KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1999
Devrimci Terör
ve Terörizm
"... silahlı propagandayı temel, öteki politik, ekonomik ve demokratik
mücadele biçimlerini, bu temel mücadele biçimine tabi olarak ele alan
devrimci stratejiye, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir."
"Silahlı propaganda, askeri değil, politik mücadeledir. Ferdi değil,
kitlevi mücadele biçimidir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia
ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden
amaç ve biçim olarak farklıdır."
Mahir Çayan
Ülkemizde devrimci mücadelenin silahlı mücadele temelinde yürütülmesinin üzerinden, yaklaşık 30 yıl geçti. Bu otuz yıl boyunca, silahlı mücadelenin değişik biçimleri, değişik örgütler ve yapılanmalar tarafından teorik ve pratik olarak kabul edilmiş ve yürütülmüştür. Çin, Vietnam ve Küba devrimlerinin zafere ulaşması, Latin-Amerika'daki gerilla savaşları, aynı tarihsel dönemde, dünya devrimci pratiğinde zengin deneyimler kazandırmıştır.
Marksist-Leninistlerin uluslararası revizyonizme ve pasifizme karşı yürütülen ideolojik mücadelede, bu dönem boyunca, en temel konu, devrimin yolu ve yöntemleri konusu olmuştur. Doğal olarak böyle bir mücadele, devrimin ne olduğu ve nasıl yapılacağı tartışmasını da beraberinde getirmiştir.
Ülkemizdeki devrimci aşamanın demokratik devrim mi, yoksa sosyalist devrim mi olduğu yönünde başlayan süreç, kaçınılmaz olarak, devrimin olabilmesi için hangi koşulların gerekli olduğu konusunu açmış ve böylece, bir ülkede devrimin olabilmesi için gerekli nesnel ve öznel koşulların neler olduğu tartışması başlamıştır.
Bir ülkede devrimin olabilmesi için gerekli nesnel koşullar, sistemin bütününde sürekli ve genel bunalımın mevcuduyeti ve bunun ülke içine yansımasının bir sonucu olarak ortaya çıkan milli krizin mevcudiyeti olarak, Lenin tarafından yılar önce yapılmış belirlemeler bile, uzun yıllar ülkemiz solunda tartışma konusu olmuştur.
İlk anda bu tartışmalar, teorik bir tartışma olarak ortaya çıkmışsa da, sorunların derinliğine inildikçe, konunun devrimin yolu ve yöntemlerini belirleyen pratik bir konu olduğu zaman içinde görülmüştür. Çünkü, bir ülkenin içinde bulunduğu nesnel koşullar, aynı zamanda o ülkede yürütülen devrimci mücadelenin hedeflerini ve bu hedeflere yönelik izlenecek rotayı ve bu rota üzerinde kullanılacak mücadele biçimlerini belirleyen temel ölçü durumundadır. Mahir Çayan yoldaşın açık biçimde ortaya koyduğu gibi, Marksist-Leninistler, devrimci mücadeleyi, nesnel koşullara bağlı olarak, devrimci mücadeleyi evrim ve devrim aşamaları olarak iki aşamada ele alırlar. Ve her iki aşamanın taktikleri ve mücadele biçimleri birbirinden farlıdır. Evrim aşamasında barışçıl mücadele metodları temel iken, devrim aşamasında silahlı eylem yöntemleri temel olarak ele alınır. Evrim ve devrim aşamalarını belirleyen temel ölçü de, ülkenin içinde bulunduğu nesnel koşullar, yani milli krizdir.
İşte bu belirlemelerin ışığında, ülkemizde milli bir krizin mevcut olup olmadığı tahlil edilmiş ve tam anlamıyla olgunlaşmış olamasa da milli krizin mevcut olduğu saptanmıştır.
"Bu ise, devrim durumunun sürekli olarak var olması, evrim ve devrim aşamalarının iç içe girmesi, bir başka deyişle silahlı eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir." [1*]
Böylece 1971 yılında THKO ve THKP-C tarafından başlatılan silahlı mücadele, ülkemiz devrim tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten itibaren, ülkemiz solunda revizyonizmin, mevcut düzenin yasallığı ve barışçıl mücadele yöntemleri konusunda yaratmış olduğu yanılsamalar ve pasifist tutumları önemli ölçüde etkisizleştirilmiştir. Ancak, revizyonizmin ve pasifizmin etkisinin önemli ölçüde kırılmış olması, silahlı mücadelenin yürütülmesinde bütünlüğün sağlanması sonucunu da doğurmamıştır. Değişik dönemlerde, değişik örgütlenmeler ve oluşumlar, silahlı mücadeleyi farklı biçimlerde yorumlamışlar ve bu farklılıklara göre pratiğe geçirmeye çalışmışlardır. Yine de, tüm farklılıklara ve yanılsamalara karşın, silahlı mücadelenin bir biçimi olan gerilla savaşı, silahlı mücadeleyi savunan tüm örgütler ve oluşumlar tarafından temel biçim olarak kabul edilmiştir.
