunca yerine getirilmemişler gibi, ekonominin içinde bulunduğu duruma gerekçeler uydurulmaya çalışılmıştır.
Emperyalist ülkeler için (doğal olarak IMF için de) asıl önemli olan sermayenin ve metaların aşırı-üretiminin ortaya çıkarmış olduğu ekonomik bunalımın yükünü geri-bıraktırılmış ülkelere yüklemektir. Bu yük, bir yandan emperyalist ülke tekellerinin sürekli kâr oranlarının düşmesiyle sürekli değer yitiren para-sermayesine yeni kâr olanakları sağlamak, diğer yandan satılamayan emperyalist ülke mallarına talep yaratmaktır. Bunlarla birlikte, geri-bıraktırılmış ülkelere verilmiş olan borçların anapara ve faizlerinin düzenli olarak ödenmesinin sağlanması gerekmektedir. Emperyalist tekellerin değer yitiren para-sermayelerine ek gelir (kâr, faiz ya da rant olarak) sağlanması ve emperyalist ülke metalarına talep bulunması, geri-bıraktırılmış ülkelerin daha çok borçlanmalarını zorunlu kılarken, aynı zamanda eski borçların ödenmesini (yeni deyimle "çevrilebilirliğini") de garanti altına almak gerekmektedir.
Her durumda, bizim gibi emperyalizme bağımlı sanayiye sahip ülkelerin ekonomik dengeleri emperyalist metropollerde kurulduğundan, ülke içindeki ekonomik gelişmeler belirleyici değildir. (Kapitalizmin dış dinamikle geliştirilmesi esprisi.) Son aylarda yapılanlar tümüyle bu gerçeklerin tanıtlanması olmuştur.
Örneğin, "takas" işlemi ile büyük bankaların ellerinde bulundurdukları TL cinsinden ve düşük faizli "devlet kağıtları"nın dolara endeksli ortalama %14,67 faizli "devlet kağıtları" ile değiştirilmesi sonrasında "dört büyük bankanın sendikasyon kredileri[8*] ödeme güçlüğü içinde oldukları" ve "takas" la bu sendikasyon kredileri için ek bir kaynak sağladıkları ifade edilmiştir. Kemal Derviş'in "bankalar takas sayesinde bilançolarındaki döviz-TL dengesini düzeltmiş olacaklar" ifadesi de, bu sendikasyon kredilerinin ödenmesinin sağlandığının itirafıdır. Bir başka deyişle, devlet garantili kısa vadeli dış borçlanmayı ifade eden sendikasyon kredilerinin geri ödenmesinin garanti altına alınması, IMF ve Kemal Derviş programının temel amacının, yani dış borçların ödenmesini garanti altına alma amacının bir parçasını oluşturmaktadır. Ama bu öyle yapılmalıdır ki, bir yandan eski borçlar ödenirken, diğer yandan yeni ve daha fazla borçlanmaya gidilmelidir. Öte yandan da, emperyalist metalar için ek bir talep yaratılmalıdır. İşte "takas" böylesine çok yönlü bir amacın bir aracı olmuştur.
Diğer yandan, aynı "takas" olayı, devletin nasıl "içinin boşaltıldığı"nın en tipik bir örneği durumundadır.
Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, Haziran ayında gerçekleştirilen "iç borç takası" sonucunda "devlet"in "piyasa yapıcısı" adı verilen dört özel bankaya (İşbankası, Akbank, Garanti Bankası, Yapı-Kredi) verdiği faiz oranı %14,67 olurken, aynı bankaların yurt dışından aldıkları sendikasyon kredilerinin faiz oranları libor+2,4 civarında olmaktadır. Libor (Londra bankalar arası faiz oranı), ortalama %4,5 olduğu bir dönemde, "piyasa yapıcısı" bankalar %6 faizle topladıkları paraları "devlet"e %14,67 ortalama faizden vererek %8,67 oranında rant elde etmişlerdir. Ancak "oyun" bununla bitmemektedir.
