Herşey 1980 dünya bunalımı koşullarında gelişen ve egemen olan neo-liberalizmin ucuz ve düşük maliyetli işgücü talebiyle başladı. Kapitalizmin daha önceki ucuz işgücü talebinden farklı olarak, neo-liberal dönem, sadece düşük ücretli işgücünü değil, aynı zamanda işgücünün üretim maliyetinin düşük olmasını talep etti.
Zorunlu eğitim süresi işgücünün yeniden-üretim maliyetini yükseltirken, eğitimin kalitesi ve süresi de nitelikli işgücünün yeniden-üretim maliyetini artıran unsurlar olarak kabul edildi.
Sekiz yıllık zorunlu eğitim, en ucuz işgücünün bile 15 yaşından daha önce üretim sürecine katılmasını önlediği gibi, olağan 11 (ya da 12) + 4 yıllık yüksek öğretim süresi de nitelikli işgücünün maliyetini artırıyordu. Üretim araçlarının geldiği düzey asgari bir eğitimin gerekliliği bir yana, çoğu durumda okur-yazarlığı bile gereksiz hale getirmişti.
Üretim sürecinde düz işçi ve usta işçi dışında kalan her türlü “ara eleman” gereksinmesinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla birlikte, “meslek” okullarına olan gereksinme de hızla azalmaya başladı.
Ve neo-liberalizm “Okyanus ötesinden” düğmeye bastı. Hedef, daha ucuz işgücü için nitelikli ve niteliksiz işgücünün yeniden-üretim maliyetlerini düşürmekti.
Bu hedefe ulaşmak için, zorunlu eğitimin ve yüksek öğrenimin
ortalama düzeyinin yaratmış olduğu maliyetten kurtulmakla işe başlanıldı. En temel maliyet unsuru olan eğiticilerin (öğretmenler ve öğretim üyeleri), hem niteliklerinden hem de eğitim sürelerinden kaynaklanan maliyetlerin azaltılmasına yönelindi. Daha geniş kesimlerin “eğitimi” adına, olabilecek en düşük maliyetle “üretilmiş” eğiticiler eğitim sürecine dahil edildiler. Eğiticinin eğiteceği “birim” sayısının artırılması da “ek tasarruf” olarak kabul edildi. Böylece “birim” başına düşen eğitici maliyeti azaltıldı.
İkinci adım, eğitimin kalitesinin düşürülmesiyle sağlanacak olan “marjinal fayda”nın yaratılması için atıldı. Bu adımın en temel sloganı, “ezberci eğitime son” oldu. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağıtılmışlığıyla birlikte “kimliksiz” kalan “düzen karşıtları” bu sloganı hemen benimsediler. “Ezberci eğitime son” sloganıyla, neo-liberalizm adına “kapitalizme” saldırmaya başladılar.
Bu “düzen karşıtları”, Hasan Pulur’un “atmacanın kafa kesitini” çizemediği için sınıfta kalarak “tasdikname” almasını bayrak edinerek “ezberci eğitim sistemi”ne karşı girdiği “savaş”ta, üniversite sınavlarındaki soruların “ezberci” özelliğini ve “zorluğunu” kullanarak ilk başarısını üniversite sınavları için sadece lise birinci sınıf bilgisinin yeterli kılınmasını sağlayarak ilk “zafer”ini kazandı.
Bu ilk zafer herkese üniversite kapılarını açmasıyla birlikte yüksek öğrenimin düzeyinin de düşürülmesi olanaklı hale geldi. Milyonlarca öğrenci “iki yıllık ön lisans programları”na dahil edilerek, kısa yoldan ve düşük maliyetle “nitelikli işgücü” haline getirildi.
Ama bunlar neo-liberalizmin hedefleri açısından yeterli sayılamazlardı. Yüksek öğrenim süresi ne kadar düşük maliyetli ve kısa süreli olursa olsun, her durumda sekiz yıllık zorunlu eğitimle birleşerek yeniden-üretim sürecinin istenilen düzeye indirilmesini önlüyordu.
Neo-liberalizm, bir yandan ucuz işgücünün (nicelik ve nitelik olarak) yeniden-üretim maliyetini düşürürken, diğer yandan “işgücüne katılım süresi”ni, yani yaşı da aşağı çekmek istiyordu.
