Irak İşgalinin Birinci Yılında
Felluce'de "Vahşet" Kurbanı
"Sivil" Amerikalılar
Amerikan emperyalizminin Irak işgalinin birinci yılı dolarken, 31 Mart günü Felluce'de dört Amerikalı "sivil müteahhit"in araçlarına yapılan saldırı ve ardından yanmış cesetlerinin Felluce halkı tarafından yerlerde sürüklenerek direklere asılması olayı, "tüyler ürpertici vahşet" görüntüleri eşliğinde dünya "medya"sında yer aldı.
Saldırı sonrasında, Irak İşgal yönetiminin "sivil yöneticisi" Paul Bremer, "Felluce'de olanlar çok alçakça ve kabul edilemez. Medeni toplumun en önemli temelini oluşturan İslam dini de dahil tüm dinlerin öğretilerini ihlal ettiler. Bu ölümler cezasız kalmayacaktır" açıklaması yaparken, cesetlerin "parçalanması" ve yerlerde sürüklenerek direklere asılmasının "islama aykırı olduğu"na ilişkin fetvalar yayınlanmaya başladı.
Bu olayı, yerli "medya", "müteahhitlik yapan 4 yabancı vahşice yakıldı, cesetleri sokaklarda sürüklendi ve parçalanıp köprülere asıldı"yla başlayan haberlerle verirken, "ateş açtıkları araçları içindekilerle birlikte yakan ve çıkardıkları kömürleşmiş bazı cesetlerin etrafında dans edip, zafer işaretleri yapan direnişçiler"den söz etmeye özel çaba gösterdiler. Büyük büyük ilahiyat profesörlerinden alınan "fetvalar"la, "saldırının İslam'a aykırı" olduğuna ilişkin manşetler attılar.
Iraklılara "insani yardım götüren" "sivil Amerikalılar"a yönelik bu "vahşice" ve "islama aykırı" saldırı sonrasında, ölenlerin Blackwater Security Consulting çalışanı oldukları "medya"nın kıyısında köşesinde yayınlandı. Böylece "sivil müteahhit" etiketli, "insani yardım görevlisi" sıfatlı dört kişinin özel güvenlik elemanı olduğu sessiz sedasız geçiştirilmeye çalışıldı.
Ve ardından saldırganların "en sert biçimde cezalandırılması" amacıyla Felluce tanklarla kuşatıldı ve helikopterlerle bombalanmaya başladı.
Basit ve sıradan dört "sivil" Amerikalı için başlatılan büyük saldırı, ilk bakışta, "vahşet" görüntüleri karşısında duyulan tepki olarak yorumlanabilse de, öldürülen dört "sivil" Amerikalının Blackwater özel güvenlik şirketinin ayda dört bin dolar ücretle çalışan paralı askerleri oluşlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Blackwater, Amerika'nın en büyük özel güvenlik şirketi olup, eski CIA ve SEAL (deniz kuvvetleri özel operasyon timi) üyeleri tarafından kurulmuştur. 2003 yılı cirosu 1,3 milyar dolar olan şirket, Azerbaycan, Bosna, Özbekistan ve Gürcistan'da özel operasyon timlerini eğitmektedir.
Irak işgaliyle birlikte Blackwater şirketinin gelirlerinde büyük bir artış olmuştur. Başta Paul Bremer olmak üzere, tüm Amerikan emperyalizminin "sivil görevlileri"nin bodyguard'lık ihalesini kazanan Blackwater (bu nedenle müteahhit sıfatı taşımaktadır), Amerikan emperyalizminin "geleceğin savaşı"nda güvenlik hizmetlerini özelleştirilmesi gerektiğini ileri süren teorilerinin en büyük destekçilerindendir.
Blackwater şirketini ayrıcalıklı konuma getiren, sadece Irak'ta P. Bremer başta olmak üzere "sivil" Amerikalıların özel korumalığını üstlenmesi değildir. Blackwater, aynı zamanda, Amerikan deniz kuvvetlerinin özel operasyon birimi olan SEAL'in ve polis teşkilatının ünlü SWAT (Special Weapons and Tactics Team-Özel Silahlar ve Taktikler Timi) üyelerinin eğitmenidir. Dolayısıyla ABD içinde ve dışında görev yapan, resmi ve gayri-resmi, militer ve paramiliter özel operasyon birimlerinin eğitmeni olan şirketin dört elemanının sokak ortasında ve kolaylıkla öldürülmüş olması, Amerikan emperyalizmi açısından "ikiz kulelere" yapılan 11 Eylül saldırıları kadar, "ulusal güvenliğe" ve "ulusal onura" saldırı niteliği taşımaktadır.
Diğer yandan bu saldırı, askeri lojistik ve savaş hizmetlerinin özel güvenlik şirketlerine ihale edilmesini savunan ve bu yolla Irak işgali için 100 bin Amerikan askerinin yeterli olduğunu söyleyen Donald Rumsfeld'in "savaş görevlerinin özelleştirilmesi" doktrinine de bir saldırı olmuştur.
