Aybar, Aren oportünizminin, asker-sivil aydın zümreyi “metafizik bir kategori” olarak ele alışını tutarlı bir biçimde, kıyasıya eleştiren saflarımızdaki sağ görüş, Kemalizmi sağ-sol diye metafizik bir ayrıma tabi tutarak, aynı idealizmin içine yuvarlanmaktadır. Sağ görüş meseleyi şöyle anlatmaktadır:
“Küçük-burjuvazinin en uyanık kesimini meydana getiren
asker-
sivil aydın zümrenin Kemalist devrimci çizginin bugünkü ideologları, küçük-burjuvazinin bocalayan niteliğini yansıtan bir şekilde, bir sol devrimci, bir de, sağ gerici parlamentarist iki kanada ayrılmıştır. Bugün bu ayrımı yapmadan, asker-sivil zümrenin bu iki ayrı kanadın liderliğinde bölünmüş olduğunu görmeden, Kemalist devrimci çizginin bugün içinde bulunduğu meseleleri doğru tespit etmeye imkan yoktur. Bu konuda doğru tespitlere varmak ise, kendimiz kadar müttefiklerimizin durumunu da bilmek zorunda olan proleter devrimcileri bakımından büyük önem taşır... Aralarında Bülent Ecevit’in bulunduğu diğer bir kadronun liderliğinde olan sağ kanat ise, Türkiye’deki parlamentarizmin gerici niteliğini kavramamakta, bu demokrasicilik oyununu burjuva demokrasisi olarak kabul etmekte ve onun üzerine kanat germektedir... Bu tutum kaçınılmaz olarak onları emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı tavizci, uzlaştırıcı, teslimiyete dayanan bir politika izlemek zorunda bırakmaktadır. Ama biz, hiç olmazsa ana kesim itibariyle küçük-burjuva devrimcilerinin uzun süre gerici parlamentarizme bel bağlayacaklarına inanmıyoruz”. (Şahin Alpay, Türkiye’nin Düzeni Üzerine,
Aydınlık, Sayı: 12. Sf, 450-451)
[1*]
Bu konuda tutarlı bir tahlil yapabilmek için, ilk önce Kemalizmin niteliği üzerinde biraz durmamız gerekiyor.
Kemalizm, emperyalizmin boyunduruğu altındaki bir ülkede doğu halklarının milli kurtuluş bayraklarını yükselten, emperyalizmi yenerek milli kurtuluş savaşlarını açan bir küçük-
burjuva milliyetçiliğidir. Türkiye’deki küçük-
burjuvazinin en radikal çizgisi olan Kemalizmi karakterize eden yalnızca “Milli Kurtuluşçuluk” ve “Laiklik” öğeleridir. Eşyanın doğası gereği Kemalizmin belirli bir iktisat politikası yoktur ve olmamıştır. Küçük-
burjuvazinin emekle sermaye arasında bocalayan genel niteliği, Kemalizmin iktisat politikasında yansımaktadır. İçinde bulunulan evrenin koşullarına göre yön değiştiren, bazen özel teşebbüsçü yanı, bazen de devletçi yanı ağır basan bir iktisat politikası vardır Kemalizmin. Kemalizmi bugüne kadar ayakta tutan, ona ruh veren milli bağımsızlıkçı niteliğidir. Kemalizmin anti-
emperyalist niteliği bir tarafa bırakılırsa, ortada Kemalizm diye bir şey kalmaz. Bu nedenle ancak emperyalizmin karşısındaki saflarda yer alanlar, Kemalizme sahip çıkabilirler. Emperyalizmle uzlaşarak, anti-emperyalist hareketleri kınayanlar, emperyalizmin iktidar aracı olan Filipin tipi demokrasiye kanat gerenler, sağında da olsa Kemalist saflarda yer almazlar. 1919’da
Amerikan mandası isteyenler ne kadar milli bağımsızlıkçı ve Kemalistlerse, 1969’da anti-
amerikan hareketleri sabote etmeye çalışarak anti-
emperyalist safları dağıtmak hevesinde olanlar, milli kurtuluşçulara “gözü dönmüş demokrasi düşmanları” “halka inanmayan yobaz aydınlar” diye kara çalarak Amerika’ya taviz verme politikasında işbirlikçilerle yarış halinde olanlar da o kadar Kemalisttirler. Ve bu Kemalistler ne kadar devrimci iseler, onları Kemalist saflara sokan görüş de bir o kadar devrimcidir!..
Kemalizmi bu şekilde sağ-sol diye ayırmak, çeşitli hataları içeren yanlış bir tahlildir.
