“Vatana İhanet Belgesi”
ya da Amerikan Emperyalizminin Kulları
Kurtuluş Cephesi’nin Eylül-Ekim 2003 tarihli 75. sayısında yayınlanan "AKP Mehteranı Eşliğinde 8,5 Milyar Dolarlık Bağdat Seferi" yazısı iki açıklamayla başlar:
Birinci açıklama, o zamanlar "Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı" olan Ali Babacan’ın "ABD-Türkiye Finansman Anlaşmasına İlişkin" 23 Eylül 2003’de Dubai’de yaptığı açıklamadır.
İkinci açıklama ise, ABD Hazine Bakanı John Snow’un bir gün önce, yani 22 Eylül 2003 tarihinde yaptığı açıklamadır.
Ali Babacan’ın açıklaması şöyledir:
"Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’ye 8,5 milyar ABD Doları’na kadar kredi sağlayacak Finansman Anlaşmasını, bugün (22 Eylül 2003) imzalamışlardır.
Bu anlaşmanın amacı, Türkiye’nin devam eden ekonomik reform sürecinin desteklenmesidir. Kredi, Türkiye’nin iç ve dış borç geri ödemelerinde kullanılacaktır. Kredi, 4 yılı geri ödemesiz ve 10 yıl vadelidir. Kredi, yaklaşık 18 aylık bir süre içerisinde, 4 eşit dilimde kullanılacaktır.
Finansman Anlaşması çerçevesinde her bir kredi çekişi, Türkiye’nin, ABD’nin ilgili yasasında belirlenen koşulları karşılamasına bağlıdır. Söz konusu iki koşul: (1) Türkiye’nin güçlü ekonomik politikalar yürütüyor olması ve (2) Türkiye’nin, Irak konusunda ABD Hükümeti ile işbirliği içerisinde olmasıdır.
Türkiye’nin Irak konusundaki işbirliği değerlendirilirken, Türk birliklerinin Irak’taki barışın korunması ve istikrar harekatına katkıda bulunması gerekli bir koşul değildir.
Türk Hazinesi, kendi nakit akışı, iç ve dış borç geri ödemelerini dikkate alarak her bir kredi çekişini ne zaman yapacağına karar verecektir.
ABD Hükümeti, kredi çekiş talebini aldıktan sonra, 8 işgünü içerisinde Türkiye’nin koşulları karşılayıp karşılamadığını bildirecektir." (abç)
ABD Hazine Bakanı John Snow’un bir gün önce yaptığı açıklama ise şöyledir:
"Türk askeri birliklerinin Irak’taki barış ve istikrarı sağlama operasyonuna katkıda bulunmaları; Türkiye’nin Irak’taki işbirliğini değerlendirirken gerekli bir koşul değildir. Amerika tarafından Türkiye’ye sunulan bu yardım paketi ve Türk birliklerinin Irak’a gönderilmesi iki farklı husustur.
Kredi programı her ne kadar ABD Hazinesi tarafından yürütülecekse de, Dışişleri, Savunma Bakanlıkları ve İdare ve Bütçe Ofisi de dahil olmak üzere birçok ABD hükümeti kuruluşu anlaşmanın nihai hale getirilme sürecine katkıda bulunmuştur. Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları Türkiye’nin kredi kullanım koşullarını yerine getirip getirmediği hususunda belirleyici rol oynayacaktır. Ayrıca, ilgili tüm kuruluşlar kredinin süresi boyunca değerli katkılarda bulunmaya devam edecektir." (abç)
Kurtuluş Cephesi’ndeki yazı şöyle devam eder:
"Amerikan emperyalizmi AKP hükümetini ve onunla ‘tam bir mutabakat içinde’ bulunan Genelkurmayı 8,5 milyar dolarlık kredi ile satın almıştır.
Bugüne kadar tütünü, çayı, fındığı, krom madenlerini ipotek ederek kredi alan "cumhuriyet" hükümetlerinin en sonuncusu AKP hükümeti, ülkenin askeri gücünü ve insanlarının yaşamlarını ipotek ederek kredi almakta hiç bir sakınca görmemiştir.