"Piyasa yapıcısı" aynı bankalar, diğer yandan "sendikasyon kredisi" adı altında uluslararası tefeci para-sermaye kesimlerine de aracılık etmektedirler. Örneğin, Temmuz ayı sonunda Yapı-Kredi Bankası' nın aldığı "sendikasyon kredisi"ni veren bankalar, Alpha Bank A.E., The Bank of New York, The Bank of Tokyo-Mitsubishi Ltd., Barclays Capital, The Investment Banking Division of Barclays Bank PLC, HVP Group, BayernLB, Citibank N.A., Credit Agricole Indosuez, Deutsche Bank AG, Dresdner Kleinwort Wasserstein, First Union National Bank, ING Group, Natexis Banques Populaires ve The Sanwa Bank Limited'den oluşmaktadır. Bu tür irili-ufaklı yabancı bankalardan "sendikasyon kredileri" vb. adlarla "özel sektör" tarafından alınan kısa ve orta vadeli borçlar Mart 2001 itibariyle 51 milyar 914 milyon dolara yükselmiştir. Bu krediler, yabancı bankalar adına içerde "piyasa yapıcı bankalar" yoluyla hazine bonolarına yatırılmaktadır. Kemal Derviş'lerin çok övündükleri "özel sektörün uluslararası piyasalardan sağladığı krediler" de bunlardan oluşmaktadır. Kısa vadeli sermaye hareketleri ya da "sıcak para" adı verilen bu tefecilik yöntemiyle "devlet" hazinesinin "içi boşaltılmaktadır".
İç borçlanmaya ilişkin tüm bu sayısal verilerin ardında yatan asıl gerçek ise, iç borçların hazine üzerinde yaratmış olduğu baskı nedeniyle dış borçların ödenmesinde "sorunlarla" karşılaşılmasıdır. Emperyalist finans kuruluşlarını ilgilendiren nokta da burasıdır.
Anımsanabileceği gibi, Kasım 2000 krizi sonrasında IMF kredileri için ortaya konulan önkoşul 80 milyar 791 milyon dolarlık dış borcun beş yıl içinde ödenmesi olmuştur. Bu önkoşul sonucu, "devlet" (kendi deyimleriyle "hazine"), 2001 yılında 25 milyar 310 milyon, 2002'de 16 milyar 157 milyon, 2003'te 16 milyar 590 milyon, 2004'te 12 milyar 329 milyon, 2005 yılında 10 milyar 405 milyon, 2006 ve sonrasında da 35 milyar 679 milyon dolar tutarında dış borç ödemeyi garanti etmek zorunda kalmıştır. Tümüyle orta ve uzun vadeli borçları kapsayan bu ödeme koşulu, emperyalist ekonomilerin içine girdikleri buhranla birlikte aciliyet kazanmıştır. Bu nedenle, düşük faizli uzun ve orta vadeli borçlar kısa vadeli borçlara dönüştürülmek istenmektedir. Bunların ödenebilmesi için gerekli kaynaklar ise, iç borç faiz ödemelerine gitmektedir. Kemal Derviş'le birlikte yeniden keşfedilen "iç borç stoku" sorununun özü de burada yatmaktadır. "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın tek amacı, eski dış borçların ödenmesi sorununa neden olan iç borçların "makul düzeye indirilmesi"nden ibarettir.
