AB İlanları
ve "Ulusalcı" Faşistler
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)
7 Haziran günü Cumhuriyet gazetesinde tam sayfa ilan olarak yayınlanan, İlhan Selçuk'un ifadesiyle "ağırlıklı olarak iş çevrelerinin yer aldığı 174 imzalı AB bildirisine karşı" "bildiri" şu sözlerle başlıyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'ni Kuran Türk Ulusuna
Aşağıda imzaları bulunan bizler; Türkiye Cumhuriyeti'ne olan vatandaşlık bağımız ve aydın sorumluluğumuzun bir gereği olarak aşağıda belirtilen hususları Atatürk'ün ifadesi ile Büyük ve Soylu Türk Milleti'nin dikkatine sunmaktan onur duyarız." Daha ilk cümlesinde milliyetçilikten öte ırkçılık ve şovenistlik salyaları akıtarak başlayan "AB karşıtı ilan-bildiri", altına imza atanların niteliğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu ilan-bildiriyi "ilginç" kılan, ilan olarak sadece Cumhuriyet'te yayınlanması ve 133 imzanın içinde "gazeteci-yazar" Attila İlhan, Prof. Dr. Sina Akşin, Anıl Çeçen, "Türk-İş genel başkan danışmanı" ünvanlı Yıldırım Koç gibi bazı "solcu"ların ve "kemalistler"in yer almasıdır.
133 imzaya bakıldığında, bildirinin üslubundan bildiriyi bizzat kaleme aldığı anlaşılan Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın yanında tüm faşist öğretim üyelerinin ve değişik faşist kuruluşların temsilcilerinin yer aldığını görüyoruz.
İlan-bildirinin yayınlanış tarihi ise, "Doğan Medya Grubu"nun Bülent Ecevit ile MHP'ye bütün gücüyle yüklendiği zaman dilimiyle çakışmaktadır. Bir bakıma, bu 133 imzalı ilan-bildiri, köşeye sıkıştırılmaya çalışılan MHP'yi desteklemeyi amaçlamıştır. Özellikle Devlet Bahçeli'nin 4 Haziran günü yaptığı konuşmada küçük-burjuva aydınlarına yönelik tehditi karşısında, bu ilan-bildiri, bir arka çıkma, destekleme ilanı olmuştur. "Bugün, Avrupa Birliği'ne teslimiyetçi bir tavır ile girme politikası izleyen zümreler, devlet kaynaklarının soyulmasının, rantiye sınıfının oluşturulmasının, ülkenin bir borç batağı içine sürüklenmesinin ve ülkenin IMF tarafından yönetilen bir ülke haline getirilmesinin baş sorumlularıdır. Bu zümre, yurdumuzun ekonomik, kültürel, eğitimsel, hukuksal ve hatta siyasi bağımsızlığını sona erdiren adımların atılmasından hiç çekinmemekte, hiçbir rahatsızlık duymamaktadır." (İlan-Bildiri) Devlet Bahçeli ise, 4 Haziran tarihli konuşmasında şöyle diyordu: "Bizlerin, partimize sürekli dil uzatmayı marifet zanneden teslimiyetçi zihniyet sahiplerinden beklentimiz, çok fazla değildir. Bunların uluslararası gelişmelere çok yönlü bakmaları ve Türkiye'nin haklarını asgarî düzeyde de olsa gözetmeleri yeterlidir." Görüldüğü gibi, "AB karşıtı" 133 imzalı bildiri, büyük ölçüde Devlet Bahçeli'nin 4 Haziran tarihli grup toplantısında yaptığı konuşmada söyledikleriyle benzer ifade, kavram ve yargılara sahiptir. Buna rağmen, "solcu" yazar, bilim adamı ve sendikacılar bu görüşlerin altına imza atabilmişlerdir. İlhan Selçuk'un 8 Haziran tarihli yazısıyla "ulusalcı" ve "ulusal değerlerin savunucusu" bir konuma oturtulmaya çalışılan bu ilan-bildiri, sözcüğün tam anlamıyla faşist MHP' nin görüşlerini içermektedir ve onun "bilim adamı ve sendikacı" destekçileri tarafından sunulmuştur. Bildiri-ilanda yer alan "devlet kaynaklarının soyulması, rantiye sınıfının oluşturulması, ülkenin bir borç batağı içine sürüklenmesi ve ülkenin IMF tarafından yönetilen bir ülke haline getirilmesi" gibi ifadeler, MHP'nin hükümet ortağı olduğu ve tüm bu gelişmelerin altında imzası bulunduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Tam tersine, MHP'nin IMF ile Aralık 1999'da imzalanan stand-by anlaşması sonrasında kendilerini bunun dışında gösterme çabalarının bir yansısı durumundadır.
