[Aşağıdaki yazı, 1990 yılında Yeni-Çeltek’te meydana gelen ve 66 işçinin ölümüne yol açan grizu patlamasından sonra yazılmış ve Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Cephe dergisinin 1991/1 sayısında yayınlanmıştır.]
Türkiye’de her yıl yüzlerce işçi, iş kazaları olarak adlandırılan olaylarda ölmekte ya da yaralanmaktadır. Binlerce işçi sakat kalırken, yaşamlarını yitiren işçiler sadece istatistiklerde yer alan basit birer rakam haline gelmektedirler. Şubat 1990’da Yeni-Çeltek’te meydana gelen "kaza" sonucunda yaşamlarını yitiren 66 maden işçisinin 58’inin cesetleri bile çıkartılamamıştır. Gazetelere yansıyan "iş kazaları", her zaman Yeni-çeltek olayı gibi geniş ölçüde yer de alamamaktadır. Örneğin 1983 yılında Zonguldak-Kandilli’de meydana gelen grizu patlaması sonucunda 103 maden işçisi yaşamını yitirmesine rağmen, basında yer almamıştır. Çünkü 12 Eylül faşist generalleri bu haberin geniş ölçüde yazılmasını "tehlikeli ve sakıncalı" bulmuşlardır.
Ülkemizde, 1981-86 yılları arasında her gün, ortalama 415 "iş kazası" meydana gelmiştir. Yaklaşık 100 "iş kazası"ndan birisi ölümle sonuçlanmıştır. "Kazaların" dağılımında %18 ile inşaat sektörü birinci sırayı alırken, %11 ile metal sanayi ikinci sırada ve %9.8 ile kömür madenleri üçüncü sırayı almaktadır.
"İş kazaları"nda kömür madenleri üçüncü sırayı almasına rağmen, ölümlerde ilk sırada yer almaktadır. Kömür madenlerinde ölüm olayları, grizu patlaması, göçük ya da su baskını gibi olaylar sonucu meydana gelmektedir. Son elli yılda meydana gelen
büyük grizu patlamaları sonucu meydana gelen ölüm olaylarının dökümü şöyledir:
Yıl
|
Yer
|
Ölüm
|
3 Aralık 1942
|
Kandilli
|
40
|
21 Eylül 1947
|
Kozlu
|
47
|
24 Ocak 1955
|
Gelik
|
55
|
14 Mart 1960
|
Kozlu
|
22
|
19 Mart 1965
|
Merzifon Yeni Çeltek
|
72
|
4 Nisan 1967
|
Kandilli
|
17
|
23 Ekim 1972
|
Kozlu
|
23
|
7 Mart 1983
|
Kandilli
|
103
|
10 Nisan 1983
|
Kozlu
|
10
|
31 Ocak 1990
|
Amasra
|
66
|
7 Şubat 1990
|
Amasra Yeni-Çeltek
|
5
|
3 Mart 1992
|
Kozlu
|
263
|
26 Mart 1995
|
Yozgat-Sorgun
|
37
|
22 Kasım 2003
|
Karaman-Ermenek
|
10
|
8 Eylül 2004
|
Kastamonu/Küre
|
19
|
21 Nisan 2005
|
Gediz
|
15
|
23 Şubat 2006
|
Dursunbey
|
17
|
10 Aralık 2009
|
Kemalpaşa
|
19
|
23 Şubat 2010
|
Odaköy
|
17
|
17 Mayıs 2010
|
Gelik
|
30
|
8 Ocak 2013
|
Kozlu
|
30
|
13 Mayıs 2014
|
Soma
|
301
|
Bütün bunlar [Soma hariç], büyük grizu patlamasına ilişkin sayılardır. Bunların yanında, "küçük" sayılan grizu patlamalarında, yangın, su baskını, göçük olaylarında ölenlerin tam sayısı bilinmemektedir. Zonguldak kömür madenlerinde son 40 yılda meydana gelen olaylarda 3.912 maden işçisi yaşamını yitirmiş ve 305.000 yaralanma olayı meydana gelmiştir.