Dış Borcun Yapısı |
(Milyon $ ) |
1996 |
1997 |
1998 |
1999 |
2000 |
2001* |
Toplam Dış Borç |
79.642 |
84.876 |
96.890 |
103.344 |
116.105 |
112.054 |
Orta-Uzun Vade |
62.297 |
66.829 |
75.673 |
79.872 |
87.193 |
85.418 |
Kamu Sektörü |
51.616 |
50.228 |
52.568 |
54.078 |
61.141 |
60.139 |
Özel Sektör |
10.681 |
16.600 |
23.104 |
25.794 |
26.052 |
25.278 |
Kısa Vade |
17.345 |
18.048 |
21.217 |
23.472 |
28.912 |
26.636 |
Toplam Döviz Gelirleri |
41.745 |
52.086 |
58.343 |
50.148 |
55.105 |
13.116 |
İhracat |
23.225 |
26.261 |
26.973 |
26.587 |
27.774 |
8.152 |
İthalat |
43.028 |
48.005 |
45.440 |
39.768 |
54.041 |
10.245 |
Cari İşlemler Dengesi |
-2.437 |
-2.638 |
1.984 |
-1.360 |
-9.819 |
-547 |
TCMB Rezervler (Brüt) |
16.273 |
18.419 |
19.721 |
23.177 |
22.172 |
18.445 |
Dış Borç Kullanımları |
8.912 |
13.386 |
14.211 |
16.275 |
25.458 |
3.175 |
Dış Borç Ödemesi |
11.418 |
12.418 |
16.513 |
18.316 |
21.937 |
5.043 |
Anapara |
7.218 |
7.830 |
11.690 |
12.866 |
15.638 |
3.226 |
Faiz |
4.200 |
4.588 |
4.823 |
5.450 |
6.299 |
1.817 |
GSMH |
183.577 |
192.376 |
206.559 |
185.249 |
201.188 |
|
Ortalama Dolar Kuru |
81.386 |
152.071 |
261.045 |
420.126 |
623.704 |
983.450 |
|
Toplam Dış Borç / GSMH |
%43,38 |
%44,12 |
%46,91 |
%55,79 |
%57,71 |
|
Kamu Sektörü Borcu/ GSMH |
%28,12 |
%26,11 |
%25,45 |
%29,19 |
%30,39 |
|
Özel Sektör Borcu/ GSMH |
%5,82 |
%8,63 |
%11,19 |
%13,92 |
%12,95 |
|
Top.Dış Borç / Top.Döviz Gel |
%190,78 |
%162,95 |
%166,07 |
%206,08 |
%210,70 |
|
Toplam Dış Borç / İhracat |
%342,91 |
%323,20 |
%359,21 |
%388,70 |
%418,03 |
|
Dış Borç Servisi / GSMH |
%6,22 |
%6,46 |
%7,99 |
%9,89 |
%10,90 |
|
Faiz / GSMH |
%2,29 |
%2,38 |
%2,33 |
%2,94 |
%3,13 |
|
* Ocak-Mart 2001
Kaynak : Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası, DPT, DİE |
Her zaman olduğu gibi, ana sorun, tüm bu sayılar ve amaçlar içinde, gerekli iç kaynakları bulmaktır. Bunun tek yolu ise, ülke içinde üretilen tüm mal ve hizmetlerin satılması ve vergilerin olabildiğince yükseltilmesidir. Bu yüzden, Kemal Derviş-IMF-Medya üçgeni, geniş halk kitlelerini "işlerin düzeleceğine" inandırmak peşindedirler. Amaç, tüm vergi uzmanlarının çok iyi bildiği gibi, "
kazı, bağırtmadan yolmaktır". Yapılan tüm propagandalar, demagojiler, iki yüzlülükler hep bu amaca yöneliktir.
Mart ayından Ağustos ayına kadar söylenen ve yazılanlara bakıldığında bu amaç ve bunun araçları oldukça net olarak görülecektir.
Diyebiliriz ki, 14 Nisan 2001 günü açıklanan, ancak hiçbir açıklama yapılmaksızın 15 Mayıs 2001 günü değiştirilen "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı",
emperyalist finans kuruluşlarının ve tekellerinin borçlarını tahsil edebilmeleri amacıyla oluşturulmuş bir programdır. Ortaya koyduğu tüm gerekçeler ve hedefler, bu çerçevede biçimlendirilmiştir. Dış borçların ödenebilmesi ve yeniden borçlanılabilmesi için gerekli döviz, sadece ülke içinden bulunabileceğinden, tüm söylem iç borçlar üzerine inşa edilmiştir. İç borçlanmanın "kötü siyasiler" nedeniyle ortaya çıktığının "medya" propagandası ile halka kabul ettirilmesine paralel olarak, 2000 yılında gerçekleştirilen
mülksüzleştirme operasyonundan arta kalanların, yani küçük ve orta burjuvazinin hala ayakta kalabilenlerinin hızla
mülksüzleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu mülksüzleştirme hedefini gizlemek amacıyla, "şeffaflık" demagojisine başvurulmuştur. "Şeffaflık" adı altında ortaya konulan sayısal veriler ve hedefler tümüyle kamuoyunu aldatmayı ve mülksüzleştirilecek kesimlerin dikkatini başka tarafa çekmeyi amaçlamıştır. Bu amaca da, "kötü siyasiler" demagojisiyle, "hükümet içi çekişmeler" yaratılmasıyla ulaşılmaya çalışılmıştır. Borsanın düştüğü ve doların yükseldiği gerekçesiyle Yüksel Yalova, Enis Öksüz istifaya zorlanarak, bu görüntü pekiştirilmeye çalışılmıştır.
