Oligarşinin
"Özel Ordusu"
(Kurtuluş Cephesi'nin Eylül-Ekim 1993 tarihli 15. Sayısından alınmıştır.)
Kurtuluş Cephesi'nin geçen sayısında (Temmuz-Ağustos 1993 tarihli 14. Sayı), oligarşinin "anti-terör stratejisi" adını verdiği, silahlı devrimci mücadelelere karşı geliştirdiği yöntemleri irdelerken şöyle yazmıştık:
"Bu alandaki düzenlemelerin en önemlisi, polis ve jandarma örgütlenmesine ilişkin olanıdır. Bu düzenlemelerin esası, kırsal ve kentsel alanlarda faaliyet gösterecek, yüksek atış gücüyle donatılmış hareketli birliklerin oluşturulmasıdır. Bu güçlerin oluşturulmasının temel felsefesi, silahlı devrimci hareketi oluşum halindeyken bulup yok etmektir. Kendi deyişleriyle, temel ilke, "anarşistlerin teşkilat ve yönetici kadrosunu bulup bertaraf etmek yada tesirsiz hale getirmek" ve "vurucu tedhiş unsurlarının yok edilmesi" dir. Sözcüğün tam anlamıyla, bu birliklerin amacı, kadro pasifikasyonudur. Ancak bu pasifikasyon, kesin biçimde imha hareketi olarak düşünülmektedir.
strateji anarşistleri, halktan fiziki ve psikolojik olarak tecrit ederken, halktan personel, malzeme ve istihbarat desteği almalarını önleyebilmelidir. Psikolojik harekât, bu stratejinin büyük bölümünü teşkil etmeli ve ayaklanmayı yok etmesi kadar mani de olabilmelidir. Anarşistlerin teşkilatlarını ve yönetici kadrosunu bertaraf etmek veya tesirsiz hale getirmek bu stratejinin temel ilkesi olmalıdır. Her ayaklanma hareketinin nüvesini teşkil eden ve ekseriyetle küçük bir grubun oluşturduğu merkezi yönetici kadrosu (liderler) çok iyi gizlenmesine rağmen, meydana çıkartılmalı, yok edilmeli ya da başka şekillerde tesirsiz hale getirilmelidir. Vurucu tedhiş unsurlarının (kuvvetlerinin) yok edilmesi stratejinin formüle edilmesinde dikkate alınacak diğer bir unsurdur. Bu unsurlar üzerinde baskı, öncelikle polis ve diğer güvenlik kuvvetlerince sürdürülür. Ve zayiat vermelerine, ikmal maddelerinin tahribine, morellerinin bozulmasına çalışılır. Bu arada strateji, anarşistlere eylemlerini gönüllü olarak durdurmaları hususunda ikazda bulunan müsbet programları da ihtiva etmelidir." (Orgeneral Nejdet Üruğ'un 4 Aralık 1979 tarihinde Sıkıyönetim Komutanları toplantısına sunduğu rapor)
"Yargısız infaz" olarak adlandırılan devlet terörü, bu strateji temelinde sürdürülmektedir.
En yaygın deyişle "kontra-gerilla" güçleri olarak, "karşı-ayaklanma taktikleri"ni yürüten bir güç kullanılmaktadır. Bu güç gerektiğinde, CIA'nın "ayaklanma"yı bastırma yöntemlerine uygun olarak doğrudan halk kitlelerine karşı da kullanılacaktır.
Böylece 80 öncesindeki faşist milis örgütlenmenin yerini, doğrudan polis teşkilatı bünyesinde oluşturulmuş bu özel müfrezeler almıştır. "Anti-terör timleri" olarak adlandırılan bu müfreze üyeleri "en acımasız" yöntemleri kullanabilecek, "gözünü kırpmadan" insan öldürebilecek profesyonel katiller olarak yetiştirilmektedir. Bu müfreze üyelerinin MHP'li faşist milislerle olan benzerlikleri açıkça görülebilir, ama onlardan farkları profesyonelleştirilmiş katiller olmaları ve "resmi devlet gücü" olarak biçimlendirilmeleridir. Bunlar gerçek birer faşisttirler, ama "başbuğları" değişmiştir; artık söz konusu olan Türkeş değil, doğrudan işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve ABD emperyalizmidir.
