Gittiği Yere Kadar Gitsin'cilere
Standart Karşı-Ayaklanma Stratejisi
"Santiago Araştırma Enstitüsü'nün direktörü, taşradan gelmekte olan annesini karşılıyor. Yeni Peugeot'su ile annesini havaalanından alınca, annesi soruyor:
– "Bu güzel arabayı nereden aldın?"
– "Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için arabaya ihtiyacım var."
Villalarla dolu bir bölgedeki oğlunun evine yaklaşınca anne soruyor:
– "Bu güzel evi nasıl aldın?"
Oğlu cevap veriyor:
– "Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için yaptığım araştırmamda bu eve ihtiyacım var."
Yemek odasına giriyorlar ve anne deniz ürünleri, tavuk, salatalar ve iyi bir kadeh şarapla donatılmış sofrayı görünce şaşırıyor:
– "Pekala bu yemeği nasıl buldun?"
Cevap:
– "Enstitü ödedi, diktatörlüğü yıkmak için bu yemeğe ihtiyacım var."
Bunun üzerine anne kafasını kaşıyor ve şu nasihatı veriyor:
– "Dikkat et ki, kimse diktatörlüğü yıkmasın, yoksa sen bütün bunları kaybedersin!" (Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkartıyor, s. 34-35.)
Soru çok yalındır: Ortada bir gerilla örgütlenmesi ve gerilla eylemleri söz konusuysa, bu gerillaya karşı oligarşik devlet aygıtı ne yapar?
Bu sorunun en yalın yanıtı, gerillaya karşı topyekün mücadeleye girişir olacaktır. Bu mücadele, açıktır ki gerillaya karşı bir mücadeledir, yani karşı-gerilla (kontra-gerilla) operasyonlarıdır. Doğal olarak, o güne kadar geleneksel biçimde dış düşmana karşı ülkenin savunulması ve ülke içinde asayişin sağlanması için örgütlenmiş olan devletin zor güçleri (ordu, polis, jandarma) karşı-gerilla operasyonlarına uygun biçimde yeniden örgütlenir ve düzenlenir. Karşı-gerilla örgütlenmesi ise, CIA'nın standart karşı-ayaklanma stratejisi çerçevesinde neredeyse standart hale getirilmiştir. CIA'nın Panama, Guatemala ve ABD'deki kontra-gerilla eğitim okullarında ilgili ülkelerden gelen polis ve askerler bu standart karşı-ayaklanma stratejisine göre eğitime tabi tutulurlar.[1*]
İşte polis ve askerlerin özel eğitime tabi tutuldukları bu okullarda "standart" kontra-gerilla stratejisine uygun elemanlar yetiştirilir. Ancak bu eğitim, CIA'nın "standart" kontra-gerilla stratejisinin sadece uygulamaya yönelik bölümünü oluşturur.
Stratejinin esası, gerillaya karşı (kontra), gerilla savaşı yöntemlerine karşı askeri ve sivil uygulamalar ve bunların örgütlenmesidir. Bu stratejiye göre, gerilla, Mao'nun deyişiyle, "suda balık" gibidir, yani halkla iç içedir. Dolayısıyla balığı yakalamak için, asıl olarak suyun kurutulması gerekir. Kontra-gerilla stratejisinin hedefi de, halkın gerillaya verdiği desteği kesmek ve bu yolla gerillayı tecrit etmektir. Kendi dilleriyle ifade edersek, "terörist"le mücadele ederken "terörizmle mücadele"yi ülke çapında yürütmektir. Söz konusu olan kır gerillasıysa, bir yandan kır gerillasının köylülerle temasını kesmeye çalışılırken, diğer yandan gerillaya yeni katılımların olmasını engellemeye çalışır. Bu nedenle, "karşı-ayaklanma stratejisi" ya da kontra-gerilla stratejisi, askeri operasyonlarla iç içe geçmiş "sivil operasyonları" kapsar ve "sivil operasyonlar" bu stratejinin ana gövdesini oluşturur.
