... Ve Yeni Versiyon:
"Son Kale" CHP
İş Bankası ortaklık yapısı:
- İş Bankası Emekli Munzam Sandık Vakfı %43,42
- CHP %28,09
- Halka açık bölüm %28,49
Petrol Ofisi ortaklık yapısı:
- Doğan Holding %47.42
- İş Bankası %39.32
- Camiş Yatırım Holding %4.05
- Camiş Madencilik A.Ş. %4.05
- Diğer %5.15
2005 yılının ilk ayında "medya"nın, özel olarak da Aydın Doğan medyasının ilk büyük haberi "Fettullah hoca" röportajı olurken, ilk büyük icraatı CHP ve Deniz Baykal operasyonu olmuştur. Ancak bu kez, Doğan medya grubunun daha önceki icraatlarından farklı olarak "amiral gemisi" Hürriyet ve bay %5 Ertuğrul Özkök'ün yerini, "liberal sol" görünümdeki Milliyet gazetesi ve onun adı fazla bilinmeyen yayın yönetmeni almıştır.
Operasyonun hangi kod adla şifrelendiği açıklanmamışsa da, hedef CHP olduğu için, Deniz Baykal'ın tanımıyla "Son Kale" olduğu söylenebilir.
"Son Kale" operasyonu, "metroseksüel" olmamakla öğünen, hal ve park mafyasıyla palazlanmış Mustafa Sarıgül'ün, aylardır süren CHP genel başkanlığını ele geçirme hazırlıklarının son adımı olmuştur.
Her örtülü operasyonda olduğu gibi, öncelikle "piyasa"nın ısıtılması ile işe başlanılmıştır. Tıpkı iki yıl önce DSP ve Ecevit'e yapıldığı gibi, önce partide "deprem" olduğu haberleri yayınlanmıştır. Mustafa Sarıgül'ün ihraç isteminin CHP disiplin kurulu tarafından kabul edilmemesi "deprem"in başlangıcı olmuştur. Disiplin Kurulu üyelerinin parayla satın alınmışlığı bile bu "deprem" haberleri içinde kaybolup gitmiştir.
"Deprem"in hemen ertesinde "çağdaş, güzel sarışın bayan" (şüphesiz modaya uygun olarak boyalı sarışın) görüntüleri eşliğinde arabesk-lümpen maganda Mustafa Sarıgül kutsanmış, Yuşçenko'dan daha "yakışıklı" yeni CHP lideri olarak pazarlanmıştır.
Moda gereği "güzel sarışın bayan", iki yıl önceki "uyuyan güzeller" operasyonunun devamı olunduğunu kanıtlarcasına "ikinci Rahşan vakası olmam" sözleriyle Milliyet sayfalarını süslerken, "şimdi söz halkın" manşetleri atılmaya başlanmıştır.
Böylece "Son Kale" operasyonu başlatılmış, Deniz Baykal'ın dünü, bugünü ve yarını "masaya yatırılmış", eline neşter alan Deniz Baykal'dan başlayıp CHP ve solla biten "kadavrayı" kesip biçmeye başlamıştır. İçlerinde biraz "akılı" olanları, Deniz Baykal'ın "elle tutulur bir yanı" olmamakla birlikte arabesk-lümpen kültürün yeni pop-magandası Mustafa Sarıgül'e kurban etmenin pek yakışık almayacağını düşünüp söylemişlerse de, kurbanın arkasından fazlaca üzülmeyeceklerini de beyan etmişlerdir.
Kendilerini çok "akıllı", "zeki" ve "çevik" olarak görenler ise, Mustafa Sarıgül operasyonunun başarıya ulaşmayacağını, ama bu operasyon sonucunda Deniz Baykal'ın oldukça sert kroşelerle (belden aşağı vuruşlar da dahil) sarsılacağını hesaplayarak, ikinci bir operasyonla Kemal Derviş ve ekibini CHP'nin başına geçirebileceklerinin hesabını yapmaya koyulmuşlardır.
Daha henüz yeni bir yıla girilmişken başlayan CHP operasyonu karşısında pek çok kişi 1 Mart tezkeresinin reddedilmesini anımsayarak, "düğmeye" ABD'nin bastığını düşünürken, işin içinde AB'nin parmağı olabileceğini düşünenlerin sayısı da azımsanmayacak büyüklüktedir.