İşte “işgücüne katılım süresi”ni aşağıya çekmenin yolunu da, “kimliksiz” kalmış “düzen karşıtları”nın küçük-burjuva bencilliği sayesinde buldu.
Bu “düzen karşıtı” “kimliksiz” küçük-burjuva, kendi çocuğunun daha iyi bir “kariyer” yapabilmesi için her türlü “fedakarlığa” hazırdı. Bu amaçla “
7 Çok Geç” kampanyasını başlattı.
Kökeni 90’lı yıllara dayanan bu kampanya, 2000’li ve AKP’li yıllarda, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), Eğitim Reformu Girişimi (ERG), Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), Türk Eğitim Vakfı (TEV) ve Vehbi Koç Vakfı (VKV)’nın “işbirliğiyle” genişletildi ve yaygınlaştırıldı.
Bu “işbirlikçi kuruluşlar”ın amacı, “0-6 yaş dönemi erken çocukluk eğitiminin yaşamsal önemi konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek” olarak ilan edildi. AÇEV Başkan Yardımcısı bu “bilinçlendirme” faaliyetinin gerekçesini şöyle açıklıyordu.
“Türkiye nüfusunun %10’unu teşkil eden 0-6 yaş grubu çocukların sadece %11’i bu dönemde eğitim alabiliyor. Türkiye, özellikle AB ülkeleri arasında yetersiz bir durumda. Bu kampanyayla... paydaşlar ile uygun politikalar geliştirmeyi ve çocukların eğitime başlangıcının 7 yaşa bırakılmaması için yasalarda gerekli değişikliklerin yapılmasını hedefliyoruz”.
Böylece “düzen karşıtı” ve “kimliksiz” küçük-burjuvalar, kendi çocuklarının daha avantajlı konumda okul sistemine başlamalarını sağlamak için bu kampanyayı her yönden desteklediler. Üstelik bununla da yetinmediler. “Çocuk üniversitesi” adı altında yaz tatili günleri de “değerlendirilmeye” başlandı. Küçük yaşta başlatılan “yabancı dil kursları” yoluyla da kendi çocuklarının “globalleşen dünya”ya daha iyi uyum sağlayabileceklerini varsaydılar.
Bunları yaparken de, neo-liberalizmin işgücünün yeniden-üretim maliyetini düşürme hedefini görmezlikten geldiler.
“
7 Çok Geç”ciler büyük bir iş başarıyormuş havası içinde ilk zaferlerini kutlarken, yapılan ve yapılacak olanların tüm eğitim sisteminin baştan sona değiştirilmesini gerektirdiğini de fazlaca önemsemediler.
Açıktı ki, “
7 Çok Geç” sloganı ile 0-6 yaş grubunun “okul öncesi eğitim” adı altında aldıkları “eğitim”, bu eğitimi almayan çocuklara göre, okul sürecine daha “avantajlı” başlamalarına yardımcı olur. Ancak bu “okul öncesi eğitim” almış çocuklar ile bu eğitimi almamış çocukların aynı eğitim sistemi ve aynı müfredat içinde birlikte eğitim görmeleri de bir o kadar olumsuzluğu barındırır. Dolayısıyla, ya tüm çocukların aynı eğitimden geçmeleri sağlanacaktır (ki “gelişmiş ülkeler”de bile bu oran %35’i geçmemektedir) ya da eğitim sistemi “okul öncesi eğitim” almış çocuklara göre yeniden biçimlendirilecektir. Birinci durumda, “düzen karşıtı”, kimliksiz küçük-burjuvaların çocukları elde ettikleri “avantajlar”dan mahrum kalacaklardır. İkinci durumda ise, çocukların okula başlama yaşı aşağı çekilecektir. Bu da daha küçük yaşta okula gidilmesi ve bu yolla standart okulun “okul öncesi eğitim”in yerini alması demektir.
Neo-liberalizm için bunların hiçbir önemi ve değeri yoktur. Onun amacı, işgücünün yeniden üretim maliyetlerini düşürmek olduğundan, “üretim sürecine” başlangıç yaşının düşürülmesiyle, işgücüne katılım yaşının düşürülmesiyle ilgilenir. Daha erken yaşta işgücüne katılan emek-gücünün daha uzun süre çalışması, her şeyden önce daha uzun süreli sigorta ve emeklilik primlerinin ödenmesini sağlayacaktır. Bu da, “sosyal güvenlik kurumu” açıklarının kapatılmasının en basit ve en tepki çekmeyen yoludur.