Ancak uygulamanın iki ayı dolduğunda (15 Mayıs-15 Temmuz) tüm sayısal verilerin işe yaramaz olduğu ortaya çıkmış ve bunların üstünün örtülmesi olanaksız hale gelmiştir. Bu durumda, Kemal Derviş ve "teknokratlar ekibi" "programda hafif revizyona gidileceği"ni açıklamak zorunda kalmışlardır. Kamuoyuna yönelik olarak yapacakları "revizyon", 2001 yılı hedef sayılarını değiştirmekten ibarettir. Bir başka deyişle, Kemal Derviş ve "teknokratlar", TÜSİAD'ın Nisan ayında yaptığı "tahminleri", "revizyon" adı altında kamuoyuna sunmayı planlamışlardır.
Oysa ki, "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı altında kamuoyunun yönlendirilmesi ve aldatılmasına yönelik demagoji tutmamıştır. Doğal olarak kamuoyunun yeniden yönlendirilmesi ve aldatılabilinmesi için "revizyon" sözcüğünün yaratacağı çağrışımlara ve "yeni" şeylere gereksinme duymaktadırlar. Bunun ilk sonucu ise
söylemdeki "şeffaflık"tan vazgeçilmesi olmuştur.
26 Temmuz 2001 tarihinde "teknokratlarıyla" birlikte basın toplantısı yapan Kemal Derviş'in "bilgi notu"nda şu ibarelerin yer alması şaşırtıcı olmamıştır:
"Esnek Borçlanma Politikası: Hazine, Ağustos ayından itibaren borçlanma politikalarında değişikliğe giderek, bir süre günün koşullarına bağlı olarak daha esnek bir yapı arzeden bir borçlanma stratejisi uygulayacaktır. Bu kapsamda, aylık borçlanma programı yayınlanması uygulamasına ara verilecektir. İhalelerin eskiden olduğu gibi Salı günleri yapılması esas olmakla birlikte, diğer günlerde de ihaleye çıkılabilecektir. İhalelerin koşulları en az bir gün önceden kamuoyuna duyurulacaktır. Her ay sonunda, takip eden ayın günlük iç borç ödemeleri ilan edilmeye devam edilecek, referans faizi ihalelerinin tarihi ve ihraç edilecek miktar her ay sonunda açıklanacaktır."[9*] (abç)
"Hiç kimsenin önünü göremediği"nden, ekonominin "tam bir belirsizlik içinde" olduğundan sözedildiği bir dönemde bu "gizlilik" yönelimi, mülksüzleştirilecek kesimlerin daha fazla belirsizlik içine girerek, kendini kurtarma uğruna Kemal Derviş'e olan "medyatik" "güvenlerini" kullanmayı amaçlamaktadır. Nitekim, borçlanmada "şeffaflıktan" vazgeçildiğinin "bilgi notu"nda açıklanması, üstelik Kemal Derviş'in basın toplantısı sırasında bunun "üzerinde durmaması", ne yapılmak istendiğini daha açık göstermektedir.
Kemal Derviş'ın 26 Temmuz 2001 tarihli basın toplantısı, "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın tüm demagojik söyleminin ve hedeflerinin iflas ettiğinin, işe yaramaz hale geldiğinin itirafı olarak, aynı zamanda programın sonunu ilan etmiştir. Şimdi amaç, "kazın" bağırmasını engellemek ve yeni yöntemlerle "yolmaya" devam etmektir. Bu amaca ulaşmanın yolu ise, Kemal Derviş'e kamuoyunun "medyatik güveni"ni kullanarak sürekli
yalan, çarpık bilgilerle kamuoyunu yönlendirmektir. "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın 14 Nisan ve 15 Mayıs tarihli iki ayrı versiyonunun bulunması bu yalan ve çarpıtmanın en tipik örneği olmakla birlikte, bugün çok daha somut ve "işbitirici" yöntemler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Kemal Derviş'in 25-26 Temmuz günlerinde yaptığı açıklamalar, "
şirin, sempatik, güvenilir, uzman, Dünya Bankası başkan yardımcısı, şirin Catherine'nin kocası" görünümüyle halkı nasıl kandırmaya, aldatmaya çalıştığını "medya"nın bile kabul etmek zorunda kaldığı bir olgu haline gelmiştir.