Her zaman olduğu gibi, bu düşüncelerin yaratacağı ABD düşmanlığı tehlikesi karşısında ABD'nin sopacıları hemen devreye girmiş ve işin içinde ABD'nin olmadığını yazmaya koyulmuşlardır:
Çok bilmiş edalarıyla M. Ali Birand (sanki ABD ve AB'nin başka kadrolu memuru yokmuşcasına bir kez daha) şöyle yazmıştır:
"Dış ilişkilerle uğraşanlar, ABD'nin kimi ne zaman devirmek istediğini ve istediği zaman da, neler yaptığını az da olsa bilirler. ABD Baykal'ı gerçekten devirmek istese, şimdiye kadar bu işi bitirmişti bile."
Amerikan emperyalizminin "kadir-i mutlak" bir güç olduğuna inanmış ve herkesi buna inandırmakla görevlendirilmiş bu kişinin sözüne güvenilecek olursa, "düğmeye" ABD basmamıştır. Her sözcüğünde satılmışlık akan bu kişiye göre, "düğmeye" "medya" basmıştır!
"Doğrudur, medya Deniz Baykal' dan soğudu ve sıkıldı. CHP'nin giderek nasyonel sosyalist kokan yaklaşımları da liberal medya'nın kuşkularını arttırdı. Deniz Baykal ağzıyla kuş tutsa, kendini büyük medya'ya beğendiremez."
Görüldüğü gibi, dün "hizipçi, hırçın" olmakla suçlanan Deniz Baykal, bugün "uzlaşmacı muhalefet" yapmakla suçlanırken, şimdi "nasyonel sosyalist kokan yaklaşım" sahibi olmakla bile suçlanabilmektedir.
Tüm bu iddialar ve propaganda ortamında Amerikan emperyalizminin Türkiye'den yeni askeri talepleri olduğuna ilişkin haberler "medya"da yer alırken, "üst düzey" ABD görevlileri birbiri ardına Ankara'ya gelmeye başlamıştır. Ve yine 17 Aralık günü AB zirvesinde Kıbrıs pazarlığı yapılırken Baykal'ın AB ile tüm ilişkilerin kesilmesine ilişkin yaptığı basın toplantısı gazetelerin sayfaları arasında kaybolup gitmiştir.
CHP, düzenin "sol" görünümlü tek kitle partisidir. "Cumhuriyeti kuran parti" kimliği ile başlayan tarihsel serüveni İsmet İnonü ile "ortanın solu"na, Ecevit ile "demokratik sol"a ve Erdal İnonü ile "liberal sol"a dönüşerek Deniz Baykal'ın genel başkanlığı günlerine gelmiştir.
1970'lerde Ecevit'in "ikinci Kerensky" olma fobisi, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında Erdal İnönü'nün genel başkanlığında "aslan sosyal-demokratlar"ı kitle pasifikasyonunun sürdürülmesinin temel kurumu haline dönüştürmüştür. Deniz Baykal'a gelene kadar tüm "sosyal-demokratlar" ülkedeki depolitizasyonun sürmesi için ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir. Seçim dönemlerinde bile kitlelerin politize olmaması için mitingler düzenlemekten kaçınılmış, lüks otel salonlarında düzenlenen "sosyal-demokrat paneller"le işler idare edilmiştir.
Erdal İnönü'nün yerine geçen Murat Karayalçın'la sosyal-demokratlar (Tansu Çiller'le birlikte) "Gümrük Birliği"nin mimarları olmuşlardır.
Adları ister SODEP, ister SHP, ister CHP olsun, her durumda sosyal-demokratlar AB yandaşı, "globalizm" taraftarı ve Tony Blairci "üçüncü yol"cu olmayı sürdürmüşlerdir. Sosyal-demokrat teorisyenler Türkiye'nin "bölgesel güç" olduğundan yola çıkarak, "alt-emperyalist ülke" modeline uygun sosyal-demokrat teoriler ortaya atmışlardır. Böylece oligarşi içindeki ticaret burjuvazisinin sözcülüğüne soyunmuşlardır. Bu da sosyal-demokratların sürekli oy kaybetmesine, geleneksel sol oyların sürekli erimesine yol açmıştır.
Bir yandan geleneksel sol oylar erirken, diğer yandan yeni teorik açılımlarıyla sosyal-demokrat aydınlar yeni iş ve para olanaklarına sahip olmuşlardır. SHP döneminde parti üst yönetimi üniversite öğretim üyeleri ile müteahhit-mühendislerin arpalığı olurken, belediyeler hal ve park mafyasının palazlanma yeri haline gelmiştir.
Deniz Baykal SHP-CHP genel başkanı olduğunda yaptığı tek şey, partinin üst yönetimini geleneksel CHP yönetimine dönüştürmek olmuştur. Böylece CHP yönetiminde bürokrat kökenliler ve hukukçular yeniden egemen olmuştur.