Bu gelişim sonucunda, ülkemiz solunda, silahlı mücadelenin devrimci mücadelede temel bir yere sahip olduğunu kabul etmek ve gerilla savaşını bu mücadelenin bir biçimi olarak yürütmek yeterli görülmüştür. Oysa ki:
"... gerilla savaşı kavramı, kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir.
Merkezi otoriteye karşı mahalli mütegalibe de, düzenli birlikleri yenilmiş bir ordu da düşmanına karşı gerilla savaşı yürütebilir." [2*]
Doğal olarak, sorun, silahlı mücadelenin bir biçimi olarak gerilla savaşının kabul edilmesi ve yürütülmesi ile sınırlı değildir. Yürütülen gerilla savaşının niteliğinin ne olacağı sorunu belirlenmek zorundadır.
"Gerilla savaşının devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülmesine, yani politik kitle mücadelesi olarak ele alınmasına Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir." [3*]
THKP-C'nin devrim stratejisini ifade eden Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, silahlı mücadelenin bir biçimi olan gerilla savaşının siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak ele alır. Silahlı propaganda adını verdiğimiz bu mücadele biçimi, kesinkes askeri bir mücadele biçimi değil, politik mücadele biçimidir. Bir başka deyişle, silahlı propaganda, gerilla savaşının politik mücadelenin temel aracı olarak ele alınmasıdır. Doğal olarak, zorun, şiddetin bir ifadesi olan askeri savaşın bir aracının kullanılması, aynı zamanda bu araca ilişkin olarak kesin kuralların belirlenmesini zorunlu kılmıştır.
"İçinde bulunduğumuz dönem, halk kurtuluş savaşının şehir gerillası biçiminde yürütüldüğü dönemdir. Partimiz, politik savaşın bu biçimini belli kurallara bağlamıştır. Şehir gerilla savaşında hedef, emperyalist güçler, tekelci burjuvazi ve onların köpekleridir. Bu hedeflere vuran bütün hareketleri destekleyen partimiz, bu hedeflere yönelmeyen adi gangsterlik niteliğindeki eylemleri şiddetle kınar." [4*]
"Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, kendi saldırı noktaları dışında kalan hedeflere yönelen ve halkın saflarına da zarar veren hiçbir maceraperestin ve gangsterin sorumluluğunu üzerine almaz. Çocuk kaçırmak, kadınlara ilişmek, emperyalistlerle doğrudan doğruya ilişkisi olmayan kimselere, esnafa, parababası bir avuç hain dışındaki orta derecedeki zenginlere, yani orta burjvaziye saldırmak, zarar vermek devrimci eylem olamaz. Bunlar adi gangsterlik olaylarıdır. Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, bu gibi olayları şiddetle kınar. Amerikalı emperyalistlere, finans kapitalizmin temsilcilerine, zalimlere ve halk düşmanlarına yönelen her harekete ise saygı duyar ve bunları sonuna kadar destekler." [5*]
THKP-C, tüm dünyadaki Marksist-Leninist örgütler gibi, devrimci şiddeti, kesin olarak belirlenmiş bir strateji temelinde ele almıştır. Böylece, silahlı mücadele, bir zor uygulaması olarak belirlenmiş strateji çerçevesinde ve kurallarla yürütülmek durumundadır. Aksi halde, silahlı mücadele, salt bir zor uygulaması, yalın bir şiddet eylemi olarak ortaya çıkar. Günümüzde emperyalizmin ve oligarşinin "terörizm" demagojisi de, devrimci şiddet eylemlerini böylesine yalın bir şiddet eylemi olarak gösterme amacını gütmektedir.
"Silahlı propaganda, askeri değil, politik mücadeledir. Ferdi değil, kitlevi mücadele biçimidir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır." [6*]
Mahir Çayan yoldaşın bu belirlemesi, Marksist-Leninistlerin devrimci şiddet ile bireysel şiddet-terör konusundaki kesin ayrımı açık biçimde ortaya koymuştur.