“Kimliksiz” ve “düzen karşıtı” küçük-burjuvaların kendi çocukları için “avantaj” kazandıran “
7 Çok Geç” kampanyasından elde ettikleri “verim” de, 1980’lerde “yabancı dilde eğitim veren” okullara gidenlerin, standart devlet okullarına gidenlere göre elde ettikleri “avantaj”ın “verimi” kadar olmuştur. Biraz ekonomi bilen birisinin kolaylıkla bilebileceği gibi, bir “meta”nın talebi aynı kalırken (ya da daha az artarken) arzında meydana gelen artışlar o “meta”nın fiyatının düşmesine yol açar. Dolayısıyla, “
7 Çok Geç” kampanyasıyla elde edilen “avantaj”, kampanyanın genişliğine ve yaygınlığına bağlı olarak ters yönde sonuçlar üretir. Ve öyle de olmuştur.
1982’de bankerlerden “mevduat sertifikası” alarak dolandırılan bir kesimin, 15 yıl sonra “repo” adı altında bir kez daha “mevduat sertifikası” alması nasıl olanaklı olabilmişse, “yabancı dilde eğitim veren” okullara çocuklarını gönderenlerin “hüsranı”, 15 yıl sonra “
7 Çok Geç” kampanyasıyla “hüsrana” dönüşmesi o ölçüde olanaklı olabilmiştir.
Ve 2012 yılına gelindiğinde, her ne kadar “globalleşen dünya”, “globalizm” sözcükleri kullanılmaz hale gelmişse de, “bölgesel güç” olma sevdasına kapılmış ve kendi işbirlikçi burjuvalarını üretmiş AKP neo-liberalizmin eğitim alanındaki “altın vuruş”unu gerçekleştirdi.
Mademki “
7 Çok Geç”ti ve mademki tüm 0-6 yaş grubunun “okul öncesi eğitim” alması olanaksızdı, öyle ise okula başlama yaşını aşağı çekmek, 60 aylık çocukların okula başlamalarının yasal hale getirilmesi sağlanmalıydı. AKP de, 4+4+4 yasasıyla, “dindar ve kindar nesil” yetiştirme amacıyla birleştirerek neo-liberalizmin “altın vuruş”unu gerçekleştirdi. Böylece 4+4+4, 444 haline geldi.
Artık neo-liberalizm, “kimliksiz” ve “düzen karşıtı” küçük-burjuvaları kullanarak kazandığı zaferin ürünlerini devşirebilir. Çünkü okula başlama yaşı, “zorunlu” olarak 66 ay, yani 5,5 yaş olarak yasalaşmıştır. İlk 4 yıllık eğitim süreci 9,5 yaşında tamamlanacaktır. İkinci 4 yıllık eğitim “keyfiyet”e bağlı “zorunlu eğitim” olarak 13,5 yaşta tamamlanacak ve bu nüfusun işgücüne katılımı sağlanacaktır. Daha bir yıl öncesine kadar 15 yıl süren işgücüne katılım süresi 1,5 yıl erkene alınmıştır. Bu katılımla emeklilik yaşı değiştirilmeksizin, emekli olmak için gerekli olan çalışma yılı sayısı 1,5 yıl uzatılmış olmaktadır. (Burada, emeklilik yaşının yükseltilmesi karşısında işçilerin ve özellikle “kamu emekçileri”nin nasıl direndiklerini anımsatmaya gerek yoktur. Ki bunlar, aynı zamanda “
7 Çok Geç” kampanyasının gönüllü destekçileriydiler.)
Benzer durum üçüncü 4’e gidecek olan öğrenciler için de geçerlidir. Onlar da, 19 yaşında (8+4) işgücüne katılırken, “444”le birlikte 17,5 yaşında çalışmaya başlayacaklardır.
Böylece neo-liberalizmin işgücünün yeniden üretim maliyetinin aşağı çekilmesi amacına belli ölçülerde (şimdilik 1,5 yıllık maliyet düzeyinde) ulaşılmış olmaktadır.