Düne kadar ‘ulusal çıkarlar’ söylemi ile Irak’a asker gönderilmesi gerektiğini iddia edenler 8,5 milyar dolarlık kredi için aylarca ‘çetin pazarlıklar’ yürütmüşler ve 22 Eylül günü Dubai kentinde ABD Hazine Bakanı John Snow ile Ali Babacan tarafından ‘mutabakat zaptı’ imzalanmasıyla ‘mutlu sona’ ulaşmışlardır.
8,5 milyarlık kredinin Dubai’de imzalanacağı ‘tiyo’sunu günler öncesinden alan borsa, imza gününü bile beklemeden ‘coşmuş’, ‘rekordan rekora koşmuş’tur.
‘Medya’ haberlerine bakılırsa, Amerikan kredisiyle birlikte faiz oranları düşmeye başlamış, piyasalar canlanmış, ekonominin "iyileştiği"ne ilişkin belirlemeler herkes tarafından kabul edilir olmuştur."
Dubai "mutabakatı"ndan iki hafta sonra "medya"da şu haber yer aldı:
"7 Ekim 2003 – Irak’a asker gönderilmesine ilişkin tezkere TBMM’de kapalı oturumda kabul edildi. Tezkereye 358 kabul, 183 red oyu verildi. 2 milletvekili ise çekimser kaldı."[1*]
Kurtuluş Cephesi’ndeki yazı şöyle devam eder:
"8,5 milyar dolar karşılığında Irak’a asker gönderilmesini isteyenlere karşı en sert tepki ise, ‘cumhuriyeti kollama ve koruma’ adı altında devrimci mücadeleye karşı askeri darbe yapmada uzmanlaşmış olan ordu içinden gelmiştir. Özellikle 30 Ağustos’ta emekli olan I. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan’ın ‘Daha önce Galiçya ve Yemen’de Mehmetçiğin kanını akıttık, bugün hala bunu kendimize soruyoruz’ diyerek ortaya koyduğu tepki, Irak’a asker gönderilmesi yandaşlarının hep bir ağızdan bağırmaya başlamalarına neden olmuştur.
Amerikan emperyalizminin ‘medya’daki sopası olarak görev yapan Ertuğrul Özkök, M. Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın hep bir ağızdan, ‘paşam, oraları da vatan toprağıydı’ diyerek başlattıkları kampanya, giderek ordu içinde Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’ün sözünü dinlemeyen orgenerallerin tasfiye edilmesi gerektiğine dönüştürülmüştür. Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman ile Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Genelkurmay başkanının sözünü dinlemeyen ‘asiler’ olarak ‘medya’da afişe edilirken, 30 Ağustos’ta emekli olan generaller her türlü hakarete maruz bırakılmışlardır.[2*]"
Ve bugüne geldiğimizde, Kurtuluş Cephesi’nin yazısında adı geçenlerden Ali Babacan artık "Dışişleri Bakanı"dır; W. Bush’un Hazine Bakanı John Snow, Bush’la birlikte gitmiştir; emekli I. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan, "Balyoz Darbe Planı" davasının "1 Nolu" sanığı olup, ikide bir serbest bırakılıp tutuklanmaktadır; zamanın Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’ün "Ergenekon Terör Örgütü" ve "Balyoz Darbe Planı" davalarının "gizli tanığı" ve "muhbiri" olduğu söylenmektedir; Ertuğrul Özkök "Doğan medya"dan "resen emekli" edilmiştir; M. Ali Birand ve Cengiz Çandar, her zamanki gibi Amerikan emperyalizminin "sopacıları" olarak görevlerini icra etmeye devam etmektedirler ve Tayyip Erdoğan hala başbakandır.
Şüphesiz bugünün dünden farklı olan yanları sadece bunlar değildir. Bir diğer farklılık, Deniz Baykal CHP’nin başından ayrılmış ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu geçmiştir.
Bugün Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın zamanında üzerine gitmediği ya da gidemediği Dubai anlaşmasının üzerine gitmektedir.