Askeri operasyonlar, gerillaya yönelik istihbarat faaliyetlerinden ve bu faaliyetlerden elde edilen bilgilerle gerillanın bulunduğu yerlere yapılan askeri harekatlardan ibarettir. Kendi içinde değişik askeri teknikleri ve taktikleri içeren bu harekatta istihbarat faaliyetleri, gerilla örgütlenmesinin içine ajan sızdırmaktan, gerillanın faaliyet alanlarında muhbirler ağı oluşturmaya kadar uzanan geniş bir alanı oluşturur. Şehir gerillasının bulunduğu evlerin saptanması, kır gerillasının depo ve barınaklarının bulunması bu istihbaratın asıl amacıdır. Bunlar bir kez saptandıktan sonra, yapılacak olan, buraların basılması ve içindekilerin imha edilmesidir.
Bu askeri operasyonlar, Genelkurmayın sözüyle, "teröristle mücadele" kapsamına girer, ancak asıl olan "terörizmle mücadeledir". Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, "terörizmle mücadele", bütünsel ve uzun süreli bir "sivil operasyonlar" dizisinden oluşur.
"Ulusal Güvenlik Doktrini, uluslararası komünizmin amacına ulaşmak için toplumu içten çökertmeyi amaçladığını savunuyordu. Bu iç düşmana karşı tüm metodlarla, yasaların dışında da, mücadele edilmesi gerekiyordu. Bilimsel yöntemlerle işkence, silahlı kuvvetlerin yüksek kumandasına bağlı paramiliter çeteler ve rejim karşıtlarının öldürülmesi Ulusal Güvenlik Doktrini'nin ayrılmaz parçalarıdır. Devlet sınırları artık geçerli değildir, geçerli olan ideolojik sınırlardır, geçerli olan dünya komünizminin ve onun emrindeki iç düşmanın geri püskürtülmesinden ibaret olan Batı'nın ortaklığıdır... Ulusal Güvenlik Doktrini uyarınca silahlı kuvvetlere sadece baskıya indirgenemeyecek yeni bir sosyal rol verilmektedir. Ulusal Güvenlik Doktrini daha sonra ek bir unsurla genişletildi: Ayaklanmaya Karşı Mücadele (Counter-insurgency). Bu altmışlı yıllarda gerilla hareketlerinin ortaya çıkışına bir yanıttı ve gerilla hareketleri de Ulusal Güvenlik Doktrini'ne bir cevaptı. Counter-insurgency, ağırlığı, gizli servislerin geliştirilip güçlendirilmesine, baskı metotlarının inceleştirilmesine ve basın faaliyetine verdi. İnsanların kafasını fethetmek gerekiyordu. ABD dostu medyalara milyonlar akıtıldı, sağ gazeteciler finanse edildi ve uluslararası basın kuruluşları, insan ve basın özgürlüğünün ABD yorumuyla donatılıp yetiştirildi... Ayaklanmaya karşı önlem alıcı mücadelenin anlamı, balığın, gerillanın hareket ettiği suyu zehirlemekti."[2*] (abç)
Evet, asıl amaç "suyu zehirlemek", yani balığı yakalamak için suyu kurutmaktır. Bu amacın ana unsuru solcular, solcu aydınlardır. Ana kurumlar ise, "medya" ve üniversitelerdir. Böylece Turgut Özal'ın sözünü ettiği "transformasyon" gerçekleştirilir ve solcu aydınlar düzene entegre edilip "terörizmle" mücadelenin ana unsuru haline getirilirler. Düzene entegre edilmiş, "transfer" edilmiş solcuların ve solcu aydınların asli işlevi, sola ilişkin her şeye saldırmak, sol düşünceye olan inancı ve güveni sarsmak, "statükoyu parçalamak"tır.[3*]
Bu "karşı-ayaklanma stratejisi"nin ya da "düşük yoğunluklu çatışma" doktrininin ülkemiz somutundaki uygulamalarını ve sonuçlarını, Ergenekon operasyonlarında ve bu operasyonlar karşısında "medya"da yer alan tutumlarda görmek olanaklıdır.
