“Hikaye” ya da “komplo” T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya’ya yaptığı “resmi ziyaret”le başladı. “Resmi ziyaret”in ilk gününün gece yarısında beraberinde taşıdığı gazetecilere Muhsin Yazıcıoğlu’nun “helikopter kazası” konusunda “önemli” açıklamalar yaptı:
“Muhsin Yazıcıoğlu’nunkinde çok büyük şeyler ortaya çıktı açıkçası. Yani inanmak mümkün değil. Büyük açıklar ortaya çıktı. Yani düşünebiliyor musunuz, Meclis’te bu kapanmıştı, tepki olmuştu. Ama ortaya çıktı ki düşen helikopterin bütün beyni, o helikopterin her şeyini kayda geçen hafızası yok ortada şimdi. Düşünebiliyor musunuz, keçiler gelip söküp götürmedi. Yani böyle bir şey değil, özel vidalarla sökülmüş, yok ortada. İşte bunun yok olduğunu tespit etti bu denetleme raporu. Daha bunun gibi insanın aklının almayacağı şeyler var. Çok fazla söylemeyeyim… Bu tespit edildikten sonra da ihbarlar yağdı. Yazmış ‘Cumhurbaşkanım’ diye gönderdi adam. ‘Biz görev yapıyoruz zannediyorduk ama şunlar şunlar da var, al şu videoya bak’ diye gönderdiler bana. Baktım ki bir taraftan cesetleri zorla buzdan falan çıkarıyorlar, bir taraftan birisi de orada vidayı söküyor. Hepsi çıktı ortaya.” (21 Eylül 2011)
A. Gül’ün Almanya’da gece yarısı yaptığı bu açıklamayı “ciddiye” alan savcılar harekete geçti ve “Tornavida Operasyonu” başlatıldı. Operasyonda gözaltına alınan “şüpheli” muvazzaf askerlerle birlikte bazı siviller tutuklandı. Böylece Muhsin Yazıcıoğlu dosyası yeniden açılmış oldu.
A. Gül’ün açıklamasına ve “Tornavida Operasyonu”na bakılacak olursa, BBP başkanı Muhsin Yazıcıoğlu “kesinlikle” bir “suikaste” kurban gitmişti ve birileri (“keçiler” dışında) “suikasti” gizlemek için “helikopterin beynini” alıp götürmüştü! Şimdi yanıtlanması gereken soru, Muhsin Yazıcıoğlu’na “suikast” yapanların kimler olduğu ve neden “suikast” yaptıklarıydı.
Oysa “suikast” iddiası yeni değildi. Kazanın hemen ardından “yandaş medya” elbirliği içinde olayın “suikast olabileceği” yönünde yayınlar yapmaya başlamıştı.
Star gazetesinin
3 Nisan 2009 tarihli haberinde şunlar yer alıyordu:
“Büyük Birlik Partisi(BBP) Lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği helikopter kazasıyla ilgili olarak suikast iddiaları gündeme geldi. Dün BBP yönetimi İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, enkazın kaldırılmamasını ve korunmasını istedi. Parti yönetimi, enkazda inceleme için yurtdışından 2 uzman heyet getiriyor. Olayın üzerindeki kalın sis perdesi hala yoğunluğunu korurken bu kez de Yazıcıoğlu’nun Ergenekon Savcısı’na belge verdiği ve davanın ‘gizli tanığı’ olduğu için suikaste kurban gittiği iddia edildi.
Fethullah Gülen, ABD’den yaptığı açıklamada, Orgeneral Eşref Bitlis’in hayatını kaybettiği kazayı hatırlatarak, ‘Yazıcıoğlu örnek bir Anadolu insanı. Anadolu insanı belli bir dönemde İslam’a ve Türk dünyasına karşı gelen şer güçlere karşı koydu. Kendisinin başına da dört-beş defa sürpriz trafik kazası gelmiş ve onları atlatmaya çalışmış. Bir yönüyle şüphelenmek lazım. Her şeyi kurcalamak lazım.’ demişti.”
Görüldüğü gibi, “suikast” iddiası yeni bir iddia olmayıp, kazanın hemen ardından “yandaş medya” tarafından ortaya atılan bir iddia olmuştur. Üstelik “suikast” iddiası ortaya atılırken, bunun kimler tarafından ve neden yapıldığı da açıkça ifade edilmiştir.
Buna göre, Muhsin Yazıcıoğlu Ergenekon davasının “gizli tanığı”ydı. Dolayısıyla “gizli tanık” olduğu için “Ergenekon terör örgütü” tarafından ortadan kaldırıldı. “Ergenekon terör örgütü” de, eski MHP’li faşist milislerden sivillere ve subaylara kadar “geniş bir yelpaze” oluşturduğundan, “suikast” eylemi de (“keçiler” tarafından değil) bu asker-sivil “örgüt”ün elbirliğiyle gerçekleştirilmişti!
“Merdii kıpti secaat arz ederken, sirkatini söyler”miş!
Bu olayda da, “yandaş medya” bir “mertlik” yaparak secaat arz ederken kendi suçunu itiraf eder: Muhsin Yazıcıoğlu Ergenekon davasının “gizli tanığı”dır ve hatta “gizli tanık” olmaktan öte, Ergenekon savcılarıyla pek çok kez görüşerek davanın seyrini de belirlemiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun “sağlığında” bu “gizli tanık”lık olayını “kesinlikle kabul etmediği” söylenmiş olsa da, bunun hiçbir inandırıcılığı yoktur. Fethullah Gülen’in “hassasiyet” gösterdiği, Abdullah Gül’ün “peşini bırakmadığı” bu olayda, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon davasının “gizli tanığı” olup olmadığı belirleyici bir yere sahiptir.