Lenin'nin, 1902'de, Narodniklerin bireysel suikast eylemleriyle yürüttükleri terör faaliyetleri karşısında söyledikleri, aynı zamanda Marksist-Leninistlerin terörizm konusundaki tavırlarını net olarak ortaya koymuştur:
"Devrimcilerin güçlerinin ve daha şimdiden harekete geçen kitlelere önderlik etme imkanlarının yetersiz olduğu bir zamanda, birbirini tanımayan bireyler ve grupların bakanları öldürmesini örgütlemek gibisinden terörist eylemlere başvurulması için çağrıda bulunmak, sadece kitleler arasındaki çalışmayı kösteklemekle kalmaz, aynı zamanda bu çalışmanın bütünüyle darmadağın olmasına yol açar...
Devrimci bir partinin ancak devrimci sınıfın hareketine fiilen rehberlik ettiği zaman adına layık olabileceğini akıldan çıkarmamalıyız. Gene, herhangi bir halk hareketinin sayısız biçimlere büründüğünü, durmadan yeni biçimler geliştirdiğini ve eski biçimleri ıskartaya çıkardığını, değişiklikler getirdiğini ya da eski ve yeni biçimlerin yeni bileşimlerini yarattığını hiç unutmamalıyız. Mücadelenin araçlarının ve metodlarının oluşturulması sürecine faal olarak katılmak, görevimizdir... Şiddet ve terörizmi ilke olarak asla reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılışını sağlayabilecek ve bu katılışı teminat altına alabilecek şiddet biçimlerinin hazırlanması için çalışılmasını istedik... Evet, beyler, biz hareketin sadece geçmişteki biçimlerini değil, gelecekteki biçimlerini de savunuyoruz." [7*] (abç)
1905 tarihinde Lenin şöyle yazmaktadır:
"Başından başlayalım. Mücadele biçimleri sorununun incelenmesinde, her marksistin temel istemleri nelerdir? İlk önce, marksizm, öteki tüm ilkel sosyalizm biçimlerinden tek bir özel mücadele biçimine bağlı kalmamakla ayrılır. En değişik mücadele biçimlerini kabul eder, ve onları 'uydurmaz', ama devrimci sınıfların, hareketin gelişimi içinde kendisini gösteren mücadele biçimlerini sadece genelleştirir, örgütler ve bunlara bilinçli bir ifade verir. Bütün soyut formüllere ve bütün doktrinci reçetelere kesenkes düşman olan marksizm, hareket geliştikçe, yığınların sınıf bilinci arttıkça, iktisadi ve siyasal bunalımlar keskinleştikçe, savunma ve saldırının yeni ve daha değişik yöntemlerinin sürekli bir biçimde doğmasını sağlayan ilerleme içindeki kitle mücadelesine karşı dikkatli bir tutum takınılmasını gerektirir. Bu nedenle, marksizm, kesin olarak herhangi bir mücadele biçimini reddetmez. Marksizm, mevcut toplumsal durum değiştikçe, kaçınılmaz olarak bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimlerinin doğacağını kabul ederek, yalnızca o anda mümkün ve var olan mücadele biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz. Bu yönden marksizm, kitle pratiğinden eğer öyle ifade edebilirsek, öğrenir ve 'sistem yapanların' tek başına çalışmalarıyla keşfedilen mücadele biçimlerini yığınlara öğretmek yolunda hiçbir iddiada bulunmaz. Biz biliyoruz ki -toplumsal devrim biçimlerini incelerken örneğin Kautsky böyle demiştir- yaklaşan bunalım, bizim şimdiden görmek yeteneğinde olmadığımız yeni mücadele biçimleri getirecektir.