Üniversite rektörlerinden basın mensuplarına kadar uzanan Ergenekon operasyonları, bir bakıma geçmiş dönemdeki kontra-gerilla örgütlenmesinin belli bir kesimine yönelik bir operasyon görünümüne sahiptir. Bu görünümden yola çıkan pek çok "medya" mensubu ya da "sivil toplum kuruluşu", Ergenekon operasyonunun "gittiği yere kadar gitsin" türünden açıklamalar yapmakta ve "asıl" olanın geçmişteki kontra-gerilla faaliyetlerinin "açığa çıkartılması" olduğunu söylemektedirler. Örneğin faşist Türk Metal-İş başkanı Mustafa Özbek'in gözaltına alınıp tutuklanması üzerine bir açıklama yapma "ihtiyacı" duyan KESK adına şöyle denilmektedir:
"Ergenekon ülkemizde 6-7 Eylül 1955'den bu yana örgütlü, sistemli, planlı bir şekilde provokasyonlar, sabotajlar, katliamlar, işkenceler, infazlar gerçekleştirmiş ve neredeyse 60 yıldır sürmekte olan bir politikanın sorumlusu ve uygulayıcısıdır. Son yıllarda yaşanan bazı toplumsal olaylar, faili meçhul cinayetlerin sorumlusu Ergenekon yapılanmasıdır. Örgütün bütün karanlık ilişkileri, kime ve nereye kadar uzandığına bakılmaksızın açığa çıkarılmalıdır. Varlığı hâlâ inkâr edilen, ancak 'Ergenekon' içinde merkezi bir rol oynadığı açık seçik ortada olan JİTEM soruşturulmalıdır."
Yine aynı "ihtiyaç" nedeniyle açıklama yapan DİSK başkanı Çelebi ise, "Yapılacaksa tam yapılsın. Biz de Kemal Türkler'in katilini bilmek istiyoruz. Böyle bir örgüt davası varsa biz onun ancak yargıcı oluruz" beyanında bulunmuştur.[4*]
Yine "medya"nın en tipik anti-Ergenekon köşe yazarlarından birisi olan Derya Sazak, Fikri Sağlar-vari bir "kararlılık" içinde, Uğur Mumcu'nun da Ergenekon tarafından öldürüldüğünü ileri sürerek, "gittiği yere kadar gitsin"cilerin başında yer alır.
Bu "gittiği yere kadar gitsin"cilik ve bunu savunanlar, Ergenekon operasyonlarının bir dönemin kontra-gerilla örgütlenmesine yönelik bir görünüm almasından yola çıkarken, "karşı ayaklanma" stratejisinin sadece "operasyonal" bölümüyle ilgilenmeyi tercih etmektedirler. Diğer bir ifadeyle, "terörizmle mücadele" boyutuyla değil, "teröristle mücadele"yle ilgilenmektedirler. Operasyonların İlhan Selçuk'tan Mustafa Baybay'a, İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu'ndan YÖK başkanı Kemal Gürüz'e, Yeditepe Üniversitesi sahibi ve eski İstanbul belediye başkanı Bedrettin Dalan'a kadar uzanması değil, JİTEM kurucusu Veli Küçük'ün, özel timci İbrahim Şahin'in ve emekli generallerin gözaltına alınmasıyla ilgilenilmektedir. Oysa Ergenekon operasyonlarının en çok ilgi çeken bölümü (ve de kafaları karıştıran bölümü), "tetikçiler"den çok "beyinler"in gözaltına alınmasıdır.
Eğer "Ergenekon, ülkemizde 6-7 Eylül 1955'den bu yana örgütlü, sistemli, planlı bir şekilde provokasyonlar, sabotajlar, katliamlar, işkenceler, infazlar gerçekleştirmiş ve neredeyse 60 yıldır sürmekte olan bir politikanın sorumlusu ve uygulayıcısı" ise, açıktır ki, tüm zamanlardaki kontra-gerilla örgütlenmesinin asker ve sivil operasyonları ile yapılanmasının ele alınması ve açığa çıkartılması gerekir. Bu durumda "karşı ayaklanma" stratejisinin "sivil" yapılanması ve faaliyetleri, en az "operasyonal" bölümü kadar önemlidir.