Bunların nedenleri vardır. Zaman içinde artarak gelişen ölüm olaylarının nedenlerini görmeden önce, bundan yaklaşık olarak 150 yıl önce, İngiltere’de yayınlanmış olan bir raporu aktaralım:
"Kömür ocağı sahipleri ve işletmecileri arasında rekabet altında ... en gözle görülür fizik güçlükleri yenmek için, gerekli olanın dışında hiçbir harcama yapılmaz; ve genellikle yapılacak iş için gerekli olandan çok daha fazla bulunan kömür işçileri arasında rekabet nedeniyle, çevrelerindeki tarım işçilerinden biraz yüksek bir ücret karşılığında, bunlar büyük tehlikelere ve çok zararlı etkilere seve seve katlanırlar ve bu iş ayrıca onlara çocuklarını kârlı bir şekilde kullanma olanağı da verir. Bu çifte rekabet ... ocakların büyük bir kısmının en yetersiz drenaj ve havalandırma ile işletilmelerini sağlamaya tamamen yetmektedir. Çoğu kez kuyular kötü açılmış, kötü donatılmış ve mühendisler yetersizdir; galeriler ve yollar kötü açılmış ve yapılmıştır; bunlar, can kaybına, vücut ve sağlığın bozulmasına yol açar; bunlara ait istatistikler korkunç bir manzara ortaya koyarlar."[1*]
Karl Marks’ın, bundan 130 yıl önce yayınladığı ünlü yapıtı
Kapital’de yer verdiği bu rapor ile ülkemizdeki maden ocaklarının durumu arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Kendilerini geçindirecek kadar ürün alamadıkları topraklarından koparak madenlerde çalışmaya başlayan köylüler, zaman içinde çalışma koşullarının getirdiği "yeni bir dünya" ile yüz yüze gelmektedirler. İlk kez gerçek anlamda işçi olmanın getirdiği sorunlarla, işverenlerin kârlarını artırmak için, onların yaşamlarını hiçe saymasının getirdiği sömürü koşullarıyla yüz yüze kalırlar. Ama tarımdan sağlanan gelirden az çok yüksek gelir sağlayan ücretler karşısında, elverişsiz ocaklarda (ya da başka sanayi kuruluşlarında) çalışmak durumundadırlar. Yaygın işsizlikle birleşen tarıma göre daha yüksek gelir sağlama durumu, yaşam pahasına bir çalışmanın sürdürülmesinin nedeni olur çıkar.
Siyasal özgürlüklerin olmadığı bir ülkede, yani bizim gibi bir ülkede, tarımdan kopup gelenlerin proleter sosyalist siyasal bilince ulaştırılması da güç olmaktadır. Gerçekler anlatılamamakta, anlatmaya çabalayanlar ağır hapis ve ölüm cezalarına çarptırılmaktadır. Böylece işçiler arasında bir "takdiri ilahi" sürüp gitmektedir.
Kömür madenlerinde bu durum daha da kötüdür. Meydana gelen "iş kazaları", onlar için "tevekkül" ile karşılanması gereken olaylardandır. Galeri girişlerine yazılan dini sözler, sanki onların bu kötü ve ağır çalışma koşullarında çalışmaları kaçınılmazmışçasına kömür işçilerinin her gün karşısına çıkar:
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM"
"EVVEL TEDBİR-SONRA TEVEKKÜL"
Tümüyle maden mühendisliğinin uzmanlık alanına giren ve bu uzmanlıklarla çözümlenebilen sorunlar, doğrudan kömür işçisinin "kendisine" ve sonra "allah"a bırakılmıştır. Ve işverenler (isterse kolektif kapitalist olan devlet olsun) bir kez daha işçileri sömürebilmek için "başkalarından" yardım almaktadırlar. Oysa hepsinin arkasında
kâr, daha fazla kâr sağlama isteği yatmaktadır.