Felluce'de Blackwater güvenlik şirketinin dört elemanının öldürülmesi olayının ortaya çıkardığı bir başka gerçek de, Amerikan emperyalizminin artan oranda "beyaz ve Amerikalı" olmayan sivil ve askeri personel kullanmaya yönelmiş olmasıdır. Saldırıdan birkaç hafta önce Blackwater'ın eski CIA ve SEAL üyesi başkanı Gary Jackson büyük bir gururla şöyle demektedir:
"Biz nihayet Şili'de profesyonel insan kaynağı bulduk. Şilili komandolar çok, ama çok profesyoneller ve onları Blackwater sistemine dahil ettik."[1*]
Bugün Amerikan emperyalizmin Irak işgal güçleri arasında, Pinoşet'in kontra-gerillaları "özel güvenlik elemanı" olarak görev yaparken, ırkçı Güney Afrika yönetiminin 1.500 "özel birlik elemanı" da bu güçlere dahil edilmiştir.
Mart 2004 tarihinde Irak'ta görev yapan "özel güvenlik şirketleri" elemanlarının toplam sayısı 15.000'e ulaşmıştır.
Böylece Amerikan emperyalizmi, "demokrasi projesi" çerçevesinde işsiz kalan Latin-Amerika'daki askeri cuntaların işkenceci katillerine, "denizaşırı" bölgelerde, "mesleklerini" icra edebilecekleri ve para kazanabilecekleri yeni iş olanakları bulmuştur. Ve tıpkı faşist askeri darbe dönemlerinde olduğu gibi, yaptıklarının hesabının sorulmayacağı garantisi de verilmiştir. Bu yolla, kendisine sadık faşist katillere, Mehmet Ağar'ın bile gözlerini yaşartacak türden bir "ahde vefa" örneği sergilemişlerdir.
Bu koşullarda, Irak halkının işgal güçlerine karşı duydukları nefretin bu kontra eskisi "sivil" Amerikalılara karşı da aynı boyutta olmasında şaşılacak bir yan yoktur.
"MISSION ACCOMPLISHED"
"GÖREV TAMAMLANMIŞTIR"
W. Bush, 1 Mayıs 2003 günü Abraham Lincoln uçak gemisinde "görev tamamlanmıştır" pankartı altında yaptığı açıklamayla Irak savaşının sona erdiğini ilan ettiğinde, iki haftalık savaşın çok küçük bir maliyetle, 193 kayıpla tamamlanmasının keyfini sürüyordu.
Amerikan Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) resmi verilerine göre, savaşın başladığı 20 Mart 2003 tarihinden 5 Nisan 2004 tarihine kadar "koalisyon güçleri"nin ölülerinin toplam sayısı 718 olmuştur. Bu verilere göre, bugüne kadar 616 Amerikalı, 59 İngiliz, 17 İtalyan, 11 İspanyol, 5 Bulgar, 3 Ukraynalı, 2 Polonyalı, 1 Estonyalı, 1 El Salvadorlu ve 1 Danimarkalı asker öldürülmüştür. Pentagon sayılarına göre, bugüne kadar yaralı Amerikan askerlerinin sayısı 3.490'dır. Öldürülen "sivil güvenlik şirketi elemanı" sayısı ise 25'dir.
Bir başka deyişle, Amerikan emperyalizminin "görev tamamlanmıştır" diye zaferini ilan ettiği günden itibaren savaş dışı kalan Amerikan askerlerinin sayısı 4 bini aşmıştır. Irak'ta işgalin her günü, ortalama 10 Amerikan askeri savaş dışı kalmakta ve her gün iki Amerikan askeri ölmektedir.
Mart sonuna kadar Amerikan emperyalizminin ve ortaklarının işgaline karşı yürütülen direnme savaşının, sadece nüfusun %25'ini oluşturan "sünniler" tarafından sürdürüldüğü gözönüne alındığında, işgalin faturasının oldukça büyük olduğu açıktır.
Kuzey Irak Kürtlerinin "federasyon" ya da "bağımsızlık" elde edecekleri sanısıyla Amerikan emperyalizmi ile girdikleri açık işbirliği ve nüfusun %60'ını oluşturan şiilerin yarı-gönüllü işbirliğiyle bugüne gelen Amerikan emperyalizmi, şimdi şiilerin bir kesiminin (Muktada El Sadr kesiminin) direnişiyle de yüzyüze gelmiştir.
Muktada El Sadr'ın Amerikan işgaline karşı olduğuna ilişkin yaptığı açıklamalara rağmen, gelişen olaylar, Haziran ayında bazı yönetsel yetkilerin yerli işbirlikçilere devredilmesi planı öncesinde, bazı yerleşim birimlerinin fiili denetimini ele geçirme girişimi olarak ortaya çıkmıştır. Bir bakıma Muktada El Sadr kesimi, Amerikan emperyalizmine karşı güç gösterisine girişmiştir. Necef, Kut ve Bağdat'ın bir bölümünün fiili denetimini elinde bulunduran Muktada El Sadr kesimi, bu fiili denetiminin Amerikalılar tarafından resmen kabul edilmesini istemektedir. Böylece Haziran ayında yapılacağı söylenen "yetki devri" öncesinde Irak'ın belli bölgelerinin resmen tanınmış yetkilisi olmaya çalışılmaktadır.