İlan-Bildiri'nin en temel özelliğinden birisi de, faşist MHP ile olan ilişkisinin yanında, faşistlerin üniversite ve devlet kurumları içinde nasıl etkin konumlara ulaştığını göstermesidir.
Faşistlerin üniversitelerde ve devlet kurumları içinde etkin konumlara gelmelerinin en tipik örneği ise, başını Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın çektiği ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) oluşturmaktadır. "ASAM'ın Misyonu
ASAM'ın hedefi önyargılı ve partizan bir anlayıştan tamamen uzak, disiplinler arası bir yaklaşım ile yüksek kaliteli, objektif stratejik analizler yapan uzmanları bir araya getirmektir. ASAM'ın bilimsel bir teorik temele oturan çalışmalarının amacı gerçekçi analizler ve etkili çözümler üretmektir. ASAM'ın hedefi siyasal ve ekonomik karar alıcılara somut bilgiye dayanan değişik karar seçenekleri üretmektir."[1*] ASAM'ın bu misyon tanımının da gösterdiği gibi, söylemde "ilerici, ulusalcı" bir kimlik öne çıkartılırken, yapılan "sivil istihbarat faaliyeti"dir. Bu özelliğiyle oluşturulan ASAM, Ümit Özdağ ve ekibininin 1995-1997 yılları arasında, doğrudan MİT ve JİTEM'e bağlı olarak yürütülen "istihbarat faaliyetleri"nin, 1999 Şubat'ında A. Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte "sivilleştirildiği" bir kurum durumundadır.
Alpaslan Türkeş'in "dava arkadaşı", 27 Mayıs döneminde Milli Birlik Komitesi içinde giriştiği darbe "teşebbüsü"nün ortağı ve CKMP'yi ele geçirmede "yardımcısı" ve ilk milletvekili olan Muzaffer Özdağ'ın oğlu olan Ümit Özdağ'ın MİT-JİTEM'le birlikte gerçekleştirdiği ilk istihbarat çalışması "1995 senesinde Güneydoğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'dan Batı Anadolu'ya göçen toplam 10.662 yurttaş üzerinde bir saha araştırması"[2*] olmuştur.
Bu "saha araştırması"nda gösterdiği "performans", Ümit Özdağ'ın "1996 senesinde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde üç aylık bir süre için geçip Kuzey Irak'ta Erbil ve Süleymaniye'de sosyo-ekonomik bir saha araştırması"[3*] yapmasını sağlamıştır.
Bu alanda yaptığı son "saha araştırması" ise "1997 Ağustos'unda Bitlis'te dağ köylerinde" gerçekleşmiştir.
Görüleceği gibi, Ümit Özdağ, "büyük araştırmacı" ve "analist" olarak, 1996 yılında hiç kimsenin gitmeye bile cesaret edemediği Kuzey Irak'a geçerek üç ay "araştırma" yapabilmiş ve 1997 yılında Bitlis'in "dağ köylerinde" bulunabilmiştir.