Kapitalizm koşullarında işçilerin nasıl sömürüldüklerini ayrıntılı bir biçimde tahlil eden
Marks, kapitalistin ya da kapitalist devletin var olduğu üretim biçiminin bir özelliğini şöyle belirtir:
"Kapitalist üretim biçimi, genellikle bütün pintiliğine karşın, kendi insan malzemesi konusunda çok hovardadır."[2*]
Kapitalistler ya da işletme yöneticileri kârlarını artırmak için pek çok konuda "tasarruf" peşinde koşarlar. Son on yılda ülkemizde de sık sık duyulan "enerji tasarrufu" bunlardan birisidir. Diğer bir tasarruf konusu da, üretim artıklarından yararlanmaktır. Ama hepsinden önemlisi, çalışma koşullarında,
işçinin sırtından yapılan tasarruflardır. Bunların en yaygın olarak gerçekleştirildiği yerler kömür madenleridir.
"Nasıl ki, emeğin birleşik hale gelmesi ve elbirliği, makinelerin geniş ölçüde kullanılmalarına, üretim araçlarının yoğunlaşmasına ve ekonomik olarak kullanılmalarına yol açıyorsa, aynı şekilde, kitleler halinde, kapalı yerlerde ve sağlık gereksinmelerinden çok, üretimin işine gelen koşullar altında bu birarada çalışmadır ki; işte bu kitle halinde bir ve aynı işyerinde yoğunlaşmadır ki, bir yandan kapitalist için büyük bir kâr kaynağının, öte yandan da daha kısa çalışma saatleri ve özel önlemlerle karşılanmadığı takdirde, işçilerin yaşam ve sağlıklarının hovardaca harcanmasının nedenini oluşturur."[3*]
Bu konu öylesine basittir ki, yeni bir işçi bile, bu durumu, kısa sürede görebilmektedir.
Bilindiği gibi, kapitalistler, işverenler açısından, asıl olan kârdır. Ancak onların üzerinde durdukları nokta, kârlarının miktarı değil, yatırdıkları sermayelerine oranıdır.
Kâr oranı, yatırılan sermaye üzerinden elde edilen bir çeşit sermayenin verimliliğidir. İşçiyi daha çok çalıştırarak, daha verimli hale getirmek peşinde koşan sermaye sahibi, bu amaçla düzenlediği "hizmet içi eğitim" çalışmalarıyla verimliliği artırmak peşindedir. Aynı şekilde, kapitalist açısından sermayenin de verimliliği önemlidir. Her zaman kapitalistler, yatırdıkları sermayelerinin
en yüksek kârı getirmesi peşindedirler. Bir başka deyişle, onlar, sermayelerini en yüksek kâr oranı olan işlere yatırmak durumundadırlar. Sermaye ise, kendi dillerinde, sabit ve döner sermaye bölümlerinden oluşur. Ve bunların miktarındaki her azalış, işçilerin sömürü oranı sabit kaldığı sürece kâr oranının yükselmesine neden olur.
İşte, kapitalistin dilinde
sabit sermaye, binalardır, donanımdır, alet-edevattır. Kömür madenlerinde, gerek gelişmiş teknolojik araçlarla, gerekse maden mühendisliği verileriyle, madenlerin güvenlikli hale getirilmesi için yapılacak harcamalar, kapitalistler için, sabit sermaye yatırımlarıdır. Ve bu yatırımlar, doğrudan üretken yatırımlar olarak kabul edilmediği için, kapitalistlere göre, kâr oranını düşüren "gereksiz" harcamalar olarak değerlendirilir. Kömür madenlerinde galerilerin daha güvenlikli olarak açılması, yolların mühendisliğin son bulgularına göre yeniden inşa edilmesi gibi, grizunun gelişmiş aygıtlarla tespit edilmesi gibi, doğrudan işçilerin daha güvenlikli ve sağlıklı koşullarda çalışmalarını belirleyen yatırımlar, "masraf" ya da "maliyet" olarak kapitalistlerin kâr oranlarını düşüren yatırımlar olarak kabul edilir. Bu alanlarda ne kadar az harcama yapılırsa, yani ne kadar az sermaye bu işe ayrılırsa, kâr oranı, o oranda yükselecektir.