Bu koşullar altında, Amerikan emperyalizminin Muktada El Sadr ile pazarlığı sürdürmesi ve isteklerini büyük ölçüde karşılayıp karşılamaması, tümüyle Irak içindeki güçler dengesine ve Amerikan başkanlık seçimleri üzerinde yapacağı etkiye göre belirlenecektir. Her koşulda gelişmeler, Kuzey Irak'ta Kürt bölgelerinde olduğu gibi, Irak'ın yerel güçler tarafından fiilen paylaşılması yönündedir.
Bugüne kadar, Kuzey'de sünni yerel güçlere karşı Kürtleri kullanan Amerikan emperyalizmi, Bağdat ve Güney Irak'ta şiilerle yaptığı fiili anlaşmalarla sünni kesimin direnişini kırmaya çalışmıştır. Muktada El Sadr, Sistani gibi, Amerikan işgaline karşı olduğunu ilan eden, ancak yine de Amerikan emperyalizmi ile fiili anlaşmalar yaparak etki alanını koruyan şiilerin bir kesiminin temsilcisidir. Muktada El Sadr ile Amerikan emperyalizmi arasında başlayan güç gösterisinin nasıl sonuçlanacağını bugünden söylemek olanaksızdır. Yeniden eski fiili "consensus"a geri dönülebileceği gibi, şii kesimin bir bölümünün direniş savaşına etkin bir biçimde katılması yönünde de değişim olabilecektir. Ancak her durumda, Amerikan emperyalizmi, "özel güvenlik şirketleri" aracılığıyla özelleştirmeye çalıştığı Irak işgalini, Irak'ı yerel dini-feodal otoriteler arasında paylaştırarak sürdürmeye çalışacaktır.
Amerikan emperyalizminin yapabileceği tek şey, Irak'ı toprak olarak yerel dini-feodal otoriteler arasında paylaştırmak ve bunların üzerinde ve bunların onayları alınarak "merkezi" bir yönetim oluşturmaktır. Bu "merkezi yönetim", Irak petrollerinin uluslararası şirketler tarafından işletilmesinin ve ülkenin emperyalist tüketim mallarının açık pazarı haline gelmesinin yürütücüsü olacaktır. Yerel dini-feodal otoriteler de, Kürtler gibi, bu faaliyetlerden alınan vergilerden hisselerine düşeni paylaşacaklardır.
Böylesine yerel dini-feodal otoriteler arasında paylaştırılmış olan Irak, giderek bu yerel otoritelerin "merkezi devlet" kaynaklarından aldıkları payları artırma yönündeki hareketleri ile iç çatışmaların yaşandığı bir ülke durumuna gelecektir. Baas rejiminin "Arap milliyetçiliği" ile oluşturmaya çalıştığı ulusal birlik ve ulusal bilinç sadece sünni kesimlerde kısmen etkili olduğu için, yerel otoriteler arasındaki çelişkiler ve çatışmaların, uluslaşma sürecini tamamlayacak bir ulusal-demokratik kurtuluş hareketi tarafından ortadan kaldırılması, bugün için olanaksız görünmektedir.
Yine de, her durumda, Irak iç çatışmalara sahne olsa da, kaybeden Amerikan emperyalizmi olmuştur. Colin Powell'ın ifade ettiği gibi, Irak, "Türkiye ve Pakistan gibi islam cumhuriyeti"[2*] yapılsa bile, ulusal birlik sağlanamadığı sürece, iç pazarın istikrarlı hale getirilmesi de olanaksızdır. Yerel otoritelerin çatışmasına sahne olan bir ülkenin istikrarsız iç pazarı ise, kısa dönemli bazı spekülatif kâr olanakları sağlamaktan öte bir işe yaramayacaktır.
Dipnotlar
[1*] The Guardian, 5 Mart 2004.
[2*] Colin Powell Alman ZDF televizyonunda yayınlanan bir röportajda şöyle demiştir:
"Hayır, (ABD savaşı) kaybetmedi. Irak'ta İslami bir cumhuriyet olacak, tıpkı başka İslami cumhuriyetler olduğu gibi, Türkiye ve Pakistan gibi. Fakat bu anayasal bir çerçevede ve Şeriat kanunları içinde olacak. Kur'an hukukun kaynaklarından biri olacak. Irak'ın demokratik bir ülke ve İslami bir devlet olmasını umuyoruz. Çünkü İslamiyet ülkenin en büyük dini. İslamın demokrasiyle yan yana bulunmaması için herhangi bir neden de yok. (Bu ikisinin) birlikte olamayacakları şeklinde bir değerlendirmemiz yok. Niçin Türkiye gibi bir İslam ülkesi, aynı zamanda Türkiye'deki gibi demokrasi olmasın?"