25 Temmuz günü İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
"Bir yeniden yapılandırma veya bir şey fonu gibi bir araca ihtiyaç var Türkiye'de. Bunda aslında yasal temel hazır. BDDK bünyesinde bence bu yapılabilir. Ve reel ekonomiye bence büyük yararı olacak. Çünkü bir işletmeyi kapattıktan sonra yeniden açmak çok zor. Yani kapanma aşamasında olan birçok işletmeyi gerçekten kurtarmak gerekiyor. Ama bu işletmeler tabi orta ve uzun vadede sağlıklı bir yapıya sahip ise. Bu kararı vermek kolay değil.
Bu kararı sadece bankacılık anlayışı içinde değil daha geniş bir anlayış içinde yapabilen bir fona, bir yapıya ihtiyacımız var. Bu konuda da çalışmalar başladı ve bu çalışmayı sizlerle birlikte yapmamız lazım. Ve yalnız sizlerle değil dış kuruluşlarla da bu konuyu tartışmamız lazım. 6 Ağustos tarihinde Dünya Bankası'ndan sadece bu konu üzerinde çalışacak bir ekip geliyor.
Ve bu konuda Brezilya'da, Kore' de, diğer birçok ülkede, İtalya'da, Almanya'da yapılan çalışmaların bütün bilgileri de beraberinde getirecekler."
Kemal Derviş'in bu uzun sözünün özü, "
reel sektör için Rehabilitasyon Fonu" kurulacağı "müjdesi" verdiğidir.
Oysa iki ay önce "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın 57. paragrafında büyük iddialarla şöyle denilmekteydi:
"2000 yılında 25'i bütçe içi ve 2'si bütçe dışı olmak üzere 27 adet, bu yıl ise Mart ayı itibariyle 21'i bütçe içi ve 4'ü bütçe dışı olmak üzere toplam 25 adet fon kapatılmıştır. Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu hariç olmak üzere kalan 15 bütçe içi fonun da bu yıl ortasına kadar kapatılması sağlanacaktır. Böylelikle 2002 bütçesine gelindiğinde sistemde sadece beş adet bütçe dışı fon kalacaktır. Bunlar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Tanıtma Fonu, TMSF ve Özelleştirme Fonu'dur. Bundan böyle bütçe içi veya dışı herhangi yeni bir fon oluşturulmayacaktır."
Kemal Derviş'in aynı açıklamasının diğer yönünü ise,
Hürriyet gazetesinde, Meral Tamer şöyle ifade etmektedir:
"Yanlış anlaşılma olmasın! Devlet Bakanı Kemal Derviş'in önceki gün İstanbul Sanayi Odası'nda söz ettiği fon meselesi, aslında reel sektörü kurtarma fonu falan değil, bankaları donmuş alacaklarından kurtarma fonu... Zaten Derviş de bu işlemin BDDK bünyesinde yapılabileceğini söylemedi mi?
Bankaları donmuş alacaklarından kurtarmak ve yeni kredi verebilir hale getirmek, elbette reel sektörün de sonuçta işine yarayacak. Ayrıca bankalar donmuş alacaklarından kurtarılırken, o donmuş alacağı yaratan şirket de hayatiyet kazanmış olacak. Ama bu proje reel sektörü rehabilite etmek için falan değil, beyler. Bunu açıkça bilin."[10*]
Kemal Derviş'in bu iki yüzlü ve kamuoyunu aldatmayı amaçlayan açıklamadan bir gün sonra yaptığı basın toplantısında "
TL cinsinden yatırımı özendirmek" amacıyla "bazı tebdirler" aldıklarını açıklarken, aynı saatte Hazine Müsteşarlığı "1 yıl vadeli 6 ayda bir kupon ödemeli
döviz cinsinden tahvil ihracı" yapacağını açıklamış ve bir gün sonra 500 milyon dolarlık satış yapılmıştır.