Ümit Özdağ, bu "saha araştırmaları"nı "Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi" adıyla kitap haline getirerek, yaptığı işin "gayri nizami savaş"ın bir parçası olduğunu da göstermiştir. Daha tam deyişle, Prof. Dr. ünvanlı Ümit Özdağ, 1995-1997 yılları arasında PKK'ye karşı yürütülen kontr-gerilla faaliyetlerinde yer almış bir "istihbarat" elemanıdır. Bu kimliğiyle, bu dönemde "sağ olarak ele geçirilmiş" PKK'lilerin "sorgularında"[4*] bizzat bulunmuştur. Onun "PKK uzmanlığı" da buradan gelmektedir. Ve bu "uzmanlığını" A. Öcalan'ın 36 klasör tuttuğunu söylediği "sorgusunda" da göstermiştir.
Yine Ümit Özdağ'ın bu faaliyetlerinin gösterdiği diğer bir gerçek de, aynı dönemde PKK "itirafçıları"yla birlikte olduğu ve onlarla yürütülen "karşı propaganda"yı yönettiğidir.
A. Öcalan'ın yakalanması ve ardından PKK'nin tasfiye sürecine girmesiyle birlikte "gayri nizami savaş uzmanı" olarak Ümit Özdağ'a "resmi" iş kalmadığından "sivil" bir iş bulunmuştur. İşte ASAM, gelecekte yeniden kullanılabilinecek, "sivil" elbise giydirilmiş kontr-gerillanın istihbarat örgütü durumundadır. Görülen odur ki, yakın gelecekte olası yeni "iş" ortaya çıkma olasılığı fazla görmediğinden, "titreyerek" aslına dönmüştür. Bugün ASAM, MHP'nin "disiplinler arası yaklaşım" söylemiyle politik istihbarat kuruluşu haline gelmiştir.
İşte bu Ümit Özdağ'ın kaleme aldığı "AB karşıtı" ilan-bildiri, bir MİT-JİTEM istihbaratçı ve sorgucusunun neler yapabileceğini göstermesi açısından da önem taşımaktadır. Olabildiğince "millet" yerine "ulus", "milliyetçilik" yerine "ulusalcılık", "vatanseverlik" yerine "yurtseverlik" sözcükleri kullanarak kaleme alınmış olan bu ırkçı, şovenist ve faşist ilan-bildiri, aynı zamanda, anti-emperyalist mücadele açısından pratik ve ideolojik sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Kendilerini "kemalist" olarak tanımlayan, ancak "anti-emperyalist", "demokrat" ve "yurtsever" olarak kabul eden küçük-burjuva aydınları, anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrimci mücadelelerin, ülkemizde ve dünyada gerileyişiyle önemli bir perspektif kaymasına uğramışlardır. Eskiden "sol"un bir parçası olarak kendilerini tanımlayan bu kesimler, bugün ülkemizde uygulanan IMF politikaları karşısında kendilerini çaresiz ve yalnız hissettiklerinden, "sol-ulusalcılık"tan "ırkçı-milliyetçiliğe" kaymaktadırlar. Faşist MHP'nin Devlet Bahçeli'yle "vitrin" ve söylem değiştirmesi bu kayışı pratik işbirliğine dönüştürmüşse de, arka planında Ümit Özdağ gibi "bilim adamları"nın yürüttüğü örgütleme faaliyetleri bulunmaktadır.