Eğer Muhsin Yazıcıoğlu, Ergenekon davasının “gizli tanığı” idiyse, açıktır ki, helikopter kazası bir “tesadüf” olmaktan öte, bir “gizli tanığın”, üstelik siyasal parti başkanı ve eski Ülkü Ocakları “reisi” bir kişinin “ortadan kaldırılması” olarak “ilgiye mazhar” olacak niteliktedir. Bu durumda “olası şüpheli”ler açıktır: Ya “Ergenekon terör örgütü”dür, çünkü kendilerine karşı “gizli tanıklık” yapmıştır ya da aralarında husumet olan eski “ülkücüler”dir.
Bu noktada artık unutulmaya başlanmış olan Ergenekon davasına yeniden bakmak gerekmektedir.
Ergenekon davası, bilineceği ve anımsanabileceği gibi, JİTEM kurucusu olarak kabul edilen emekli general Veli Küçük’ten “Kızıl Elma koalisyonu” kurucusu Doğu Perinçek’e kadar pek çok kişiyi kapsamaktadır. Ancak davanın “suikast” olayını ilgilendiren tarafı, Ergenekon tutuklularının önemli bir bölümünün eski “ülkücüler”den oluşmasıdır. Özellikle 1990’lı yıllarda Azerbaycan’dan Türkmenistan’a kadar tüm Türki cumhuriyetlerde faaliyet yürüten, buralarda “bozkurt”ları örgütleyen ve yer yer darbe girişiminde bulunan eski “ülkücüler” Ergenekon davasının sanıkları arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, bunlara “lojistik destek” veren JİTEM ve MİT mensupları (Kaşif Kozinoğlu) da Ergenekon tutuklusu durumundadırlar. Böylece Türki cumhuriyetlerde darbe girişimlerinde bulunmuş ve Alparslan Türkeş’in müdahalesiyle başarısız olmuş eski “ülkücüler”, “darbecilik” alışkanlığını Türkiye’de de sürdürmüşlerdir. Doğal olarak kendilerinin eski “reisi” olan Muhsin Yazıcıoğlu kadar kendilerini yakından tanıyan bir başkasını bulmak olanaksızdır. Böylesine yakın bir tanıdığın Ergenekon davasında “gizli tanık” olmasında şaşılacak bir durum yoktur.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun “gizli tanık” olduğunu bilenler açısından helikopter kazası, şüphesiz bir “hesaplaşma” olarak görülmektedir.
Diğer yandan Muhsin Yazıcıoğlu, eski Ülkü Ocakları başkanı olarak Alparslan Türkeş’i “başbuğ” olarak kabul etmiş birisidir. Ama ne olmuşsa olmuş, “başbuğ” ile “tosuncuk”un yolları ayrılmıştır. Bunun üzerine “tosuncuk” Nizam-ı Alem (daha sonraki adıyla Alperen Ocakları) adı altında yeni bir “ülkü ocakları” örgütlemeye girişmiş, ardından BBP adıyla yeni bir parti kurmuştur. 1995 seçimlerinde ANAP’la ittifak kurarak yeniden milletvekili olmuştur. “Türk-İslam Sentezi”nde giderek “İslami” tarafı ağır basan Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarikatlarla ve Fethullah “cemaati”yle yakın ilişki içinde olduğu da sır değildir. AKP döneminde ise, MHP’nin oylarını bölen bir siyasal güç olarak özel olarak ayakta tutulmuştur. Abdullah Gül’ün açıklamalarıyla başlatılan “Tornavida Operasyonu”, Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaptığı hizmetlerin bir nişanesi olarak kabul edilmelidir.
Ama Muhsin Yazıcıoğlu’nun “işleri” bunlarla sınırlı değildir.
Trabzon’da işlenen Andrea Santoro cinayetinde, Malatya’daki Zirve katliamında, Alparslan Aslan’ın Danıştay saldırısında ve nihayetinde Hrant Dink cinayetinde, hemen her zaman “
Alperen Ocakları”nın adı geçmiştir. Ancak bu yönde hiçbir soruşturma yapılmamış ve olayların
Alperen Ocakları’yla, dolayısıyla BBP ve Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilişkisi araştırılmamıştır.
Bugün basit bir bilgiden, yani Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon davasının “gizli tanığı” olması bilgisinden yola çıkılarak “suikast” soruşturması başlatılmıştır.
Elbette Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon operasyonlarının “gizli tanığı” olmaktan öte, doğrudan “harekat merkezi”nde yer alıp almadığını kimse kanıtlayamaz. Aynı şekilde,
Alperen Ocakları’nın yukarda sözünü ettiğimiz olaylarla ilişkisini kanıtlayacak bilgi ve belgeler de ortalıkta bulunmamaktadır. Tüm bunlar, “siyaset”in “arka odası”nda yer alan olaylardır. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan ile Yaşar Büyükanıt arasındaki “Dolmabahçe görüşmesi”nin “sır” olması gibi, bunlar da “siyaset sırları” durumundadır. Varolan belgeler de, büyük olasılıkla “siyaset”in (çok sevilen deyimle “derin devlet”in) “kozmik oda”sında bulunmaktadır. Bu “kozmik sırlar” açığa çıkmadığı sürece, tüm söylenenler birer varsayımdan ya da “komplo teorisi”nden öteye geçmemektedir. Tek büyük olasılık, “siyaseten” kurulmuş olan “çıkar” ilişkileri bozulduğunda, bu “kozmik sırlara” ilişkin bilgi ve belgelerin “medya”ya sızdırılacağıdır. Geriye kalan tek gerçek, Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazasından “büyük” bir “suikast davası” üretileceğidir.