Yeni-Çeltek’te meydana gelen ölümlerden sonra günlük basında bir uzman şöyle demektedir:
"...işçi güvenliği, kazaya karşı önlem almak üzere yapılacak yatırımlar için, maliyet kaygısından söz açılamaz. Politik büyüklerimiz sürekli Türkiye’nin çağ atladığından söz ediyorlar. Çağdaş dünyada, işçinin can güvenliği, kazaya karşı alınacak önlemler için maliyet hesaba katılmaz." Uzman, bir yandan kapitalist dünyada işçinin can güvenliğinin nasıl bir "maliyet" hesabı içinde ele alındığını vurgularken, öte yandan onun "çağdaş dünya"sının
kapitalist dünya olduğunu söyleyememiştir. Ve tüm çarpıklıklar da, işte bu dünyadan kaynaklanmaktadır.
Ülkemiz, emperyalist-kapitalizmin sömürüsü altında olan geri-bıraktırılmış bir ülkedir. Bu yüzden, pek çok durumda, ucuz emek gücü herşeyin önüne geçmektedir. Emperyalist sömürünün gereği olduğu kadar, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin yaşayabilmesi için de işçi ücretlerinin düşük tutulması ve işçilerin kapitalistlere maliyetinin en aza indirilmesi gerekmektedir.
Tüm bunlar arasında kömür madenlerinin özel bir yeri vardır. Sanayi devriminden günümüze kadar en ucuz enerji kaynağı kömür olagelmiştir. Bugün kömürle çalışan elektrik santrallerinden, buhar kazanlarına kadar pek çok alanda kullanımı sürdürülen bu enerji kaynağı, teknolojik gelişmelere bağlı olarak yeni ve ucuz enerji kaynaklarının ortaya çıkmasına rağmen, önemini yitirmemiştir. Özellikle demir-çelik sanayisine sürekli bir girdi olan kömür cevheri, ülkemizde asıl olarak devlet eliyle işletilmektedir (TKİ yanında, bazı bölgelerde özel kişi ve şirketlerin işlettiği kömür ocakları da bulunmaktadır. Ama üretimin asıl ağırlığı devlet kuruluşlarındadır). Yıllardır devlet tarafından işletilen kömür ocakları sanayiciler için ucuz girdi sağlamaktadır. Özellikle demir-çelik fabrikalarında kullanılan kömür, işbirlikçi-burjuvazi için yaşamsal öneme sahiptir. Örneğin bir buzdolabı ya da "yerli" oto, kömür sayesinde daha düşük maliyete sahip olabilmektedir.
Gerek demir-çelik üretimini, gerekse kömür madenlerini denetiminde tutan devlet kuruluşları olunca, siyasal iktidar başlı başına önem kazanmaktadır. "Yönetenler", bu sayede, kapitalistlere ucuz kaynak sağlamaktadırlar.
Kömür işçilerinin yıllardır yaşamlarını tehlikeye atarak çıkardıkları kömürlerin, kapitalistlere daha fazla kâr sağlamak için kullanılması, aynı zamanda, "iş kazaları"nda yaşamlarını yitiren işçilerin gerçek sorumlularının kimler olduğunu da göstermektedir.
Maden işçilerinin en basit iş güvenliğine sahip olmadan çalıştırılmalarının sorumlusu kapitalistlerdir, onların siyasal yöneticileridir.