İkinci olarak, marksizm, mücadele biçimleri sorununun kesenkes tarihsel bir incelenmesini ister. Bu sorunla, somut tarihsel durumdan uzak olarak uğraşmak, diyalektik materyalizmin esas ilkelerinin anlaşılmadığını gösterir. İktisadi evrimin farklı aşamalarında, siyasal, ulusal-kültürel, yaşam ve öteki koşullardaki farklılığa bağlı olarak, farklı mücadele biçimleri öne geçer. Ve mücadelenin başlıca biçimleri halini alır; ve bununla bağıntılı olarak, ikincil, yedek mücadele biçimleri de değişikliğe uğrar. Belirli bir hareketin, belirli bir aşamasındaki somut durumun ayrıntılı bir incelemesini yapmaksızın, herhangi bir özel mücadele aracının kullanılıp kullanılmayacağı sorununa evet yada hayır biçiminde verilecek bir yanıt, marksist tutumu tümden bırakmak anlamına gelir." [8*]
İşte Lenin'in bu saptamaları, Marksist-Leninistlerin devrimci mücadelede şiddetin yerini ve nasıl ele alınacağını açık biçimde ortaya koymaktadır. Mahir Çayan yoldaşın açık biçimde ifade ettiği gibi, Marksist-Leninistler, devrimci mücadelede şiddeti, zoru kesinkes reddetmezler. Onlar, zorun tarihteki devrimci rolünü, yani "yeni bir topluma gebe olan eski toplumun ebesi"nin şiddet, zor olduğunu bilirler. Ancak, devrimci zorun kullanımı, öz olarak devrimci terörün kullanımını da kapsamakla birlikte, bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır. Bu farklılık, Rus devrim mücadelesi sürecinde Narodniklerin çara ve bakanlara yönelik bireysel suikast eylemlerine karşı takınılan tutumda açık biçimde görülmüştür. Lenin'in "ilke olarak terörizmi reddetmeksizin" ortaya koydukları, bu silahlı eylem biçimlerinin hangi amaçlarla gerçekleştirildiği konusunda odaklanmıştır. Narodniklerin "halk kitlelerini ajite etmek" amacıyla gerçekleştirdikleri bireysel suikast eylemleri karşısında Lenin, koşulların böyle bir amacın gerçekleşmesine olanak tanımadığını ve tanımayacağını söyleyerek karşı çıkar.
Silahlı mücadelenin III. bunalım döneminde tüm geri-bıraktırılmış ülkeler devrimci mücadelesinde belirleyici bir yere sahip olmasıyla birlikte, Marksist-Leninistlerin devrimci şiddet konusundaki belirlemeleri daha da gelişmiş ve derinleşmiştir. Lenin'in deyişiyle, iktisadi evrimin farklı aşamalarında, siyasal, ulusal-kültürel, yaşam ve öteki koşullardaki farklılığa bağlı olarak, farklı mücadele biçimleri öne geçmiş ve mücadelenin başlıca biçimleri halini almış; ve bununla bağıntılı olarak, ikincil, yedek mücadele biçimleri de değişikliğe uğramıştır.
II. yeniden paylaşım savaşı sırasında Nazi işgali altındaki ülkelerde yürütülen gerilla savaşları, Nazilere ve işbirlikçilerine yönelik pekçok silahlı eyleme sahne olmuştur. Özellikle Fransa'da Komünist Partisinin partizan birlikleri, başta Paris olmak üzere, pekçok kentte gerilla eylemleri düzenlemişler ve bu eylemler çerçevesinde yüzlerce Nazi ve işbirlikçi öldürülmüştür. Bu eylemler karşısında Nazilerin gerçekleştirdikleri "kitlesel misillemeler", bu tür suikast eylemlerinin durdurulmasının bir nedeni olamamıştır.
Vietnam devriminde şehirlerde yürütülen silahlı mücadele, "Vietkong terörizmi" olarak ABD emperyalizmi tarafından kamuoyunu kendi tarafına çekmek için kullanılmaya çalışılmışsa da başarılı olamamıştır. Bunun nedeni ise, Vietnamlı devrimcilerin "cezalandırma" ya da "öldürme" eylemlerini belirli kurallara bağlamış olmalarıdır.
Bu konuda Giap şöyle söylemektedir:
"Hainlerin ortadan kaldırılması ile ilgili olarak, onları daha kararlı ve daha ayırd ederek yok etmeliyiz. Eğer kararlı olmazsak, bazan feci sonuçlarla karşılaşabiliriz. Fakat, eğer dikkatli olmazsak, idamlar haksız ve sonuçları da daha az feci olmayabilir. Yalnızca yollarından döndürülemeyen hainlerin, üstelik tüm uyarılar yapıldıktan, bu kötülükten vazgeçmelerini sağlayacak tüm yollar denendikten sonra öldürülmeleri ilkesi mutlaka uygulanmalıdır. Bu tür idamların doğru etki yapabilmesi için halkın haine ilişkin görüşlerine önem verilmelidir, halkın isteği yol gösterici olmalıdır. Sorun öyle ele alınmalı ki, halk, mahkum edilen kişinin suçunu ve devrimci militanların yurtseverliğini ve hoşgörüsünü tümüyle anlamalıdır... Hainlerin öldürülmesi durumunda, eğer suçlama yeterince açık ve kesin değil ise, sağduyu yokluğu ya da dikkatsizlik yüzünden işlemler gerektiği gibi yapılamamaışsa sonuç amaçlananın tersi olur." [9*] (abç)
Dünya devrimci mücadelesinin tarihsel gelişimi içinde, Lenin'in deyişiyle, "mevcut toplumsal durum değiştikçe, kaçınılmaz olarak bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimleri" ortaya çıkmaya devam etmiştir. Latin-Amerika'da yürütülen silahlı mücadele, devrimci şiddet eylemlerinin taciz, tahrip ve imha boyutlarını daha da geliştirmiştir. O güne kadar devrimci şiddet eylemleri içinde ikincil planda kalan sabotaj eylemleri, gerek kır gerilla cephesi içinde, gerekse kır gerilla cephesi dışında geniş ölçüde kullanıldığı ilk yerlerden birisi Latin-Amerika olmuştur.