"Ulusal sol"cu (M. Ali Birand'ın "nasyonel sosyalist kokan yaklaşım" adını verdiği) Ecevit'in DSP'sinin dağıtılması sonrasında soldaki boşluk CHP'nin 2003 seçimlerinde barajı aşmasıyla kapanırken, Deniz Baykal ve yönetimi geleneksel CHP yöneticiliğini sürdürmekten başka birşey yapmamışlardır. Erdal İnönü'den devralınan kitlelerin politize edilmemesi yönündeki tutum bu dönemde de sürmüştür. Ama ne Musa'ya ne İsa'ya yaranamamıştır.
Ve bugün CHP çok açık biçimde "iktidar olmayı amaçlamayan" ve "parti olmayan parti" haline dönüştürülmek istenmektedir. Böylece gerek ülke içi "aktörler", gerek ABD ve AB emperyalistleri CHP'den kurtulunduğunda Türkiye üzerindeki tüm hesaplarını gerçekleştirebileceklermişcesine bir tablo ortaya çıkartılmıştır.
Oysa mecliste mutlak çoğunluğa sahip olan parti AKP'dir. 367 milletvekili ile AKP istenilen yasayı istediği gibi meclisten çıkarma gücüne sahiptir. CHP'nin 171 milletvekili AKP karşısında birkaç saatlik meclis engellemesinden başka bir anlama ve güce sahip değildir. Bu açıdan bakıldığında CHP üzerine yapılan hesapların fazlaca önemi yoktur.
Diğer yandan Deniz Baykal yönetimindeki CHP, kitlelerin politize olmaması için elinden gelen gayreti göstermektedir. "Medya"nın istediği gibi "sert" değil, "yapıcı" muhalefet yapmaktadır. Kamuoyu anketleri yeni bir seçimde CHP'nin oylarının önemli ölçüde azalacağını göstermektedir. Bu açıdan da CHP'nin önemsenebilecek bir güç olmadığı da açıktır.
ABD ve AB'nin açık işbirlikçisi Yuşçenko'nun "atkıları"yla Mustafa Sarıgül'ün boy göstermesi ve üstüne üstlük CHP delegelerinin 1/3'ünün oyunu alabilmesi bile CHP'nin ne denli güçsüz olduğunu açıkça göstermektedir.
Ama yine de "Son Kale" operasyonu başlatılmıştır. Bu da, CHP üzerinde başka hesapların da bulunduğunun somut kanıtıdır.
Şüphesiz CHP, halk kitleleri tarafından sol bir parti olarak kabul edilmektedir. Eski marksist "sol" kesimlerin olabildiğince hızla legalize olduğu, buna karşılık devrimci mücadelenin olabildiğince alt düzeyde seyrettiği günümüz koşullarında geleneksel CHP çizgisi bile bir tehdit olarak algılanabilmektedir. Ülkenin hızla dağılmaya doğru evrildiği, siyasal yöneticilerin tümüyle yabancı sermaye gruplarının çıkarlarını gözettiği, sanayi ve tarımsal üretimin yerine ticaretin geçtiği bir dönemde sözde "ulusalcı" bir politikaya bile tahammül edilememektedir. Bu tahammülsüzlük ve tehdit algılayışı CHP'ye yönelik operasyonun gerçek nedenini oluşturmaktadır. Ancak bu süreçte pek çok bireysel ve grupsal çıkarlar da devreye girmektedir.
Bu çıkarların çatıştığı alanlardan birisi CHP'nin İş Bankası hisselerine ilişkindir.
Deniz Baykal ve ekibinin CHP yönetiminden uzaklaştırılması operasyonunun başını Doğan medya grubunun çekmesi tesadüf değildir. Doğan Holding'in en büyük yatırımı olan Petrol Ofisi'nin hisselerinin yarısı İş Bankası'nın kontrolü altındadır. Dolayısıyla CHP yönetiminde egemen olan bir "ulusalcı" politika, İş Bankası üzerinde de etkili olacaktır. Bir başka ifadeyle, CHP'nin İş Bankası hisseleri, İş Bankası üzerine yapılan hesapların engeli olarak görülmektedir. Doğan Holding'in neredeyse kaderi İş Bankası'nın elindedir. Ama öte yandan İş Bankası'nın kaderi de giderek uluslararası finans kuruluşlarının eline geçmektedir.[1*]
CHP'de çıkarların çatıştığı ikinci alan ise "yerel yönetimler"dir. Belediyelerdeki olağan yolsuzluklar, giderek belediyeleri özel rüşvet kapısı haline getirmiştir. Hal, otopark, temizlik vb. alanlarda oluşan "mafyalar"ın kaynağı belediyeler ve belediye çalışanlarının gelir kaynağı "mafyalar"dır. Sağ partilerin "belediye mafyaları" yeni tip tüccar-işadamı kimliğine sokulmuşken, CHP'li "belediye mafyaları" televizyon dizilerini aratmayacak ilişkiler içinde varlıklarını sürdürmektedir. Geleneksel olarak belediye başkanlarının CHP delegeleri üzerindeki etkisinden yola çıkan Mustafa Sarıgül, bu "mafya" ilişkileri sayesinde delegeleri kendi yanına çekebileceği hesabını yapmıştır.