Latin-Amerika pratiğinde açıkça görüldüğü gibi, "karşı ayaklanma" stratejisinin "sivil" yapılanması, üniversitelerden basın yayın kuruluşlarına ve sendikalara kadar uzanan geniş bir örgütlenmeyi kapsar. Üniversiteler, devrimci mücadelenin en dinamik ve genç kadrolarının kaynağı olarak ve sendikalar işçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesinin temeli olarak kabul edilir. "Medya" ise, günlük gazetelerden televizyonlara, romanlardan "bilimsel" araştırmalara kadar pek çok ideolojik manipülasyon ve dezenformasyon faaliyetlerinin kaynağıdır. Dolayısıyla "karşı ayaklanma" ya da "kontra-gerilla" stratejisinin en az masraflı, ama en çok verimli olan "sivil" ayağı, askeri-polis operasyonlarından çok daha önemlidir.
1983 yılında ABD Dışişleri Bakanı George Schultz ve USIA'nın direktörü Charles Wick tarafından kamuoyuna tanıtılan "demokrasi projesi" (Project Democracy), bu stratejinin "sivil" bölümüne ilişkin yeni ve dünya çapındaki uygulamasının yeni adı olmuştur. Kendi ifadeleriyle, bu proje, geri-bıraktırılmış ülkelerde "demokrasinin alt yapısını" oluşturacaktı ve bu amaçla "partiler, enstitüler, üniversiteler, sendikalar ve gazeteler finanse edilecekti."
Ve uygulamaya geçildi. Dünyanın her yerinden politikacılar, üniversite öğretim üyeleri, sendikacılar ve gazeteciler ABD'ye getirilerek eğitildiler. Eğitim sonrasında ülkelerine geri dönen bu kişiler, "demokratik açılım" çerçevesinde ilgili kurumlara ve kuruluşlara yerleştirildiler. Amaç açıktı: İnsanların kafaları fethedilecekti.
Bugün Ergenekon operasyonları hiç bir biçimde Amerikan emperyalizminin "demokrasi projesi" çerçevesinde ya da karşı ayaklanma stratejisi kapsamında "sivil" örgütlenmesine yönelmemiştir. Tam tersine, bu "sivil" örgütlenme, yani partiler, üniversiteler, sendikalar, vakıflar ve "medya"daki örgütlenme, "gittiği yere kadar gitsin" söylemiyle Ergenekon operasyonlarının sürmesini istemektedir. Çünkü Ergenekon operasyonu, bir dönemin kontra-gerilla örgütlenmesinin "yerel" yapılanmasına ("yerli yapım") ve "operasyonal" faaliyetlerinin bir bölümüne yönelik sürdürülmektedir. Bu yapı, soldan devşirilmiş "sivil" unsurlardan çok, sağdan oluşturulmuş geleneksel anti-komünist "sivil"lerden oluşmaktadır. Bu anti-komünist "siviller", tıpkı "operasyonal" bölüm gibi, 1990'ların sonlarından itibaren "globalizm" karşısında ulusal-devletçi bir yönelime kaymışlardır. (Bu nedenle de kendilerine "ulusalcı" denilmesinden hiç de rahatsız olmamaktadırlar.) Tasfiye edilmeye çalışılanlar da bu kesimlerdir.
Ama asıl olan "esas Ergenekon" ise, Ece Temelkuran'ın sözüyle, "meselenin 'hâkimi' olmak"sa, yüzleri açığa çıkmış, tüm ilişkileri "medya"da sergilenmiş bu tip kontra-gerilla örgütlenmesinden söz etmek yerine, "demokrasi projesi" kapsamındaki "esas Ergenekon" açığa çıkartılmalıdır. Bu "Ergenekon" açığa çıkartılmadığı sürece, yürütülen Ergenekon operasyonları bir dönemin iç hesaplaşmasından öteye geçmeyecektir. Üstelik bu iç hesaplaşmanın bir tarafı da, sözünü ettiğimiz "esas Ergenekon"dur, yani kontra-gerilla stratejisinin uzun dönemli "sivil" yapılanmasıdır.