Che Guevara, gerilla savaşının değişik eylem biçimlerini ele alırken, bunların devrimci mücadeledeki yerlerini net biçimde ortaya koymuştur:
"Sabotaj eylemlerinin önemi çok büyüktür. Etkisi yüksek bir devrim aracı olan sabotaj, genellikle az etkili, önceden görülmeyen koşullar içinde yapıldığında suçsuz insanlar arasında çok kurban veren, devrime yararlı çok sayıda hayata kıyan terörist eylemlerden ayırdedilmelidir. Terörizm, zalimliğiyle, baskı yapmada etkinliğiyle tanınan, baskı güçlerinin önemli bir yöneticisini cezalandırmak için, yokedilmesinin yararlı olacağı biliniyorsa uygulanan bir yöntem olarak kabul edilmelidir. Fakat, önemi az olan, ölümü daha sıkı bir baskıya neden olacak bir birey hiçbir zaman öldürülmemelidir.
Terörizmin değerlendirilmesinde çok tartışılan bir nokta vardır. Bazıları, polis baskısına sebep olmanın ya da şiddetlenmesine yolaçmanın kitlelerle tüm az ya da çok yasal ya da yarı-gizli bağları güçleştirdiğini, zamanı geldiğinde gerekli olacak eylemler için gruplaşmayı olanaksızlaştırdığını kabul ederler. Kendi başına bu doğrudur, fakat, bir iç savaş süresince, belirli bir halk için, baskının zaten her türlü yasal eylemi ortadan kaldıracak kadar şiddetli olduğu durumlar da vardır. Bu durumda, silahla desteklenmedikçe kitle eylemi olanaksızdır. O halde uygulanacak yöntemlerin seçimine çok dikkat edilmesi, devrim için yararlanılabilecek elverişli koşulların incelenmesi gerekir. Koşullar ne olursa olsun, sabotaj iyi kullanıldığında, daima daha etkili bir silahtır. Sabotajdan, halkın bir kesimini felce uğratacak, başka deyişle, bir toplumun normal yaşayışını felce uğratmaksızın işsizlik yaratacak biçimde üretim araçlarını kullanılmaz duruma getirmekte yararlanılmamalıdır. Diğer kelimelerle, bir elektrik santralinin sabote edilmesi hem etkili hem yerindeyken, bir gazoz fabrikasının sabote edilmesi gülünçtür.
İkinci durumda, birkaç işçi işinden edilir, fakat bununla endüstriyel hayatta hiçbir değişiklik olmaz. Birinci halde ise, yine bir işçi transferi olacaktır, fakat, bu kez, bölgede tüm hayatın felce uğramasından dolayı bu tamamen yerinde bir hareket sayılabilir." [10*]
"Sabotaj, gerilla savaşı yürüten halklar için paha biçilmez bir silahtır. Örgütlenmesi doğrudan doğruya sivil ve gizli örgüte bağlıdır. Sabotajlar, ancak devrimci ordunun kontrolündeki mıntıkaların dışında gerçekleştirilebilir. Bu örgüt, doğrudan doğruya, tercihan hedef alınacak sanayi ve haberleşme merkezlerini belirlemekle yükümlü gerilla genel kurmayı tarafından yönetilmelidir.
Sabotojın terörizmle hiçbir ilgisi yoktur: terörizm, yöntemleri sabotaj yöntemlerinden kesin biçimde farklı olan bireysel suikastlardır. Terörizmin, asla istenen etkiyi yaratmayan, bunu kullananlarda elde edilen sonuçlarla kıyaslanamayacak kadar ağır kayıplara yol açarken, halkı da devrimci hareketten uzaklaştıran, olumsuz bir silah olduğuna içtenlikle inanıyoruz. Tersine olarak, çok ender durumlarda, örneğin baskı güçlerinin şeflerinden birini ortadan kaldırmak için bireysel suikastlere başvurulabilir. Fakat, durum ne olursa olsun, ölümü, baskı güçlerinin kurbanları hesaba katılmasa bile, suikaste katılan bütün devrimcilerin yok edilmesine yolaçacak küçük bir katili ortadan kaldırmak için uzman insanlar kullanılmamalıdır." [11*] (abç)
Latin-Amerika'da şehir gerilla savaşının gelişimine paralel olarak devrimci terör eylemleri zaman içinde daha da gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Kaçınılmaz olarak, bu gelişim ve çeşitlilik, her zaman bunların nasıl kullanılacağına ilişkin belirlemeler yapmayı gerektirmiştir.