Kemal Kılıçdaroğlu, 26 Temmuz 2010 tarihinde Ordu’da yaptığı konuşmada şöyle söylüyordu:
"Ama madem ki ihanetten söz ettin, sen vatana ihanet ettin mi, etmedin mi önce onun cevabını ver bakalım. Belki hafızası yeterli olmayabilir. Recep Bey’e Ordu Meydanından hatırlatıyorum; Dubai’de Ali Babacan, attığı imza ile Türkiye’ye ihanet etti mi etmedi mi? O senin Bakanın mı, değil mi? Sen bir milyar dolara Türkiye’yi pazarlamaya kalkıyorsun, sonra kalkıp ihanetten bahsediyorsun. Sen ülkeye ihanet ettin, ülkeye... Recep Bey’e bir şey daha söylüyorum; Korkmuyorsan ihanetin belgesini açıkla. Niye gizliyorsun Dubai anlaşmasını... 1 milyar dolara ülke pazarlanır mı? Dubai’yi söyledim, imzalayan Bakanı söyledim, Plan Bütçe Komisyonunda söyledim. Sayın Bakan, sen bunu imzalarken Başbakanın haberi var mıydı, yok muydu? Verdiği cevap şu; ‘O anlaşmayı biz imzaladık. Hükümetin haberi vardı.’ Şimdi o anlaşmayı gizliyorlar. Bize yetki verin, bize izin verin, bu ülkeye ihanet edenleri Yüce Divan’a çıkaralım."
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının ertesi günü (27 Temmuz 2010) Ali Babacan’ın Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklama tüm "medya"da şöyle yer aldı:
"Kılıçdaroğlu’nun ‘Dubai’ iddiası yeni değilmiş!
Dışişleri Bakanlığı’nın 4 Temmuz 2007 tarihli açıklamasında, Türkiye’nin Irak’a tek taraflı müdahalede bulunmaması hususunun, Türkiye ile ABD arasında 22 Eylül 2003’te imzalanan hibe anlaşmasının ön koşulu haline hiçbir zaman gelmediği, Türkiye’nin, bu anlaşmayla tek taraflı müdahale konusunda bir taahhütte bulunmadığı belirtilmişti."
Gerçekte Kemal Kılıçdaroğlu’nun "vatana ihanet belgesi" adını verdiği "Dubai mutabakatı", bir tarafıyla TSK’nin Irak’ta, özellikle de Felluce-Bağdat bölgesinde Amerikan işgal kuvvetlerinin komutası altında konuşlandırılmasını; diğer tarafıyla da, Türkiye’nin "tek taraflı olarak" Irak’a girmeyeceğini garanti altına alan bir anlaşmadır.
Bu ikili durum, ABD Temsilciler Meclisi (3 Nisan 2003) ve Senatosu (7 Nisan 2003) tarafından kabul edilen ve W. Bush tarafından 16 Nisan 2003’de imzalanarak yürürlüğe giren HR 1559 [108] numaralı "Savaş Dönemi Acil Ek Ödenekler Yasası"nda ("Emergency Wartime Supplemental Appropriations Act") açık biçimde ifade edilmiştir.
16 Nisan 2003 tarihli, HR 1559 [108] numaralı ABD yasasının Türkiye’yle ilgili bölümü şöyle başlamaktadır:
"1 Mart 2003’den 30 Eylül 2005’e kadarki dönem içinde, 8.500.000.000 doları aşmamak üzere doğrudan borç ya da borçlanma garantisine dönüştürülebileceği koşuluya, 30 Eylül 2005 tarihine kadar kullanılmak üzere 1.000.000.000 dolara kadar Türkiye’ye hibe yapılmasına" karar verilmiştir.