Örneğin Ergenekon operasyonlarının en sıkı destekçilerinden "sol" görünümlü her hangi bir "medya" yazarı ya da "sol" sendikacı ele alınsa, bu yazar ya da sendikacının "demokrasi projesi" kapsamında eğitilmiş ve kurumlarının en üst düzey yöneticiliğine kadar yükseltilmiş olduğunu görmek fazlaca şaşırtıcı olmayacaktır. Öyle ki, sadece bu kişilerin "ilişkileri"ne bakıldığında bile, ortaya garip, garip olduğu kadar karmaşık, karmaşık olduğu kadar ilginç, ilginç olduğu kadar karşı-devrimci ilişkiler yumağı ile karşılaşılabilmektedir. Örneğin 1995-98 yıllarında Milliyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış bir kişinin ABD'de yaşayan oğlunu CIA'nın "stratejik araştırma merkezle-ri"nden birisinde Zeyno Baran adlı CIA uzmanının asistanı olarak görmek şaşırtıcı olmamaktadır. Aynı şekilde herhangi bir sendikanın başkanı ya da danışmanı, değişik ilişkiler içinde AB fonlarıyla bağlantılı olduğu, bulunduğu "makam"ı bu ilişkiler aracılığıyla sağladığı görülebilmektedir. Bu ve benzeri "girift" ilişkiler ağı, mevcut Ergenekon operasyonlarındakine benzer bir başka yapılanmanın olduğunu göstermektedir.
Eğer "karşı ayaklanma" stratejisinin değişik zamanlardaki uygulamalarından ve bu uygulamaların açığa çıkartılmasından söz ediliyorsa, açıktır ki bu stratejinin tüm yapılanması açığa çıkartılmalıdır. Devrimcileri ilgilendiren ve ilgilenmelerine değer olan da, bu stratejinin tüm yapılanmasının açığa çıkartılmasıdır.
Bugünkü Ergenekon operasyonlarının hedef aldığı kesim, kontra-gerilla örgütlenmesinin asker-polis-sivil yapılanmasının "yerli yapım" bölümüdür. Bu "yerli yapım" bölümü, ABD ve AB karşıtlığı temelinde, ABD ve AB yandaşı olan diğer kesimlerle de hesaplaşma içine girmiştir. Bu "yerli yapım" bölümü anti-komünist özü ve faşist milislerle olan bağlantısıyla, BOP'un "ılımlı islamcı"larına ve "demokrasi projesi" kapsamındaki eski-devşirme "solcular"a bir tehdit haline gelmiştir. Operasyonlar karşısında bu kesimlerin duyduğu sevinç ve şükran duyguları, bu tehditten kurtulmanın sevinci ve şükranıdır.
Evet, Ergenekon operasyonu, iddia edildiği gibi, ne "temiz eller" operasyonudur, ne Glodiovari bir kontra-gerilla örgütlenmesinin tasfiye edilmesidir. Bu, karşı-ayaklanma (kontra-gerilla) stratejisinin nispeten yeni bölümlerinin eski bir bölümünü tasfiye etme girişimidir. ABD kadar AB de, bu girişimin içinde yer almaktadır, ancak bu iki emperyalist güç açısından operasyonların "sonuç alıcı" olması önemli değildir. Yerine getirmesi gereken tek işlev, "efendinin" kim olduğunu dosta-düşmana göstermektir.
Ergenekon operasyonunun bir başka gerçeği ise, "hukuk devleti" ve "temsili demokrasi" denilen şeyin sadece lafta olduğunu, gerçekte ve uygulamada hukuksal ve demokratik hakların hiç bir işleve sahip olmadığıdır. Bu, sadece operasyonların ve sorgulamaların yasalara uygun olup olmamasıyla değil, aynı zamanda kullanılan araçların, yasal gerekçelerin yasadışı olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun en açık olgusu ise, itirafçıların karşı itirafçılıklarına dayandırılan iddianamedir.
Mevcut itirafçılık yasasına göre, bir kişinin itirafçı olabilmesi için, "yasadışı ya da terörist örgütler"in çökertilmesine ve deşifre edilmesine ilişkin yeterli bilgi vermiş olması şarttır. Bu bilgiyi veren itirafçının itiraflarını esas alan operasyonlar da mevcut düzen açısından yasal/meşru operasyonlar niteliği kazanır.