Tüm bu ilişki ve çelişkiler rağmen CHP, halk kitlelerinin gözündeki "sol" niteliği ile ülkedeki her türlü siyasal gelişmenin potansiyel bir "sol" alternatifi kimliğine sahiptir. CHP gibi düzen içi büyük bir kitle partisinin oluşturulmasının güçlüğü ve neredeyse olanaksızlığı, her çeşit "sol" kesimin CHP üzerinde hesaplar yapmasına yol açmaktadır. Bu da, CHP'yi "sosyal-demokrat" kabul eden "marksistler"den "demokratik solcular"a kadar her kesimin CHP ilgisinin nedeni olmaktadır.
Sözcüğün tam ve bilimsel anlamıyla devrimci kesimler açısından CHP üzerinde oynanan oyunlar çok açıktır. Yoğun legalizm rüzgarları karşısında legalizme kayan sol örgütler de dahil, CHP'nin niteliği konusunda çok farklı görüşler mevcut değildir. Çoğu durumda CHP'nin niteliğine ilişkin tahlil ve saptamalar yüzeysel kalsa da, onun oligarşik düzenin en temel partisi olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak halk kitlelerinin gözünde CHP'nin "sol" parti olarak kabul edilmesi onlarca yıldır aşılamayan sorun olarak kalmaya devam etmiştir.
Şüphesiz "Son Kale" operasyonu, her türden iç ve dış çıkarların karmaşık ve karışık ilişki ve bileşimlerine sahne olmuştur. Ancak CHP'nin "düşürülmesi"nin, onu "sol" parti olarak kabul eden halk kitleleri üzerinde olumsuz sonuçlar yaratacağı, özellikle günlük-pratik devrimci faaliyet içinde görülebilen gerçekliktir. (Seçimlerde açıkça bu ikilem görülmüştür.)
Tartışmasız diğer bir gerçek ise, CHP'yi "düzeltmek", "güçlü bir muhalefet odağı" haline getirmek ve içindeki yozlaşmaları tasfiye etmek devrimci hareketin ne işi, ne de görevi olduğudur.
Bu iki gerçek, bir yandan halk kitlelerinin "sol" parti olarak gördüğü CHP'nin "liberal sol" partiden öte tümüyle tasfiye edilmeye kalkışılması, diğer yandan CHP'nin kitlelerin depolitizasyonunda önemli bir işlev sahibi olması gerçeği ile birleşerek, devrimci hareketin karşısına yeni bir ikilem koymuştur.
CHP'ye yönelik hesapları ve oyunları sergilemek ve bu bağlamda çıkarları ve bu çıkarların temsilcilerini teşhir etmek, CHP'nin gerçek bir sol parti olarak kabul edildiği şeklinde yorumlanabilmekte ve tersine olayları sıradan izleyicisi olmak da oyunun tüm sol hareketi etkileyen sonuçlarına ilgisiz kalmakla özdeş olmaktadır.
Bugün CHP, hiçbir biçimde halk kitlelerinin "umudu" değildir. Onun temsil ettiği kabul edilen sosyal-demokrasi çoktan "globalizm"e yamanmış ve "global ticaretin tüccar ideolojisi" haline dönüşmüştür. CHP'nin oligarşi ve emperyalizm için tek işlevi halk kitlelerinin depolitizasyonudur. CHP'nin geleneksel söylemi zaman zaman bu işlevini yerine getiremeyecek sonuçlar doğurduğu ölçüde, oligarşi ve emperyalizm ikilisinin çıkarları ile çatışmaktadır. Bu, AB ideologlarının "kemalizmden kurtulmak" adını verdikleri olgudur. Halkın sol kesiminin CHP'ye olan ilgisi ve beklentisinin nedeni de, bu çıkarlara karşı sesini yükseltebileceği beklentisidir. Bu beklentinin anti-emperyalist ve ulusal bağımsızlıkçı niteliği açıktır.