HR 1559 [108] numaralı ABD yasasının devamında şu "ek koşul" konulmuştur:
"Eğer Türkiye hükümetinin, Irak Özgürlük Operasyonu’nda, Irak’a insani yardım kolaylığı dahil olmak üzere ABD ile işbirliği yapmadığı ya da tek taraflı olarak Kuzey Irak’a askeri birlik konuşlandırdığı ... Dışişleri Bakanlığı tarafından belirlenir ve Temsilciler Meclisi ve Senato komisyonlarına rapor edilirse, Türkiye bu paragrafta ifade edilen hiçbir fondan yararlanamaz."[3*] (abç)
Görüldüğü gibi, TBMM’de "ABD ile işbirliği"ne ilişkin hükümet tezkeresi 1 Mart 2003’de kabul edilmediği halde, 16 Nisan 2003 tarihli yasada "Irak’a insani yardım kolaylığı dahil olmak üzere işbirliği yapılmadığı" ve daha da önemlisi "tek taraflı olarak Kuzey Irak’a askeri birlik konuşlandırılması" halinde yardım yapılmayacağından söz edilmektedir.
Ali Babacan’ın Dubai’de imzaladığı "mutabakat metni"nin tarihi ise 22 Eylül 2003’dür, yani ABD yasasının çıkmasından yaklaşık beş ay sonrasıdır. Ve bu imzanın hemen ardından, 7 Ekim 2003 tarihinde AKP hükümeti, Irak’a asker gönderilmesine ilişkin tezkereyi, AKP’lilerin oylarıyla TBMM’den geçirmiştir.
Çok açıktır ki, AKP hükümeti, ABD’nin 16 Nisan 2003 tarihli yasayla kayıt altına alınmış olan bir milyar dolarlık "hibe"sini almak için harekete geçmiş ve bunun bir adımı olarak Irak’a asker gönderilmesine ilişkin tezkereyi meclisten geçirmiştir.
Bu tezkerede şunlar ifade edilmiştir:
"Silahlı kuvvetlerimiz, ülkedeki işgal durumunun sürdürülmesine yardımcı ve bu durumun bir aracı bir askeri unsur olarak Irak’a gitmeyecek, aksine ülkede durumun süratle normalleşmesine ve güvenli ve istikrarlı bir ortamda Irak halkının insani ihtiyaçlarının karşılanmasına faal katkı yapacak bir unsur olacaktır."
ABD yasasında "işbirliği"nin bir koşulu olarak ifade edilen "Irak’a insani yardım kolaylığı", AKP tezkeresinde "Irak halkının insani ihtiyaçlarının karşılanmasına faal katkı" şeklinde ifade edilmiştir.
Böylece ABD yasasının bir "koşulu" 7 Ekim 2003 tarihli tezkereyle yerine getirilmiş ve üstelik mutlak bir "işbirliği" unsuru olarak doğrudan ABD askeri güçlerinin komutasında Irak’a askeri birlik gönderilmesi yasalaştırılmıştır. Ancak "Geçici Irak Hükümeti" ile "Kuzey Irak Yönetimi"nin karşı çıkması üzerine Türkiye’nin Irak’a askeri birlik göndermesi (tezkere çıkmış olmasına rağmen) gerçekleşmemiş ve ABD, Irak’taki işbirlikçilerine ters düşmemek için bu durumu kabul etmiştir.
Geriye kalan ikinci ve Türkiye "devlet politikası" açısından "hayati" nitelikteki koşul, yani "tek taraflı olarak Kuzey Irak’a askeri birlik konuşlandırılmaması" koşuludur.
2003’den günümüze kadar, bir seferin dışında, TSK hiçbir biçimde Kuzey Irak’a girmemiş, Kuzey Irak’ta operasyon yapmamış ve askeri birlikler konuşlandırmamıştır. Hatta I. Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak’a konuşlandırılmış olan zırhlı birlikler büyük ölçüde geri çekilmiş ve kamuoyunun tepkisini almamak için küçük ve simgesel bir askeri birlik bırakılmıştır.
Bu olayın tek istisnası, Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığının son yılında gerçekleştirilen, 21 Şubat 2008 günü başlatılan ve 29 Şubat 2008 günü sona erdirilen "Güneş Harekâtı"dır.
"Güneş Harekâtı"nın en ilginç yanı, 2003 sonrasında Kuzey Irak’a gerçekleştirilen ilk kara harekatı olmasının ötesinde, "sonuç alınıncaya kadar devam edeceği" söylenen harekatın, W. Bush’un, Savunma Bakanı Robert Gates’in ve Dışişleri Bakanı Gondoleezza Rice’nin "mümkün olan en kısa sürede bitirilmeli" açıklamalarından[4*] bir gün sonra sona erdirilmiş olmasıdır.