Çoğu eski dönemin "sol cunta" ve Doğan Avcıoğlu'nun temsil ettiği "ulusal kalkınma politikası" yanlısı olan bu "kemalistler" 12 Mart döneminde ordu ve bürokrasi içinden tasfiye edilmeleriyle kaybettikleri yeri ve gücü, yeni "ittifaklar"la kazanacaklarını ummaktadırlar. Cumhuriyet gazetesi çevresinde toplanan ve Cumhuriyet gazetesinin politik görüşlerinde ifadesini bulan bu umut, giderek "Osmanlı-Türkçü" bir zemine oturmaktadır. Zaman zaman TÜSİAD tarafından da desteklenen MHP'nin "bölgesel süper güç" olma hayalinin etkisinde kalmaktadırlar. "Adriyatik'ten Çin Denizi'ne kadar Türk dünyası"nın ortaya çıkardığı büyük bölgesel pazar ve pazarın sömürülmesiyle elde edilecek büyük sermaye birikimi ile "ulusal kalkınma"nın gerçekleşeceğini düşünmeye başlamışlardır. Böylece, onların anti-emperyalizmi, "Türki cumhuriyetler"in "hinterland" olarak kullanılmasıyla sağlanacak bir "ulusal sermaye" ve "ulusal burjuvazi" yaratmaya dayandırılmaya çalışılmaktadır. Böylece, "ulusal bağımsızlığın" yolunun "Türki cumhuriyetler"in sömürüsüyle elde edilecek sermaye birikimiyle sağlanacağını düşündüklerinden, bu sermaye birikimi için "bölgesel askeri müdahele gücü" olunmasına karşı durma eğiliminde değillerdir.
Kurtuluş Cephesi'nin geçen sayısında (67. sayı) "Kıyısından Köşesinden, Demagojik ve Popülist Emperyalizm ve Anti-Teoriler" yazımızda Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ali Sirmen'in 10 Mayıs 2002 tarihli "Emperyalizm Teorisi" yazısını değerlendirirken şöyle yazmıştık: "... yurt dışında eğitim görmüş bir küçük-burjuva aydın olarak Ali Sirmen, kendi ülkesinin tarihinden büyük gurur duymaktadır. 'İki kez Viyana kapılarına dayanmış' eşitlikçi, müreffeh imparatorluğun 'ahvadı' olarak Ali Sirmen'in Cumhuriyet gazetesi yazarı, 'solcu yazar' olduğunu bilmeyenler, kendisinin 'milliyetçiliğinden' zerre kadar şüpheye düşmeyeceklerdir. Milliyetçi, ümmetçi, imparatorluk yanlısı 'övüncüyle' Ali Sirmen, 1995 sonrasında ülkemizde ortaya çıkan şeriatçı ve faşist-milliyetçi gelişmenin bir türevi gibidir."[5*] Kendilerini "kemalist" olarak tanımlayan küçük-burjuva aydınlarının bu dönüşümü fazlaca şaşırtıcı değildir.
Mahir Çayan yoldaş Kesintisiz Devrim II-III'di Kemalizm'i şöyle tanımlamıştır: "Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük-burjuvazinin veyahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır.
Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur.
Ülkede, kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, bugünkü gibi milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist bloğunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren radikal-milliyetçiler, bu bakımdan, ülkemizin -kökeni Osmanlı alt bürokrasisinin ilericiliğine dayanan- bir orjinalitesidir. Kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz." Küçük-burjuvazinin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist politik tutumunu ifade eden kemalizmin bu özelliği, kaçınılmaz biçimde bu politik tutumun temelinde yatan iki unsurun, yani milliyetçilik ile anti-emperyalistliğin bileşkesidir. Ancak her bileşke gibi, bileşenlerin farklı birliğiyle değişen bileşkelere sahiptir. İşte bugün "AB karşıtı" ilan-bildiride yer alan ırkçı, şovenist ve faşist "milliyetçilik", "globalist" bir bileşenle yeni bir bileşke oluşturmaktadır. Bu "yeni" bileşke, milliyetçilik tabanında anti-emperyalist politik tutumdan farklıdır. (Bileşenler değiştiğinden bileşke de değişmiştir.) 1930'ların "Kadro" hareketinde, 1940'ların Nihal Atsız olayında, 27 Mayıs'ın "14'ler hareketi"nde değişik bileşkelerle ortaya çıkan bu farklı bileşimler, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizm olgusunun, ya tümüyle reddedilmesinden, ya da farklı bir biçimde tanımlanmasından kaynaklanmaktadır.