Bu neo-liberal amacın gerçekleştirilmesinin “yan ürünü” ise, AKP’nin “dindar ve kindar nesil” yetiştirme projesinin daha erken yaşta başlatılabilmesidir. Daha çok küçük yaşta “ruhlar alemi”yle tanışacak ve bir süre sonra “cinler, şeytanlar”a karşı “hassasiyet” kazanacak olan bir “nesil” de ortaya çıkacaktır. Bu “yan ürün”, kendisine iş verenlere büyük bir “minnet borcu” duyarak çalışacak, herşeyi “zekat”la ölçecek “uslu işçiler” neslini oluşturacaktır.
“444” sistemi, işgücüne katılım süresini kısaltırken, aynı zamanda işgücünün eskisi kadar nitelik gerektirmemesinden hareket etmektedir. Ama neo-liberalizmin de “yüksek nitelikli işgücü”ne gereksinmesi vardır. Bu gereksinme de, “elit üniversite”ler aracılığıyla sağlanacaktır.
Burada 4+4+4 sisteminin “küçük” bir püf noktası bulunmaktadır. AKP’nin bugün büyük bir şevk ve şaik ile üzerine atladığı neo-liberal 4+4+4 sisteminin uygulandığı ülkelerde (örneğin Almanya, ki “Milli Görüş”ün ana üssüdür) sistem “elemeci/seçmeci” niteliktedir. Sözcüğün tam anlamıyla, “hür ve eşit” doğan çocuklar, bu sistem yoluyla kendi sınıfsal kökenlerine göre ayrıştırılır. İşçinin çocuğu işçi, küçük-burjuvanın çocuğu küçük-burjuva ve kapitalistin çocuğu kapitalist olur. Sınıfsal geçişler ya da “sınıf atlama” bu sistemin bizzat kendisi tarafından önlenir. Ne yazık ki (!), “sınıf atlama” istemi en çok da küçük-burjuvalarda vardır. Artık bu “sınıf atlama” özlemlerini bir başka bahara, bir başka “neo” döneme ertelemek zorundadırlar.
Burada “düzen karşıtı” küçük-burjuvalara söylenecek son söz, Neşet Ertaş’ın türküsünün sözleri olabilir:
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum
Eyvah eyvah eyvah ey...
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
Kürtaj, Sezaryen, 4+4+4… [Mayıs-Haziran 2012 - 127. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu"sundan ABD'nin "Büyük Ortadoğu"suna [Ocak-Şubat 2004 - 77. Sayı]
*** Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
Hasım, Husumet, Kin, Nefret ve Düşmanlık [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Unutulmuş Referandum Tayyip-Bonaparte’ın “Coup de Tête”si [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
Kıbrıs'ta "Ya Taksim, Ya Ölüm"den "Çözüm ve AB Partisi"ne Uzanan Yol [Kasım-Aralık 2003 - 76. Sayı]
***
İç Politikada Vur Kurtul/Ver Kurtuldan Dış Politikada Al Kurtul/Ver Kurtula [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
“Globalist” Küçük-Burjuvazinin Kozmopolit Kıbrıs Çözümü [Ocak-Şubat 20031 - 71. Sayı]
***
Globalizmin Dili [Temmuz-Ağustos 2000 - 56. Sayı]
***
Amerikan Emperyalizminin Sopaları ve Sopacıları [Mayıs-Haziran 2003 - 73. Sayı]
***
Bunlar, Engerekler ve Çıyanlardır... [Mart-Nisan 2003 - 72. Sayı]
***
Devletin Gizli Belgeleri ile "Derin Devlet" Edebiyatı [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
AB Uyum Yasalarıyla "Yukardan Aşağı Demokrasi" [Temmuz-Ağustos 2003 - 74. Sayı]
***
Balkanların Yeniden Paylaşımı ve "Kosova Sorunu" [Mart-Nisan 1999 - 48. Sayı]
***
I. Cumhuriyet'ten II. Cumhuriyet'e: Feodal-Tacirlerin Önlenemez Yükselişi [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Fransa Tarihinden: II. Cumhuriyet’in sonu [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Demokratik Devrimin Tamamlanmadığı Bir Ülkede Merak Etmeyin, Ordu Yok! [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
Hasım, Husumet, Kin, Nefret ve Düşmanlık [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Unutulmuş Referandum Tayyip-Bonaparte’ın “Coup de Tête”si [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]