Carlos Marighella, "Şehir Gerillasının Elkitabı"nda şöyle yazmaktadır:
"Sabotaj
Sabotajların amacı, yok etmektir. Çok az adam, bazen bir kişi, bu işlemleri gerçekleştirebilir. Şehir gerillası bir sabotaj işlemine girmeyi düşündüğünde, bunu önce tek başına yapar. Sonra, bu hareketin halk arasına yayılması ve halk tarafından sabotajlar yapılması safhası başlar. İyi bir sabotaj inceleme planlama ve hatasız bir uygulamayı gerektirir. Sabotajın en belirgin biçimleri dinamitleme, yangın çıkarma ve mayın döşemedir. Biraz kum, bir damla yakıt, kötü bir yağlama, gevşek bırakılmış bir vida, kısa devre, bir odun veya demir parçası onarılmaz felaketlere neden olabilir.
Sabotajın amacı, aşağıda gösterilen alanlarda düşmanın can damarlarını zayıflatmak, yıpratmaktır.
a) Ülke ekonomisinin özellikle iç ve dış ticaret şebekesi, bankacılık ve maliye sektörü.
b) Tarım ve sanayi üretimi,
c) Ulaşım ve haberleşme sistemi,
d) Dikta kuvvetlerine ait tesisler,
e) Ülkede yeralan Kuzey Amerikan şirketleri ve mülkleri.
Sanayi sabote etme işlemleri için en uygun unsurlar işçilerdir. Çünkü, çalıştıkları fabrikaları ve kullandıkları makinaları çok iyi tanırlar.
Ulaşım araçlarına karşı girişilen hücumlarda, banliyö ve uzun yolculuk trenlerinde bulunan yolcuların ölümüne sebep olmaktan sakınılmalıdır. Çünkü yolculuk edenler halktan insanlardır. Zaten herşeyden önce ortadan kaldırılacak olanlar, diktaya hizmet için kullanılan ulaşım servisleridir. Bir trenin yakıt yüklü vagonlarını raydan çıkarmak, düşmanı can noktasından vurmak demektir. Bu işlemler köprü ve demiryollarının dinamitlenmesine dek uzanır. Yaratılan zararları onarmak aylar gerektirir. Telgraf ve telefon telleri sistemli bir şekilde kesilmeli ve haberleşme merkezleri işe yaramaz duruma getirilmelidir. Yakıt stokları, cephane ihtiyatları, savaş gemisi tersaneleri, dikta kuvvetlerine ait ulaşım araçları ve kışlalar düzenli olarak sabote edilmelidir.
Kuzey Amerikan şirket ve mülklerine karşı girişilen sabotaj eylemlerinin hacmi, yerli hedeflere karşı yapılanlarınkiyle eşit, hatta ondan fazla olmalıdır.
Terörizm
Biz terörizmden bombalı suikastlara girişimi anlıyoruz. Bu işlemlere, patlayıcı yapımının teknik bilgisine sahip olanlar ile en soğukkanlı kişilerden başka kimse katılmamalıdır. Bazen, terörist eylemlerin içinde, insan hayatını sona erdirme ile Kuzey Amerikalılar'ın yerleşme yerleri veya bazı büyük tarım işletmelerinin yakılması da yer almaktadır.
Eğer gıda maddeleri stoklarının yağması planlanırsa, bundan halkın da yararlanması düşünülmeli, özellikle açlık ve hayat pahalılığının ortalığı kavurduğu yer ve zamanlarda bu gibi eylemlere girişilmelidir. Gerilla, her zaman devrimci teröre yararlı olmalıdır." [12*]
Buraya kadar ortaya koyduklarımız, Marksist-Leninistler için, silahlı mücadelenin ve bunun bir biçimi olan gerilla savaşının yalın bir askeri savaş olarak ele alınmadığını, onun politik amacının bu savaşın sürdürülüş biçimini belirlediğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Marksist-Leninistler için, silahlı mücadele ve bunun bir biçimi olan gerilla savaşı, belirlenmiş kurallarla yürütülen politikleşmiş askeri savaştır. Bu açıdan, devrimci silahlı mücadelenin sürdürülüş biçimine ilişkin belirlenmiş kurallar, aynı zamanda, gerçekleştirilen silahlı eylemlerin yapılış tarzıyla devrimci öncü tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koyacak niteliktedir. Bu nitelik, diğer taraftan, devrimci savaşın haklı niteliğinin bir ifadesi durumundadır.