[2*] Dikkat edilirse, sağ görüş asker-sivil aydın zümre ile Kemalizmi aynı şeyler olarak kabul etmektedir. Bu tamamen saçmadır. Asker-sivil aydın zümre küçük-burjuvazinin bir tabakasıdır. Kemalizm ise, bu kesimin veya küçük-burjuvazinin en radikal tutumu, politik görüşüdür. Görüldüğü gibi burada aynı sıradan olmayan gerçekler aynı kategori içinde yer almaktadır. Birini öteki diye almak, kullanılan terimlerin belirlenmesini isteyen diyalektik mantığa aykırı, metafizik bir hatadır.
Sağ sapma, acaba neden “sağ-sol” diye asker-sivil aydın zümreyi ayırması gerekirken onun radikal politik görüşü olan Kemalizmi sağ-sol diye ikiye ayırarak hataya düşmektedir? Aslında, kendisine marksizmin bu temel ilkesini çiğneten bu tahlili sağ sapma yapmak
zorunda idi. “Neden zorundaydı” açıklamasına geçmeden önce, bu oldukça önemli mesele üzerinde bir açıklama yapalım; kavramların doğru ve yerinde kullanılması marksizmde, marksist felsefede hayati öneme haizdir. Burada sözü Louis Althusser’e bırakalım: “Felsefe halkın teori alanındaki sınıf mücadelesini temsil eder.
Neden felsefe kelimelerle dövüşür? Sınıf mücadelesinin gerçekleri kelimeler tarafından ‘temsil edilen’, ‘fikirler’ tarafından temsil edilir. Bilimsel ve felsefi akıl yürütmelerde kelimeler (kavramlar, kategoriler) bilginin ‘araçlarıdır’. Fakat siyasi, ideolojik ve felsefi mücadelede kelimeler aynı zamanda, silah, patlayıcı veya uyuşturucu madde ve zehirdir. Bazen sınıf mücadelesi bir kelimenin diğer bir kelimeye karşı mücadelesinde özetlenebilir. Bazı kelimeler kendi aralarında bir düşman gibi dövüş yaparlar.
Başka kelimeler vardır ki, anlam karışıklığına yol açarlar, hayati fakat sonuca bağlanmamış bir muharebenin kaderi gibi. (...)
En soyut, en zor ve en uzun teorik eserlerine kadar felsefe kelimelerle dövüşür. Yalan kelimelere karşı, anlam karışıklığına yol açan kelimelere karşı, doğru kelimelerden yana ‘nüanslarla’ dövüşür. Kelimeler üzerindeki bu savaş, siyasi mücadelenin bir parçasıdır.”
[3*] Althusser’in üzerinde tekrar tekrar durarak belirttiği gibi, oportünizme karşı ideolojik savaş kelimelerle yürütülmektedir. Oportünizmin ve revizyonizmin her çeşidinin ortak noktalarından birisi de, anlam karışıklığı yaratarak, birbirleriyle eş anlamlı olmayan kelimeleri eş anlamlı kullanarak aynı kategoriye sokmaktır. Bu önemsiz ve masum hatanın (!) mihveri etrafında en korkunç ihanetlere ideolojik kılıf aranmaktadır. Örneğin, Jules Moach, “Bugünkü rejimde iki sınıf, işçi sınıfı ile kapitalizm karşı karşıyadır” gibi ilk bakışta çok önemsiz gibi gözüken bir kategori tahrifinden hareket ederek işçi sınıfına en büyük ihanetlerden birini yapmıştır; işçi sınıfının öz çıkarlarını burjuvazinin yasallığı tahtasında kurban etmiştir. (Bilindiği gibi kapitalizm bir düzendir. İşçi sınıfının hasmı da kapitalizm değil, burjuvazidir).
Görüldüğü gibi, asker-sivil aydın zümre ile Kemalizm kavramlarında olduğu gibi burada da, ayrı kategorilerin gerçekleri aynı kategoriye sokulmaktadır. Aynı şeyi –aynı dozda olmamak üzere– saflarımızdaki sağ sapma da yapmaktadır. Şöyle ki, bu görüşün iddiası “Türkiye’de proletarya öncülüğünün objektif şartları yetersizdir” –ki bu sözün doğal sonucu, bu evrede proletaryanın rolü aktif değil, pasiftir– anti-emperyalist savaşın bu evresinde aktif rol, küçük-burjuvazinin en bilinçli kesimi olan Kemalistlere aittir. Buna kanıt olarak da, “Bugün yurt çapında esas mücadele Kemalistlerle işbirlikçiler arasında olmaktadır.” Şimdi ülkemize bakalım; sağ sapmanın deyişiyle
“Kemalist kadroların büyük çoğunluğu Ecevit’in etrafında toplanmıştır”. Eğer Ecevit, İnönü ve CHP, Kemalizm kapsamı içine sokulmazsa “Kemalist kadroların çoğunluğu bu kesimde olduğu için” Kemalistler bir anda büyük bir değer yitimine uğrayacaklardır. Ve “yurt çapında esas mücadele işbirlikçilerle Kemalistler arasında oluyor” kanıtı da bir anda kof bir dayanak durumuna düşecektir.