Bugün Ergenekon davasında "yasal kanıt" olarak kullanılan itirafçıların hemen hepsi, bir başka "yasadışı ya da terörist örgüt"ün itirafçısıdırlar. Şimdi aynı itirafçılar, itirafçılık yasasıyla meşru/yasal kabul edilen "yasadışı ya da terörist" örgütlere yönelik operasyonlarda yer alanların faaliyetlerini itiraf etmektedirler. Eğer birincisindeki itiraflar "yasal kanıt" niteliğindeyse, buna dayandırılan operasyonlar da kaçınılmaz olarak "yasal" olacaktır. Şimdi ise, yeni itiraflarla, birinci itirafçılıklarından kaynaklanan operasyonların "yasadışı" olduğunu itiraf etmektedirler.
Daha da garip (ve vahim) olanı ise, bugüne kadar itirafçıların itiraflarına dayandırılan her türlü "yasal kanıt" işlemini gayrı-meşru kabul eden, itirafçılığı ahlaksızlıktan öte gayri-insani gören çevrelerin (özellikle sol çevrelerin), Ergenekon davası kapsamında itirafçıların itiraflarını "yasal kanıt" olarak benimsemeleri ve tüm Ergenekon senaryolarını bunun üzerine inşa etmeleridir. Özellikle JİTEM'in kontra-gerilla operasyonlarına ilişkin "itiraflar", geçmişteki iddiaların ne denli doğru olduğunun kanıtı olarak kullanılmaktadır. Aynı itirafçıların, geçmişte bugün bu itirafları doğru kabul edenleri suçlayan itiraflarda bulundukları ise hiç anımsanmamaya çalışılmaktadır. İşlerine geldiğinde itirafçıların itiraflarını "kanıt" olarak kullanmak, işlerine gelmediğinde bunları tümüyle "yalan" olarak ilan etmek, açıktır ki, bunu yapanların su götürmez birer oportünist olduklarını kanıtlar.
Evet, devrimci mücadeleye karşı Amerikan emperyalizminin geliştirdiği kontra-gerilla stratejisi ve örgütlenmesi bir gerçektir. Bu strateji ve örgütlenme, sivil-asker-polis her kesimi kapsar. En büyük özelliği, "iç düşmana karşı tüm metodlarla, yasaların dışında da, mücadele edilmesi"dir. Yani tümüyle mevcut düzenin kendi yasallığına karşı ve yasallığının dışında karşı-devrimci bir stratejidir. Herhangi bir hümanist-liberal küçük-burjuva, bu karşı-devrimci stratejinin yasadışı uygulamalarını gerçekleştirenlerin bazılarının cezalandırılmasıyla stratejinin yasadışı niteliğinin sona ereceğini hayal eder. Bu hayalleri nedeniyle de, kontra-gerilla örgütlenmesine ve stratejisine karşı çıkmazlar. Onların karşı oldukları tek şey, "yasadışı" kontra-gerilladır, dolayısıyla "yasal" kontra-gerilladan yanadırlar. Yasallığı da belirleyen, bu kontra-gerillanın kendilerine dokunup dokunmamasıdır. "Gittiği yere kadar gitsin"ciliğin özü, aslı astarı da bu "yasal" kontra-gerilla yandaşlığından başka bir şey değildir.
Gerçekte ise, "yasal" ya da "yasadışı" her türden kontra-gerilla strateji ve örgütlenmesinin etkisizleştirilmesinin tek yolu, stratejinin içerdiği sivil-asker-polis unsurlarından herhangi biri olmamaktan geçer. Manipülasyon ve dezenformasyon yazıları yazmayan yazar, haberleri geçmeyen gazeteci, "sivil toplum örgütü" kisvesi altında faaliyet yürütmeyen demokratik kitle örgütleri, işçi sınıfının gerçek sınıf sendikacıları bu stratejiyi etkisizleştirecek en önemli unsurlardır. Bunun dışında kalan tüm kontra-gerilla faaliyetleri ise, devrimci örgütün üstesinden gelebileceği faaliyetlerdir. Bu unsurlar ne kadar etkisiz olurlarsa, devrimci örgüt de o kadar kontra-gerillanın "sivil" unsurlarına yönelmek durumunda kalır. Doğal olarak da, bu mücadele, "gittiği yere kadar gider".