Devrimci kadroların "imhası", aynı zamanda kitlelere yönelik bir gözdağı olmaktadır."
Deyim uygun düşerse, daha Kurtuluş Cephesi'nin mürekkebi kurumadan, oligarşinin "özel ordu" kurmaya yöneldiği, basında geniş ölçüde yer aldı. Tansu Çiller'in ağzından
"teröre karşı özel ordu" kurulacağı açıklandı. Bu özel ordu, ağırlıklı olarak
"dini bütün, milliyetçi kişilerden oluşturulacak"tı.
Ve Tansu Çiller'in bu sözleri, doğrudan adresine ulaşmıştır. İlk tepki Türkeş'den geldi. Türkeş, kendilerinin de böyle bir ordu kurulmasını savunduklarını ve "ülkücülerin" bunda yer alabileceğini Çiller'e iletti. Arkasından değişik faşist parti ve çevrelerden faşist milislerden oluşacak "özel ordu" için açıklamalar yapıldı.
BBP adlı faşist parti başkanı, 12 Eylül öncesinin MHP'li katillerinden M. Yazıcıoğlu, "ülkücüler pazarlanıyor" diyerek, aynı zamanda "özel ordunun" kimlerden oluşacağını ilan ediyordu. Faşist Yazıcıoğlu'nun tüm karşı çıkışı, oluşturulacak olan "özel ordu" içindeki faşistlerin MHP'nin, yani Türkeş'in denetiminde olacağına yönelikti.
Faşist milislerin "özel ordu" olarak örgütlenmelerine ilişkin ilk tepkilerden sonra, yavaş yavaş "özel ordu"nun niteliği tartışılmaya başlanıldı.
Çiller, çıkartılan iki kanun hükmünde kararnamede yer alan hükümlerin
"özel ordu olmadığını" ifade ederek, bunlardan birinin
"TSK bünyesinde bulunan mevcut uzman erbaşlığın, terörle daha etkin mücadele için yeniden düzenlenmesiyle ilgili" olduğunu; ikincisinin ise,
"Emniyet Teşkilatı bünyesinde terörle mücadelede görevlendirilmek amacıyla, personel yetiştirmek üzere özel harekât polis okulları" açılmasına ilişkin olduğunu açıkladı.
T. Çiller,
"bunlar yıllardır dile getirilen, ilk çekirdekleri atılmış olmasına rağmen kaynak yetersizliği ve gerekli hukuki ve sosyal tedbirlerin alınmamış olması nedeniyle tam olarak işlerlik kazandırılmamış düzenlemelerdir" derken, aynı zamanda oligarşinin stratejisinin yeni olmadığını ifade ediyordu.
Evet, oligarşinin T. Çiller hükümeti aracılığıyla yeniden güncelleştirdiği "özel ordu", yazımızın da başında belirttiğimiz gibi, faşist katillerden oluşturulacak bir profesyonel cinayet şebekesidir. Ve bunların yeni "başbuğ"u oligarşi olacaktır.
Bu dönemde "özel ordu" üzerine yapılan bütün değerlendirmeler, eleştiriler, uyarılar, endişeler, son tahlilde, söz konusu olan silahlı gücün belli bir ideolojik ve politik yönelimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Oysa, olayın diğer bir yönü, oluşum biçimini de belirleyen amacı ve niteliği üzerinde çok az durulmuştur. PKK bile, bu yön üzerinde fazlaca durmamıştır.