Görülen odur ki, ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu tarafından bir milyar dolarlık "hibe"ye ilişkin Nisan 2003’de konulan "koşul", günümüze kadar, yani tüm AKP iktidarı süresince devam etmiştir. Tayyip Erdoğan’ın tüm bu zaman içinde Kuzey Irak’a yönelik kara harekâtına sürekli karşı çıkması da,[5*] bu "koşul"un sürekli hale geldiğinin en açık kanıtıdır.
Bütün bunlar, 22 Eylül 2003’de Ali Babacan’ın imzaladığı "Dubai mutabakatı" uygulamaya konulmamış da olsa, bir başka boyutta ve bir başka "mutabakat" içinde ABD’nin HR 1559 [108] sayılı yasasının "koşul"larıyla birlikte yürürlükte olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bugün asıl önemli olan, "Dubai mutabakatı"nın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözüyle, "vatana ihanet belgesi" olmasından daha çok, bu "mutabakat"la kabul edilen "koşul"ların başka hangi gizli anlaşmayla ya da gizli "mutabakat"la sürdürüldüğüdür.
Bu anlaşmaların ya da "mutabakatlar"ın Kuzey Irak’a yönelik kara harekâtının ABD tarafından "engellenmesi" ya da ekonomik yardımların koşulu yapılması değil, Amerikan emperyalizmiyle nasıl bir işbirliği yapıldığını ve bunun için nelerin "koşul" olarak kabul edildiği hepsinden de önemlidir. Şüphesiz, Amerikan emperyalizmine bağımlı bir ülkede, ülkemizde, işbirlikçi burjuvazi ya da işbirlikçi hükümetler ve siyasi partiler için "ulusal bağımsızlık", "ulusal egemenlik" gibi kavramların hiçbir önemi ve değeri yoktur.
"Dubai mutabakatı", AKP hükümetinin iktidarda kalabilmek için Amerikan emperyalizminin her "koşulunu" kabul ettiğinin, dolayısıyla da onun işbirlikçisi bir hükümet olduğunun kanıtıdır. Bunun bir başka "bağımsız" ülkenin ve "egemen" ulusun topraklarına yapılacak bir askeri harekâtla belgeleniyor olması, Amerikan emperyalizmine bağımlı bir ülkenin talihsizliğidir.
Konuyla bağlantılı yazılar:
***
AKP Mehteranı Eşliğinde 8,5 Milyar Dolarlık Bağdat Seferi [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
Unutulmuş Referandum Tayyip-Bonaparte’ın “Coup de Tête”si
***
Fransa Tarihinden: II. Cumhuriyet’in sonu [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Bugüne kadarki ekonomik dünyanın tüm anayasası
şu biçimde kaleme alınan son derece kısa bir anayasadır: Madde 1: Emek, üretir. Madde 2: Zor, bölüştürür.
