İslamcı-Faşist Saldırının Yeni Adı:
Mahalle Baskısı
"Merhum" faşist BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Alperen Ocakları’nın "genç kurt" sürüsüne hitap ederken şöyle söylemekte hiçbir sakınca görmemişti: "Müslümanın iki ayrı hayatı olamaz. Maddi hayatını düzenlerken başka, manevi hayatını düzenlerken de başka bir felsefeye göre davranamaz. Sadece din ve ibadet konularına Allah’a yönelik bir şahsi ve nefsi mesele olarak görmenin, ama siyasi, içtimai ve iktisadi meselelerde ‘Allah’ı işe karıştırmamak’ felsefesiyle hareket etmenin insanı iki ruhlu, iki yüzlü bir hayat anlayışına götüreceğini söylersek herhalde yalnızca gerçeği belirtmiş oluruz. Müslümanın maddi ve manevi hayatında tam bir uyum ve ahenk olmalıdır." Bu felsefeyle, lümpen/serseri kesimleri kendisine "militan" olarak seçen ve yöneten BBP, Alperen Ocakları’yla, her bulduğu fırsatta "maddi ve manevi hayatı" "iki ruhluluktan" kurtarmak için hep öne atılmıştır. Hrant Dink cinayetinden Malatya cinayetine kadar pek çok olayda yer alan, ama eski Ülkü Ocakları yöntemiyle hiçbir şeyi kabul etmeyen bu islamcı-faşist güruh "son eylemi"ni Tophane’de gerçekleştirdi.
Bir sanat sergisinin açılışına katılanlara "sokakta içki içiyorlar" diyerek saldıran güruh, eski ve çok bilinen bir faşist yöntemi de sergilemişlerdir. 12 Eylül öncesinde ve hatta 1965’lerde, aynı "felsefe"nin izleyicileri, kimi zaman "cami bombalandı" diyerek, kimi zaman "allahsız komünistler geliyor" diyerek halkı galeyana getirmeye çalışmışlar ve çoğu zaman da bunda başarılı olmuşlardır. Tophane olayında bu kışkırtıcı demagoji bir kez daha ortaya konulmuştur.
Ve yine geçmişteki islamcı ya da faşist saldırılarda olduğu gibi, siyasal iktidar, bu tür saldırıları haklı ve meşru görmenin ötesinde, saldıranlar değil de, saldırılanlar suçluymuşçasına yaklaşımını bir kez daha sergilemiştir. "Oranın çocuğuyum. Tophane’yi karış karış bilirim. Her ne kadar Kasımpaşa’da doğup büyüdüysem de Tophane’yi de o bölgede siyaset yaptığım için bilirim. Ama bu kadar işi abartmanın anlamı yok. Ama işi bu kadar abartmanın, bu kadar farklı yerlere çekmenin anlamı yok. Açık açık söylüyorum, 8 yıl boyunca kimsenin hayat tarzına müdahale etmedik. Bundan sonra da herkesin yaşam tarzı bizim teminatımız altındadır. Sanat galerisi ya da eğlence yerleri sadece Tophane’de mi var. Bugüne kadar hangi sanat galerisinde böyle bir olay oldu. Türkiye’de mahalle baskısı yoktur. Provokasyona gelmeyiz. Türkiye’de halkı kışkırtmayı adet haline getiren odaklar var." Bu sözler iktidardaki AKP’nin "muktedir" başı Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.
Biraz eskiye dönüldüğünde, 16 Şubat 1969 günü, Amerikan 6. Filosu’nu protesto etmek için İstanbul Bayazıt Meydanı’nda toplanan kitleye yapılan saldırıda da aynı "parmak izi"ne kolayca rastlanılabilir.
Tarihe "Kanlı Pazar" olarak geçen, "üstad"ları Mehmet Şevki Eygi’nin "cihad" çağrılarıyla başlayan ve "sayın Recep bey"in de mensubu olmaktan "gurur" duyduğu Milli Türk Talebe Birliği ve Komünizmle Mücadele Derneği’nin başını çektiği bu saldırıda iki kişi öldürülmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştı.
Ülke tarihinin bu ikinci büyük kitlesel katliam girişimi, aynı zamanda şeriatçıların Amerikan emperyalizminin en büyük destekçisi olarak ortaya çıktıkları ilk olaydır. 6. Filo’yu "kıble" yaparak Dolmabahçe’de toplu namaz kılanlar da onlardır.