Böylece, Kemal Derviş, aynı anda, bir yandan basın toplantısında "
TL'yi cazip hale getirmek"ten söz ederken, yani kamuoyuna "paranızı TL'ye yatırınız" mesajı verirken, diğer yandan
iç borçlanmanın döviz cinsinden yapılması uygulamasına geçilmiştir.
[11*]
Görüldüğü gibi, 25-26 Temmuz günü yapılanlar, tümüyle
küçük ve orta burjuvazinin belirsizlik ve kararsızlık içine sokularak mülksüzleştirilmeleri için yeni bir yol açmaktır.
Bunların yeterli olmadığı ve olmayacağı görüldüğünden, "gündem" değiştirilerek, "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"na "inanmak"tan "toplumsal barışı koruma"ya geçilmiştir:
"Temel istikrara güven, toplumsal barışa güven, bu programın başarısı ve Türkiye'nin geleceği için en önemli koşuldur. Bu konuda her zaman birbirimize yardımcı olmamız lazım. Ve bu güveni mutlaka sağlamamız lazım. Teknik ve ekonomik, politik önlemler çok gereklidir ve buna yardımcı olabilir. Ama toplumsal barışa olan inanç, mutlaka toplumun her kesimi tarafından desteklenmelidir. Bu toplumsal barışa inancımızı tazelememiz ve güçlendirmemiz gerekiyor."
"Ve hiçbir şekilde bu konuda bir sapmayı veya bir tartışmayı kendi aramızda başlatmamamız gerekiyor. Şu anda Türkiye'nin başka bir alternatif yoktur."[12*] (abç)
Kısacası, tüm karmaşık söylemlerin, ağır ekonomik dilin, demagojilerin, "şeffaflık" adı altında "kapalı kapılar ardında" iş yapılmasının, sayısal verilerin vb. ardında yatan gerçek, halk kitlelerinin artan oranda mülksüzleştirilmesi ve bu yolla emperyalizme bağımlı ekonominin dış borç sorununu "çevrilebilir" hale geçirmektir. Ve geldikleri yer, bu amaçlarına ulaşabilmek için, küçük ve orta burjuvaziyi "devrim" korkusu içine sokmaktır. Şüphesiz, "korkunun ecele faydası yoktur". Küçük ve orta burjuvazi ne denli devrimle korkutulur ve karşı-devrimci konumda tutulabilirse, o denli daha fazla mülksüzleştirilecektir. Onlar, tüm "alternatif" programların ve ekonomi-politikaların er ya da geç varacakları tek yerin demokratik halk devrimi programı olduğunu kabul etmedikleri sürece, kapitalist mülksüzleşmenin kurbanları olarak yaşamak zorunda kalacaklardır.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I
***
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (!)
***
Köylülerin Mülksüzleştirilmesi Ve "Siyasetin Yeniden Yapılandırılması"
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu
***
Dünya Ekonomisinde Durgunluk
***
Deflasyon, Yapısal Uyum, Döviz Çıpası, Kemal Derviş, vs.
***
Ne Oldu?
***
Alternatifi Olmayan Tek Ekonomi-Politika
***
Arjantin "Modeli"
***
Türkiye'nin Yazgısı ve Dünya Ekonomik Buhranı
***
Emperyalist Sömürü ve 5 Nisan Kararları
***
Ekonomik Buhranlar
***
Türkiye ve Dünya Ekonomisindeki Son Gelişmeler
***
Dünya Ekonomik Buhranı ya da Yeni-Sömürgeciliğin Bunalımı
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi?
***
İşte Emperyalist-Kapitalizm!
***
Kapitalizm ve "Modernizasyon"
***
Kapitalizmin Sürekli ve Genel Bunalımı ve "Yeni" Teoriler
***
İthalat Patlamasından Faşist-Mafya Cumhuriyetine
Dipnotlar
[1*] Devlet borçlanmalarında sözü edilen tahvil ile bono, borçlanmanın vadesine göre yapılan bir ayrımdır. 12 aydan kısa vadeli borçlanma senetlerine "bono", 12 aydan daha uzun borçlanma senetlerine "tahvil" adı verilmektedir.