PKK, doğrudan A. Öcalan'ın ağzından, "özel ordu"yu şöyle açıklamaktadır:
"Yüz bin kişilik özel ordunun kurulması demek, yüz bin gangesterin, serseri, cani ve faşistin, halkın üzerine salınması demektir. Yirmi bin köy korucusu, yirmi bin MHP'li, yirmi bin işsiz güçsüz lümpen, serseri ve yirmi bin komando askeri, yirmi bin gangester, cani, eder yüzbin... Bunlar birleştirilecek ve adına özel ordu denilecek"
Görüldüğü gibi, biçim, neredeyse amacı örten boyutlara ulaşmıştır. Başta da belirttiğimiz gibi, amaç, profesyonel savaş birimlerinin geliştirilmesidir.
Ulusal ve halk kurtuluş savaşlarına karşı, emperyalizmin geliştirdiği savaş yöntemlerinin en önemlilerinden olan, "özel birlikler"e dayalı taktik saldırı yöntemi, gerilla savaşına karşı önemli bir güç olarak biçimlendirilmiştir. Vietnam'da özel eğitilmiş birliklerin kullanılmasıyla başlayan bu yöntem, daha sonraki yıllarda Latin-Amerika'da geniş biçimde kullanılmıştır. En ayrıntılı bilinen uygulaması El Salvador'da ortaya çıkmıştır.
El Salvador'da 1980 sonlarında başlayan gerilla saldırıları, Ocak 1981 yılındaki genel saldırıyla birlikte büyük bir gelişme göstermiştir. "El Salvador'un Tet'i" olarak adlandırılan bu saldırı döneminde (1980-Ocak 1982 arasında) 30.000'den fazla kişi yaşamını yitirmiştir.
Bu dönemde devlet güçlerinin kullandığı yöntem ise, hareketli avcı birlikleri ile FMLN güçlerini "çekiç-örs" taktiklerinin içine itmek şeklinde olmuştur. Bir başka deyişle, oligarşinin askeri taktiği, hareketli avcı birliklerinin operasyonlarıyla, gerillaların ordu güçlerinin mevzilendiği alanlara sürülmesidir. Böylece "çekiç" görevi yapan hareketli avcı birlikleri, gerillaları, "örs" işlevine sahip ordu birliklerine doğru sürecek ve orada imha edileceklerdir.
Ancak FMLN, savaşın gelişimine uygun olarak, belli bölgelerin denetimini ele geçirmiştir. Böylece FMLN denetiminde bölgeler bulunduğundan, oligarşinin askeri taktikleri işe yaramaz hale gelmiştir. Artık gerillalar, denetimlerinde tuttukları bölgelerde üslenebilmekte ve düşmanın hareketli avcı birlikleriyle operasyon yapabilme koşulu ortadan kalkmaktadır. "Kuşatma operasyonları" da denilen düşman taktikleri, geniş bir alana ordu birliklerinin yayılmasını gerekli kıldığından, aynı zamanda, savaşta nicelik sorunu ortaya çıkarmıştır.
İşte bu aşamada oligarşinin askeri taktiği, temelleri 1981 yılında atılmış olan profesyonel, hareketli, özel birliklerin devreye sokulmasına yönelmiştir. El Salvador ordusu içindeki Atlacatl taburu, bu yöntemin kullanılmasında etkili olunmasını sağlamıştır.
Bu yöntemin temelinde, özel eğitime sahip profesyonel askerlerin kullanılması yatmaktadır. Özel birliklerin, hava desteği alarak (özellikle hareketliliğe uygun olduğu için helikopterler kullanarak), gerillaların denetimindeki bölgelere gece saldırıları düzenlemeleri, askeri taktiğin esasını oluşturmaktadır. Böylece, "çekiç-örs" taktiğinin işe yaramaz olduğu yerde, özel birliklerin saldırı taktikleri devreye sokulmuş olmaktadır. Bu özel birliklere göre daha yerleşik durumda bulunan gerilla, ister istemez etkisiz kalmaktadır.
Bu aşamada FMLN'nin yöntemi ise, birlikleri büyük birimler halinde bir araya getirmek ve bunlarla yaygın eylemler gerçekleştirmek olmuştur. 1986'dan itibaren, karşılıklı olarak savaşın belli bir denge durumunda kalması söz konusu olmuştur. (Tüm bu süreçte (1980-86), FMLN gerillalarının sayısı 20.000 olup, oligarşinin askeri güçleri 56.000 civarındadır. Ve bu dönemde yaşamını yitirenlerin sayısı 80-100 bin arasındadır.)