Herkesin bildiği gibi, devrimci şiddet, doğrudan doğruya egemen sınıfların kitleler üzerinde uyguladığı karşı-devrimci şiddetin bir karşılığıdır ve karşı tarafın zora, şiddete başvurmasının bir sonucudur. Dolayısıyla, şiddet, tek başına belirleyici değildir. Bu nedenle, sömürücü sınıfların devrim mücadelesine ve halk kitlelerine karşı kullandıkları şiddet, doğrudan kitleleri pasifize etme ve devrimci mücadelenin gelişimini engelleme amacını güder. Bu yönüyle, karşı-devrimci şiddet, en yaygın ölçekte terörü kullanır. Karşı-devrimci şiddet açısından, terör, kitleleri sindirmenin, korkutmanın ve yıldırmanın en temel aracıdır. Yalın bir şiddet eylemi olarak terör, yıldırıcı, korkutucu bir işleve sahip olduğu için, karşı-devrimin şiddeti, her açıdan kuralsız bir şiddettir ve bu yönüyle açık terör uygulamasıdır. Bu açıdan da, devrimci silahlı mücadelenin belli kurallara bağlanması ve buna uygun olarak yürütülmesi, devrimci şiddet ile karşı-devrimci şiddet arasındaki farkın kitleler tarafından açık biçimde görülmesini sağlar.
Ancak, dünya çapında ve ülkemizdeki pekçok durumda görüldüğü gibi, savaş, askeri savaş, sadece devrim ile karşı-devrim arasında gerçekleşmemektedir. Gerek emperyalistler arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin askeri plana yansıdığı I. ve II. yeniden paylaşım savaşlarında, gerekse milliyetçi ve şovenist politikaların bir devamı olarak ortaya çıkan uluslararası savaşlar, zorun, en son sınırlarına kadar kullanılmaya çalışıldığı bir şiddet eylemi olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle bir ortamda, devletler arasında askeri savaşlarda kullanılan şiddeti sınırlamaya yönelik bazı uluslararası anlaşmalar yapılmaya çalışılmıştır. Bunlar içinde Cenevre Anlaşması, devletler arası savaşlarda şiddetin ve bu bağlamdaki terörün sınırlandırılmasına yönelik emperyalist ülkelerin kendi aralarında yaptıkları bir anlaşma durumundadır. 1970'li yıllarda bu anlaşmaya yapılan bazı eklerle, kimi durumlarda gerilla savaşları anlaşma kapsamına alınmıştır. Ama herkesin de çok iyi bildiği gibi, bu anlaşmalar, gerçek savaş alanında hiçbir zaman geçerli olmamış ve uygulanmamıştır. Bu durumlara karşı bir yaptırım uygulanması için oluşturulmuş olan Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi ise, birkaç istisna dışında işlevsiz bırakılmıştır. (Bu birkaç istisna içinde, Bosna-Hersek'e ilişkin davalar bulunmaktadır.) Vietnam savaşı sırasında görüldüğü gibi, Amerikan emperyalizmi, Cenevre Anlaşması'nı hiçe sayarak, bağımsız bir devlet durumundaki Sosyalist Vietnam Cumhuriyeti'nin kentlerini (yeni dönemin moda sözcükleriyle "sivil hedefleri") alabildiğine bombalayabilmiştir.
Karşı-devrim açısından, askeri savaş, her koşul altında sınırsız bir şiddet, zor eylemi olarak, kendi amaçlarına ulaşmanın aracı olmaktadır. Karşı-devrimin zorunun, şiddetinin niteliğini teşhir etmek açısından da, devrimci şiddetin belirlenmiş kurallara sahip olması ve bunlara titizlikle uyulması bir zorunluluktur.
Yine dünya çapındaki pekçok olayda görüldüğü gibi, kimi ulusal savaşlarda, savaşın başlatılması ve sürdürülmesinde belirleyici konumda olan milliyetçilik ve şovenizm, aynı zamanda şiddet eyleminin, terörün alabildiğine kullanıldığı bir ortam oluşturmaktadır. Yugoslavya olaylarında emperyalistlerin demagojik olarak kullandıkları "etnik temizlik" söylemi, bu tür şiddet ve terör eylemlerinin ulaşabileceği noktayı ortaya koymaktadır. (Hemen belirtelim ki, Yugoslavya olaylarında, emperyalist ülkeler, milliyetçilik temelinde gelişen askeri çatışmalarda, salt "slav milliyetçiliği"ni öne çıkartarak, kamuoyunu yönlendirmiştir. Son Kosova olaylarında olduğu gibi, "ayrılıkçı" UÇK "gerillaları"nın gerçekleştirdikleri silahlı eylemler özellikle kamuoyundan gizlenmeye çalışılmıştır.)
A. Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesiyle birlikte ülkemizde gelişen şiddet eylemleri, gerçekleştiriliş biçimlerinden öte, yöneldiği hedeflerle de, tam bir "kısasa kısa" mantığının ürünü olarak ortaya çıkarken, aynı zamanda PKK hareketinin küçük-burjuva milliyetçiliğinin egemenliğine girmesinin bir sonucu olmuştur. Bu yönüyle, ülkemizdeki son şiddet eylemleri, milliyetçi ve şovenist politikaların bir devamı olan askeri savaşlarda ortaya çıkan terör eylemleri olarak belirginleşmiştir. Doğrudan "sivilleri" hedef alan son eylemler, özellikle mağazalara yönelik eylemler, İBDA-C tarafından gerçekleştirilmiş olmasına karşın, Kürt ulusal hareketinin milliyetçi çizgisinin yarattığı uygun bir zeminde ortaya çıkmıştır. Ve Özgür Politika, İBDA-C'nin gerçekleştirmiş olduğu Bakırköy ve Ataköy terör eylemlerini "Kısasa kısas" başlığı ile okuyucularına duyurmuştur. İBDA-C'nin bu eylemlerde "Milliyetçi Kürt İntikam Güçleri" ismini kullanması da, Kürt ulusal hareketinin ulaşmış olduğu yeri açık biçimde göstermektedir.
Diğer yandan, Gazi Mahallesi ve çevresinde gerçekleştirilen "molotoflu" eylemlerin, ayrım gözetmeksizin her türlü taşıta yönelik olması da, aynı gelişmenin bir yansısı durumundadır. Bu eylemlerde yer alanlar hangi siyasal kimliği taşırlarsa taşısınlar, sonal olarak, hedefi belirsiz bir terör ortamının yapıcıları olmuşlardır.
Salt ülkemizde son bir ay içinde yaşanılan olaylar bile, baştan beri ortaya koyduğumuz devrimci savaşın belli kurallara bağlı olarak yürütülmesi zorunluluğunu kanıtladığı gibi, bu kurallara bağlı hareket edilmesinin önemini daha da artırmıştır. Kimi kendini yakma olaylarında —ki PKK söyleminde bunlar "kahramanlık eylemleri" olarak değerlendirilerek teşvik edilmektedir— görüldüğü gibi, devrimci savaşın niteliği ve belirlenmiş kuralları kolayca bir yana bırakılabilmektedir. Ülkemiz solundaki ideolojisizlik ve pragmatizm böyle bir ortamın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında önemli bir etken olarak ortaya çıkmıştır. Ne olursa olsun "birşeyler yapma" mantığının bireyleri nerelere kadar götürebileceği Sakarya cezaevindeki kendini yakma olayında açıkça görülmüştür.
Böylesine bir somut gelişim koşullarında, devrimci terör ve devrimci şiddet ile karşı-devrimci terör ve şiddet arasındaki farkın kesin olarak ortaya konulması, terörizm ile devrimci terörün kesinkes birbirinden farklı olduğunun kitlelere açık biçimde anlatılması, bir kez daha, devrimcilerin önündeki görevlerden birisi haline gelmiştir. Bu görev, aynı zamanda, ülkemiz solundaki ideolojisizliğe, pragmatizme karşı ideolojik mücadelenin bir parçası durumundadır. Bu gerçekleri umursamayanlar, küçümseyenler, sonal olarak, ortaya çıkan gelişmelerin devrim mücadelesine vereceği zararın da sorumlusu olmak durumundadırlar.
Dipnotlar
[1*] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[2*] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[3*] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[4*] THKP I No'lu Bildirisi
[5*] THKC I No'lu Bildirisi
[6*] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[7*] Lenin: Devrimci Maceracılık, Örgütlenme Üzerine, s. 30-33
[8*] Lenin: Gerilla Savaşı, Marx-Engels-Marksizm, s. 131-132
[9*] Akt. Wilfred G. Burchet, Vietnam Kazanacak!, s: 230
[10*] Che Guevara: Gerilla Savaşı, Askeri Yazılar, s: 49-50
[11*] Che Guevara: Gerilla Savaşı, Askeri Yazılar, s: 121
[12*] Carlos Marighella: Şehir Gerillasının Elkitabı, s:104-105