***
"Kuvvetler Ayrılığı", Anayasa ve Sınıf Mücadelesi
***
"Yaşasın Napoléon, Yaşasın Sosisler" [Oligarşinin Adam Satın Alma Politikası]
***
Egemen Sınıfların Çıkar Çatışması ve Anayasa Değişikliği Aldatmacası
***
Cumhuriyet Mitingleri, Sanal Muhtıra, Cumhurbaşkanlığı ve Erken Seçim Gölgesinde 1 Mayıs
***
Yardım Paketleri, Büfeci İslam, Bakkal Solu! [Temmuz-Ağustos 2007 - 98. Sayı]
***
AKP Hükümeti ya da "Merak etmeyin Ordu var..." [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Demokratik Devrimin Tamamlanmadığı Bir Ülkede Merak Etmeyin, Ordu Yok! [Eylül-Ekim 2007 - 99. Sayı]
***
Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma” [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
AKP’yi Kapatmak ya da Gayrı-Meşru Olmak [Mart-Nisan 2008 - 102. Sayı]
***
Velevki AKP Kapatılsa Ne Olur! [Temmuz-Ağustos 2008 - 104. Sayı]
***
AB Anayasa Referandumu - AB Tipi Yeni-Sömürgeciliğin İflası [Mayıs-Haziran 2005 - 85. Sayı]
***
Askeri Darbe ile Şeriatçı Hükümet Arasına Sıkışanlar [Eylül-Ekim 2003 - 75. Sayı]
***
İslam İnkılâbının Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyası [Kasım-Aralık 2002 - 70. Sayı]
***
Kurşun Geçirmez Yelek Arkasındaki Korku [Ocak-Şubat 2006 - 89. Sayı]
***
Demokrasi ve Hukuk Devleti [Ocak-Şubat 2010 - 113. Sayı]
***
"Globalleşen" Dünyada Anti-Emperyalist Bir İktidar Yaşayabilir mi? [Kasım-Aralık 1999 - 52. Sayı]
Dipnotlar
[1*] Bir gazetecinin "Böyle bir sonucu bekliyor muydunuz?" sorusu üzerine de Erdoğan, "Biliyorsunuz, bizim grup 367 kişi... 3 arkadaşımız rahatsızlığı sebebiyle yoktu, birleşimi yöneten arkadaşımız ve Meclis Başkanı var. Temenni ederdik ki, hiç olmasın ama 2-3 fire var" karşılığını verdi. – Aynı tarihli gazeteler.
[2*] Emekli olan I. Ordu komutanı Çetin Doğan için "tarih bilgisinden nasibini almamış general" olarak söz eden Ertuğrul Özkök ve diğer "medya" tetikçilerine karşı Çetin Doğan’ın basına yansıyan son sözleri şöyle olmuştur:
"Ulusal çıkarlarımızın korunmasının, gerektiğinde sınır ötesinde güç kullanmaktan geçtiğini en iyi bilenlerdenim. Yeter ki, Mehmetçiğimiz Green-Card peşinde koşarak, ABD güçlerine kişisel çıkar için katılanlara benzemesin. ... Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, yargısız infaza yeltenenler, Osmanlı imparatorluğunun sınırlarını bile bilmeyenler, vatanla müstemlekeyi karıştıranlar, kendi sığlıklarını, başkalarını kolayca malum ideoloji sahibi ve sığlıkla suçlayarak, gizlemeye çalışanlar. Kısacası bana Kurtuluş Savaşımız sırasındaki mütareke basınını acıyla anımsatanlar, bu teşekkürümün dışındadırlar."
[3*] Yasanın İngilizce metni şöyledir: "(3) not to exceed $1,000,000,000, to remain available until September 30, 2005, for grants for Turkey: Provided, That during the period beginning March 1, 2003, and ending September 30, 2005, direct loans or loan guarantees may be made to Turkey, the principal amount of direct loans or loans, any part of which is to be guaranteed, shall not exceed $8,500,000,000 ... Provided further, That none of the funds made available by this paragraph may be made available for assistance for Turkey if the Secretary of State determines and reports to the Committees on Appropriations of the House and Senate, the Committee on Foreign Relations of the Senate and Committee on International Relations of the House that the Government of Turkey is not cooperating with the United States in Operation Iraqi Freedom, including the facilitation of humanitarian assistance to Iraq, or has unilaterally deployed troops into northern Iraq..."
[4*] Condoleezza Rice’ın açıklaması şöyledir: "Bu son operasyon, mümkün olan en kısa sürede bitirilmeli. Şunu akılda tutmalıyız ki, bir taraftan teröristlerin yaptıkları işin durdurulması gerekirken, diğer taraftan da bölge istikrarsızlaştırılamaz."
[5*] Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Irak’a yönelik kara harekatına karşı oluşunu 12 Haziran 2007’de söylediği şu sözler çok açık biçimde ifade eder: "Kuzey Irak’ta 500 tane terörist var. Türkiye’de dağlarda 5 bin terörist var. Şimdi Türkiye’deki 5 bin teröristle ilgili mücadele bitti mi? Yani bu halledildi mi Kuzey Irak’taki 500 kişiyle uğraşma safahatine gelinecek."