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si ve Legal Partileşme Hastalığı [Mayıs-Haziran 1995 - 25. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin "Project Democracy"si de "Temiz" Vakıflara Oynamıştır! [Mart-Nisan 1998 - 42. Sayı]
***
Latin-Amerika’da Pasifikasyon ve Sol [Ocak-Şubat 2003 - 71. Sayı]
***
Bir Zamanlar Devrimci-Milliyetçiler Vardı!
***
Soğuk Savaş
***
Saf Demokratlar
***
“Agarta” Cristine Romanlarından İt Ürür, Kervan Yürür Efsanelerine, İskender Büyük’ten Veli Küçük’e, Tragedyadan Komedyaya Ergenekon
***
Kinci Liberaller ile “Oh olsun”cu Neo-Liberallerin Savaşı
***
Tarihten Ders Almamış Olanlara Ergenekon Dersleri
***
AB İlanları ve "Ulusalcı" / Faşistler Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)
***
"Ara Rejim", "Muhtıra" Tartışmaları Sömürücü Sınıfların Çıkar Çatışmasıdır
***
Ara Rejim, Teknokratlar Hükümeti ve Faşist MHP'nin "Milliyetçiliği" [Temmuz-Ağustos 2001 - 62. Sayı]
***
Faşist MHP Nasıl Finanse Ediliyor? [S.S. Sazak, Ayhan Şahenk, Atilla Doğan, İshak Alaton] [Ocak-Şubat 2001 - 59. Sayı]
***
"Yükselen Milliyetçilik" Karşısında Küçük-Burjuva "Elit" Aydınları ["Fast-Food Entelektüelleri"] [Mayıs-Haziran 2005 - 85. Sayı]
***
Yükselen Milliyetçilik, Türkçü-Faşistler ve İslamcı-Faşistler [Kasım-Aralık 2006 - 94. Sayı]
***
MHP, Ülkücüler, Bozkurtlar... RP, Şeriatçılar, Tarikatçılar... Nereye Gidiyor? [Temmuz-Ağustos 1993 - 14. Sayı]
Dipnotlar
[1*] Bu konuda, "medya" diliyle söylersek, Susurluk hükümlüsü ve Ergenekon'un "on birinci dalga"sında tutuklanan "özel timci" İbrahim Şahin tipik örnektir. İbrahim Şahin, 1982 yılında Genelkurmaya bağlı Özel Harekat Dairesi'ne alınan polislerdendir. Önce Genelkurmay bünyesinde kurulmuş olan "Özel Harekat Okulu"nde eğitim görmüş, 1984 yılında Almanya'da "GSG-9 Komando Kursu"na ve 1987'de ABD'de "Anti-Terör Kursu"na katılmıştır. 1990 yılında İstanbul "Özel Harekat Şube Müdürü" olmuştur. 1990-93 yıllarında İstanbul'daki "anti-terör" operasyonlarını yönettikten sonra, 1993 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı yeni kurulan "Özel Harekat Daire Başkanlığı"na getirilmiştir.
[2*] Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkartıyor, s. 15.
[3*] Elbette söz konusu olan işlevi yerine getirmek için sadece "solcu aydınlar" yeterli değildir. Devrimci mücadelenin yükseliş döneminde ortaya çıkmış olan solcular ve solcu aydınlar bir kez devşirildi miydi, kaçınılmaz olarak devrimci mücadelenin geriye itilmesi yüzünden yeniler ortaya çıkmamaktadır. Eski solcu devşirmelerin zaman içinde yıpranmaları ve yüzlerinin açığa çıkması koşullarında "yeni ve taze" yüzlere gereksinme duyulur. İşte bu "yeni ve taze" yüzler, devrimci mücadeleden devşirilemediği için, doğrudan sağın kendi adamları arasından bulunup piyasaya sürülür. Bugün "medya"da ortaya çıkan "yeni ve taze" yüzler, çokluk solla, sol mücadeleyle hiç bir ilişkisi olmayan, genel olarak "liberal" denilen kesimlerden türetilmiştir.
[4*] Akt. Ece Temelkuran, Milliyet, 28 Ocak 2009.