Bu gerçeklerin gizlenmesi için, her yol denenmiştir ve denenmektedir. Özellikle Zonguldak kömür havzası ve çevre ilçeleri, bu açıdan özel bir yere sahiptir. Madenlerde çalışan 40.000 kömür işçisi ve Ereğli ile Karabük demir-çelik fabrikalarında çalışan 10.000’e yakın işçisiyle, bu bölge olağanüstü boyutta önem kazanmıştır.
1960 sonrasında hareketlenen maden işçileri, çeşitli "iş kazaları" sonrasında çeşitli direnişler, mitingler düzenlemişlerdir. 1965 Kozlu olaylarında jandarma ve polislerce kurşunlanmışlar, toprak üstünde yeni yaşamlar yitirmişlerdir. Bunlara rağmen, oligarşik yönetim, 12 Mart sonrasında sıkıyönetim ilan etmekten geri durmamıştır.
Oligarşik yönetimin işçilerin direnişini azaltmak için kullandığı diğer yöntem de, Zonguldak maden işçilerini "bağımsız" yerel bir sendika içinde toplamak olmuştur. Politik alanda etkinlik kurmaktan uzak tutulan maden işçileri, bu yolla, güçlü bir sendikal hareket oluşturmaktan da uzak tutulmaktadır.
Maden işçileri, tüm işçi sınıfı içinde grev silahını en etkili bir biçimde kullanabilecek en önemli kesimi oluştururlar. Bunun bilincinde olan egemen sınıflar ve politik yöneticiler, onların bilinçlenip örgütlenmesini her yolu kullanarak engellemek peşindedirler.
Tüm bunlar karşısında, maden işçileri, kendi güçlerinin bilincinde olarak, her yerde, kendi komitelerini kurarak, kendi sorunlarına sahip çıkmalıdırlar. Bu sahip çıkış, aynı zamanda, siyasal iktidara yönelik olacak ve ülkenin geleceğini belirleyecektir. Güvenlikli ve sağlıklı iş koşullarının yaratılmasının yolu da buradan geçmektedir. Üretenlerin yönetenler olması için, görev, örgütlenmek ve buna dayanarak mücadele etmektir.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Kapitalizm ve Kömür Madenleri [Cephe, 1991/1]
***
"Bir, ki, üç... Daha Fazla SEKA" Sol'da Popülizm, Marjinallik ve Kuyrukçuluk [Mart-Nisan 2005 - 84. Sayı]
***
Solda Kuzular ve Kurtlar
***
"Vatan, Millet, Sakarya..." "Kanıt, Sav ve Tez"
***
Sol Yayınlarda Popülizm ya da Lümpen-Arabesk Kültürün Egemenliği
***
Ah!... tam ülkenin gerçek gündemini yakalamışken... Nereden çıktı bu olaylar... [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Hasım, Husumet, Kin, Nefret ve Düşmanlık [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Yüksek Tansiyon Sağlığa Zararlıdır! Mehteran Takımının Sponsorları Konuştu: “Herkes Bir Adım Geri!” [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP Hükümeti ya da "Merak etmeyin Ordu var..." [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Demokratik Devrimin Tamamlanmadığı Bir Ülkede Merak Etmeyin, Ordu Yok! [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP’yi Kapatmak ya da Gayrı-Meşru Olmak [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Velevki AKP Kapatılsa Ne Olur! [Temmuz-Ağustos 2008 - 104. Sayı]
***
AB Anayasa Referandumu - AB Tipi Yeni-Sömürgeciliğin İflası [Mayıs-Haziran 2005 - 85. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
Fransa Tarihinden: II. Cumhuriyet’in sonu [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Kurşun Geçirmez Yelek Arkasındaki Korku [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu [Mayıs-Haziran 2001 - 61. Sayı]
***
Kapitalizm ve "Modernizasyon"
***
"Türkiye'de, Demokratik Devrim Diye, Toprak Devrimi Diye Bir Sorun Yoktur"! [Temmuz-Ağustos 2000 - 56. Sayı]