KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1998
... Ve "Genelkurmay Devreye Girer"
(II. Perde)
Mayıs-Haziran 1997 tarihli Kurtuluş Cephesi'nin 37. sayısında, DHKP-C ile PKK arasında imzalandığı ilan edilen "protokol" sonrasında, A. Öcalan'ın "Sol eğer ittifak yapmayı bilmezse biz sorunlarımızı Genelkurmay'la çözümleriz" beyanı üzerine yaptığımız değerlendirmenin başlığı "... Ve Genelkurmay Devreye Girer" idi. Harp Akademileri Komutanlığı' nın "Özelleştirme ve Türk Silahlı Kuvvetleri" başlıklı raporu, 29 Temmuz 1998 günü gazetelerde yayınlandı. Bu raporla birlikte, 28 Şubat 1997 tarihinden günümüze kadar gelişen olaylar içinde Genelkurmay'ın nasıl "devreye" girdiği açık biçimde gözler önüne serilmektedir. Ancak bu, A. Öcalan'ın düşündüğünden farklı olarak, 28 Şubat 1997'de "şeriatçılık" konusunda "devreye giren" Genelkurmay'ın girişiminin ikinci perdesini oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi, oligarşi, herzaman karşı karşıya bulunduğu sorunları kendi "siyasal kadroları" aracılığıyla çözemediği her koşulda kendi silahlı güçlerini, yani orduyu devreye sokmuştur. Bugüne kadar gerçekleştirilen tüm askeri darbeler, oligarşinin kendi yönetimini ve sömürüsünü sürdürebilmek için, siyasal zoru alabildiğine kullandığının açık olgularıdır. Geçen yıldan bugüne kadar gelişen süreçte, oligarşi, kendi dışındaki sömürücü sınıflarla olan çatışmasına karşı, sürekli olarak Genelkurmay'ı devreye sokmuştur. "Sömürüyü disipline etme" amacıyla askeri zor aygıtının devreye bu sokuluşu gazetelerde yayınlanan son "rapor"la birlikte daha da belirginleşmiş bulunmaktadır. Ancak bu kez, Genelkurmay, "anti-emperyalist" ve "anti-tekelci" bir söylemle kamuoyunun karşısına çıkmaktadır ve bu bağlamda "ideolojik dayatmalar"dan sözetmektedir. (12 Mart 1971 muhtırası da "ilerici", "laik", "Atatürkçü" söylemle kaleme alınmıştır.)
"Özelleştirme" konusunda, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Necati Özgen imzasıyla kamuoyuna sunulan "rapor" şunları söylemektedir:
- Özelleştirme Batılı ülkeler veya bunların etkin oldukları uluslararası sermaye tarafından gelişmekte olan ülkelere telkin edilmekte, hatta dayatılmaktadır.
- Bu dayatmanın nedeni, uluslararası sermayenin bu ülkelere girmesi ve özellikle üretim ünitelerine girmelerinin koşullarını yaratmaktadır.
- Özelleştirme günümüzde özel kesime kaynak aktarma politikalarına dönüşmüştür.
- Özelleştirme ile kamu tekelinden çok daha vahim sonuçlar doğuracak olan özel tekeller yaratılır. Arjantin, Meksika ve Şili örneğinde görüldüğü gibi, ülke ekonomisi az sayıda holdinge teslim edilmiş olur.
- Özelleştirme ve yabancılaştırma ideolojik bir dayatmadır.
- Devletin küçültülmesi teziyle, sosyal devlet olgusu budanacak, bu da gelir dağılımının daha da bozulmasına ve çok ciddi sosyal patlamalara neden olacaktır.