[2*] "Takas"la birlikte bankaların hazine "kağıtları"ndan elde ettikleri "reel faiz oranı", %14,67 resmi faiz + dolar fiyatındaki artış oranı ("hedef" dolar fiyatıyla %56) - enflasyon oranı ("hedef" TEFE olarak %57,6) = %13,07 olmaktadır. Gerçekte ise, dolar fiyatındaki artış (1.320.000 TL olarak) %93 olmuştur ve yıl sonu itibariyle bu oranın %120'lere ulaşması "öngörülmekte"dir. Böylece "reel faiz oranı", en az %50,07, en çok %77,07 olmaktadır. Enflasyon rakamlarında meydana gelecek her artış, dolar fiya-tının artmasına neden olmadığı koşullarda, bu "reel faiz oranı"nı düşürecektir. Bu nedenle, enflasyonda meydana gelen her artışın dolar "spekülasyonu"na yol açması kaçınılmazdır.
[3*] Kemal Derviş, 17 Haziran 2001 tarihli basın toplantısı.
[4*] Kemal Derviş'in "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın
iki ayrı metni bulunmaktadır. "Ayrıntılı program" olarak ifade edilen ve
Mayıs ayında IMF'e verilen "Niyet Mektubu"na paralel olarak kaleme alınan
ikinci metinde "Sunuş" şöyle yapılmaktadır:
"Ülkemiz çok ciddi bir ekonomik dar boğazdan geçmektedir. Yaşadığımız sıkıntının
görünürdeki nedeni, kamu sektörünün borç stokunun boyutu ve son yıllarda korkutucu biçimde hızlanan olumsuz borç dinamiğidir.
1990'lı yıllarda Türkiye'nin kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 30'un altındayken, 2000 yılının sonunda bu oran yüzde 60'a ulaşmıştır. Bugün ise yüzde 70'in de üstüne çıkmıştır. Yıllardır ancak çok yüksek reel faizle borçlanabilen devlet için bu süreç artık sürdürülemez boyutlara varmıştır.
Ancak bu olumsuz borç dinamiğinin
temel nedeni Türkiye'mizde devlet ile toplum ve siyaset ile ekonomi arasındaki ilişkilerdir." (abç)
[5*] İç borçlar, devletin kendi giderlerini vergi vb. gelirlerle karşılayamadığı koşullarda baş vurduğu bir "finansman" aracıdır. Tahvil ve bono cinsinden yapılan bu borçlanma, ister devletin yeni yatırımları için, ister düzenli giderlerini karşılamak için kullanılsın, her durumda, ülke içindeki özel kişi ve şirketlerin sahip oldukları para-sermayenin faiz karşılığında devlete ödünç verilmesidir. Feodalizmin egemen olduğu koşullarda devlet iç borçlanması tefeci-bankerlere yapılırken, günümüzde kapitalist bankalara yapılmaktadır. Kapitalizmin dünya çapında egemen üretim ilişkisi haline gelmesiyle birlikte devlet iç borçlanmaları "alışılan" bir yol haline gelmiştir. İç borçlanma, genellikle her ülkenin kendi ulusal parası üzerinden gerçekleştirildiğinden, doların fiyatında meydana gelen değişiklik, "dolar bazında" iç borç "stoku" rakamlarında değişikliğe neden olmaktadır. Ekonomi-politiği bilmeyen ve kapitalist ekonomi hakkında hiçbir düşünceye sahip olmayan düz mantığa göre, doların değer kazanması, iç borçların azalması anlamına gelmektedir. Bu düz mantık sahibi "prof."lar, "gazeteciler", "ekonomi yazarları", 22 Şubat devalüasyonuyla birlikte Türkiye'nin iç borç "stoku"nun azaldığını, dolayısıyla Şubat Krizi'nin "sanıldığı kadar kötü" olmadığını iddia edebilmişlerdir. Bu "ekonomi uzmanları"nın hesabına göre, 2000 yılı sonu itibariyle 36 katrilyon liralık iç borç, Şubat Krizi öncesinde 54 milyar dolar iken, Şubat Krizi sonrasında doların 1 