Önce insanların pratik faaliyetinin ürünü olan ve somut gerçekliği kavramalarına hizmet eden kavramların[1*] içerikleri boşaltıldı. Bu kavramlar, kimi zaman "post-kapitalizm", kimi zaman "yapısalcılık", kimi zaman da "sivil toplumculuk" söylemleriyle içeriklerinden arındırıldı ve sıradan, alelade sözcükler haline dönüştürüldü. Ardından "yeni" kavramlar "icat" edildi ve içeriği boşaltılmış kavramların yerine ikame edildi.
Örneğin, 1982 bankerzedeliğe yol açan "mevduat sertifikası" kavramı unutturulurken, "repo" piyasaya sürüldü. "Mevduat sertifikası"yla dolandırılmış ve büyük acılar çekmiş bir toplum, ne olduğunu bilmediği, ama "mevduat sertifikası"nın diğer ifadesi olan "repo" kavramıyla "tanıştırıldı". Böylece 1982’de yaşanılarak öğrenilmiş olan gerçekler kolayca işe yaramaz hale getirildi, "mevduat sertifikası"ndan zarar görmüş olan yüz binlerce insan, bir kez daha varlıklarını "repo"ya yatırdılar. Ve bilindiği gibi, 2001 kriziyle birlikte "repo"ya yatırılan varlıklar da büyük ölçüde buharlaştı.
Aynı şey, devrim kavramının başına geldi. Her ayrıksı durum, her farklılık "devrim" olarak tanımlandı. Toplumsal devrim kavramı da, bu içeriksizlikle birlikte anlamını yitirdi. Artık her önüne gelen devrimden söz edebilir oldu ve herkes "devrimci" kesildi. "Değişmeyen tek şey değişimdir" denilerek, döneklik, ihanet, ilkesizlik baş tacı edildi.
Benzer durum hukuk alanında da gerçekleştirildi. Ecevit’in "özleştirme" anlayışı çerçevesinde ceza yasası, ceza muhakeme usul yasası "Türkçeleştirildi". "AB reformları" adı altında medeni kanun, ceza kanunu, günlük yaşamda "yasa" haline dönüştürülürken, bildik ve alışılagelen hukuksal kavramların yerine yepyeni kavramlar türetildi.
İşte bu türetilmiş kavramlardan birisi de, "özel yetkili savcılar" ve "özel yetkili mahkemeler" oldu.
Daha düne kadar DGM’ler, yani Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı. "Kanunla belirlenmiş görevleri", devlet güvenliğine yönelik suçları yargılamak olarak tanımlanmıştı. Eski ceza yasasının 125. (bölücülük), 141-142. (komünist propaganda ve örgütlenme), 146. (anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs), 159. (devletin manevi şahsiyetine hakaret), 168-169. (devlete karşı silahlı çete kurmak) maddeleri, bir bütün olarak "devlet aleyhine işlenmiş cürümler" DGM’lerin görev alanı olarak belirlenmişti.
"Kanun koyucu"ya, yani yasama organına göre, DGM’lerin "ihdas edilmesi"nin temel nedeni, sıkıyönetim dönemleri dışında devlet güvenliğine yönelik eylemleri yargılamak için "sivil" bir uzmanlık mahkemesinin gerekli olduğuydu. 1973 yılında, yani 12 Mart sürecinin sonuna doğru kurulan DGM’ler, 1975 yılında Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla ortadan kalkmış ve "devlet aleyhine işlenen suçlar", "sivil mahkeme"lerde 5. Ağır Ceza Mahkemelerinde görülmeye başlandı. DGM’lerin bu ilk "sivilleşme" hareketinde, DGM yargıçları, özellikle DGM savcıları doğrudan yeni oluşturulan mahkemelere atanmışlardı.
DGM’lerin yeniden kurulması ise, 12 Eylül döneminde olmuştur. 1983 yılında çıkartılan Kenan Evren yasasıyla DGM’ler yeniden kurulmuş ve anayasal bir kurum haline getirilmiştir.
2004 yılına kadar aralıksız yirmi bir yıl faaliyet gösteren DGM’ler, "AB uyum yasaları" çerçevesinde değiştirilmiş ve yerine "özel yetkili ağır ceza mahkemeleri" oluşturulmuştur. Bu "özel yetkili" mahkemelerde görev yapan savcılar da, yani DGM savcıları da "özel yetkili savcı" olarak tanımlanmıştır.
Bu "yeni" mahkemeler, Adana, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Malatya ve Van illerinde, yani DGM’lerin bulunduğu illerde kurulmuştur.
Özel yetkili mahkemelerin "özel" hükmü ise, "Terörle Mücadele Kanunu’nun ‘tanık koruma tedbirleri’’ başlıklı 20. maddesi hükümlerinin, bu yasayla görevlendirilecek ağır ceza mahkemesi başkanı ve üyeleri ile bu mahkemelerin görev alanını giren suçları soruşturmak ve kovuşturmakla görevli cumhuriyet savcıları hakkında da uygulanacağı" hükmüdür. Olayın en ilginç tarafı ise, 27 Aralık 2007 tarihinde AKP tarafından özel bir "Tanık Koruma Kanunu" çıkartılmasıdır. Böylece "özel yetkili mahkemeler ve savcılar", Ergenekon operasyonlarının başında yeni "tanık koruma" kanunu çerçevesinde güvenceye alınmıştır. Bu şekilde, gerektiğinde estetik ameliyat olarak yüzünü bile değiştirebilecek "özel yetkili savcılar" ortaya salındı.
Bugün gündemde olan "özel yetkili savcılar", DGM savcılarının "adı" değiştirilmiş güncel halidirler ve "özel yetkili mahkemeler" de DGM’lerin "yeni" kavramsal tanımıdırlar.
Bu "kavramsal" değişiklikle DGM’lere karşı oluşmuş olan kamuoyunun tepkisi pasifize edilmiş ve DGM’ler konusundaki kamuoyunun "yargısı" ortadan kaldırılmıştır. Böylece toplum, yıllarca yaşayarak öğrendiği DGM’lere ilişkin "bilgi"leri unutmuştur. Şimdi yeni "kavramlar" çerçevesinde ve yeniden "özel yetkili mahkemeler ve savcılar"ın nasıl DGM’lerin basit bir devamı olduğunu öğrenme sürecini yaşamaktadır. Bir başka ifadeyle, "kavramsal" değişikliklerle toplumun tarihsel süreçte öğrendikleri anlamsızlaştırılmış ve tarih bilinci yok edilmiştir. Bir kez daha yaşanılarak ve bedel ödenilerek, bilinen şeyler yeniden öğrenilecektir.
[1*] Bilimsel olarak kavram, nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Dolayısıyla, kullanılan kavramlar, aynı zamanda kişinin ya da ortaya konulan düşüncenin nesnel gerçekliği nasıl kavradığını, algıladığını ortaya koyar. Bu yüzden, her dünya görüşü ya da siyasal görüş, kendi kavrayışını belli kavramlarla, kavramlar dizgesi ile ortaya koyar. Ne anlama geldiği ve neyi ifade ettiği belirlenmiş sözcükler, böylece belli bir görüşün ifade edilmesinin temel araçları durumundadır ve bu yolla kavram haline gelirler. Tanımlanmamış ve her istenildiğinde değişik anlamlara sokulabilen kavramlar, kaçınılmaz olarak belirsizliği ortaya çıkarır ve bu tür kavramlarla ortaya konulan görüş ve düşünce her yöne çekilebilir bir nitelik kazanır.