“Yurt çapında esas mücadele Kemalistlerle işbirlikçiler arasında oluyor” iddiasının mesnet kazanabilmesi için mutlaka, Filipin tipi demokrasiye kanat gerenlerin, emperyalizmle uzlaşanların Kemalist saflara transfer edilmesi gerekir. İşbirlikçi AP iktidarı karşısında ikinci büyük parti Kemalist CHP yer almış oluyor ki, bu dev transferle birlikte saflarını güçlendiren Kemalistler, yurt çapındaki esas mücadelede işbirlikçilerin en önemli devrimci alternatifi durumuna geliyorlar! (Doğaldır ki, CHP’nin gücü yalnızca oyla ölçülmez. Ordu da dahil Türkiye’nin çeşitli kurumları üzerinde CHP oldukça etkindir). Ayrıca bugün gerici parlamentarizme kanat gerenler, seçimlerden sonra yanıldıklarını görerek, bu yolla düzen değişikliğinin imkansız olduğunu görerek, Kemalizmin sağından soluna geçeceklerdir(!)
[4*]
Sağ sapma, her çeşit sapmanın görünüşte sıkı sıkıya yapıştığı, “somut durumların somut tahlili” vs. süslemeleri altında Kemalizmi ufacık (!) bir tahrif işlemine tabii tutarak, kavram karışıklığı yaratıp sağ görüşünü meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Jules Moach’in yaptığı minicik kavram hatası ile bizim sağ görüşün, ilk bakışta teferruata ilişkinmiş gibi gözüken kavram hatası arasında hiçbir fark yoktur. Nasıl ki, Moach, bu kavram tahrifini zorunlu yaptıysa, bugün sağ görüş de, sapmasına sağlam bir dayanak bulmak için bu tahrifi yapmak zorunda idi ve yaptı.
Diğer bir deyişle, Kemalizmin sağ-
sol diye ayrılması, bu artçı, pasifist teorinin zorunlu bir işlemidir...
Sağ görüşün, Kemalizmi sağ-sol diye ayırarak sorunu formüle edişi, şunu da içermektedir:
Burada iki şey aynı anda yapılmış olmaktadır. “Bir yandan yurt çapında esas mücadele Kemalistlerle işbirlikçiler arasında olmaktadır”. “Proletaryanın devrimde öncülüğünün objektif şartları yoktur” denilerek bu evrede, Kemalistlere öncülük için açık bono verilerek Kemalizm abartılmakta, yüceltilmekte, diğer yandan emperyalizmle uzlaşanlar da Kemalizm kapsamı içine sokularak Kemalizm azımsanmakta, aşağılanmaktadır. Yani, aynı anda Kemalizmin devrimci potansiyeli hem büyültülüyor, hem de küçültülüyor.
Bu Kemalizmin hem büyütülmesi, hem de küçültülmesi şeklinde iki yönlü hata meselelere proleter devrimci bir gözle bakmamaktan oluştuğu gibi, aynı zamanda da işçi sınıfının küçümsenmesinden meydana gelmektedir. Her çeşit oportünizm, en son tahlilde, işçi sınıfı ve müttefiklerinin yanlış değerlendirilmesine dayanır.