Aynı yıllarda bu şeriatçı kesim tarafından, "mini etek" giyen kızlara saldırılmış, uzun saçlı gençler sokaklarda dövülmüş, içkili lokantalar tahrip edilmiştir. "Recep bey"in sözüyle, "hayat tarzına müdahale" edilmiştir.
Bugün benzer "felsefe", BBP’nin örtüsü altında her yerde hazır ve nazırdır. Dün Tophane’de sergi açılışına saldıran "felsefe", Mardin’de "medrese gibi kutsal bir mekanda defile yapılmasına" karşı toplu namazlar kılarak, "ikinci Tophane" tehditleri savurarak ortalıkta dolaşmaktadır.
Geçen yıl ise, Topkapı Sarayı’nda İdil Biret’in konseri de, aynı "Alperen" sürüsü tarafından, aynı bahaneyle, "içki içiliyor" bahanesiyle saldırıya maruz kalmıştır.
Şüphesiz, gerek İdil Biret konserine yapılan saldırı, gerek Tophane saldırısını, gerekse Mardin’deki tehdidi ("Sayın başbakan"ın deyişiyle) "abartmanın anlamı yok"tur. Bugün için, bu saldırılar, sistemli ve ülke çapında saldırının "başlangıcı" olarak da değerlendirilemez. Amaç, zaten böyle bir sistemli ve ülke çapında saldırı başlatmak da değildir. Bugün BBP örtüsü altında hareket eden islamcı-faşist kesimlerin asıl işlevi, halk deyişiyle, "aba altından sopa göstermek"tir. Küçük-burjuva aydınları, böylesi "tekil" olaylarla ürkütülmeye ve korkutulmaya çalışılmaktadır. Sistematik olan da budur.
Son dönemin "moda" söylemiyle, "Türkiye 30-40 yıl öncesinin Türkiyesi değildir". Şeriatçıların ilk saldırıları zamanında da değildir. Aradan çok zaman geçmiş ve köprülerin altından çok sular akmıştır. 1965 sonrasında kitleye yönelik, "sistematik olmayan", tek amacı şiddet tehdidiyle kitleyi pasifize etmek olan her türlü şeriatçı ve faşist saldırı, giderek bu saldırılara karşı Dev-Genç’in silahlı eylemleriyle karşılık bulmuştur. 1975 sonrasında ise, aynı saldırılara, doğrudan silahlı devrimci örgütler tarafından yanıt verilmiştir.
Ama bugün?
"Türkiye eski Türkiye değildir!! BBP’li islamcı-faşistlerin, özellikle küçük-burjuva aydınlarına karşı "tekil" her saldırısı sonrasında yaşandığı gibi, "saldıranlar", "saldırılanlar"dan "özür" dilemekte, çiçek vs. vermektedir. Şu kesindir: Bugün bu "tekil" islamcı-faşist saldırılara karşı verilecek "şiddete dayalı" yanıtlar, her durumda öncelikle saldırıya uğrayan küçük-burjuva aydınları tarafından, "biz her türlü şiddete karşıyız" denilerek "lanetlenecek"tir.
Öte yandan, doğrudan küçük-burjuva aydınlarına ve onların "hayat tarzları"na yönelik bu tür saldırılar karşısında devrimcilerin "bitaraf" kalmaları da, zaman geçtikçe aynı "mağdur"lar tarafından "siz nasıl devrimci insanlarsınız" denilerek pasiflikle, ilgisizlikle suçlanacaklardır.
Bunlardan çok daha önemlisi ise, bugün bu tür saldırılara tepki göstermesi gereken devrimci sol bir hareket, (sözcüğün gerçek anlamında) tepki gösterecek güce ve olanağa sahip değildir. Dün, devrimci mücadelenin olası kadrolarını pasifize etmek için kullanılan "mekanlara" yönelik saldırılara, bugün sadece devrimciler yanıt verebilecek iradeye ve dünya görüşüne sahiptirler. Ne yazık ki (!), aynı "mekanlar"da bu tepkiyi gösterebilecek insanlar pasifize edilmişlerdir. "Mahalle" baskısına maruz kalanlar, bugün, bir an için bile olsa, dün ne yaptıklarını ve neden yaptıklarını anımsamalıdırlar.