İşte bugün ülkemizde uygulamaya sokulacağı ileri sürülen "özel ordu", özel birliklere dayalı bir askeri taktiğin uygulanmasını içermektedir. Ancak bu uygulama, sadece kırsal alanlara özgü değildir. T. Çiller'in de açıkladığı gibi, uygulama
kırsal ve kentsel alanları kapsamaktadır. Kırsal alanlarda ordu birlikleri, kentsel alanlarda ise polis güçleri uygulamanın örgütleri durumundadır. El Salvador örneği, özel birliklerin kırsal alanlarda kullanılmasına ilişkindir. Ama aynı oranda
önemli olan kentsel uygulamalardır. Oligarşinin 1979'dan beri geliştirmeye çalıştığı özel timler, ağırlıklı olarak şehir gerillasına karşı kullanılmıştır. Son dönemde "yargısız infaz" olarak adlandırılan polisin imha operasyonları, bu timlerin kentlerdeki faaliyetlerinin yoğunluğunu göstermektedir.
Bugün ülkemizde polis olarak görev yapan "özel tim", hemen hemen tamamıyla faşistlerden oluşmaktadır. Bu açıdan yeni çıkartılan KHK'nin uygulanmasında daha çok sayıda faşistin silahlandırılması söz konusu olacaktır ve "resmi devlet gücü" olarak faaliyet göstermeleri sağlanacaktır. Bütün bu gerçeklere rağmen, "özel ordu" tartışmalarında
kentlerde faaliyet gösteren, polise bağlı "özel timler"in adının fazlaca geçmemiş olması şaşırtıcıdır !
Özel birlikler olayının ülkemiz somutundaki
politik niteliği ise, herkesin de açıkça gördüğü gibi,
faşist milislerin resmi devlet gücü haline getirilmeleri ve devrimci güçlere karşı ideolojik bir güç olarak ortaya çıkartılmasıdır. 1980 öncesinde devletin resmi güçleri dışında örgütlenmiş faşist milislerin yarattığı katliamlar daha zihinlerden silinmemiştir. Ve oligarşi, bu katliamları da kullanarak, kitlelere gözdağı vermeye çalışmaktadır. Diyarbakır bölgesinde ideolojik güç olarak kullanılan şeriatçılar gibi, "Türk milliyetçiliği" adı altında ırkçı, faşist güçlerin ülke çapında devreye sokulması, kitlelerin pasifikasyonuyla birleşerek geniş bir ırkçılık ortamının doğmasına neden olacaktır. Kürt ulusal hareketinin içinde taşıdığı ve giderek güçlenen milliyetçi ögelerinin karşı hareketiyle birleşecek bu durum, kitle katliamları için zemin teşkil edecektir.
İşte, gerek askeri, gerekse politik-ideolojik yönleriyle "özel ordu" tartışmasının ortaya çıkardığı gerçekler bunlardır.
Böyle bir ortamda, devrimci öncü, herşeyden önce ırkçı-milliyetçi bir katliam ortamının gelişmesine karşı durmalıdır. Bu tutum, yerel düzeylerde değil, tüm ülke çapında olmak zorundadır. Bu bağlamda, kendisine devrimciyim diyen her kişi ve yapılanmanın dikkatli ve uyanık olması şarttır. Sivil hedefler olarak tanımlanan kitlelere zarar veren eylemler (hangi gerekçeyle olursa olsun) büyük tehlikelere yol açacaktır. Aynı şekilde, gerçek bir örgütlülüğe dayanmayan oluşumlarla üstlenilecek silahlı eylemlerin, halk kitlelerinin, milliyetçi-ırkçı-şovenist propagandayla koşullandırılmalarına hizmet edeceği de bilinmelidir. Bu tür hareketler, ister istemez devrimci silahlı eylemlerin gelişme ritmini de etkileyecektir.