Ülkemizin bugünkü sürecinde baş çelişmenin Amerikan emperyalizmi ile bir avuç hainin dışındaki bütün Türkiye halkı arasında olduğu açıktır. Bu nedenle toplumumuzdaki çeşitli sınıf ve zümrelerin arasındaki iç çelişmelerin gelişme süreçleri de bu dış etkenin, yani baş çelişmenin büyük ölçüde etkisi altındadır. Bu sınıf veya zümrelerin hem birbirlerine karşı olan çelişmelerini, hem de kendi içlerinde var olan çelişmeleri karakterize eden bu baş çelişmedir. Sınıf ve zümreleri incelerken metafiziğin bataklığına yuvarlanmamak için özellikle şuna dikkat edilmelidir. Bir sınıf veya zümre veya bunların aktif olarak içinde yer aldığı örgüt içindeki çelişmeler hesaba alınmadan bir bütün olarak ele alınamaz. Bir sınıf, zümre veya örgüt
içindeki çelişmelerin özdeşliği görmemezlikten gelinerek çelişik yönlerden sadece birisine göre, bu çelişik yönün belli bir dönemde ana veya tali olduğu dikkate alınmadan bütüne karşı bir tavır alınamaz. Bu nedenle asker-sivil aydın zümreyi de tahlil ederken, büyük ölçüde ülkedeki baş çelişmeye göre şekillenen iç çelişmeleriyle birlikte ele almamız gerekmektedir. Küçük-burjuvalar ülkesi olan Türkiye’de devrimci bir geleneğe sahip olan bu zümre, içinde bulunduğumuz evrede de çeşitli kurum ve örgütlerde yer alarak ülkenin politik hayatında aktif bir rol oynamaktadır. Ve bugün, bu zümre
anti-
emperyalist unsurlarla birlikte
“emperyalizmle uzlaşan” unsurları da içinde barındırmaktadır. Dış etkenlerin büyük etkisiyle, çelişik yönlerden bir aşamada ana olanın diğer bir aşamada tali yöne dönüştüğü bu zümre, bugüne kadar, ilericilik ile tutuculuk arasında bocalayıp durmuştur. Örneğin, bu zümrenin faal olarak yer aldığı CHP’de, 1924’de, hakim olan “anti-emperyalist yön”, II. yeniden paylaşım savaşının sonunda ülkenin kapılarının emperyalizme açılmasının sonucu tali yöne dönüşmüştür. Bu çelişik yönlerden yalnızca birisini ele alarak her dönemde bu zümreyi
“salt Kemalist”, “salt devrimci ve halkçı” veya teslimiyet oportünizminin yaptığı gibi,
“salt karşı devrimci halk düşmanı” ilan etmek idealizmin ta kendisidir. Niteliği gereği, anti-emperyalist saflarda er veya geç yerini alacak olan küçük-burjuvazinin bu en bilinçli zümresinin II. milli kurtuluş savaşındaki yeri çok önemlidir. Fakat bu zümrenin en devrimci çizgisi olan Kemalist çizgi ile, bu zümre karıştırılmamalıdır.
Bugün işçi sınıfının bilinç seviyesi ne kadar düşükse, bu zümrenin bilinç seviyesi de o kadar düşüktür. Emperyalizmin ihraç metası olan anti-komünizm şartlanmasının büyük ölçüde etkisi altında olan bu zümrenin önemli bir kesimi emperyalizm olgusundan habersizdir. Ve “Gardrop Atatürkçülüğü” ile Kemalizmi birbirine karıştırmakta, Kemalist kökleriyle bağlarını kaybetmiş olan CHP’nin dümen suyunda rota takip etmektedirler.
Şunu özellikle belirtelim ki, bugün emperyalizmle uzlaşmasına, sermaye çevreleri ve taşra mütegallibesiyle “Orta Sol” paravanası altında flört etmesine rağmen CHP, AP ile aynı paralelde görülmez. Temelde küçük-burjuva reformist unsurlara dayanan bu partide, bugün için tali durumda da olsa, “anti-emperyalist ve halkçı unsurlar” yer almaktadır. Fakat içinde
“anti-emperyalist unsurlar da var” diye de emperyalizmle uzlaşan bu partiyi, akıl almaz bir tutumla Kemalist ilan edemeyiz.
[Mahir Çayan, Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori,
Aydınlık, Sayı: 15, Ocak 1970.]
Dipnotlar
[1*] İtalikler bize aittir. Görüldüğü gibi asker-sivil aydın zümre ile Kemalizm eş anlamda kullanılmaktadır.
[2*] Kemalizmi sağ- sol diye ikiye ayırıp, bugün emperyalizmin dümen suyunda rota takip edenleri de Kemalizmin safları içine sokmak, proleter devrimci taktik açısından da yanlıştır. Kemal Satır’a veya Bülent Ecevit’e Kemalist dersek, Süleyman Demirel veya Metin Toker’e ne diyeceğiz? Çünkü onlar da Kemalizme sahip çıkmaktadırlar. (Dış Basın, LE MONDE, yeni hükümeti kapitalist metotlara ve batıya çok bağlanan ve Kemalist olduğunu söyleyen muhafazakar bir ekip diye tanımladı.)
[3*] İtalikler bize aittir. “Devrim Silahı Olarak Felesefe”, Aydınlık, Sayı: 6, sf. 482-483.
[4*] Sağ sapmanın CHP hakkındaki değerlendirmesinin temelinde bu düşünce yatıyor zannederim.