Bugün, 1960'ların "kemalist" küçük-burjuva aydınları, ideolojik, politik ve ekonomik güçsüzlüklerini, "yükselen milliyetçilik" dalgasıyla aşabileceklerini düşündüklerinden MHP'nin "yeni vizyonu"yla işbirliği yoluna girmişlerdir. "AB karşıtı" ilan-bildiri, bu işbirliğinin ideolojik yanını oluşturmaktadır. Bu işbirliğine yönelirlerken, 40 yıl süresinde yaşanılanlardan "birleştirici" yanları öne çıkararak, "ayrıştırıcı" olanlarını tarihten silmeye çalışmaktadırlar. Tıpkı, Cemal Madanoğlu' nun Alpaslan Türkeş'le birlikte 14'leri oluştururken kurulan "birlik" gibi.
Ama tarih, Madanoğlu ile Türkeş'in "birliği"nin değil, ayrışmasının tarihi olmuştur. Madanoğlu, 9 Mart 1971 "sol askeri darbe"sinin başında "sol"da yer alırken, Türkeş, MHP'nin başında, "sol"a karşı, emperyalizmin faşist milis gücünün "başbuğu" olmuştur.
Bu basit bir politik-ideolojik düşünce farklılığının sonucu olmayıp, ülkemizdeki siyasal güçlerin temsil ettiği sınıfsal çıkarların bir ürünüdür. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerini kullandığı bir dönemde, "milliyetçilik" tabanında anti-emperyalist bir politik tutumun sürekli ve tutarlı olabilmesi ise olanaksızdır. Ne emperyalizm tarafından çarpıtılmış ve dış dinamiğe (emperyalizme) bağımlı hale getirilmiş "iç dinamiği" güçlendirerek "milli burjuvazi yaratmak" mümkündür, ne de "dış pazarlar" ele geçirerek, alt-emperyalist yayılmacı politikalar izleyerek "milli sermaye birikimi" sağlamak mümkündür. Eski dönemin "sol" etiketli küçük-burjuva kemalist aydınları bu gerçeği göremedikleri ve faşist-milliyetçi çizginin Amerikan emperyalizminin konjonktürel tutumlarına göre gösterdiği değişkenlikleri kavrayamadıkları sürece, ulaşacakları yer "nasyonal sosyalizm"den başkası olmayacaktır.
İşte kontr-gerillanın bir görevlisi olan Ümit Özdağ'ın "nasyonal sosyalizmi", "sosyal-milliyetçi" bir devriklemeyle piyasaya sürülmüştür. Eski dönemin "sol" kemalistlerinin bunu "ulusalcı sosyalizm" ya da "ulusal-sol" şeklinde değişik ambalajlara sokmaları ya da sanmaları, bu çizginin emperyalizme bağımlı bir ülkeye özgü faşizm ideolojisi olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Bu bir yol ayrımıdır.
12 Mart askeri darbesiyle ordu ve bürokrasi içinden tasfiye edilen kemalistlerin otuz yıl süren sessizliği, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında ortaya çıkan gelişmelerden sonra bozulmaya başlamıştır. Ama onlar, gelişmeleri kavrayamadıkları ve anlayamadıkları için, sağa sola savrulmaktan kurtulamamaktadırlar. Çevik Birlerle yapabilecekleri "balans ayarları", onları "bölgesel süper güç" söylemine dayanan alt-emperyalist bir ülke hayaline götürmektedir. Bunun ideolojisi ise "ulusalcı faşizm" gibi bir ucube olacaktır.
[1*] ASAM'ın kendi tanıtım yazısından. [2*] ASAM tarafından yayınlanan Ümit Özdağ'ın biyografisinden. [3*] agy. [4*] Ülkemizde herkes "sorgu"nun nasıl yapıldığını çok iyi bilmektedir: İşkence. [5*]Kurtuluş Cephesi, Sayı: 67, Mayıs-Haziran 2002