Bu kitle CHP'den uzaklaştığı ölçüde ırkçı-milliyetçilik daha büyük genişleme alanına sahip olacaktır. Doğan medya grubunun "kızıl elma koalisyonu" olarak demagojik biçimde sürekli gündemde tutmaya çalıştığı bu ırkçı-milliyetçi gelişme "derin MHP"nin etki alanını genişletecektir.[2*] Cem Uzan'ın "Genç Parti" olayı da halkın sol kesimlerinin demagojik nitelikte bile olsa her türden "ulusal" söyleme kolayca yönelebileceğini göstermiştir.
Devrimci mücadelenin önündeki sorun, CHP ve Türkiye üzerinde oynanan oyunları teşhir etmek, Amerikan emperyalizminin açık saldırganlığı karşısında gelişen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri yurtseverlik temelinde örgütlemek, ırkçı-milliyetçiliğe ve islamcı-milliyetçiliğe karşı mücadeleyi sürdürmektir.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
AB Uyum Yasalarıyla "Yukardan Aşağı Demokrasi"
***
AGSP, AGSK, NATO, AB, Kıbrıs vs.
***
Balkanların Yeniden Paylaşımı ve "Kosova Sorunu"
***
“Citizen Verheugen Welcome to Greater Europe”
***
M. Ali Birand’ın Evinde AB Perspektifini Koruyan Türkiye”
***
Soros’un Paraları, Babacan’ın Şehzadesi, AKP’nin "Zina"sı ve 1,9 Dolarlık Yaşam
***
Che Guevara - Ulusal Egemenlik
***
Oligarşinin Küçük-Burjuva Reformist Aydın “Sevgisi Nereden Geliyor?
***
Mandacılar ve Mandalar
***
Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi - Maksim Gorki
***
"Yalan Söyleyin, Mutlaka İnanan Çıkar!"
***
Şehir Küçük-Burjuvazisinin "Globalizm Aşkı"nın Sonu
***
Bunlar, Engerekler ve Çıyanlardır...
***
Devletin Gizli Belgeleri ile "Derin Devlet" Edebiyatı
***
“Globalist” Küçük-Burjuvazinin Kozmopolit Kıbrıs Çözümü
***
Karartma Altında Kıbrıs
***
Kıbrıs'ta "Ya Taksim, Ya Ölüm"den "Çözüm ve AB Partisi"ne Uzanan Yol
***
İç Politikada Vur Kurtul/Ver Kurtuldan Dış Politikada Al Kurtul/Ver Kurtula
***
“Globalist” Küçük-Burjuvazinin Kozmopolit Kıbrıs Çözümü
***
"Yalan Söyleyin, Mutlaka İnanan Çıkar!"
Dipnotlar
[1*] 2004'ün ilk dokuz ayında İş Bankası'nın toplam mevduatı 23 milyon YTL'dir. Bunun 12 milyon YTL'si "döviz tevdiat hesabı"na aittir ve bankalardaki toplam DTH'nın %25'ini oluşturur. Yurtdışından aldığı kredilerin toplamı 3 milyon YTL'dir. Gerek DTH, gerek dış borçlanma nedeniyle İş Bankası'nın toplam yükümlülüğü 15 milyon YTL olup, tümüyle dolar kurlarına bağlı bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla İş Bankası dolar kurları üzerinde yapılan spekülasyonlarda "piyasa yapıcı banka" durumundadır. Öte yandan İş Bankası'nın tasarruf mevduatları toplamı 6,6 milyon YTL iken, dış kredi borçları bunun yarısına yakındır. Bu da banka kredilerinin önemli bir bölümünün dış kaynaklara bağlı olduğunu, dolayısıyla da bir kez daha dolar kuruyla yakından ilgili olduğunu gösterir. Diğer yandan, doların değer yitirmesi bankalardaki DTH hesaplarının yükselmesine yol açtığından, dolar kuruna ilişkin spekülasyonlar bankalara maliyetsiz kredi olanağı sağlamaktadır.
[2*] Faşist MHP "milliyetçileri" A. Türkeş sonrasında bölünmüşlerdir. Ancak tümü de ideolojik-politik olarak ırkçı-milliyetçi çizgidedirler. "Ya ümitsizsinizdir ya da ümit sizsiniz... Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz... Biz çareyiz, biz ümidiz" türünden yazılar gün geçtikçe artmaktadır.