milyon liraya çıkmasıyla birlikte 36 milyar dolara inmiştir. Böylece neredeyse "bir gecede", 18 milyar dolar "kazanılmış"tır! Bu düz mantık sahiplerinin unuttukları tek şey, iç borçlanmanın TL. üzerinden yapılıp TL. üzerinden ödenmesidir. Döviz fiyatlarında meydana gelen değişimin iç borçlar üzerinde etkili olabilmesinin tek yolu, TL. üzerinden yapılmış olan bu borçların dolar cinsinden dış borçlara dönüştürülmesidir. Bir başka deyişle, TL. cinsinden iç borçların dolara endeksli borçlara çevrildiği koşullarda, iç borçların dolar cinsinden azaldığından sözetmek olanaklıdır. Haziran ayında yapılan "takas"ın da amacı budur. Ancak herkesin de bildiği gibi, TL. cinsinden borçların dolara endekslenmesiyle, dolar fiyatının her yükselişi iç borçların yükselmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla "kazanılanlar", dolara endeksli borçların ek faizleriyle birlikte birkaç kat artmaktadır. Haziran ayında yapılan takasla, 10 katrilyon liralık iç borç 8 milyar 300 milyon dolarlık iç borca çevrilmiş, ancak doların yükselmesiyle birlikte, aynı borç 15 katrilyon liraya çıkmıştır. Yaman Törüner, 6 Mart 2001 tarihli
Akşam gazetesinde şöyle yazmaktadır:
"Kemal Derviş dışarıdan 35-40 milyar dolar para getirebilecek ve bu para ile iç borçlar dış borç haline dönüştürülebilecekse; devalüasyon oranının yüksek tutulması veya şimdi nispeten düşük tutulup, birkaç ay sonra yeni bir devalüasyona gidilmesi gündeme gelebilir. Yüksek oranlı devalüasyon sayesinde iç borçlar ve kamu bankalarının açıkları toplamı ulaşılan 'sorun rakam', döviz cinsinden küçülecek ve 50 milyar Dolar civarına düşebilecek.
Derviş'i kurtarıcı gibi görenlerin beklentileri bu." (abç)
[6*] GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla), bir ülkenin bir yıl içinde ürettiği tüm mal ve hizmet değerlerinin toplamıdır.
[7*] Program'da GSMH'nın 170 milyar dolar ve büyüme oranının -%3 olacağı yazılıdır. 2000 yılında 201,9 milyar dolar olan GSMH'nın %3 küçülerek nasıl 170 milyar dolara ineceği ise hiç belirtilmemiştir. Basit bir orantıyla bile verilen sayılardan küçülmenin (eksi büyüme) %15'lere kadar çıkabileceği bulunabilecektir. TÜSİAD, bu tutarsızlığın üstünü örtmek amacıyla, Nisan sonunda, "
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nın öngörülerini "revize" ederek, küçülmenin %5,8, doların yıl sonu fiyatı 1.268 ve TEFE'nin %74 olacağını ilan etmek zorunda kalmıştır. (Bkz. TÜSİAD,
Konjonktür, Nisan 2001, Sayı: 27)
[8*] Sendikasyon kredileri, büyük bir banka veya finans kurumunun yöneticiliği altında birden çok banka ve/veya finans kuruluşu tarafından sağlanan kredilerdir.
[9*] Kemal Derviş, 26 Temmuz 2001 tarihli basın top-lantısının "bilgi notu".
[10*] Meral Tamer,
Hürriyet, 27 Temmuz 2001
[11*] NTV, 27 Temmuz günü bu haberi geçerken şu dipnotu eklemiştir: "Bu uygulama daha önce Mek-sika'da da yapılmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Meksika dövize endeksli borçlarını kapatmak için IMF'den bir yardım paketi almak zorunda kalmıştı. Bu ihale ile Hazine döviz cinsinden yurtdışında borçlanamadığı için yurtiçinde borçlanmayı hedefliyor."
[12*] Kemal Derviş, 26 Temmuz 2001 tarihli basın toplantısı.