Görüldüğü gibi, oligarşinin ordusu, "uluslararası sermaye"den sözetmekte ve bu sermayenin geri-bıraktırılmış ülkelere yaptığı "dayatmalar"dan yakınmaktadır. Biraz sol yayınları izleyen herhangi bir yurttaşın bile kolayca görebileceği gibi, "rapor" tümüyle "sol" bir "anti-emperyalist" söylem içermektedir. Oligarşinin işbirlikçi tekelci burjuvazinin ağırlıkta olduğu bir avuç sömürücü azınlıktan oluştuğu ve bunlarında emperyalizmin ülke içindeki uzantılarından başka birşey olmadığı gerçeği düşünüldüğünde, "rapor"daki "anti-emperyalist" söylemin ardında bir başka şeylerin yattığını herkese düşündürtecektir.
Kurtuluş Cephesi'nin çeşitli yazılarında ortaya koyduğumuz gibi, son yıllarda sömürücü sınıflar arasındaki çıkar çatışması giderek keskinleşmiştir. Bu keskinleşen çatışma, bir yandan oligarşinin siyasal kadroları arasında ayrışmaya neden olurken, diğer yandan oligarşi içinde çeşitli çatışmalar ve uyumsuzluklar ortaya çıkarmıştır. Özellikle başını Koç Holding' in çektiği bir kesim, AB konusundan özelleştirmeye kadar pekçok konuda izlenen "popülist politikalar"a karşı çıkmaktadırlar. Sabancıların muhalefetine rağmen, Genelkurmay, yönetimin askerileştirilemediği koşullarda farklı bir biçimde devreye sokulmuştur. "Asya Krizi"nin patlak verdiği koşullarda oligarşinin askeri kadroları aracılığıyla bir kez daha devreye girişi kaçınılmaz olmuştur. Bilinebileceği gibi, "Asya Krizi"yle birlikte aşırı-sermaye birikimi, Uzakdoğu Asya ülkelerinden başka alanlarda kendisine yeni kaynaklar bulmak durumundadır. Bu konuda, Latin-Amerika ve Türkiye "önde gelen" ülkeler konumundadır. Özelleştirme konusunda Latin-Amerika ülkelerine nazaran daha geriden gelen Türkiye, "Asya Krizi" ile açığa çıkan para-sermaye için kısa ve orta vadeli önemli bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Özelllikle bazı Japon tekelleri ile bankaları ellerindeki para-sermayeyi bu yönde değerlendirmek istemektedirler. Son haftalarda kamuoyuna yansıdığı gibi, TOYOTA, para-sermayesini Türkiye üzerinden Batı-Avrupa'ya yönlendirme kararı almış bulunmaktadır. Bunun gibi, doğrudan kamuoyuna yansımayan gelişmeler, Türkiye'ye kısa vadede önemli bir para-sermaye akımının ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Bunun gerçekliği ise, sanılanın tersine, borsa değil, doğrudan doğruya ülkedeki sanayi kuruluşlarıdır. Bu bağlamda, "özelleştirme", bu para-sermayenin ülkeye girişinin önkoşulu durumundadır. Son Petrol Ofisi "özelleştirmesi"nde de görüldüğü gibi, adı sanı duyulmamış "Türkiye vatandaşı", milyarlarca dolarlık "özelleştirme" ihalelerine girebilmektedir. İşte bu gelişmeler, Genelkurmay'ın "devreye" girişinin ikinci perdesi açılmış oldu.
Dünyadaki ve ülkemizdeki bu gelişmelere gözlerini kapayanlar (Y. Küçük vb.), bu durumları "ordunun Kemalist geleneği" olarak elbette yorumlayabileceklerdir. Şüphesiz yaşıyor olsaydı Doğan Avcıoğlu'na "yeni kemalist devrim" planları yaptırtacak bu tür yorumlar, solun içinde bulunduğu ideolojisizlik ortamında etkili de olabilecektir. Özellikle küçük-burjuva aydınları, bu gelişmeler karşısında "ordu kılıcını ne zaman atacak" beklentisiyle oligarşinin ve Amerikan emperyalizminin çıkarlarının açık sözcüsü durumuna gelmeleri de uzun sürmeyecektir. Ama, bu ilişki ve çelişkiler içinde ilk iki perdesi oynanan oyunun üçüncü perdesinin nezaman oynanacağını fazla beklemek gerekmeyecektir.